[Aşağıdaki yazı Komünist KöZ Gazetesi’nin 2008 Ocak sayısında yayımlanmıştır.]
Yaşam Diye Önlerine Konan Kokmuş Kırıntıları, Dimdik Onurlu Bir Ölümden Kıymetli Sayan Yaşayan Ölülere İnat; Öldükleriyle Kalmayacaklar!
DSP-MHP-ANAP koalisyonunun hükümette olduğu dönemde gerçekleşen ve resmi kayıtlara “Hayata Dönüş Operasyonu” adıyla geçen 19 Aralık 2000 tarihi, devletin; dozerler, helikopterler, yangın bombaları ve lav silahlarıyla aynı anda Türkiye’deki 20 cezaevine operasyona başladığı tarihtir. Özellikle Çanakkale ve Ümraniye cezaevlerindeki direniş nedeniyle ancak dört günde tamamlanabilen saldırıda 28 devrimci tutsak yaşamını yitirdi. Saldırıdan önce başlayan ve saldırıdan sonra da devam eden ölüm oruçlarında 128 devrimci hayatını kaybetti. Katillere ise “devlet üstün hizmet madalyası” verildi.
19 Aralık’ın devrimci hareket için anlamı bu kadarla sınırlı değildir. Birkaç yönüyle devrimci hareket açısından dönemeç noktası olmuştur. Bu dönemeç noktasının bir yönü devrimcilerin cezaevlerinde yıllar boyunca oluşturdukları ve bugüne kadar ağır bedeller pahasına korudukları mevzilerin kaybedilmesinin sonuçları ile ilgilidir. Devlet açısından en azından “on yıldır girilemeyen cezaevlerine girebilmeyi” ifade eden bu saldırı F tipi uygulamasını fiilen başlatmıştır.
Öte yandan bu dönüm noktası aynı zamanda TC devletinin uzun yıllardır sancılı ve dolambaçlı bir yoldan izlediği kabuki değiştirme gayretleri bakımından özellikle 28 Şubat dönemecinden sonraki sürecin önemli bir eşiğine işaret etmektedir. Bu yeni dönem sınıf mücadelesinin temel dinamikleri, komünistlerin öncelikleri ve görevleri bakımından yenilikler getiren bir dönem değildir. Yenilik sınıf mücadelesindeki güçler arasındaki dengenin değişmesi bakımından bir yeniliktir (Kapanmakta olan dönem ilk belirtileri 1995 Gazi Ayaklanması ile apaçık görülen ve bu ayaklanmanın rüzgarını arkasına alan devrimcilerin bir doruk noktasını yakaladıkları 1996 1 Mayısı’ndan itibaren, daha doğrusu 1996 ölüm orucu eylemlerinin sonuçlandırılmasından itibaren inişli çıkışlı bir süreçte adım adım geri düştükleri dönemdir).
Bir başka yön ise, operasyonun öncesinde başlayan, cezaevi sorununa ilişkin yürütülen mücadele yöntemlerinin, sürecin ve sonuçlarının değerlendirilmesindeki farklılığın, yıllar boyunca devrimci hareketin genel ve gündelik mücadelesine yansımış olması ile ilgilidir. Örneğin HÖC 7 yıldır mücadelesinin merkezine cezaevi sorununu koymuştur. Oysa 2007 19 Aralık anmalarında bu konuların hemen hemen hiçbir yerde gündeme gelmediğine dikkat çekmek gerekir. Açlık grevleri ilk başladığında koğuş yaşamının düzenlenmesinden DGM’lerin kapatılmasına kadar uzanan ve Kabul edilmeyeceğinden kuşku duyulmayan taleplerin hedeflendiğini hatırlayanlar olmadığı gibi, sonraki süreçte çıtası aşağıya çekilen taleplerin örneğin “3 Kapı 3 Kilit” gibi taleplerin de gündeme gelmediğine dikkat çekmek gerekir.
19 Aralık dönemecini unutmamak sadece o tarihte yaşananları değil, bu nedenle devrimci hareketin gelişiminde ve sınıf mücadelesinin seyrinde gerçekleşenleri de hatırlamak, hatırlatmak anlamına gelmelidir. Bu nedenle 19 Aralık ve cezaevlerinde yürütülen mücadeleye ilişkin “kendisinin hiçbir kusurunun olmadığını” kanıtlayan muhasebelerin ve kimi siyasetler tarafından bir mevzi kaybı olmasından ziyade “zaferle” çıkıldığına dair yanılsamaların yarattığı bulanıklık, kaybedilen mevzinin ne olduğunun ve neden kaybedildiğinin bilince çıkartılamamasına neden olmaktadır. Bu da teorik bir soruna yol açmaktan ziyade pratik sorunlar doğurmakta ve devrimci hareketin gündelik ve genel mücadelesine yansımaktadır.
19 Aralık etkinliklerine verilen önemin her sene giderek azalıyor olmasının tüm bu bulanıklığın bir sonucu olduğunu ama aynı zamanda da gelecek yıllarda bu tür bulanıklıkların artacağının işareti olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Üstelik hala iki ayrı tecrit sorunu gibi ortaya konan DTP’nin Abdullah Öcalan’ın tecritine dönük kampanyası ve tüm siyasi tutsakların F tiplerine atılması konusunun ortaklaştırılmasına ve bu yönde güçlerin birleştirilmesine dönük somut bir adım veya proje olmadığı gibi; iki konu ile ilgili yürütülen çalışmaların birbirinden uzaklaştığını bile söylemek mümkündür. Kürtlere dönük saldırıların, devrimcilere dönük saldırıların, işçilere dönük saldırıların birbirini takip eden ve eşgüdümlü saldırılar olduğunu herkes dillendirse bile bu alanlarda yürütülen mücadeleleri ortaklaştırma konusundaki sonuç alıcı gayretler olduğu söylenemez. Bilakis kimi zaman bazı akımların bu mücadelelerin birbirinden daha da uzaklaşması gayret ettiğini bile görmek mümkündür.
19 Aralık saldırısında devrimci tutsaklar, hapishanelerdeki mevzileri korumak için dost düşman herkese fedakarlığı, inancı ve boyun eğmeme geleneğini bir kez daha gösterdiler. Her şeye rağmen direnmek ve savaşma azmini sürdürmek başlı başına bir meziyet olsa da savaşmak yetmiyor. Tartışma götürmez ki cezaevleri konusundaki mücadele işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin dahil edilmediği sürece “tecrit” edilmiş olacak.
Devrimciler F tipi hücreye karşı siyasal mücadele verirken iki yönlü bir kampanya örgütlediler. Kampanya bir yönüyle uzlaşmazlığa dayalı keskin devrimci bir söylemi benimserken diğer yandan da devrimcilerin mağduriyeti ve ne kadar “insanlık dışı” koşullar altında yaşadıkları üzerinden örgütlenme biçiminde gerçekleşti. Bu talepler üzerinden kitlesel bir mücadele vermenin mümkün olmadığı bilinciyle ve tutsaklara yönelik saldırıyı durdurma kaygısıyla insan hakları kurumları, meslek odaları ve aydınlar devreye sokuldu. Devrimciler kendilerini kitleler adına mücadele eden uzlaşmaz savaşçılar, kitleleri kendi destekçileri, aydınları da devrimcilerle devlet arasındaki mücadelede arabulucu/hakem olarak gördükleri için bu kampanyalar bir süre sonra kendi içinde çelişkili hale geldi. Üstelik emekçilerin, ezilenlerin bu mücadeleye katılmasının önünü açmaktan ziyade kapatmış oldu.
Emekçilerin çok geniş bir kesiminin 19 Aralık’ta gerçekte ne yaşandığından bihaber olduğunu her yıl o tarihte yapılan etkinlikler vesilesi ile yeniden görebiliyoruz. Bununla birlikte emekçilerin cezaevleri ile ilgili mücadeleyi devrimcilerin sorunu olarak gördüğü de çok açık. Oysa emekçilerin, ezilenlerin kendi hakları için yürüttükleri mücadelenin başarıya ulaşması için devrimcilere; devrimcilerin de hedeflerine ulaşmak için emekçilerin, ezilenlerin örgütlendirilmesine, mücadeleye katılmasına ihtiyacı var.
19 Aralık’ta zindanlarda onurlu bir şekilde direnerek aramızdan ayrılanlar, işçilerin, ezilenlerin kurtuluş davasına sahip çıktıkları için katledildiler. Onlara ve bu tarihin işaret ettiklerine sahip çıkmadan elimizdeki mevzilerin farkına varamayız.
Sermayenin zindanları ancak işçiler ve emekçiler, direniş örneği gösteren nice devrimciyi örnek alıp onları aşan bir kahramanlık göstererek sermayenin tüm duvarlarını yıkmak üzere ayaklanınca yıkılacak!
Tutsaklara Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!