Bu yazinin orijinali Proleter Devrimci KöZ’ün Mart 2004 tarihli 17. sayısında yayımlanmıştır.
Alevi-Sünni Çatışması Yahut Anti-faşist Direniş Değil
Bir Emekçi Başkaldırısı
Gazi mahallesindeki gelişmelerin hemen ardından piyasaya sürülen komplo senaryolarından biri de alevi-sünni çatışmasıyla ilgiliydi. Sermayenin bütün borazanları kah sevinerek, kah endişelenerek aynı tekerlemeyi dillerine doladılar: Toplum yeniden bir alevi-sünni çatışması içine çekilmek isteniyordu ve elbirliğiyle bunun önünü almak gerekirdi.
Her ne kadar Gazi’deki saldırının ardından gelişen tepkilerin yayıldığı alanlar açıkça alevilerin yoğun olduğu mahalleler olsa da, olaylara alevi-sünni çatışması damgası vurulması büyük bir yanılgıdır.
. Her şeyden önce, çatışan taraflardan biri ağırlıklı olarak alevilerden oluşsa bile diğer taraf sünniler değildi. Sokağa dökülen yığınlar karşılarına sünnileri değil, polis ve MHP’li faşistler olmak üzere, medyasıyla, hükümetteki ve muhalefetteki politikacılarıyla düzenin hemen hemen tüm kurumlarını aldıklarını açıkça belli etmişlerdir. Üstelik bunlara alevi dedeleri ve alevi kitleleri içinde sempatiyle karşılanan sanatçı ve politikacılar gibi yedekler de dahildir.
. İkincisi bu eylemler bütün alevi kesimlerine aynı biçimde ve ölçekte yayılmamıştır; yayıldıkları yerler esas itibariyle emekçi nitelikli kesimler olmuştur. Yahut bu nitelikte olmayan alevi kesimleri, kendilerinden beklenebileceği gibi, olayların frenlenmesi ve kontrol altına alınması yönünde bir rol almışlardır.
. Üçüncüsü eylemlerin İstanbul içinde ve dışında sıçradığı yerlerin ortak özelliği alevilerin yanı sıra Kürdistan’dan göçen ve önemli bir kısmı alevi olmayan yığınların yoğunlaştığı varoşlar olmasıdır.
. Dördüncüsü, ilk saldırının gerçekleştiği Gazi mahallesi de, dayanışma eylemlerinin yayıldığı mahalleler de bir başka özellikleriyle öne çıkmaktadır: Bu mahalleler alevi mahalleleri olmanın yanı sıra devrimcilerin öteden beri etkin ve yoğun olduğu mahalleleridir. Bu mahalleler aynı zamanda faşistlerin polisle işbirliği ve eşgüdüm içinde kuşattığı ve saldırılarını odaklaştırdığı yerler olması bir tesadüf değildir. Gerek Gazi mahallesi, gerekse de en duyarlı tepkilere sahne olan Kağıthane-Alibeyköy-Nurtepe yöresi bir süredir faşist-polis işbirliği içinde kuşatılan, saldırıya uğrayan bölgelerdi.
Mart 95 Ayaklanması’nın «Ardındaki Parmak»
Daha çok reformist kamptaki kimileri de başka olaylarda olduğu gibi bu eylemlerin ardında bir provokasyon aramaktadır. 12-16 Mart eylemlerini tetikleyen kahvehane saldırısını yapanların sinsi amaçları olduğu sır değildir. Ama onların bu olayın ardından gelişen kitle eylemlerini «tahrik etmeyi» değil, bu eylemlere kalkışanları sindirmeyi amaçladıklarını görmek için kahin olmak gerekmez. Yahut bir kargaşa yaratmak istenmiş olsa bile, bu kargaşanın devrimcileri tahrik edip yalıtarak onlara bir darbe indirmek üzere tasarlandığı düşünülebilir. Her halükarda bu plan da boşa çıkmıştır.
Sırf bu apaçık olgular bile, arayışların «olayların ardındaki parmak» üzerinde yoğunlaştırılmasının gereksiz, hatta yanlış olduğunu görmeye ve göstermeye yeter. Bu bakımdan tahlil çabalarını hafiye bakış açısından kurtarmak, burjuva ideologlarının kurduğu tuzaktan kurtulmak gerekir.
Buna karşılık, kahvehane saldırılarının ardından sokağa dökülen yığınlara karışan devrimciler bu yığınları daha da «tahrik» edip yönlendirmeyi başarmışlardır; hatta ilk elde harekete geçmemiş olan başka mahallelerdeki yığınları da «tahrik» edip harekete geçirmeyi de becermişlerdir. Ama gerek düzen güçlerinin, gerekse de sosyalist ve devrimci kesimlerin beklemediği ve kimsenin önceden planlamadığı asıl gelişmeler tam da bu noktadan itibaren olmuştur.
İlk provokasyonun arkasında kimin ve hangi niyetlerin bulunduğu önemli değildir. Önemli olan eylemlerin niteliği içeriği ve açığa çıkardığı imkan ve sorunlar üzerinde yoğunlaşmaktır.