8 Saatlik İş Günü Mücadelesinin Modası Geçti mi?

0

[Bu yazı KöZ Gazetesi’nin Nisan 2001 tarihli 1 Mayıs özel sayısında yayımlanmıştır.]

Mayıs 1890’dan sonra 8 saatlik iş günü kazanımı elde edildi, aşıldı bile. 100 yıl önce henüz sanayi ile tanışmamış olan birçok ülkede ilk işçi kuşakları mücadelelerine bu hazır kazanım üzerinden başladılar. Nitekim ilk 1 Mayıs eylemlerine sahne olan ülkelerin hemen hemen hepsinde işçilerin büyük kısmı için çoktandır 8 saatlik iş günü hedefine ulaşılmış, bu bir kazanılmış hak olarak güvence altına alınmıştır. Hatta iş günü pek çok yerde daha da aşağı çekilmiş, çalışma haftası 35 saate kadar indirilebilmiştir. Bu nedenle çoktan beri dünya işçilerinin bir bölümü 8 saatlik iş günü talebi ile yetinmiyorlar. Pek çok ülkede iş gününün kısaltılması bir yana haftada 5 gün çalışma yerleşmiş durumda; işçiler artık 6 saatlik iş günü ve haftada 30 saat çalışma hedefini güdüyor.

Ama bu kazanım aynı ülkede işçilerin bazı kesimlerinin hala 8 saatten fazla çalışmasına göz yumulması sayesinde, özellikle de emperyalist metropollerin dışında kalan işçilerin giderek artan bir yoğunlukta sömürülmesi ve baskı altında tutulması sayesinde korunabilmektedir. Daha doğrusu korunması günden güne, zorlaşmaktadır. Bir örnek yeterince çarpıcıdır.

Paris Kongresine ev sahipliği yapan Fransa’da, yabancı işçilerin ve sömürgelerdeki işçilerin vahşi bir biçimde sömürülmesine göz yumarak ellerindeki «kazanılmış hakları» koruyabileceğini sanan Fransa’nın ayrıcalıklı işçilerinin çoğu bu ayrıcalıklarını kaybetmiş durumdadır. 10 yıl öncesine kadar, Paris’te konfeksiyon üretiminin % 80’i sigortasız ve kaçak olarak çoğu zaman 8 saatten fazla çalıştırılan işçiler tarafından yapılmaktaydı. Hala öyledir. Ama o zaman bu işçilerin ezici çoğunluğu yabancı işçilerden oluşurken, şimdi eski işlerini hızla kaybetmekte olan Fransızlar bu sektörde çoğunluk haline gelmektedir.

Bu durumun yalnız Fransa’ya özgü olmadığını, en yakından bilenler yaşadığımız topraklarda sermayeyi alınteri göz yaşı ve kanlarıyla büyütmekte olan emekçilerdir. İşçi sınıfının farklı kesimleri arasında kardeşçe bir dayanışma ve mücadele ağı örülemezse, bu dayanışma bir eylem birliğine dökülmezse işçi sınıfının sermayeye kölece bağlılığının arttığını ve artacağını görmek için tarih bilgisine ve büyük dürbünlere gerek yoktur, işçi sınıfının en çok sömürülen ve ezilen kesimleri arasında bulunmak bunu görmek için yeter. Ne yazık ki, işçi sınıfının nispeten ayrıcalıklı kesimleri arasında bulunanlar bu gerçeği ancak kendilerini o kesimler arasında buldukları zaman fark etmektedirler. Çünkü, onların kazanılmış haklarına bekçilik yapma iddiasıyla saltanat süren sendika bürokratları ve onlara bel bağlayan reformistler işçi sınıfının bu kesimlerinin gözlerini bağlamaktadır. Bu göz bağları kısmi ayrıcalıklarla örülmüş göz bağlarıdır. Ne yazık ki işçiler bu gerçeği reformistlerin ve sendika bürokratlarının gözlerine bağladıkları bağlardan «kurtulurken», yani ellerindeki kazanılmış haklardan mahrum oldukları zaman görebilmektedirler. Komünistlerin görevi ise, işçi sınıfının bu kesimlerine bu siyasi gerçekleri önceden gösterebilmektir. Bu siyasi gerçeklerin başında, söz konusu edilen kazanılmış hakların nasıl kazanılmış olduğu gelir. Bu haklar daha önce zorlu sınıf mücadeleleriyle kazanılmıştır, bu nedenle de ancak aynı biçimde korunabilir. Sınıf mücadelesiyle kazanılmış hakların, burjuvaziyle pazarlık konusu edilerek korunmasına çalışılması ise düpedüz bu hakların gaspedilmesi anlamına gelir.

Aynı nedenle 8 saatlik işgünü vb. kazanılmış hakların sınıfın bütününün yararlandığı haklar olmadığını gösterebilmenin en etkili ve doğru yolu, bu haklardan mahrum olanların örgütlendirilip, açık açık mücadele etmeleri sağlandığı takdirde bulunabilir ancak. Komünistlerin işçi sınıfının en çok ezilen ve sömürülen kesimleri arasında öncelikli bir çalışmayı benimsemesinin nedeni öteki kesimlere sırt çevirmek için değil, sınıfın ortak sorunlarını ve çıkış yollarını onların anlayabildiği dilden gösterebilmek içindir.

Zaten işçi sınıfının giderek büyüyen bölükleri 8 saatlik işgünü kazanımının tüm işçiler için bir kazanım olmadığını el yordamıyla, yahut kapitalist saldırıların sonucunda, veyahut sendika bürokratlarının ihanetleri sayesinde fark etmektedir. Hele şu anda sermaye düzeninin içinden geçtiği kriz bu süreci ivmelendirmektedir. İşçi sınıfının düne kadar nispeten ayrıcalıklı olan kesimleri bile, aniden kendilerini tüm kazanılmış haklarından mahrum olma tehdidi ile yüzyüze bulmaktadırlar.

Ama bu gerçeğin devrimci bir partinin mücadelesiyle görmek başka birşeydir, sermayenin krizi sayesinde görmek başka. Bugün kriz koşullarında işçi sınıfının farklı kesimleri arasındaki mesafe kapanırken işçiler arasındaki rekabeti körükleyen bir iklim hüküm sürmektedir. Bu koşullarda işçi sınıfının farklı kesimlerini ortak hedefler ortak talepler için sınıf dayanışmasını kuvvetlendirip sağlamlaştırmak üzere buluşturmak her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır; üstelik bunun imkanları da sanılanın aksine artmaktadır.

Bu nedenle «eşit işe eşit ücret», «tek bir işçi sigortasız bir tek iş yeri sendikasız kalmasın», «angaryaya son; ücretsiz fazla mesai kabul etmiyoruz»; «iş saatleri düşürülsün mevcut işler paylaştırılsın; altı saatlik işgünü tam ücretli dört vardiya» gibi talepler ve mücadele hedefleri işçi sınıfının bütün kesimleri arasında yaygınlaştırılmalı, bu hedefler doğrultusunda mevcut sendikaların ördüğü duvarları da yıkacak olan bir birleşik mücadele çizgisi geliştirilmelidir. Bu çizginin ana ekseni Brecht’in «kurtulmak yok sömürüden ve zulümden tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz» dizelerinde özetlenmiştir; ve çoktan beri komünistlerin şiarları arasında ifade bulmaktadır.

1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günüdür

Her yıl 1 Mayıs yaklaşırken, devrimcilerin «enternasyonalist duyguları» kabarır, bellekleri tazelenir. Her 1 Mayıs komünistlerin sosyalistlerin uluslararası tarihlerini hatırlamalarına ve bunu hatırlatma yönünde gayretlere girişmelerine vesile olur. 1 Mayıs’a giden günler boyunca ve 1 Mayıs eylemleri sırasında enternasyonalist vurguların öne çıkması, işçi sınıfının uluslararası tarihinin hatırlatıldığı yayınların birbirini izlemesi gelenek olmuştur.

Ama 1 Mayıs tarihçesinin anlatıldığı 1 Mayıs’a ilişkin yazıların, her yıl yeniden yazılan bir örnek şablonlardan oluştuğu da bir gerçektir. Oysa 1 Mayıs’lar böyle hatırlandıkça, unutulan birşey olduğu kesin: 1 Mayıs’ı 1 Mayıs yapan, onu diğer anma ve kutlama günlerinden ayırt eden asıl yönü güme gitmektedir. 1 Mayıs’ın bir enternasyonal gün olduğu «uluslararası birlik ve mücadelenin» anlamının ve zorunlu koşullarının neler olduğu unutulmaktadır. Halbuki her 1 Mayıs dünyanın dört bir yanında, işçiler ve işçi örgütleri için sermayenin emeği sınırsız ve pervasız bir biçimde sömürmesine bir sınır koyma doğrultusundaki mücadeleleri anma vesilesidir. Bu uğurda kazanılanlar ve kaybedilenler bir bir tasnif edilmeli; işçi sınıfının kolektif belleği tazelenmelidir. Buna daima ihtiyaç vardır. Şimdilerde bir gericilik dalgasının bellekleri her zamankinden fazla silmekte olduğu koşullarda buna daha fazla ihtiyaç vardır. Bu nedenle, hem 1 Mayıs’ın gerçek tarihçesini, yani neden bu günün «işçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olarak anılmakta olduğunu ve «8 saatlik işgünü mücadelesi» ile ilişkisini hatırlamak/hatırlatmak gerekiyor.

8 Saatlik İş Günü Mücadelesi ve 1 Mayıs

1 Mayıs günü, çok uzun zamandır işçiler için 8 saatlik işgünü için mücadeleyi hatırlatır. 1 Mayıs, işgününün kısaltılması yolundaki mücadelelerin bir hatırasıdır; ve adeta 8 saatlik işgünü için mücadeleyle özdeşleşmiştir.

Bununla birlikte, elbette ki, işçilerin sömürüyü sınırlandırma mücadelesi herhangi bir Mayısın birinde başlamamıştır. Sermayenin emeği sömürmesine bir sınır koyma arayışlarının 8 saatlik iş günü mücadelesinde odaklaşmasının da doğrudan doğruya 1 Mayıs günüyle bir ilişkisi yoktur. 8 saatlik iş günü kavramı ve bu hedef doğrultusundaki ilk mücadeleler kapitalist sanayinin geliştiği ülkelerde birbirinden kopuk biçimde ve farklı zamanlarda farklı tempolarla başlamıştır.

Avustralyalı İşçiler 8 Saatlik İş Günü İçin Genel Greve Çıkıyor

8 saatlik iş günü mücadelesini yükseltmek üzere bir genel grev örgütlenmesi kararına ilk varanlar, Avustralyalı işçiler oldu. Ama bu genel grevin 1 Mayıs günüyle ilgisi yoktu. 21 Nisan 1856’da Avustralyalı işçi örgütleri 8 saatlik iş günü için bir günlüğüne iş bırakmayı kararlaştırdılar. İlk genel grevin ardından, aynı örgütler bu hedefe ulaşıncaya kadar her yıl aynı tarihte iş bırakmaya karar verdiler. Bu kararlarına sadık kaldılar da.

1866 yılında da Birinci Enternasyonal Cenevre’de toplanan dünya kongresinde aldığı kararla, bütün ülkelerin işçilerini 8 saatlik iş günü için elbirliği içinde mücadele etmeye çağırdı. Ne var ki, «işçi sınıfının iktisadi kurtuluşu» hedefi için yürütülen mücadelelerin hep «emeğin çeşitli kesimleri arasındaki dayanışma eksikliği» ve «çeşitli ülkelerin işçileri arasında kardeşçe bir bağın kurulamaması nedeniyle başarısızlığa uğramış olduğunu» saptayıp bilince çıkartarak urulan Birinci Enternasyonal, bu bilinci taşıyıp yaygınlaştırıyor olsa bile, uluslararası çapta bir işçi dayanışmasını ve eylemini örgütleme kudretinden mahrumdu. Daha kötüsü o sıralar kendi içindeki farklı siyasal eğilimlerin birbirleriyle kavgasına sahne olmaktaydı. Bu nedenle 8 saatlik iş günü için Cenevre kongresinde alınan karar bir dilek olarak kalmıştı.

Günlerden 1 Mayıs, ABD’de Genel Grev Var

Öte yandan, Amerikalı işçi örgütleri de, Avustralyalı sınıf kardeşlerinden 30 yıl, Enternasyonal’in Cenevre kongresinden 20 yıl sonra, benzer bir girişimde bulundular. 1886 yılında ABD’deki belli başlı işçi örgütleri 8 saatlik işgünü için 350 bin işçiyi kapsayan ülke çapında bir grev başlattılar; günlerden 1 Mayıs’tı. Bu grev sürerken, daha üçüncü gününde, polis grevci işçilere ateş açarak dört kişiyi öldürdü. Şikago kentinde, anarşist işçi önderlerinden August Spies, bu olayların ardından işçileri silahlı direnişe çağırdı. Ertesi gün işçiler bu kentin Haymarket meydanında toplandılar. Polis kuvvetleri de aynı yerde önlem almışlardı. Mitingi dağıtma bahanesiyle işçilere saldırdılar. Bu anda, polislerin üzerine bomba atıldı. 66 polis yaralandı yedisi öldü. Aralarında Spies’ın da bulunduğu 8 anarşist işçi tutuklandı. Bu militanlar işçilerin arasında ve kamuoyunda yaygınlaşan deyişle «Şikago sekizleri» diye anılmaya başladı.

İşçilere bir ders verilmesini isteyen patronlar bu sekiz militanı astırmaya kararlıydılar. Buna karşılık işçi sınıfından yana güçler, Avrupa ve ABD’de «Şikago sekizleri»nin serbest bırakılmaları için kampanyalar başlattılar. Ne var ki bunlar istenen sonucu vermedi; mahkemeden bir yıl sonra «sekizler»in dördü, Albert Parsons, August Spies, Adolph Ficher ve Georg Engel asılarak idam edildiler. İdam cezası almayan Louis Lingg ise, arkadaşlarının idamını protesto maksadıyla hapishanede, üstelik temin ettiği dinamitle intihar etti. Devletin işçilere dönük bu sert saldırısı ABD işçi sınıfını yıldırmaya yetmedi. 1888 yılının başında, Amerikan işçi örgütleri 1890 yılının 1 Mayıs’ında yeniden büyük bir genel grev örgütlemeyi kararlaştırdılar.

Dünya İşçileri Paris’te Uluslararası Bir Genel Greve Karar Veriyor

1889 yazında, Fransız devriminin yüzüncü yılı vesilesiyle, dünyanın belli başlı işçi örgütlerinin temsilcileri Paris’te toplandılar; o zamanlar sonuçta burjuvaziyi iktidara taşımış olsa bile, proleterlerin ilk büyük silahlı ayaklanması olarak görülen Fransız Devrimi’ni benimseyerek anarlardı. Bu devrimin yüzüncü yılı daha da büyük bir anmaya vesile oldu. Avrupa, Asya ve Amerika’nın başlıca işçi örgütlerini temsil eden 400 delegenin katıldığı bir İşçi Kongresi toplandı. Tabii ki işçi sınıfının acil ve güncel sorunlarının ele alındığı tartışmaların yürütüldüğü bu kongre sırasında, iş gününün kısaltılması için mücadele de gündeme geldi. Bu gündemde bir Fransız sosyalisti, Bordo’lu işçi Lavigne, Avustralya ve ABD’li işçilerin benimsedikleri genel grev eylemini dünya çapında yaygınlaştırmayı önerdi. Paris kongresi bir yıl sonra tüm dünyada 8 saatlik iş günü için ortak bir eylem örgütlenmesini kararlaştırıldı. Amerikalı sendikacı Gompers Paris Kongresi’nde kararlaştırılan eylemin 1890’ın 1 Mayıs gününe rastlatılarak Amerika’daki genel grevle aynı günde yapılmasını önerdi; bu öneri de kabul edildi.

Enternasyonal’in Kızıl Bayrağı Tekrar Dalgalanıyor

Birinci Enternasyonalin kurulmasından 23 yıl sonra, kendi kendini feshetmesinin üzerinden ise tam 14 yıl geçtikten sonra ilk kez işçi hareketi elbirliği ile ve dünya çapında bir eylem planlayıp hayata geçirmeye karar veriyordu. Doğrusu ilk Enternasyonalin kendisi 9 yıllık ömrü içinde bu çapta bir eylemi tasavvur etmiş olsa bile, somut olarak gündemine almış değildi. Birinci Enternasyonalin kurulmasına öncülük edenlerden Friedrich Engels, devraldığı mirası korumak ve yeni kuşaklara aktarmak üzere yürüttüğü mücadelenin semeresini görmenin ve işçi sınıfının uluslararası düzeyde örgütlenmesi ihtiyacının bir hayal olmadığını gösterme fırsatını ele geçirmiş olmanın sevinci ve kıvancı ile şu sözleri kağıda döküyordu:

“Evet Enternasyonal yalnızca 9 yıl yaşadı. Ama Enternasyonalin bütün ülkelerin proleterleri arasında yarattığı ölümsüz birlik hala yaşıyor, hem de her zamankinden daha güçlü olarak. Bugünden daha iyi tanık olamaz buna. Çünkü bugün ben bu satırları yazarken, Avrupa ve Amerika proletaryası, ilk kez tek bir ordu halinde, tek bir bayrak altında, tek bir acil hedef uğrunda, Enternasyonalin 1866 Cenevre kongresinde ve 1889 Paris İşçi Kongresi’nde ilan edildiği gibi sekiz saatlik iş gününün yasallaşması için seferber olmuş, savaş kuvvetlerini denetliyor. Günümüzün soluk kesici görünümü, bütün ülkelerin işçilerinin bugün gerçekten de birleşmiş olduklarını bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak beylerine gösterecektir.” (Komünist Manifesto’nun Almanca baskısına 1 Mayıs 1890 tarihli önsöz)

Engels bu satırları yazarken, işçiler dünyanın dört bir köşesinde, gösteriler, toplantılar ve grevlerle 8 saatlik iş günü için eylem halindeydiler. Her ülkede aynı eylem biçimi aynı güç ve kalabalıkla gerçekleşmese bile, aynı amaç doğrultusunda ve bir yıl öncesinden benimsenen bir ortak kararı hayata geçirmek için ortak bir disiplin anlayışıyla yürütülen hazırlıkların bir meyvesi olarak dünya işçi sınıfının kalbi aynı ritimle atıyor, dudaklarından aynı ezgi, Paris Komünü’nün barikatlarından doğan Enternasyonal marşı dökülüyordu. Engels’in gururlu sevinci bundandı.

8 Saatlik İş Günü Mücadelesi İkinci Enternasyonal’e Hayat Veriyor

İşte 8 saatlik iş günü talebinin işçi sınıfının uluslararası çapta mücadele birliğine hayat vermesi sayesinde, O günden beri 1 Mayıs işçi sınıfının uluslararası birlik ve mücadele günü olarak anılıyor. O günden beri her 1 Mayıs’ta dünyanın her köşesindeki işçilerin artık kendi ulusal mücadele tarihleri içinde de anacakları bir mücadele günü var. Dolayısıyla farklı ülkelerin farklı bir tempo ile gelişen işçi hareketlerinin, aynı tarihi eylem içinde yaşamasını sağlayan bu tarihsel dönemecin özel bir anlamı vardır.

Nitekim 1890 uluslararası genel grev eylemine karar veren ve bu eylemi örgütleme sorumluluğunu üstlenen 1889 Paris Kongresi de, sonradan İkinci Enternasyonal adını alacak olan örgütlenmenin kuruluş tarihi olarak kabul edilir. Zira Paris Kongresi’ne delegelerini göndermiş olan örgütler bundan sonra düzenli bir biçimde toplanmaya ve işçi hareketinin uluslararası ve ortak sorunları üzerine tartışıp ortak bir yürüyüş çizgisi tutturmaya karar verdiler.

Bununla birlikte, her ne kadar 1890 1 Mayıs’ındaki eylem planlı bir hazırlıkla gerçekleşmiş olsa da, İkinci Enternasyonal’in ortaya çıkışı daha çok kendiliğinden, olayların peşinden sürüklenen bir irade sayesinde oldu. İkinci Enternasyonal’in kuruluşuna damga vuran bu olgu onun akıbetini de tayin etti.

İkinci Enternasyonal’e Hayat Verenler Bunun Farkında Değildi

Paris Kongre’sinin delegeleri de, 1890 1 Mayıs’ında iş bırakan yüzbinlerce işçi de 1 Mayıs’ın süreklileşeceğinin ve işçi hareketinin mücadeleciliğinin bir barometresi haline geleceğinin farkında değillerdi.

İlk uluslararası 1 Mayıs eyleminden 4 yıl sonra Rosa Luxembourg bunu şöyle değerlendirdi:

“Kongre, tüm ülkelerin işçilerinin 1 Mayıs 1890’da 8 saatlik iş günü için hep birlikte gösteriler yapmasını kararlaştırdı. Kimse bu kutlamanın daha sonraki yıllarda da tekrarlanmasından söz etmedi. Doğal olarak kimse, bu düşüncenin bir şimşeğin çakışı gibi başarı kazanacağını ve işçi sınıfları tarafından kısa zamanda benimseneceğini önceden kestiremezdi. Bununla birlikte, 1 Mayıs’ın her yıl kutlanacak sürekli bir kurum haline getirilmesinin gerekliliğini herkesin kavraması ve benimsemesi için, 1 Mayıs’ın yalnızca bir kez kutlanması yetti. İlk 1 Mayıs’ta 8 saatlik iş gününün uygulanması talep edildi. Ama bu hedefe ulaşıldıktan sonra da, 1 Mayıs’ın kutlanmasına son verilmedi. İşçilerin burjuvazi ve hakim sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği sürece ve tüm talepleri karşılanmadığı sürece, 1 Mayıs işçi sınıfının bu taleplerinin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Daha iyi günler doğduğunda da, büyük bir olasılıkla insanlık o zaman da 1 Mayıs’ı geçmişte verilen zorlu mücadelelerin ve çekilen acıların anısına yine kutlayacaktır.” (1 Mayıs’ın Kökenleri Nedir? Spartakistler Ne İstiyor? s.38, Belge Yay.)

Bu satırların üzerinden yüz yılı aşkın bir süre geçti. O gün bugündür, 1 Mayıs dünyanın her yerinde işçiler için kah geçmiş mücadelelerin anıldığı, kah kimi kısmi kazanımlar için bayram edilen, kah zorlu kavgalara sahne olan bir gün olarak yaşanıyor. Her halükarda 1 Mayıs hala bütün dünya işçilerinin belleklerinde aziz bir yer tutuyor.

İkinci Enternasyonal’in İhanet İçinde Çöküşü

Ama 1 Mayıs’a hayat veren, daha doğrusu 1890 1 Mayıs’ında hayatiyet kazanan İkinci Enternasyonal çoktan beri uluslararası finans kapitalin bir örgütü haline gelmiş durumdadır. 1 Mayıs’ın işçi sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele Dayanışma Günü olduğunu ağır bedeller pahasına haykırmaya devam eden devrimciler dünyanın dört bir yanında varlıklarını sürdürüyor olsalar bile, İkinci Enternasyonal’in hortlağı olan Sosyalist Enternasyonal’in karşısında bir Komünist Enternasyonal çoktandır yok. Adeta böyle bir hedef bile devrimcilerin ve işçi hareketinin ufkundan kaybolmaktadır.

Çünkü 1 Mayıs 1890 uluslararası eylemiyle doğan İkinci Enternasyonal’in kuruluşundaki görkemi aratmayan görkemli bir çöküşü oldu. Kuruluşunda «Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşin!» şiarını gür bir sesle duyuran bu örgüt, çökerken aynı şiarı «Bütün ülkelerin işçileri barışta birleşin, savaşta birbirinizi boğazlayın!» haline getirdi. Bu bakımdan 1 Mayıs’ın İkinci Enternasyonal’le bağının kopartılmasında şaşılacak bir yan yoktur. Zira bu bağı zaten İkinci Enternasyonal’in kendisi kopartmıştır.

Belli başlı ikinci Enternasyonal partilerinin kendi burjuvazilerinin yanında yer aldığı birinci emperyalist paylaşım savaşı başlayalı 8 ay olmuştu. İkinci Enternasyonal’in kuruluşunun yirmi altıncı yıldönümünde, yani yirmi altıncı 1 Mayıs’ta bu örgütün en güçlü temsilcisi olan Alman Sosyal Demokrat Partisi işçileri 1 Mayıs’tan vazgeçmeye çağırıyordu. Bu partinin merkez yayın organında şu sözler yer aldı:

“Özel koşulları göz önünde bulunduran parti yönetimi bu yıl işi durdurmaktan kaçınmayı önermektedir. Bu nedenlerle yayınlarımız 1 Mayıs günü yayınlanmayacaktır.

… Uygun mekanlar bulunduğu takdirde, parti üyelerinin katılacağı akşam toplantıları örgütlenmesi tavsiye edilir. Parti 1 Mayıs’ta özel bir yayın yapmayacaktır.”

Bolşevikler bu 1 Mayıs’ı «Burjuvazinin Bayramı» ilan ettiler:

“İşçilerin 1 Mayıs’a yönelttikleri dikkat her zaman onların sosyalist bilincinin, enternasyonalizminin, fedakarlıklara yatkınlıklarının, antikapitalist savaşkanlıklarının hangi düzeyde olduğunun ölçüsünü vermiştir. Bu yıl, resmi alman sosyal demokrasisinin zirvelerine bakılırsa, barometre sıfırın altına düşmüştür. ..Bu 1915 1 Mayıs’ında uluslararası burjuvazi uluslararası işçi hareketi karşısında bir rövanş kazanmıştır. Sosyal demokrasi 1 Mayıs’tan vazgeçiyor: Burjuvazi bir muharebe kazanmıştır. Bu burjuva ilkelerinin bir zaferidir. Demek ki, bu, bütün ülkelerin burjuvaları için bir bayram günüdür. Ama son gülen iyi güler!”

Nitekim, bolşevikler sözlerini tuttular. Bu satırların yazılmasının üzerinden dört yıl geçmişti ki, Ekim devriminin ilk mevzilerinden Komünist Enternasyonal yükseldi; ve hem emperyalistlerin hem de her türden oportünistin korkulu rüyası olmak üzere hepsinin karşısına dikildi. 1 Mayıs’lar yeniden «işçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü» olabildi. Çünkü artık bu mücadeleye önderlik edebileceğini pratikte de kanıtlamış bir komünist dünya partisi vardı.

Ne var ki Komünist Enternasyonal sınıf düşmanlarına teslim olmayıp en çetin savaşlardan galip çıkmayı başarmış olsa bile, ne yazık ki, kısa zaman sonra, İkinci Enternasyonal oportünizminin kendi içine sızmasını ve yeniden boy vermesini önleyemedi. Bu süreç Komünist Enternasyonal’in tasfiyesi ile sonuçlandı. Hazin bir tesadüf; yine bir Mayıs günü, 15 Mayıs 1943’te Komünist Enternasyonal çoktandır sınıf mücadelesine önderlik etme yeteneğini kaybetmiş bulunan şekli varlığına da son verdiğini ilan etti. Bu aynı zamanda bir itiraftı:

“Komünist Enternasyonal’in Birinci kongresinde işçileri bir araya getirmek için seçilen ve işçi hareketinin yeniden doğuşunun başlangıç döneminin gereklerine uygun düşen örgütlenme biçimi, işçi hareketinin tek tek ülkelerde büyümesinin ve görevlerinin karmaşıklaşması ile birlikte gitgide eskidi; evet hatta ulusal işçi partilerinin daha fazla güçlenmesinin önünde bir engel haline geldi.” (Komünist Enternasyonal’in Tasfiye kararı, Bkz. III.
Enternasyonal Belgeler, Belge Y., s.283)

Doğrusu Lenin zamanında, ilk dört kongresi boyunca Komünist Enternasyonal, tam da bunun için kurulmuştu; ulusal çıkarları ve ulusal ihtiyaçları öne çıkaran oportünist işçi partilerinin güçlenip işçi hareketi içinde kök salmasına engel olmak için kurulmuştu. «Ulusal işçi partilerinin» bu engelden kurtulmak için Komünist Enternasyonal’i tasfiye etmesinden beri, işçi sınıfının en temel ihtiyaçlarının karşılanması için mücadelelerde bile kalıcı başarılar kazanımlar elde edilememekte, eldekiler de korunamamaktadır. 1 Mayıs’ın enternasyonalist içeriğinin de o günden beri lafta kalması da tesadüf değildir.

Enternasyonalizm İşçi Hareketinin Ufkundan Kayboluyor

Besbelli, İkinci Enternasyonal’den sonra Komünist Enternasyonal’in de aynı hastalık nedeniyle, tasfiye edilmesi yüzünden 1 Mayıs’ın asıl içeriği olan enternasyonalizm boyutu unutulmuş olmasa da, hasır altına gitmektedir. En azından, 1 Mayıs’ın «işçilerin uluslararası birlik ve mücadele günü» olduğunun uzun zamandır lafta kaldığı tartışmasızdır.

8 saatlik iş gününün sınıf düşmanına kabul ettirilmesi 1890’daki ilk ve hala tek uluslararası genel eylem ve bu eylemliliğin sürdürülmesi sayesindeydi. Bu eylemin belli başlı ülkelerin işçi partilerinin ve sendikalarının temsilcileri tarafından bir yıl öncesinden kararlaştırılmış, hazırlanmış ve uygulanmış olması; arkasında uluslararası bir örgütlülüğün bulunması; üzerinden atlanacak küçük bir ayrıntı değildi.

Oysa 1 Mayıs’ın bu yönü bugün dünya işçilerince hatırlanmamaktadır; onlara hatırlatması gerekenler tarafından hatırlatılmamaktadır. 1 Mayıs’lar ister şenlik havasında ister kavgacı bir ruhla ele alınsın neredeyse ulusal günler haline gelmiş durumdadır.

Her ülkede 1 Mayıs’ların ayrı taleplerle ayrı bir havada geçmesi işçi sınıfının ortak uluslararası sorunları ve hedefleri olmamasından değildir. Aksine bu ortak sorunları çözmek üzere farklı ülkelerin işçilerini tek bir yumruk halinde örgütleme yeteneğine sahip bir Enternasyonal’in çoktan beri mevcut olmayışındandır. Daha kötüsü devrimciler bu ödeve layıkıyla bağlı değillerdir. Nitekim son zamanlarda Seattle, Davos vb. uluslararası protesto eylemlerinin cazibesine kapılarak, bir devrimci enternasyonal ihtiyacını bu örgütsüz ve hedefsiz eylemlerle örtbas etme eğilimleri dünyanın dört bir yanında enternasyonalist eğilimli devrimciler arasında giderek artan taraftarlar edinmektedir. Halbuki bu tür eylemlerin peşinden sürüklenmek veya onlara enternasyonalizm adına övgüler düzmek, enternasyonalist sorumluluklardan kaçmanın bu alandaki eksikliğin üstünü örtmenin yollarından biridir. Üstelik bu tür «enternasyonalist» tutumlar çoğu zaman, sahiden devrimci bir nitelik taşıyan ulusal akımlardan daha az katkıda bulunur, işçi sınıfının uluslararası sorunlarının çözümüne.

Sermaye 1 Mayısı Unutmuyor Komünistler de Unutturulmasına İzin Vermeyecek

Halbuki uluslararası sermaye, işçi hareketi saflarındaki ve devrimciler arasındaki bu hafıza kaybına inat, 1 Mayıs’ın enternasyonalist ve eylemci yönünü hala dehşetle hatırlamakta, bir türlü unutamamaktadır; unutturmak için de elinden geleni ardına koymamaktadır. Örneğin 1 Mayıs’ın Birleşmiş Milletler adını taşıyan emperyalist haydutlar ittifakının desteğiyle resmi tatil yapılması bu yöndeki çabalardan biridir. Böylece 1 Mayıs’ın hatırasını dahi işçi sınıfının elinden koparıp, sermayenin arşivlerine hapsetmeyi hesap etmektedirler.

Komünistlere düşen de, bu hesapları bozmaktır. Bu bilinç ve azimle, 1 Mayıs’ın enternasyonalist ve devrimci özünü unutturma çabalarına karşı koymak komünistlerin varlık nedenidir; bu direnişi komünist bir dünya mücadelesine önderlik edecek bolşevik dünya partisine ulaşıncaya kadar sürdürmek boyunlarına borçtur. Bu nedenle, 1 Mayıs’a gerçek içeriğini verecek olan ve uzun zamandır eksikliği giderilemeyen bir uluslararası işçi önderliğini yaratma hedefini her 1 Mayıs’ta (ama sadece 1 Mayıstan 1 Mayısa değil), daha bir vurguyla öne çıkarıyoruz.

Bugün hüküm süren bütün kölelik biçimlerinin, toplumsal sefaletin, manevi alçalmanın ve hakim sınıfların baskı aygıtları olan devletlere olan siyasi bağımlılığın temelinde çoktan beri aynı neden bulunmaktadır. Bugün sömürülen ve ezilen yığınların karşı karşıya bulunduğu bütün sorunların temelinde yatan neden aynıdır: yaşamak için çalışmak zorunda olanların üretim araçlarını, yani tüm yaşam kaynaklarını tekellerinde tutanların ekonomik boyunduruğu altında tutulması. İşçi sınıfının bu ekonomik boyunduruktan kurtulması tüm insanlığın asırlardır altında ezildiği sınıflı toplum baskısından kurtulmasına giden biricik yoldur. Bugüne dek bu kurtuluş mücadelesinin başarısızlığı işçi sınıfının çeşitli kesimleri arasındaki sınıf dayanışmasının zayıflığından ve çeşitli ülkelerin işçi sınıfları arasındaki enternasyonalist bağın kopmasındandır. Bu bağın yeniden kurulması, işçilerin birliğinin sağlanması kendiliğinden olacak iş değildir. Bunun için önce bu amaçta anlaşmış komünistlerin birliğinin sağlanması gerekir.

Demek ki, komünistlerin birliği uğruna mücadele edenler aynı zamanda tüm ezilen ve sömürülen yığınların nihai kurtuluşu için zorunlu olan, ekmekten sudan daha hayati olan bir ihtiyacın giderilmesi için savaşıyor.

Komünistlerin sesine kulak verin; kavgalarına omuz verin; komünistlerin birliği için mücadele edenlerin saflarında yer alın, kendinize orada bir yer açın!

Komünistlerin birliğini savunanlar uğruna savaşılacak ve altında ölmeye layık en güzel bayrağı, Komünist Enternasyonal’in bayrağını yeniden dalgalandırmak ve emperyalizmin burcuna dikilmesini sağlamak için mücadele ediyor. Bütün insanlığın kurtuluşunun koşulu da bundan ibarettir.

Yaşasın 1 Mayıs!

Yaşasın Komünistlerin Birliği!

Paylaş