80 Sonrası Legalist Tasfiyecilik Dalgaları Hakkında Hatırlatmalar

0

[Aşağıdaki yazı Köz Gazetesi’nin Şubat 2002 tarihli 21. sayısında yayımlanmıştır.]

“12 Eylül’ü simgeleyen karanlık perde, bu perdeyi indirenlerin aynı perdeyi aralamaya karar vermesiyle açılır gibi olduğunda; sosyalistler de yeniden toparlanmaya ve ilk iş olarak birlik olasılıklarını değerlendirmeye yöneldiler. Ancak aralanan perdenin yalnızca burjuva siyasetçilerinin bir kısmı için aralanmakta olduğu çabuk anlaşıldı. Buna karşılık, bazı burjuva siyasetçilerinin önlerine konan göstermelik engelleri aşarak, burjuva siyaset sahnesine girmeleri ciddi bir yanılsama yarattı. Aynı aralıktan ve engelleri benzer bir biçimde aşarak, siyaset sahnesine çıkma hülyaları, bu mesleğin en deneyimli unsurlarından başlayıp (Perinçek, Aybar, Y. Küçük vb.), giderek genişleyen bir çember içinde sosyalistleri etkiledi. Ne var ki, bu aralıktan geçerek ulaşılacak siyaset sahnesinin, burjuva siyaset sahnesi olduğu belli olduğu hâlde, pek çokları umursamaksızın bu sahneye ulaşmak için telaşlı bir hevese kapıldılar. … Ama bu sürecin asıl renkli bölümü Körfez Savaşı’nın eşiğinde ve Gorbaçov’culuğun uluslararası ilgi konusu olduğu bir dönemde gerçekleşen «Kuruçeşme Toplantıları» ve sonuçları oldu. ….. 

… bu sürecin asıl ve en büyük mahsulü ise, tasfiyeciliğe bel bağlayarak birleşme umutlarının yaygınlaşması oldu. Bunun oldukça yaygın bir yan ürünü de, Kuruçeşme’den hareketle, birlik hülyalarına kapılan pek çok sosyalistin hüsrana uğrayıp, kah devrimcilerin birleşmesi hedefinden, kah devrimcilikten vazgeçme yönündeki eğilimlere kapılması oldu.”  (Bütün Ülkelerin Komünistleri Birleşin, Devrimci Köz Broşürü-1999)

80 sonrasında siyaset sahnesinin perdeleri sosyalistlere açılırken, 12 Eylül’ün ölü toprağını henüz üzerlerinden silkelemeye başlayan devrimciler, birbirine zıt iki akımın etkisi altında şekillendi. Bir yanda 84’ten itibaren PKK’nin başlattığı savaşla ivmelenen Kürt hareketi, 12 Eylül yenilgisinin hesaplaşmasını yapmamış olan devrimci akımlar üzerinde, onları kuyrukçu bir çizgiye doğru iten bir «ağabeylik» üstleniyordu. Öte yandan da iki cephede birden savaşmamak için devletin metropollerde yol verdiği legal particilik ve reformizm rüzgarları, gündelik siyasette acemi adımlarla ve el yordamıyla ilerleyen devrimcileri kuşatıyordu. Bu koşullarda legalist tasfiyecilik peş peşe dalgalar halinde yol aldı. 

Bu sürecin değişik evrelerini kısaca hatırlamakta yarar var.

80 sonrası legal particiliğin birinci dönemi «sosyalistlerin birliği»ni ifade edecek legal bir parti tartışmalarıyla ve grev tabusunun ilk kez kırıldığı bir iklimde açılmıştı. 1986-1988 arasında sürüp, «evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine» misali sonuçlandı. Yani bu dönemin esas özneleri, 12 Eylül öncesinde zaten legal parti olarak örgütlenmiş bulunanlardı. Bu sürecin ilk somut ürünlerinin başında SP/İP geldi. TİP ise önce TKP’nin TBKP’ye dönüşmesine vesile oldu. TBKP de legale çıkarak TKP’nin tasfiyesini tamamladı. 12 Eylül dönemini illegal bir zeminde ve TBKP sürecine direnerek geçiren TSİP’in serüveni ise, ancak ikinci dönemde, TKP’den arta kalanlarla iç içe noktalandı.

İkinci Dönem, 1989 seçimlerinin ardından ve «bahar eylemleri»nin kızıştırdığı bir ortamda gelişti. Körfez Savaşı arefesinde noktalandı. Bu sürece damgasını vuran «Kuruçeşme tartışmaları»ydı; uluslararası planda da Gorbaçovculuğun etkisiydi. Bir önceki dönemden sarkan ipliklerin toplandığı bu dönemin somut ürünleriyse SBP ve STP/SİP oldu. Bu dönemde ayaklarını legalizm zeminine atmakla birlikte legal parti geleneği dışında kalan akımlar, ayaklarını sürümeye devam ettiler. Onların ileri adım atması için, Üçüncü Dönemin açılması gerekiyordu. 

Legal particiliğin üçüncü dönemi, HEP’in SHP’nin kanatları altında meclise girmesi ve Özgür Gündem/Özgür Ülke’nin yayın hayatına başlamasıyla açıldığı söylenebilir. Bir bakıma Kürt ulusal devrimciliğinin barış çizgisine ve diplomatik kanallara doğru evrimi, legalist tasfiyeciliğin ikinci döneminde ayak sürüyen akımların ileri sıçramasında bir dürtü ve/veya katalizör olmuştur. Bu rol 1995 seçimlerindeki Emek Barış ve Özgürlük Bloku ile artarak sürmüştür.

Legalist tasfiyecilik kavramının, «gizli örgütün reddi ve onun rol ve öneminin küçümsenmesi» veya «yeraltı örgütünden vazgeçmek, onu tasfiye etmek, yerine ne pahasına olursa olsun yasallık çerçevesinde şekilsiz birlikler geçirmek» olduğu hatırlandığında, bu dönem gerçek anlamda tasfiyeciliğin gündeme geldiği dönemdir. İlk iki dönemde geleneksel olarak legalist bir zeminde yer almış akımlar ön planda olduğu halde, tasfiyeciliğin (ÖDP’nin ve EP’nin kurulmasıyla sona eren) üçüncü döneminden itibaren, örgütsel plandaki tasfiyecilikle politik alanda döneklik el ele gitmiştir. 

Bu üçüncü dönemin ilk evresinde bir önceki dönemden arta kalan süreç tamamlanmış; SBP’nin BSP’ye dönüşmesi sürecinde Kuruçeşme bileşenlerinin büyük kısmının tasfiyesi gerçekleşmiştir. BSP’nin ÖDP’ye varmasıyla da üçüncü dönemin asli unsurlarından biri olan Devrimci Yol’un sancılı «partileşememe» krizi son bulmuştur.

Üçüncü dönemin ikinci asli unsuru olan EP/EMEP ise, bu zemindeki diğer partilerden farkını eski popülist çizgisini uvriyerist bir çizgi haline getirerek ortaya koymuştu. EMEP’in gönlünden geçen sendikalar üzerinde eskiden TKP’nin sahip olduğu gibi bir etkiye sahip olarak sınıf hareketi içinde kendine bir yer edinmekti. Ne var ki, bugünkü sendikalar eski sendikalar değildir. Hem de TKP ile EMEP, oldukça farklı şeyleri ifade etmektedir. TKP güçlü bir illegal örgüt olarak bu yola girip, yolun bittiği noktada bir tasfiyeye yönelmiş ve kendini bir legal partide eritmişti; EMEP ise kendisine hayat veren partide bu yönelişe ayak direyebilecek unsurları tasfiye ettikten sonra, baştan legal bir parti aracılığıyla sendikalara, daha doğrusu sendika bürokrasilerine yönelmektedir. Bu bakımdan EMEP, niyeti ne olursa olsun, eski TKP gibi olamayacaktır; daha çok ilk zamanlarındaki SP/İP’e benzemekte, onun beceremediğini becermeye çabalamaktadır. 

Üçüncü döneme damga vuran legalist tasfiyecilik kılığındaki sol liberalliğin, asıl yeni ve «modern» örneği ise, ÖDP oldu. Ana bileşenlerinin bileşik etkisi ile ÖDP, parlamentarizm ve reformizm bakımından eski TİP ve TKP’nin kimi özellikleri hatırlatırken; işçi sınıfı vurgusunu terk ederek bu örneklerden uzaklaştı. Bununla birlikte, aydınların ve akademisyenlerin ilgisini çekme bakımından onun kadar yaygın bir etkiye sahip olmasa da, ilk TİP’i andıran ÖDP, oldum olası bu tür mıknatıslara kapılma eğiliminde olan troçkistler için ve aynı sıfatı taşımasalar da benzeri bir ortacı konumu yansıtan akımlar için güçlü bir çekim merkezi oldu. ÖDP bu yönüyle eski TİP’ten uzaklaşırken, daha çok Avrupa’daki benzerlerine yaklaştı. Sosyalist değil, «sosyalizme açık», «devrimci» ama daha çok muhalif; özgürlüğü sokaklarda ama daha çok belirli caddelerde arayan ve «aşkla birleşmiş» bir parti olarak şekillenen ÖDP’de medyatikliğin daniskası; mızmız bir muhalifliğin erdemleştirilmesi; geçmişe sünger çekme ve dönekliğin yüceltilmesi öne çıktı.

Bugün Körfez’de sular yeniden ısınmaktayken, bir yandan Kuruçeşme sürecinin en tipik ürünü olan ÖDP parçalanmakta (sadeleşmekte diye de okunabilir), beri yandan da PKK’nin demokratik cumhuriyet çizgisine evrilmesi ilk belirtileri görülen ve Kürt hareketiyle sınırlı kalmayacağı baştan beri belli olan yeni tasfiye dalgası yol almaktadır. Bu sürece Kuruçeşme’nin en başarılı ürünlerinden olan SİP, TKP kisvesine bürünmüş olarak ve bir bakıma Kuruçeşme toplantılarının yerini tutmak üzere tasarlanmış bir «Sol Meclis» donanımıyla girmektedir. HADEP’in çizgisine bütünüyle uyum sağlamış olan PKK, sürecin en güçlü ve etkili unsuru olarak öne çıkmaktadır. 10 yıl önce Kuruçeşme’de legalist tasfiyecilik yollarını döşerken «reformistlerle devrimcileri ayrıştırma» iddiasıyla yola çıkan tasfiyeciler, ÖDP’nin tasfiye havuzunda kendi örgütlerini bütünüyle tasfiye ettikten ve bu tasfiye sürecinin en büyük lokması olan ÖDP’nin çoğunluk hizbi tarafından tasfiye edildikten sonra, bir kez daha reformistlerle devrimcileri ayrıştırma safsatasıyla meydana çıkma hazırlıklarındadır. Üstelik bu kez o zamanki tasfiye dalgasına kapılmayanları muhatap alan ve bu kesimlerin ilgisini çekmeyi hedefleyen bir söylem göze çarpmaktadır. Daha önceki legal partileşme furyasına en geç katılan EMEP, kendi mecrasında sendikacıların ve sendikaların kuyruğunda siyaset yapma mesleğinde ustalaşmaktadır. 

Bugüne kadar HADEP’in dışında duran ve PKK’nin yeni yönelişinden rahatsız olan kimi Kürt çevreleri, bu yeni sürece tek bir çatı altında örgütleniş olarak girerken, PKK’yi ve HADEP’i soldan eleştirme edasıyla yola çıkmaktadırlar. 

Bu koşullarda 1995’ten itibaren kendini belli eden ve legalist tasfiyecilik dalgasının hiç değilse bir süre için kırılmasına yol açan yükselişten yararlanamadıkları gibi, arada geçen süreçte düzenin seçmeli terör saldırıları ile ve kendi öznel hataları yüzünden büyük ölçüde güç ve itibar kaybeden devrimci hareket, neredeyse tümüyle dibe vurmuş durumdadır. Direnişi ve direngenliği adeta tümüyle cezaevi duvarlarının ardına itilmiş gibidir. 

İşte yeni tasfiye dalgası böyle bir iklimde gelmektedir. Ve bu yeni tasfiye dalgasına dikkat çekmek giderek acilleşen bir ödev olmaktadır. Özellikle de zindan direnişlerinin bir çıkmaza doğru sürüklenip yeniden insan hakları savunucuları, barolar vb.’nin inisiyatif kazanmakta olduğu bir sürece girildiği koşullarda bu ödev, bir kat daha acillik kazanmaktadır. Hele bir de ÖDP’den devrimci oldukları için ayrıldıklarını iddia edenlerin hem ölüm oruçları, hem de kürt sorunu konusunda «duyarlı oldukları için» ÖDP’yle yollarını ayırdıklarını iddia ettikleri düşünülürse, bu vurgu daha da önem kazanmaktadır. 

Öte yandan bugünlerde sendikal hareketin krizi ve bu krize çare bulma iddiasıyla gelişen muhtelif sendikal projeler de bir bir belirmektedir. Özellikle Seattle, Davos, Cenova ekseni üzerinde devrimci bir çıkış olasılığı bulunduğu hakkındaki yaygın kanı bu konuda yeterince açık bir alarm işaretidir. Bu gelişmeler de tasfiye dalgasının devrimci unsurları etkilemesine uygun bir zemin yaratmaya müsaittir. 

Kuşkusuz devrimci hareketin kadrolarının büyük bir kısmı çoktan beri tasfiyeciliğin muhtelif çeşitlerine şu ya da bu mesafeden tanık olmuştur. Üstelik «troçkist tasfiyecilik» konusunda yaşadığımız topraklardaki devrimci hareket belki heryerdekinden daha «hassas»tır. Ama buna bakıp aldanmak büyük yanılgı olur. Çünkü aynı kesimlerin «troçkist tasfiyecilik» yoluna örneğin Rosa Luxembourg, Karl Liebknecht vb. üzerinden de gidilebileceği konusundaki refleksleri aynı ölçüde keskin değildir. Son yıllarda bu reflekslerin ne ölçüde zayıfladığını görmek için çok fazla çaba sarfetmeye gerek yoktur. Devrimci yayınlarda vaktiyle sosyal emperyalist, modern revizyonist vb. tanımlanan rejimlerin; bilerek bilmeyerek «sosyalist sistem» gibi terimlerle anılması, SSCB’nin dağılmasından «sosyalizmin tarihsel yenilgisi» diye söz edilmesi; zaman zaman «70 yıllık sosyalizm deneyimi»nden söz edilebilmesi vb. de içinden geçmekte olduğumuz tasfiye sürecinin ne denli çetin bir süreç olduğunun işaretleridir. 

Bugün burjuva sosyalizminin yaşadığımız topraklar için yeni olsa bile, işçi hareketinin tarihi hatırlandığında hiç de yeni olmayan türleri kuluçka aşamasındadır. Ne var ki, burjuva sosyalizmini ya da diğer adıyla oportünizmi teşhis ve tecrit edebilmek için zorunlu olan asıl unsur yani bolşevizmin izinden giden bir devrimci parti eksiktir. Komünistlerin birliğini savunanlar, bu koşulu yerine getirmek için mücadele ediyor.

Paylaş