[Bu yazı Proleter Devrimci KöZ Gazetesi’nin Mayıs – Haziran 2006 tarihli 31. sayısında yayımlanmıştır.]
1996 1 Mayısı’nda Ne Olmuştu?
1996 1 Mayısı’na gelirken devlet 1995 Martı’ndan itibaren yükselişe geçen devrimci hareketi geriletmek için bir provokasyon tertibi içindeydi. Polis üst arama bahanesiyle devrimcilerin kortejlerine müdahale etti. Bir yıl önce üstlerini aratmadan alana giren devrimci kortejler sert bir direniş gösterdi. Mevzilenmiş vurucu timler, bu direnişi ateşle önlemeye yeltendiler. Onlarca yaralının yanısıra Dursun Odabaş ve Hasan Albayrak’ı katlettiler. Buna rağmen kitleyi durduramadılar. Aksine bu saldırı, kitlesel bir karşı saldırıyı tetikledi. 1977 provokasyonunda ölenlerin çoğu, panik ve kaçışma sırasında kitlenin birbirini ezmesiyle ölmüştü. 1996’da ise saldırı, kaçışmadan çok öfke ve karşı saldırıyla yanıt gördü; örgütlü ve planlı bir biçimde yönlendirilemese de bir isyana dönüştü. Miting dağılırken tekrar saldıran polisin kurşunları bu kez Yalçın Levent’i aramızdan aldı. Alandaki isyanı sorgu ve işkence aşamasında sürdüren Akın Rençber de sonradan katledildi.
Örgütlü ve planlı bir biçimde yönlendirilemese de 1 Mayıs bir isyana dönüştü. Alana hakim olan kitle öfkesini bankalardan ve eline geçirdiği polislerden alıyordu. Kadıköy Meydanı 16 Haziran 1970’ten beri böyle bir eyleme sahne olmamıştı.
Reformistlerle devrimcilerin alanda net bir biçimde ayrıştığı 1996 1 Mayısı devrimci hareketin 12 Eylül sonrasında ulaştığı bir doruk noktası oldu. İzleyen yıllarda da devrimciler tekrar bu doruk noktasını yakalamak üzere hareket etti. 1996 1 Mayısı ne tesadüfün eseriydi; ne de şu ya da bu örgütün emir komuta ilişkisi içinde başlattığı bir eylemdi.
Gazi Ayaklanması ile kendini ilan eden yükseliş evresi sürmekteydi. Bunu inzibat tedbirleri ile, korku ve sindirme ile durdurmak isteyenlerin hesapları tersine dönmüştü. 1996 1 Mayıs’ına damga vuran yükseliş dinamiği öznel bir irade ile ortaya çıkan bir etken değildi. Kendini gösterdiğinde ona yön verecek bir öznel irade bulunmadığı için yönsüz ve örgütsüz kalan bir sosyal patlamaydı. Bu öznel etken eksik olduğu için daha ileri gidemedi. Ama bu eksiklik hareketin nesnel olarak devrimci bir karakter almasına engel değildi. Bununla birlikte aynı eksiklik nedeniyle bu kendiliğinden hareket geri çekilirken, devrimci akımlarla bağı büsbütün zayıfladı. Bu şartlarda iradi zorlamalarla kendiliğinden patlak veren bu hareketi tekrar tetiklemek mümkün olmadığı gibi fedakar ve iradi eylemlerle onu ikame etmek de imkansızdır.
Bu bakımdan gönülden geçenlerin dile getirilişi ile yapılan tahminler ve bunu gerçekleştirmek için ortaya konan iradi gayretler ne olursa olsun, 2006 1 Mayısı’nın 1996 1 Mayısı’ndan çok, geri çekilme dönemine girildiğinin tescil olduğu 2000 1 Mayısına benzeyeceği belli idi.
Kitleselliğiyle dikkat çeken bir miting olmasına karşın 2000 1 Mayısı reformistlerle sendika bürokratlarının birbirlerini sevinçle kutladığı bir bayrama indirgenmişti.
Ayrıca 2006 1 Mayıs’ın neye benzeyeceğini görmek için bu kadar uzağa gitmeye bile gerek yoktu. Bu yönleriyle 2006 1 Mayısı’nın bir yıl önceki «sağ duyulu 1 Mayıs»a benzeyeceği belliydi. Çünkü ne 2005 1 Mayısı’nın dersleri çıkarılmıştı ne de bazı farklılıklara rağmen, dönemin ana çizgileri esaslı bir değişime uğramıştı.
1996 1 Mayıs’ı ile 2006 1 Mayısı nesnel koşulları bakımından çok farklı ve hatta taban tabana zıt konjonktürlerde geçmiştir. Kuşkusuz bu farklılıkları nesnel koşullarla açıklayanlar eksik değildir. Ama nesnel koşullardan kastedilenin ne olduğunu açık seçik söylemeksizin bu açıklamaların bir kıymeti harbiyesi yoktur. Değişen nesnel koşulların adı konmalıdır.
1996 1 Mayısı’nda kendini gösteren isyan 1995’ten beri kendini göstererek gelen bir yükselişin doruk noktasıdır. Devrimci bir önderliğin yönlendirmesinden mahrum olarak da olsa birkaç yıl süren bu yükseliş dönemi 1995’ten 1999’a kadarki 1 Mayıslara da damgasını vurmuştur. 1999’dan itibaren ise bu dalganın yerini bir geri çekilmeye bıraktığı
saptanmalıdır. Bu şartlarda geri çekilen ve henüz bir atılım göstermeyen kitle hareketini iradi zorlamalarla tekrar tetiklemek mümkün olmadığı gibi fedakar ve iradi eylemlerle onu ikame etmek de imkansızdır. Geri çekilme evresinin açıldığı 1999 dönemecinden beri bu sayısız örnekle kanıtlanmıştır.
1996 1 Mayısı ile 2006 1 Mayısı arasında nesnel koşullar bakımından bir farktan söz edilecek ise somut ve açık olarak bu farka işaret etmek gerekir. 1996 1 Mayısı 1995 Gazi Ayaklanması’nın ve onun rüzgarıyla gelen 1995 1 Mayısı’nın peşinden geliyordu. 2006 1 Mayısı’nın arkasında geçen yıl düzen güçlerinin ve düzen sınırlarında siyaset yapmaya karar vermiş olanların hep birlikte derin bir nefes alarak kutladığı «sağduyulu 1 Mayıs» var.
Gerçi devrimci akımların çoğunluğunun 2005 1 Mayısı hakkındaki değerlendirmelerine bakıldığında 1 Mayıs’ta işçilerin alanlara akmış, şovenist saldırının püskürtülmüş olduğu okunmaktadır. Hatta pek çok yayında devrimci akımların eski senelere kıyasla daha da etkili olduğu yazıldı; «devrimcilerin provokasyona gelmeyip düzenin oyununu bozdukları» söylendi.
Ama nedense bunları söyleyenlerden hiç biri 1996’da panik içinde olan düzen güçleri ile düzen sınırlarında siyaset yapan solcuların ve sendika bürokratlarının 2005 1 Mayısının ardından neden ferah bir nefes aldıklarını açıklama zahmetine girmedi.
Açıktır ki 2005 1 Mayısında Kadıköy 1996’daki Kadıköy’e yakından uzaktan benzemiyordu. Bu nedenle 1996’yı kabus gibi hatırlayanların ferah bir nefes alması gayet tabii idi. Oysa hem 1996 yılını övgü ve gururla hatırlayıp hem de 2005 1 Mayısı’nı sevinçle karşılamak ise bariz bir çelişki idi. KöZ bu çelişkiye ısrarla parmak bastı. Bunu yapan başka akım olmadı.
Bu bakış açısıyla 1996 1 Mayısı ile 2006 1 Mayısı arasındaki asıl fark nerede oluyor? 1996 1 Mayısının arkasında kendini Gazi ayaklanmasında gösteren bir yükseliş eğilimi vardı. 2006 1 Mayısı’nın arkasında 2005’in «Sağduyulu 1 Mayısı» vardı.