Yaşadığımız coğrafyadaki 1 Mayıslar, devrimcilerin «enternasyonalist duygular»ının kabarmasına ve belleklerinin tazelenerek tarihlerini hatırlamalarına vesile olur. 1 Mayıs’a giden günler boyunca ve 1 Mayıs eylemleri sırasında “enternasyonalist” vurguların öne çıkması, işçi sınıfının uluslararası tarihinin hatırlatıldığı yayınların birbirini izlemesi bir gelenek olmuştur. Bu yayınlarda 1 Mayıs’ı, işçi sınıfının uluslararası eylem ve dayanışma günü yapan etkenin, 1 Mayıs şehitleri olduğu hikaye edilir. Bir bakıma kanıksanan ve giderek anlamı kaybolan bu türden 1 Mayıs anlatımları, 1 Mayıs’ı diğer anma ve kutlama günlerinden ayırt etmeyi güçleştiriyor.
1 Mayıs’ın özünü unutturma çabalarına karşı KöZ, ısrarla ve bıktırıcı bir tekrarla da olsa; dünyanın tüm işçilerinin andığı bugünün gerçek hikayesini yazmaya devam edecektir.
Eskiden burjuvazi 1 Mayıs’tan korkardı; çünkü yüz küsur yıl önce 1890’ın 1 Mayısı’nda bir çok ülkenin işçileri aynı anda, hep birlikte, örgütlü ve planlı bir biçimde uluslararası bir genel greve çıkmışlardı; 8 saatlik iş gününü böyle kabul ettirmişlerdi.
Bugün tüm dünya işçilerinin kazanımı haline gelen 8 saatlik işgünü, 1890’daki ilk ve tek uluslararası genel eylem ve bu eylemliliğin sürdürülmesi sayesindedir. Bu eylemin belli başlı ülkelerin işçi partilerinin ve sendikalarının temsilcileri tarafından bir yıl öncesinden kararlaştırılmış, hazırlanmış ve uygulanmış olması; arkasında uluslararası bir örgütlülüğün bulunması; üzerinden atlanacak küçük bir ayrıntı değildir. Oysa 1 Mayıs’ın bu yönü bugün dünya işçilerince hatırlanmamaktadır; 1 Mayıs’lar ister şenlik havasında ister kavgacı bir ruhla ele alınsın neredeyse ulusal günler haline gelmiş durumdadır.
Bu nedenle, hem 1 Mayıs’ın gerçek tarihçesini, yani neden bu günün «işçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olarak anılmakta olduğunu ve «8 saatlik işgünü mücadelesi» ile ilişkisini hatırlatmak gerekiyor.
Bir devrimci komünist enternasyonalin yaratılması olasılığını bir gerçeklik haline getirmek için önce bunun hatırlanması ve öncelikli bir siyasal ödev olarak kavranması gerekiyor.
Çalışma Saatlerinin Kısaltılması Mücadelesi İle İşçi Sınıfının Uluslararası Mücadelesinin Örgütlenmesi Arayışının Buluştuğu Nokta:
İlk 1 Mayıs’ın Tarihi ve Anlamı
Bundan 114 yıl önce, Birinci Enternasyonal’in kendi kendini feshetmesinin üzerinden 14 yıl geçmişti; bu örgütün kurulmasına öncülük edenlerden Engels, devraldığı mirası korumak ve yeni kuşaklara aktarmak üzere yürüttüğü mücadelenin semeresini görmenin sevinci ve kıvancı ile şu sözleri kağıda döküyordu:
“Evet Enternasyonal yalnızca 9 yıl yaşadı. Ama Enternasyonal’in bütün ülkelerin proleterleri arasında yarattığı ölümsüz birlik hala yaşıyor, hem de her zamankinden daha güçlü olarak. Bugünden daha iyi tanık olamaz buna. Çünkü bugün ben bu satırları yazarken, Avrupa ve Amerika proletaryası, ilk kez tek bir ordu halinde, tek bir bayrak altında, tek bir acil hedef uğrunda, Enternasyonal’in 1866 Cenevre Kongresi’nde ve 1889 Paris İşçi Kongresi’nde ilan edildiği gibi sekiz saatlik işgününün yasallaşması için seferber olmuş, savaş kuvvetlerini denetliyor. Günümüzün soluk kesici görünümü, bütün ülkelerin işçilerinin bugün gerçekten de birleşmiş olduklarını bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak beylerine gösterecektir.” (Manifesto’nun Üçüncü Almanca baskısına 1 Mayıs 1890 tarihli Önsöz)
Engels bu satırları yazarken, Avrupa ve ABD emekçileri, gösteriler, toplantılar ve grevlerle 8 saatlik iş günü için eylem halindeydiler. Ama bu eylemde ilk olan 8 saatlik iş günü talebi değil, bu talep uğruna uluslararası çapta planlı ve örgütlü bir eylemin gündeme gelmesiydi. Gerçekten de 8 saatlik işgünü mücadelesinin tarihçesi daha öncelere dayanıyordu.
8 Saatlik İşgünü Mücadelesi
8 saatlik işgünü mücadelesinin genel grev yoluyla yükseltilmesi doğrultusunda ilk adımı atanlar Avustralyalı işçiler olmuştu. 21 Nisan 1856’da Avustralyalı işçi örgütleri 8 saatlik işgünü için bir günlüğüne iş bırakmayı kararlaştırmışlardı. Bu eylemin ardından, bu hedefe ulaşıncaya kadar her yıl aynı tarihte iş bırakmaya karar verdiler. Amerikalı işçi örgütleri ise 1 Mayıs 1886’da 8 saatlik işgünü için 350 bin işçiyi kapsayan ülke çapında bir greve kalkıştılar. 3 Mayıs 1886’da, Chicago’daki grev sürerken polis grevci işçilere ateş açarak dört kişiyi öldürdü. Chicago’lu anarşist işçi önderlerinden August Spies, olayların ardından işçileri silahlı direnişe çağırdı. Ertesi gün, Haymarket Meydanı’nda toplanan bir mitingi dağıtmak isteyen polislerin üzerine bomba atıldı. 66 polis yaralandı yedisi öldü. Aralarında Spies’ın da bulunduğu 8 anarşist işçi önderi tutuklandı. İşçilere bir ders vermek isteyen yetkililer bu sekiz önderi, o günlerde yaygınlaşan deyimiyle Chicago sekizlerini asmaya kararlıydılar. Avrupa ve ABD’de serbest bırakılmaları için yürütülen kampanyalar sonuç vermedi; mahkemeden bir yıl sonra sekizlerin dördü, Albert Parsons, August Spies, Adolph Ficher ve Georg Engel asılarak idam edildiler. Louis Lingg ise hapishanede dinamitle intihar etti. 1888 yılında Amerikan işçi örgütleri 1890 yılının 1 Mayısı’nda yeniden büyük bir genel grev örgütlemeyi kararlaştırdılar.
1889 yazında ise, Fransız devriminin yüzüncü yılı vesilesiyle Paris’te Avrupa ve Amerika’nın başlıca işçi örgütlerini temsil eden 400 delegenin katıldığı bir işçi kongresi toplandı. Bu kongrede Fransız sosyalisti, Bordeaux’lu işçi Lavigne’in önerisiyle bir yıl sonra tüm dünyada 8 saatlik işgünü için ortak eyleme gidilmesi kararlaştırıldı. Amerikalı sendikacı Gompers Paris Kongresi’nde kararlaştırılan eylemin 1890’ın 1 Mayıs gününe rastlatılarak Amerika’daki genel grevle aynı günde yapılmasını önerdi; bu öneri de kabul edildi.
İşte Engels’in kastettiği eylem bu kararın uluslararası düzeyde uygulanmasıydı. O günden beri 1 Mayıs işçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele günü olarak anılıyor. Bu uluslararası eylem kararının alındığı Paris Kongresi de sonradan İkinci Enternasyonal adını alacak olan örgütlenmenin kuruluş tarihi olarak kabul edilir.
O gün bugündür, 1 Mayıs’ın asıl içeriği olan enternasyonalizm boyutu unutulmuş olmasa da hasıraltına gitmiştir; en azından, 1 Mayıs’ın «işçilerin uluslararası birlik ve mücadele günü» olduğunun lafta kaldığı tartışmasızdır.
1 Mayıs’ın Unutulan Anlamı
8 saatlik işgünü bir yana, işçi sınıfının daha birçok kazanımı oldu o zamandan bu yana. Sadece ekonomik/demokratik kazanımlar değil, siyasal kazanımları da oldu. «Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok; kazanacakları bir dünya var» deniyordu; proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek birçok şeyleri oldu, ne yazık ki çoğunu kaybettiler. Zorlu mücadelelerin sonucu olan kazanımlar, direnmelere rağmen, kah üzerine tüneyen ayrıcalıklı akbabaların sömürmesiyle, kah sınıf düşmanının saldırılarıyla bir bir kazınıp gitti.
İlk 1 Mayıs’tan beri iki dünya savaşı yaşandı, birçok devrim ve karşı devrim oldu. Dünyada sermayenin girmediği köşe kalmadı; işçi sınıfının ayak basmadığı toprak da yok. Şimdi bırakalım dünyayı, uzayda deneme üretimleri yapılıyor; uzay kolonileri tasarlanıyor. İletişim ve ulaşım olanakları 1890 1 Mayısı’ndakilerle kıyaslanmayacak ölçüde gelişti. Dünya küçüldü; dünya küçülürken proletarya sayıca da, eğitim ve iletişim olanakları bakımından da gelişti.
Ama bütün bu olanaklar arttığı ve ilk 1 Mayıs’a vesile olan uluslararası eylemin üzerinden 114 yıl geçmiş olduğu halde, o zamana kıyasla hala farklı ülkelerdeki işçilerin birbirleriyle bağları artmış, mücadeleleri arasında eşgüdüm kurulmuş değil. 1890’da 8 saatlik işgünü için üç kıta üzerinde eşgüdümlü işçi eylemleri tasarlanıp uygulanıyordu. Bugün bunun rüyasını görenler bile küçük bir azınlığa indirgenmiş durumda.
Bu koşullarda, uluslararası kampanyaların örgütlenmesi, uluslararası dayanışma grevlerinin yeniden dünya işçi sınıfının gündemine getirilmesi, uluslararası askeriteknik yardımlaşma olanaklarının geliştirilmesi, özetle merkezi bir biçimde planlanmış bir örgütlenme, uluslararası eylemler örgütleyebilecek demokratik merkeziyetçi bir uluslararası örgütlenme ihtiyacı kendini dayatıyor. Bu ihtiyaç kendini dayattıkça, mevcut devrimci, sosyalist ve komünist sıfatlı örgütler inadına ulusal kabuklara çekiliyor.
Ancak uluslararası arenada göğüslenebilecek ve kapitalizmin yeryüzünden silinmesiyle aşılabilecek sorunlar karşısında ulusal ölçekteki işçi örgütlerinin çaresizliği, sadece finans kapitalin egemenliğini sürdürmesine imkan vermekle kalmıyor, aynı kapıya çıkmak üzere işçi hareketi içinde sınıf uzlaşmacı eğilimlerin güçlenmesine de hizmet ediyor. Bu eğilimlerin taşıyıcıları, küçülen bir dünyada büyüyen enternasyonalist görevler karşısında ipe un sermekten de vazgeçip, küreselleşmeci sosyal demokrat hareketten medet umma noktasına varıyorlar. Oysa enternasyonalist bir örgüt ve uluslararası eylemlerin örgütlenmesi geçen yüzyıldakinden çok daha fazla mümkün ve gerekli iken ve böyle bir örgütlenmenin maddi imkanları her zamankinden fazla artmış olduğu halde, bu yöndeki çaba ve arayışlar artmış değil; aksine bu bakımdan 100-150 yıl öncesine göre bir ilerleme değil, gerileme var.
1 Mayıs’ın uluslararası bir mücadele ve dayanışma günü olmaktan adeta milli bir bayrama dönüşmesi konusunda dünyanın her yerinde çeşit çeşit örnekler bulmak zor değil. Ama en hazin ve ibret alınacak örneklerden biri yaşadığımız topraklarda yaklaşan 1 Mayıs’ta görülebilir. Ama aynı zamanda devrimcilerin gururla hatırlayacakları nice 1 Mayıs’ın yaşandığı bu topraklarda 1 Mayıs mücadelesinin nereden nereye doğru sürüklendiğini görmek için bellekleri tazelemeye fazlasıyla ihtiyaç var.