(Aşağıdaki yazı KöZ gazetesinin 2002 Mayıs sayısında yayımlanmıştır.)
Lenin’in ünlü kitabı «Ne Yapmalı?»nın yayımlanmasının üzerinden 100 yıl geçti; 1902 şubatında yayımlanmıştı. O gün bugündür bu kitap ve orada söylenenler hakkında pek çok efsaneler yazıldı. Çoğu unutuldu; bir çoğunun izleri kitapta ortaya konan görüşlerden daha uzun ömürlü ve etkili oldu.
Aradan yüz yıl geçtikten sonra, bugünlerde, sözüm ona Leninist geçinenlerin çoğu dahil birçokları, açıktan açığa yahut biraz mahçupça, ellerindeki teorinin yetersizliğinden ve yenilenmeye muhtaç olduğundan yakınmaktalar. Bu gibiler döne döne, dünyadaki değişimin kavranması için eldeki teoride bir değişime gerek olduğundan; yeni sorunlara ışık tutacak yeni teorik araç ve imkanlara gerek olduğundan; marksizmin krizinden vb. söz etmekteler. Dogmatizmden, siyasal akımların düşünceyi kısıtlayan zaaflarından söz edenlerin sayısı günden güne kabarıyor.
Hatta kimi örgütlerin militanları arasında bile, teorik gıdalarını dışarıda aramaya yönelenler az değil. Dünyanın dört bir köşesinde olduğu gibi, yaşadığımız topraklarda da bu hastalıklı arayış yayılıyor. Özellikle de siyasal sorunlara somut pratik çözümler bulma konusunda sıkıntılar arttıkça ve varolan örgütlerin bütün afra-tafralarına inat kapasiteleri günden güne azaldıkça bu arayışlar ikiz kardeşi olan bir karşıt eğilimi de körükleyerek artmaktadır. Bu karşıt eğilim teorinin büyüyen sorunlarından ürkerek gündelik dar pratik içinde boğulmayı göze almak biçiminde özetlenebilir. Bu eğilimin olmazsa olmaz bir yönü de teorinin sorunlarını teorisyenlere havale edip sonra bunların bulgularından yararlanma kurnazlığıdır.
İlginçtir tam yüz yıl önce «Ne yapmalı?»nın uğraştığı sorunlar ve eleştirerek ayrıştırmaya çabaladığı eğilimler, tüm farklı görünümlerine rağmen aynı eğilimlerdir. Bu nedenle bugünlerde, koşulların çok değiştiğinden dem vurarak; «Ne Yapmalı?»nın 100 yıl önce ve Rusya’nın koşullarına, ihtiyaçlarına göre yazıldığına vurgu yaparak kitaplıklarda kalması gerektiğini söyleyenlerin kol gezmesine şaşmamalı.
«Ne Yapmalı?» «Dogmacılık ve Eleştiri Özgürlüğü» başlığı altında «”Eleştiri özgürlüğü”, hiç kuşkusuz günümüzün en moda sloganıdır; tüm ülkelerde sosyalistler ve demokratlar arasındaki tartışmalarda en sık başvurulan şiardır» sözleriyle başlar. Söz konusu edilen «özgürlük» talebi, Bernstein tarafından başlatılan ve marksizmin kimi temel konulardaki tezlerinin masaya yatırılıp eleştirilmesi için özgürlük isteyenlerin talebidir. Bu temel tezlerde ısrarcı olanlar da «dogmatiklik»le suçlanmaktadır. İşte «Ne Yapmalı?» böyle bir iklimde yazılmış ve öncelikle bu eğilimi karşısına almayı seçmiştir. Şimdi çevremize bakıp «Ne Yapmalı?»nın modası geçtiğine veya Rusya’ya özgü olduğuna mı hüküm vermeli?
Doğrusu «Ne Yapmalı?» konunun Rusya’ya özgü yanıyla da uzun uzadıya ilgilenmektedir. Bu eleştirinin Rusça’daki muhatabı Raboçeye Dyelo (İşçinin Günlüğü) gazetesi yazarlarıdır. Rus sosyal demokratlarının birliğini sağlama çabalarının gündemde olduğu koşullarda “Kalıcı bir birlik için eleştiri özgürlüğü şarttır” diye yola çıkan bu yazarları Lenin «Rus sosyal demokrasisi içindeki oportünizm için özgürlük istemek»le eleştirir. «Sosyalist hareket içinde sınıfsal çıkar çatışmaları yoktur» diye itiraz ettiklerinde «bernştayncılığın bu kadar yayılışının son yıllarda bir “akademik” tabakanın sosyalist harekete geniş bir biçimde katılması yüzünden olduğunu hiç işitmediniz mi?» diye sorar. Böylece sosyalistler arasındaki görüş ve tutum ayrılıklarının farklı sınıfsal çıkarlarla ilintili olduğuna işaret eder. Bu tutumunu 10-15 yıl sonra İkinci Enternasyonal’in çöküşünü izah ederken işçi aristokrasisi ile bağlantılı bir oportünizm tarifi yaparak daha çarpıcı biçimde tekrarlayacaktır.
Bu yönüyle «Ne Yapmalı?»dan itibaren Lenin’in çizgisi sabittir: oportünizmi, yani «sosyalist hareketin içine sızmak isteyen burjuva düşüncelerini ve burjuva unsurlarını» dışarı atmak için kararlı ve tavizsiz bir mücadele verilmelidir; buna müsamaha gösterme eğiliminde olanlarla da aynı kararlılıkla kavga edilmelidir.
Bunu «Ne Yapmalı?» şu çarpıcı ifadelerle dile getirdi:
“«Özgürlük» büyük bir sözcüktür; ama sanayi özgürlüğü bayrağı altında en yağmacı savaşlar verilmiştir. Emek özgürlüğü bayrağı altında çalışan halk soyulup soğana çevrilmiştir. «Eleştiri özgürlüğü» teriminin modern kullanımı, doğuştan sahip olduğu aynı sahteliği içermektedir. Bilimde ilerleme kaydettiklerine kendilerini gerçekten inandırmış olanların yeni görüşlere özgürlük isteyişi eski görüşlerle yan yana yürümek için değildir; onlar eski görüşlerin yerine yeni görüşlerin geçirilmesi için özgürlük istemektedir. …
Kaynaşmış bir grup halinde sarp ve zorlu bir yolda birbirimizin ellerine siki sıkıya sarılmış olarak ilerliyoruz. Düşman tarafından her yandan kuşatılmış durumdayız. Düşmanın ateşi altında hiç duraklamadan ilerlemek zorundayız. Özgürce benimsediğimiz bir kararla, düşmanla savaşmak için en baştan kendimizi ayrı bir grup olarak ayırıp uzlaşma yerine mücadele yolunu seçmişiz. Bize karşı çıkanların barındığı şu yakınlarımızdaki bataklığa sürüklenmemek için birleşmiş bulunuyoruz. Şimdi aramızdan bazıları şöyle haykırıyorlar: «gelin bataklığa gidelim!» Onları ayıpladığımızda da «ne geri insanlarsınız; sizi daha iyi bir yola çağırma özgürlüğünü bizden esirgerken utanmıyor musunuz?» diye yanıt veriyorlar.
Beyler! Yalnızca bize çağrı yapmakta değil, istediğiniz yere gitmekte de özgürsünüz; hatta bataklığa bile. Zaten bize göre size yakışan da bataklıktır. Hatta oraya ulaşmanız için size her türlü yardımı göstermeye de hazırız. Yeter ki ellerimizi bırakın, yakamızdan düşün ve o yüce özgürlük sözcüğünü kirletmeyin. Çünkü biz de dilediğimiz yere gitmekte özgürüz. Yalnız bataklığa karşı değil, yüzlerini bataklığa çevirenlere karşı savaşmakta da özgürüz!”
Bu tutum ilk derdi toplu ifadesini «Ne Yapmalı?»da bulmuştur ve nihayet İkinci Enternasyonalden kopuş sürecinde en yüksek ifadeye kavuşarak Komünist Enternasyonal’in belgelerinde kayda geçmiştir. Eski, yeni, her türlü oportünizme karşı, bütün bataklık sakinlerine ve sevdalılarına karşı mücadele azminde olanlara hala ışık tutuyor.
Ne var ki, bugünün oportünistleri eskiler kadar bile dürüst değildir. Oportünizme karşı mücadele daha çetindir. Eskiden, açıktan açığa görüşlerini savunmaktan çekinmeyenler bugün Leninizm kisvesi altında, hatta «Ne Yapmalı?»dan çalıntılar yaparak kendilerini gizleme gayretindedir. Bugün açıktan açığa marksizmi eleştirme özgürlüğü isteyenler çok değildir. Aksine marksizme, hatta Leninizme bağlılık yeminleri edip, değişen koşullara uygun yeni teoriler arama iddiaları revaçtadır. Komünist Enternasyonal’e bağlılık iddiasıyla Komünist Enternasyonal’in belgelerini hasır altı etmece; Mustafa Suphi’nin TKP’sinin mirasçısı olma iddiasıyla onun programını rafa kaldırıp yeni programlar icat etmece vs. vs. Bugünün «eleştiri özgürlüğü» savunucularının yaşadığımız topraklardaki türevleri daha çok bu kisveler altında saklanmaktadır. Ama onların gittikleri ve başkalarını da sürüklemek istedikleri bataklık ta ayni bataklıktır.
Bir de, oportünizme karşi gibi görünüp daha dolambaçlı yollardan oportünistlerin önünü açanlar var. 100 yıl önce olduğu gibi, bugün de bunlar oportünizme karşi mücadelenin önünü kesmekteler. O zaman bu gibilerin başında Kautsky ve şürekası gelmekteydi. Hatta Kautsky «Ne Yapmalı?»nin sayfalarına kadar sızmıştı. Bolşeviklerin oportünizmin bu türünün bilincine varıp, hakkından gelmesi çok geç oldu; ancak savaşın ateşinde bunların yüzü açığa çıktı. Bugün ise, Kautsky türü oportünistleri teşhis etmek için bir savaşı beklemek kavgayı peşinen kaybetmek olur.
Halbuki oportünistlerin bu çeşidi bugün de aynı telden çalmaktadır. Tek farkla ki, onlar güya «marksizmi eleştirme özgürlüğü»ne karşı dururken, «Ne Yapmalı?»nın «devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz» sözünün arkasına saklanmaktadırlar. Bu sözü «Ne Yapmalı?»nın içinden kopartarak güya teorik mücadelenin önemini vurgulayan bir öğütmüş gibi sunmak istemekte; bu yoldan karşı çıkıyormuş gibi göründükleri oportünistlerin tuttuğu yola çıkmaktadırlar.
Doğrusu «Ne Yapmalı?»nın «devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz» sözleri zaten devrimci teorinin mevcut olduğunu ve sulandırılmadan yeni icatların peşinde olanların karşısına çıkarılması gerektiğini önermektedir. Bugünlerde ise aynı sözcükler teoriyle ilgilenmenin ve oportünizme karşı teorinin alanında bir mücadele vermenin bahanesi olarak kullanılmaktadır. Halbuki «Ne Yapmalı?» teorinin sorunlarını parti içinde ve partinin mücadelesiyle çözmekten başka çözüm olmadığını; partinin içinden oportünizmin ayıklanması için mücadele edilmesi gerektiğini öne çıkarmaktaydı. Kitabin başında Lassalle’den yapılan alıntı da buna işaret eder:
“Parti içi mücadele partiye güç ve canlılık kazandırır; bir partinin zayıflığının en iyi kanıtı, dağınıklık ve açık seçik sınırların bulanıklaşmasıdır; bir parti kendini arındırarak güçlenir.”
Bu sözlerin Türkçeye (partinin mücadelesi diye) çarpıtılarak tercüme edilmesi tesadüf değildir. Böylece ortak amaç ve ilkeler çerçevesinde bir araya gelen militanların parti içinde birbirleriyle tartışması ve dışarıdaki düşmanlara karşı parti ve onun siyasal araçlarıyla mücadele etme çizgisi çarpıtılmaktadır. Bu durumda, parti içinde tartışmaları mümkün olduğunca yasaklayan ve önleyen bir anlayış öne çıkıp yerini siyasi entrikalara ve hizip manevralarına da açık bir konspirasyon faaliyetine bırakır. Dışarıdaki oportünistlere karşı da daima uzlaşmalara açık bir çizgide ve ideolojik mücadele adı altında tartışma yoluyla müdahale edilebileceği fikri yayılır.
Bolşevizmin pratiği ve «Ne Yapmalı?» gösterdiği yol ise tam tersidir. Sadece o kitapta değil bütün hayati boyunca Lenin’in belli başlı tartışmaları hatta felsefe konusunda olanlar bile parti içi (hiç değilse hareket içi) tartışmalardır. Düşmanlarına karşi ise tartışmayı değil siyasal mücadeleyi öne çıkarır.
Halbuki bugün en küçük teorik sorunları bile ayrılık bahanesi edip, tartışmayı dışarıdakilerle yapma anlayışı revaçtadır. Bu durumda da «devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz» öğüdü, «bir partiye ulaşmak için ulaşmadan evvel teoriyle donanmak ve teorinin sorunlarını çözmek gerekir» biçiminde çarpıtılmaktadır. Böylece siyasal değil, teorik ayrımlar çekerek ayrı durmak ve siyasal mücadelenin yerine teorinin araçlarını öne çıkarmak yaygınlaşmaktadır. Öyle ki, «parti olmadan parti gibi davranılmaz» sözleri «parti olmadan sadece ideolojik mücadele yapılır» derekesine indirilmektedir. Halbuki tam tersi doğrudur. Asıl ideolojik mücadele için ortak amaç ve ilkelerde birleşmiş komünistlerin parti birliğinin sağlanması gerekir. Tartışmalar bunlar arasında olmalı, teorinin sorunları bu zeminde çözülmelidir. Aksi takdirde, ideolojik mücadele siyasal mücadelenin önüne geçirildiği müddetçe, «hareketin içine akademik bir tabakanın sızması ve oportünizmin yeşermesine yol açması önlenemeyecektir».
İşte yüzüncü yılında «Ne Yapmalı?» bu vurguları berrak biçimde öne çıkardığı için hala önemlidir.
«Ne Yapmalı?» Rusya’daki devrimcilerin yüz yüze olduğu ödeve işaret ederken şunları söyledi:
“Tarih bizi şu anda herhangi bir başka ülkenin proletaryasının karşi karşıya olduğu bütün ivedi görevlerin en devrimcisiyle yüz yüze getirmiştir. Bu görevin yerine getirilmesi yalnızca Avrupa gericiliğinin değil, Asya gericiliğinin de bu en güçlü kalesinin yıkılması Rus proletaryasını uluslararası devrimci proletaryanın öncüsü yapacaktır.”
Tastamam öyle oldu. Bugün emperyalizmin Ortadoğudaki kilit öğesi halindeki topraklarda mücadele eden komünistler de benzer bir sorumlulukla yüz yüzedirler ve bu ödevin yerine getirilmesi için «Ne Yapmalı?»nın kılavuzunu Komünist Enternasyonal’in kuruluş belgelerinde geliştirilmiş haliyle kuşanıp yol almaktan başka kılavuza ihtiyaçları yoktur.