[Bu yazı Proleter Devrimci KöZ Gazetesinin Haziran 2003 tarihli 8. sayısında yayımlanmıştır.]
9 Mayıs 1976, Ulrike Meinhof ‘Demokratik’ Batı Almanya Devletinin Hapishanesindeki Hücresinde Asılı Bulundu!
“Ben Ulrike Meinhof, Beni Öldüremeyeceksiniz!”
Ulrike Meinhof, Almanya’daki reformist marksizmden kopuşun simgesi olan ve devrimci mücadelenin 1970 sonrası Almanya’da reformizmden en büyük kopuş girişimi Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (Rote Armee Fraktion – RAF) kurucularındandır.
Meinhof 9 Ocak 1934’de dünyaya gelmiştir. Anne ve babasının erken ölümü nedeniyle, kız kardeşine ve kendisine annesinin yakın arkadaşı Riemack vesayet etmiştir. Riemack bir sosyalisttir ve Meinhof sosyalizmle onun sayesinde ve onun etkisiyle tanışır. Öğrenci hareketinin sol kanadını temsil eden Konkret isimli gazetenin yayımcısı ile evlenir. Birkaç yıl sonra Konkret’in editörü olmuştur. Yazıları sol kamuoyunda ciddi bir etki yaratmaktadır. 21 Eylül 1962’ye gelindiğinde Bettina ve Regine isimli iki kızı vardır. Radikal öğrenci gruplarıyla birlikte hareket etmeye yönelmesi 60’lı yıllarda olmuştur. 60’ların sonunda eşinden ayrılır. 14 Mayıs 1970’te RAF’ın kurucularından olan Andreas Baader’i kurtarma eyleminde yer alır. Bu eylem aynı zamanda RAF’ın varlığını ilan ettiği ve sahiplendiği ilk eylemdir. Bu eylemin de vesilesiyle RAF birçok yerde “Baader-Meinhof grubu” olarak da anılmaktadır.
Kızıl Ordu Fraksiyonu ya da Baader- Meinhof Grubu
1966’dan itibaren ABD, Japonya ve Batı Avrupa’da gelişen öğrenci hareketleriyle birlikte sanayileşmiş ülkelerde devrimci şiddet yeniden ortaya çıkar. Protestolar kendini kitle gösterileri, fabrika işgalleri, sokak çatışmaları şeklinde gösterir. Önce Amerikan, ardından Alman öğrenci hareketlerinin içinde en baştan beri kültürel sistemdeki yeni bir boyut -sanayi toplumunun ve tahakküm biçimlerinin radikal olarak sorgulanması – bulunsa da, protestoların aldığı biçim, tarihsel bir devrim modelinin hala varlığını sürdürdüğünün kanıtı olmuştur. Öğrenci hareketlerinin ardından kendini gösteren gerilla gruplarıysa 19. yüzyılın son anarşistlerini çağrıştıran pratikleriyle tüm “geleneksel” devrimci şemaları bir kenara itmişlerdir. “Geleneksel” devrimci şemalar dendiğinde sadece o dönemde, İkinci Enternasyonal artıklarının hüküm sürdüğü koşullarda kabul edilen şemalar anlaşılmalı. RAF’ı kuranlar esas olarak bu gelenekle hesaplaşmak üzere yola çıktılar. Ama bu hesaplaşmaya kalkışırken daha önce bu oportünist gelenekle hesaplaşan bolşeviklerin deneyimini kılavuz edinmekten ziyade aslında o sıra dünyanın başka köşelerinde “o gelenekten” farklı bir yerde duruyor gibi görünen hareketleri esin kaynağı olarak aldılar. Halbuki bu farklı akımlar aslında aynı dünya durumunun ifadeleri idi. İkinci Dünya Savaşı sonrası statükoyu oluşturan denge unsurları gibiydiler. Metropollerdeki reformist akımlarla dünyanın başka yerlerindeki gerilla mücadeleleri aslında aynı statükonun birer unsurunu oluşturuyordu. O dönem pek çokları bu statükoyu sorgulamadan dengenin bir ucundakilere karşı öteki ucundakileri tercih etme eğilimi göstermekteydi.
Böylece RAF’ı kuranların kopuşu aslında metropol ülkelerde, 1950’li yıllardan itibaren “soğuk savaş” döneminde yaratılan dengeye dayalı “toplumsal barış”ın kırılganlığını gözler önüne serip, mevcut siyasal oyunu alt-üst etme girişimi idi. Ama bu kopuş ilkesel bazı yönler taşısa da esas itibariyle o günkü uluslararası dengelerin ve konjonktürel durumun izin verdiği ve yönlendirdiği bir kopuş oldu. Bir statükoyu kırarken bir başka statükoya teslim oldular, RAF ve benzerlerinin akıbetini tayin eden de bu zaaf oldu.
RAF’la ilgili çok çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunlardan bazıları ise bu tür mücadele gruplarının ortaya çıkışını toplumsal muhalefet hareketlerinin zayıflamasına bağlamıştır. Sistemin kabul edilebilir bir muhalefet hareketine ihtiyacı vardır. Bu olmadığı takdirde toplumsal öfke daha radikal devrimci çıkışlarla kendini gösterebilir. Bu nedenle bugün de Avrupa’da ya da dünyanın başka yerlerinde var olan ‘demokrasi’ sınırlı muhalefet hareketlerine izin verir. Böylelikle toplumsal hareket manüple edilebilir ve sosyal yaşamın bir parçası haline gelen muhaliflik sistemi güçlendirerek devamlılığını sağlar. Fakat Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) gibi radikal gruplar ortaya çıktığında özenilen ya da özendirilen burjuva demokrasisi vahşi yüzünü göstermekten geri durmamıştır ve de durmayacaktır. Çünkü Alman Devleti RAF’ı mevcut dengeleri bozacak bir tehdit olarak görmüştür ya da diğer deyişle RAF Alman devletinin çok sağlam görülen tahtını sarsmayı başarmıştır.
2 Nisan 1968 RAF’ın birçok militanının yollarının kesiştiği tarihtir. 1960’lı yıllar parlamento dışı bir sol hareketin oluşmasında katalizör işlevi gören Alman Sosyalist Öğrenciler Federasyonu’na bağlı öğrencilerin Alman Sosyal Demokrat partisinin bürokratlarıyla yollarının ayrıldığı bir dönemdir. Ama bu yol ayrımı sadece yaşlı Alman sosyal demokrat kuşağı ile bir yol ayrımı değildir. RAF yolunda buluşanların yollarını ayırdıkları akranları da vardır. O yıllarda emperyalist metropollerin gençleri arasında Nepal Katmandu seferlerine çıkmak, nihilizm ve uyuşurucu ile bezeli bir muhaliflik olarak hippilik, «savaşma seviş» vecizesiyle ifade bulan vurdumduymaz bir pasifizm yayılırken, RAF’a giden yolda buluşanlar ayrı bir doğrultuda yürümektedirler.
Alman öğrenci hareketine ciddi bir etkisi olan bu akım marksist bir perspektife sahiptir aynı zamanda da Frankfurt okulu düşünürlerinden Marcuse’un ve Wilhelm Reich görüşlerinden, felsefi açıdan ise Sartre’ dan etkilenmektedirler. O dönemin kritik konularına özelikle üçüncü dünya ülkeleri ve metropoller arasındaki ilişkilere yoğunlaşan bu akımın içinde çok sayıda Latin Amerikalı bulunmaktadır. ABD’nin Vietnam’a müdahalesine karşı dev gösteriler düzenlerler. Vietnam ve Üçüncü Dünya Ülkeleri Hakkında Bilgi başlıklı broşürlerinde bugüne dahi ışık tutabilecek çok çarpıcı vurguları vardır. “Taleplerimiz, Alman protesto hareketinin ezilenlerle dayanışma adına bugüne kadar sergilediği sulugözlü, dolayısıyla etkisiz üslubunu dışına çıktığı ölçüde yankı bulacaktır. Taleplerimiz, düşen her Amerikan uçağı, yakılan her celp kağıdıyla, muzaffer halklarla dayanışma içinde daha da güç kazanacaktır. Bugüne dek ihmal ettiğimiz ve artık yapmamız gereken husus şudur: emperyalizmin mahkum ettiği ve kendilerini başarıyla savunan insanları kendimiz gibi görmek.”
İleride RAF’ın önde gelen militanlarından olacak olan radikal öğrenciler Vietnam’a yapılacak en doğru desteğin savaşın kendi ülkelerine taşınmasında görürler. 2 Nisan 1968’de Frankfurt’un iki büyük mağazası el yapımı bombalarla bombalanır. Eylemle ilgili yakalananlar RAF’ın kurucuları arasında olacak olan Andreas Baader(25), Horst Sochlein (28), Thoard Proll(29), Gudrun Ensslin’dir. 1968’de yargılanan sanıklar Vietnam’daki soykırıma karşı kayıtsızlığa ve tüketim toplumunun kinizmine karşı çıkmak amacıyla bir meşale tutuşturmak istediklerini söylerler. RAF’ ın arkasındaki buluşma noktası bu eylemliliktir.
RAF gerillaları bir dönem Filistin’deki savaşa katılmak için Ürdün’deki askeri kamplarda eğitim de almışlardır. Aslında bazı yönleri ile Türkiye’deki 1970’li yılların devrimci kopuşunu temsil eden THKP-C, THKO gibi örgütleri kuranlara benzemektedirler. Özellikle öğrenci hareketine yaslanan, reformizmden kopuşu simgeleyen ve uluslararası sorunlar karşısında somut, devrimci adımlar atma vb.. özelliklerin ortak özellikler olduğu söylenebilir.
RAF militanları kendilerini sadece silahlı mücadele ile sınırlamazlar, gündelik sorunlara bugünden çözüm için ev komünleri kurarlar; yetiştirme yurdundaki öğrenciler için çalışmalar yapar ve onları örgütlerler. Ev işgalleri, genç suçlulara ve çıraklara yönelik eğitim çalışmaları, ev komünleri, otorite karşı kreşler, tüketim kooperatifleri kurarlar. Sistemden kopuş için yeni yaşamın, yeni konuşlanma ve yeni eylem tarzının doğuşunun eş güdümlü olması gerektiğine inanmaktadırlar. RAF bir yandan alternatif gündelik yaşamı örgütlerken bir yandan da silahlı mücadeleye girişmiştir
Grubun önemli bir özelliği çok sağlam görülen sistemin zayıf halkasını bulmak ve bunu kitlelere göstermektir. Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Ulrike Meinhof, Horts Mahler ve öğrenci hareketinin içinden çıkan yeni solun bir düzine militanı Uruguay’daki Tupamarolar örneğinden hareketle şehir gerillası grubu olarak örgütlenmeye 1970’li yıllara gelirken karar vermişlerdir. Çoğunluğu öğrenci olan grubun içinde Ulrike Meinhof Alman entelektüelleri içinde önemli bir yere sahip olan bir gazetecidir. Aynı zamanda grubun en yaşlı üyesidir. 2 çocuk sahibi olan Ulrike Meinhof’un RAF’ın içinde olması RAF’ın ciddiyetinin ve sempatisinin Almanya’da artmasının önemli nedenlerinden biridir. Görüldüğü üzere Meinhof köşe yazarlığını değil silahlı çatışmayı yeğlemiştir.
Grup kuruluş eylemini ve ismini ilk defa tutuklanmış olan Andreas Baader’i polis nezaretinde halka kapatılmış bir kütüphanede iken kaçırma eyleminden sonra duyurmuştur. 14 Mayıs 1970’de düzenlenen bu eylemin amacı Andreas Baader’i kurtarmaktan çok devlete meydan okumak ve tutsak ettiği bir insanı ellerinden söküp almaktır. Çünkü zaten Baader’in cezasının bitmesine sadece 2 yıl kalmıştır. Bu kaçırma eyleminin ardından 22 Mayıs 1970’te Kızıl Ordunun İnşası başlıklı bir bildiri ile “Rote Armee Fraktion”, “Kızıl Ordu Fraksiyonu” adı tarih sahnesine çıkmıştır.
RAF köklerinin Marksizm-Leninizm’in sınıf mücadelesinin silahlı olarak yeniden tanımlayan ve metropol ülkelerdeki devrimci mücadelenin uluslararası bağlamını ortaya çıkaran öğrenci hareketi olduğuna inanır ve önceliğin pratikte olduğunu belirtir. RAF bazı metinlerde bu sistemi, başı metropoller olan bir canavar olarak niteler ve teknolojinin, iletişimin, silahların yoğunlaştığı merkez olan metropollerde savaşan şehir gerillalarını çok önemser. RAF ideolojik görüşü sorulduğunda Marksist olduğunu ifade ediyordur. Fakat o dönemin Avrupalı marksistleri çoktandır Sosyal Demokrat Partilerin ve işçi aristokrasisinin içinde erimiş olduğundan, onların Marksist olmadığını iddia eden çevreler de yok değildir. Anarşist olduklarını söyleyenler de vardı.
“Devletin güvenlik birimlerinin gözünde anarşistler sağa sola bomba atmaktan başka bir şey yapmayanlardır. Bu kocaman bir anti-komünist palavradan başka bir şey değildir. ..Bundan muratları kitleleri gerici ve faşist bir çizgiye çekmek böylece de halkı devletin şiddet aygıtıyla özdeşleştirmektir. Aynı zamanda marksist devrimcilerle anarşist devrimciler arasında kökü eskiye dayalı kapışmaya bodoslamadan müdahale etmek niyetindedirler. Ayrıca bize karşı marksistlerin devlete değil sermayeye saldırılması gerektiğini, sınıf mücadelesinin alanının sokaklar değil de yalnızca fabrikalar olabileceğini söyleyen günümüz marksizminin oportünist laf ebeliğine soyunduklarını görüyoruz. Bu yanlış marksizm anlayışına itibar edecek olursak Lenin’i de anarşist, Devlet ve Devrim kitabını da anarşist bir metin olarak kabul etmemiz gerekir. Halbuki bu eser devrimci marksizmin en üst derecedeki strateji kitabıdır.” Şehir Gerillası Anlayışı Üzerine adlı ilk yazılarında RAF militanları şöyle demektedir: “Blanqui’yi büyük bir devrimci saymamıza ve nice anarşistin kahramanlığını hiçbir biçimde aşağılamamamıza rağmen ne Blankistiz ne de anarşistiz. Uzun süreden beri anarşistler oportünistlerin en sert eleştiricileri olmuştur ve bu nedenle oportünizmi eleştiren herkes anarşistlikle suçlanmaktadır”
Bu sözleriyle RAF adeta blankizm diye tanımlanan «Fransız devrimciliği»ni Blanqui ile birlikte mezara gömmekle böbürlenen İkinci Enternasyonal oportünizminin anavatanında onların korkulu rüyasının hortlaması gibidir.
RAF sistemin her yerde hazır ve nazır olduğu, yıkılamayacağı mitosunu sona erdirmek ister. Grubun temel anlayışı ise, şehir gerillasıyla tabandaki siyasal çalışmanın irtibatlanması böylece her üyenin mahallelerde, fabrikalarda, yasal siyasi gruplarla mücadeleyi sürdürebilmesini sağlamaktır. Fakat RAF aynı zamanda aşırı polisiye önlemler nedeniyle ve silahlı mücadeleye yöneldiğinden illegaliteyi savunmaktadır. Genel grevi mitosu eleştirilir ve yalnızca devlet aygıtına karşı silahlı bir mücadelenin bir ayaklanmaya yol açacağı öne sürülür. Sanayi proletaryasının devrimin öncüsü olmaktan çıktığı iddia edilir. Halbuki aynı yıllar, Fransa ve İtalya’dakiler başta olmak üzere, işçi hareketinin uzun zamandan sonra ilk kez üzerindeki ölü toprağını silkelemesine sahne olmaktadır.
Bununla birlikte RAF’a göre şehir gerillasının siyasi ve ekonomik mücadeleyle bağları olmalıdır. Bu nedenle mahalleler, fabrikalar ve üniversiteler çalışma alanları olarak seçilir. Fakat işler pek bu yönde gelişmez. RAF’ın gittiği yolda sıra bu belirlenen alanlarda uzun soluklu bir çalışmaya izin vermeyecek kadar hızlı bir hareket vardır. RAF’ın ilk eylemleri önüne koyduğu hedefler arasında ilan edilmemiş olan Amerikan Emperyalizmine saldırmak olmuştur. Federal Almanya topraklarındaki Amerikan Üslerini bombalayarak kendini gösteren Amerikan Emperyalizm karşıtlığı RAF’ın eylemliliklerine damgasını vuran önemli bir dönüm noktası olmuştur.
I. Dünya savaşından sonra Avrupa’da ilk kez Amerikan askeri öldürülmüştür. Bu aşamada çatışma sadece Alman devleti ve RAF arasında olmaktan çıkmış ve uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Savaşı Avrupa toprağına taşıyan RAF Amerikan yeni solunun “Bring the war home!” “Savaşı evinize taşıyın” sloganını hayat geçirmiştir. Bolşeviklerinki ile tıpa tıp benzemiyor da olsa başka bir ulusun özgürlük mücadelesine verilecek en önemli destek kendi devletine karşı mücadele etmekten geçer fikrinin vücut bulduğu önemli örneklerden biridir.
11 Mayıs 1972’de Frankfurt’taki Amerikan karargahında üç bomba patlar ve bir Amerikan subayı ölür. 12 Mayıs’ta Augsburg Emniyet müdürlüğü ve Münih’teki polis binasının park yeri bombalanır, 16 kişi ölür ve 100 kadar araba zarar görürü. 15 Mayıs’ta çok sayıda RAF gerillası hakkında soruşturma yürüten Karlsruheli bir yargıç silahlı bir saldırıyla öldürülür. 19 Mayıs’ta radikal öğrenci hareketlerini yalan yanlış bilgilerle kötülemek, anti-komünizm propagandası yapmak ve RAF’ı sürekli yanlış bilgilerle halka teşhir etmekle nam salmış olan Springer Basımevinde bir bomba patlar. Bu eylem orada 19’u ağır 34 işçinin yaralanmasına neden olur. Son olarak 24 Mayıs’ta Amerikan ordusunun Vietnam’daki faaliyetlerine önemli bir lojistik destek sağlayan dev bir bilgisayarı tahrip eden ve 3 Amerikan askerinin ölmesine neden olan 24 Mayıs Heidelberg’deki Amerikan üssü bombalama eylemi gerçekleştirilir.
İşçilerin yaralanmasına neden olan eylem RAF’a duyulan sempatiyi oldukça azaltır ve RAF içinde de ayrışmalara ve tartışmalara neden olur. Raf bombalamanın ihbarının yapıldığı fakat Springer’in işçileri basımevinden çıkartmadığını söylense de işe yaramaz. Çünkü faşist bir iş vereninin işçilerin hayatını düşünmek gibi bir derdinin olmayacağı RAF tarafından tahmin edilmelidir.. Üstelik söz konusu eylem sayesinde RAF’ın anti-propagandasını daha fazla yapabilecekse işçilerin yaralanmasına göz yummaktan kesinlikle geri durmayacak bir medya vardır ortada. RAF militanları bir radyo aracılığıyla yaralı işçilerden özür dilese de RAF’ın etkisi gölgeleyen bu eylem hafızalardan uzun süre silinmemiştir. Esasında hedefler bir bütün olarak çok anlamlıdır, adli kurumlar, emniyet teşkilatı, Amerikan ordusu ve medya…! Çağdaş kapitalizmin II. Dünya savaşı sonrası en önemli köşe taşlarından bir kısmını oluşturan bu hedefleri vurmak suretiyle RAF kapitalizmin yıkılabilirliğini göstermek istemiştir.
Yine de yönünü silahlı eylemlere çeviren RAF ve kitleler arasındaki bağ devletin de dört bir koldan etkisiyle azalmaya devam etmektedir. Çünkü RAF diğer gerilla örgütleri gibi kitlelerin eyleminin yerine kendi eylemini koymaktadır. 1 Haziran 1972’de Raf gerillaları yakalanmaya başlamıştır. 15 Haziran’da da Ulrike Meinhof’un evinde kaldığı sendika sorumlusu ve pedagoji profesörünün Meinhof’u ihbar etmesiyle Ulrike Meinhof yakalanmıştır.
Türkiye’de de 19 Aralık Operasyonu, açlık grevleri ve ölüm oruçlarıyla hafızamıza kazınan F tipi hücrelerin ilk uygulandığı yerden biri sözümona Demokratik bir cumhuriyet kabul edilen Almanya’dır. Demokrasiyi Avrupa’dan öğrenen TC devleti elbette bu demokrasinin tüm gereklerini yerine getirmek üzere cezaevinden çok ölüm evine dönüşen F tipi uygulamasını da Avrupa’dan öğrenmiştir. Almanya’da F tipi cezaevi uygulamasının mağdurlarından biri de Kızıl Ordu Fraksiyonunun militanları olmuştur.
RAF militanları sesten yalıtılmış, beyaz hücrelere kapatılmıştır. Tüm duyularından mahrum bırakılarak işkenceye tabi tutulmuşlardır. Giderek duyuların kaybedildiği bu hücreler psikolojilerinin giderek bozulmasına neden olsa da Alman Devletine yapılan ne uluslararası baskı, ne sokak gösterileri, ne de RAF militanlarının başlattığı açlık grevi onların hücrelerden kurtarılmasını sağlamamıştır. Demokrasi havarisi Almanya, siyasi tutuklularla avukatlarının görüşmelerini gizli mikrofonlarla dinlenmiş bunun ortaya çıkması bir sansasyona neden olmuştur. Üstüne üstlük RAF militanlarının avukatları tutuklanmış ve onlara destek verenler görevlerinden alınmış ve çeşitli cezalara çarptırılmıştır.
Sonunda 28 Nisan 1977’de RAF militanlarının önderleri hakkında hüküm verilmiştir. Andreas Baader, Jan-Carl Raspe ve Gudrun Enslin için müebbet hapis cezasına çarptırılmıştır. RAF in iki önemli militanı Ulrike Meinhof ve Holger Meins bu sonucu göremeden öldürülmüştür. Holger Mein Kasım 1974’te ölmüş. Ulrike Meinhof ise 9 Mayıs 1976 hücresinde asılı bulunmuştur. Bunun bir intihar olduğu iddia edildiyse de ne cesede otopsi yapılmasına izin verilmiştir ne de konu hakkındaki sorulara tutarlı yanıt verilebilmiştir. Nitekim ölümü incelemek üzere kurulan soruşturma komisyonu 15 Aralık 1978’de şu açıklamayı yapmak zorunda kalmıştır “..İncelememizde Ulrike Meinhof’un asıldığında ölü olduğu şüphesine doğuran bulgularla karşılaştık..”. Daha sonra Andreas Baader, Gudrun Ensslin and Jan-Carl Raspe de yalıtık tutuldukları hücrelerinde nasıl olduğu anlaşılmayan biçimde ölü bulundular. Sonradan BBC’nin yayınladığı haberlere göre, otopsilerinin ardından beyinlerinin «bilimsel araştırma konusu edilmek» üzere çıkarıldığı ve anlaşılmaz bir biçimde kayıp olduğu açıklandı. Ulrike’nin beyni de bu arada kaybolmuştu.
9-26 Mayıs 1976 tarihleri arasında Meinhof’un öldürülmesini protesto etmek için Almanya’da 11, diğer ülkelerde 20 saldırı ve kundaklama eylemi gerçekleşmiştir, bununla birlikte çok sayıda gösteri ve miting. Cenazeye ise 4000 kişi katılmıştır.
RAF militanlarının önemli bir özelliği de mahkemeleri kürsülere çevirmiş olmalarıdır. Savunmalarında, siyasi savunma yapmışlar fakat bu savunmalardan sadece birkaç tanesi kitlelere duyurulmuştur.
RAF’ın diğer çarpıcı bir özelliği ise, kadın militanların ağırlık bastığı ve hatta adı birbiriyle eşit bir kadın ve erkek militanın isimleriyle (Baader-Meinhof) anılan, bilinen tek gerilla örgütü olmasıdır. Saptanan 39 militanın 18 i kadındır. Gruba önderlik edenlerin, ağır hapis cezalarına çarptırılanların %50’si kadın. Bu orana rağmen RAF, kadınların ezilmişliğini protesto edecek türden eylemlilikler düzenlememiştir. Yürüdükleri yolda bu sorunu çözdüklerini düşünmüşlerdir. RAF şehir gerillaları arasında çocuk sahibi kadınlar da vardır ve onlar sakin ve ‘güvenli’ bir hayatı seçmeyip RAF’a katılmışlardır. Sonrasında bu kadınlar ‘annelik’ görevlerini yerine getirmedikleri için medya da oldukça yerilmiş ve aşağılanmıştır. Oysa aynı şey tabi ki RAF militanı olan babalar için yapılmamıştır.
Ulrike Meinhof da hem bir kadın, hem bir anne, hem de RAF’ın kurucularından biri olan bir devrimcidir ve “Yüce Alman Demokrasisi” tarafından cezalandırılmıştır.
Onu morgdan da soğuk, aseptik bir hücreye kapattılar. Beyaz, sessiz bir hücreye, insansız, duyusuz ölü bir hücreye. Onların sahte dünyalarında renkli neon ışıklarında birinin altında insanlığını yitirmedi diye…Onların delirmiş palyaçolar gibi boyanan kadınlarından biri olmadı diye.. gözlere menekşe mavisi…yanaklara cezayir moru..dudaklara zencefil kırmızısı.. Ulrike Meinhof için ise onu delirtmek için sadece beyaz…Kafasındaki ve yüreğindeki rengarenk dünyadan korktukları için onu beyaza zorladılar. Büyük alman demokrasisinin, şaşkın ve semiz halkı mışıl mışıl uyusun diye onu sessizliğe mahkum ettiler. Onu öldürülürken görmedik ama duymak için her zaman görmek gerekmez. Biliyoruz ki öldürülmeden önce de o beyaz sessiz hücreye inat bağırıyordur.
“Çok güvenli görünüyorsunuz! Fakat sanmayın ki bu böylece devam edecek! Öfke ve nefret büyük geminizin makine dairesinde terden geberenlerle birleşecek, biliyorum. İspanyol, Türk, Kürt, Yunan, Arap, İtalyan göçmenler ve Avrupa’nın tüm ezilenleri…ve tüm kadınlar, ezildiğinin, aşağılandığının sömürüldüğünün farkında olan tüm kadınlar neden burada olduğumu ve beni neden öldürmek istediğinizi anlayacaklar…..Gardiyanlar, yargıçlar, politikacılar,,,hiç biriniz umurumda değilsiniz. Asla beni delirtemeyeceksiniz! Beni sağlam öldüreceksiniz…Mükemmel bir ruh ve mükemmel bir beyinle. Böylece herkes katillerin devleti ve katillerin hükümeti olduğunuzu anlayacak! Herkes sosyal demokrasinin neye benzediğini anlayacak!
…Şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, kapıyı avukatlarıma kapatmanızı görür gibiyim. Ulrike Meinhof kendini astı diyeceksiniz. Kanlı ellerinizle kapıları yüzlerine kapatacak ve fotoğraf çekmeyi soru sormayı yasaklayacaksınız. Yasak diyeceksiniz, cesedi incelemek yasak! Soru sormak, düşünmek, tahmin etmek yasak!! Yasak!!… Ama kendi korkunuzu yasaklayamazsınız! Her katile özgü korkuyu yasaklayamazsınız!
Cesedim bir dağ gibi ağır olacak…Yüz bin ve yüz bin…yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin oturduğunuz o sahte tahtı sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar! ..ve hep birlikte bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz”
Ama Ulrike Meinhoff’u öldürdüler. Sadece zaten hiç sakınmadığı bedenini değil, duruşunu ve başkaldırış tarzını da öldürdüler. Bunun en trajik kanıtı bugünlerde, güya onun ve yoldaşlarının devamı olduğunu iddia edenlere bakarak görülebilir. Şimdilerde sözümona savaşa karşı çıkma adına Alman ve Fransız emperyalistlerinin dümen suyunda pasifist eylemler yüceltilirken, onların «savaşı evinize taşıyın» çığlığını hasretle anmamak mümkün değil.
Elbette RAF ve benzeri örgütlerin çıkışı proleter devrimci bir çıkış değildi. Çıkmaz bir sokağa hapsolması kaçınılmaz bir başkaldırı idi. Ama o günden beri kırılamayan oportünizmin kısır döngüsünü kırmak için hiç şüphesiz en az onlarınki kadar cüretkar bir başkaldırıya ve inatla akıntıya karşı gitme cesaretine ihtiyaç vardır. O başkaldırının bugün pasifist eylemlere karışan sözümona takipçileri tarafından değil, bu cesareti ve direngenliği devralarak yeni bir Komünist Enternasyonal’in harcına katacak proleter devrimciler tarafından sürdürüleceğinden de kuşku duyulmamalı.
Komünistler Ulrike Meinhoff ‘un şahsında onun ve yoldaşlarının gösterdiği cüretkar başkaldırıyı kendilerini onlarla özdeşleştirmeksizin selamlamayı ve onları anmayı ödevleri arasında kabul etmelidir. Onlarınkini aşan bir devrimci atılımın gereklerinin başında bu tutum gelir.
Kaynakça
Kızıl Ordu Fraksiyonu Batı Avrupa’da Şehir Gerillası, Anne Steiner ve Loic Debray Metis yay. Eylül 2000
The Gun Speaks, The Baader-Meinhof Gang and the Postwar German Decade of Terror 1968-1977 by Richard Huffman
Kadın Oyunları, “Ben Ulrike Bağırıyorum”, Dario Fo