Bu yazı Aralık 2013 Tarihli KöZ Seçim Broşüründen alınmıştır.
AKP ve onu iktidar koltuğuna taşıyan güçlerin iç çatlakları büyümektedir. Bu güçler artık kamuoyu önünde birbirlerinin pisliklerini saçarak kavga etmektedirler. Erdoğan seçim öncesi herkesi memnun etmeye çalışırken kimseyi memnun edemez bir pozisyona savrulmuş durumdadır.
Bir yandan çözüm sürecinden vazgeçmem diyen AKP, aynı zamanda Kürtlere yönelik en ufak bir düzenlemeye cesaret edemez durumdadır. Sadece Kürt meselesinde yahut Gezi’de değil aynı zamanda dershaneler meselesinde de önce rest çekip sonra çark etmek zorunda kalmıştır.
Buna mukabil ve bu durumdan istifade eden TÜSİAD ve ABD cephesi de Erdoğan’ı sıkıştırmak için bugüne kadar yürütmedikleri boyutta bir karalama kampanyası yürütmektedirler. Fakat buna karşılık tutarlı, güven verici bir muhalefet partisi oluşturmayı becerememektedirler. Kısacası hem düzen cephesinde çatlaklar ve gerilimler büyümekte hem de bunları sıvayacak bir aktör ortaya çıkamamaktadır.
Emekçilerin ve Ezilenlerin Cephesindeki Gelişmeler Belirleyici Olacak
Ama bundan daha önemlisi geride bıraktığımız süreçte emekçiler ve ezilenler cephesindeki gelişmelerdir. Kürt hareketi, 2012’nin sonbaharında uzun bir zamandır görülmeyen bir kitlesellikle harekete geçip Erdoğan’ı köşeye sıkıştırmış ve açlık grevleri dalgasının ardından Öcalan’ı muhatap alıp masaya oturmak zorunda bırakmıştır.
Tam AKP “çözüm süreci” kandırmacasıyla değneksiz köyde haramilik etme sevdasındayken, Türkiye tarihinin en büyük hükümet karşıtı ayaklanması patlak vermiştir. Gezi Parkı’ndan tetiklenen bu ayaklanma Erdoğan’ın maskesini düşürmüş, o güne kadar aktif siyaset sahnesinde hesaba katılmayan milyonlara ulaşan bir kitle sokağa çıkmış, polisle çatışmış, politize olurken başka kesimleri de siyasallaştırmıştır. Böylelikle mevcut siyasi aktörlerin hiç birinin tek başına yahut birlikte terkilerine alamadığı bir hareket kendi başına bir dinamik olarak siyaset sahnesine yerleşmiştir.
Bu koşullarda bugün emekçilerin ve ezilenlerin CHP’ye yedeklenmeden bağımsız bir zeminde siyaset yaparak AKP’yi geriletmelerinin koşulları daha önce pek az örnekte görülebildiği ölçüde mevcuttur. Bunun sağlanması da yaşamsal bir önem taşımaktadır. Önümüzdeki dönemde siyaset sahnesinin şekillenmesini belirleyecek olan sadece AKP’nin gerileyip gerilemediği değil, AKP’yi kimin gerilettiği olacaktır. Elbette aksi bir durum hâsıl olduğu takdirde, gerici AKP hükümetinin kimin ve hangi güçlerin sayesinde ayakta kaldığı da aynı ölçüde önemli olacaktır.
Emekçilerin Oylarını Bölmeye Yeltenenler Burjuvazinin Partileridir
O yüzden bugün AKP, CHP ve burjuvazinin oyları bölüyorsunuz kampanyasını boşa çıkaracak tarzda odağında BDP’nin bulunduğu HDP’nin öne çıktığı bir seçim çalışmasıyla geriletilmelidir. Halkların Demokratik Partisinin daha geniş bir emekçiler/ezilenler cephesinin yerini alarak kurulmasından ileri gelen zaaflarının seçim sürecinde aşılması yönünde adımların atılması da hem Halkların Demokratik Partisi bünyesindeki kesimlerin hem de dışında kalan kesimlerin başlıca sorumluluğudur.
Halkların Demokratik Partisinin, Gezi Parkı’ndan başlayan ayaklanmanın şehitlerini anarak ve oradan esinlenerek ODTÜ’de patlak veren hareketin rüzgârını kongre salonuna taşıyarak toplanan olağanüstü kongresinde şekillenen seçimlere yönelik tutumunu tez elden açıklaması gerekir.
Söz konusu olan sadece adayların kimler olacağının açıklanması değil, adayların birbiriyle dalaşan burjuva partilerinin benimsedikleri yöntemden farklı bir yoldan nasıl belirlenebileceğinin ortaya konması gerekir.
Bunun yolunu bulmak için derin araştırmalar yapmaya gerek yoktur. Medeni Yıldırım’ı şehitlerinin arasında sayan, Rojava’ya destek mesajları ve yardım malzemeleri toplayıp göndermekte tereddüt etmeyen ve aynı zamanda hükümete geri adım attıran Gezi Ayaklanması’nın yarattığı kurumlar ortadadır.
Seçimlerde adayların belirlenmesi ve sorgulanması için bugün nispeten zayıflamış da olsa varlığını sürdüren bu odakların harekete geçirilmesi ve yayılması mümkün ve gereklidir.
Her ne kadar önderlik boşluğundan yararlanarak bu hareketi kendi yedeğine almak isteyen CHP bu alanda ön almak istese de parti yapısı ön seçimlere bile müsaade etmeyen bu köhne bürokratik aygıtın geniş halk toplantılarından aday belirlemesini ve buradan belirlenen adayları öne çıkarmasını hayal etmek bile abestir.
Nitekim şimdiden görülmektedir ki CHP tabiatına uygun olarak daha çok kapalı devre yürütülen kirli pazarlıklarla seçim manevraları tasarlamaktadır. AKP’nin ise kendisine karşı en büyük başkaldırıyı temsil eden bu tarafa yanaşmasına imkân yoktur.
Emekçilerin ve Ezilenlerin Adayları Forumlardan ve En geniş Halk Toplantılarından Çıkmalı Aynı Yerlere Hesap Vermelidir
O halde önümüzdeki seçimlerin AKP/”Cemaat”/CHP arasındaki danışıklı dövüşün damgasını taşımadan sonuçlanmasının yolu bellidir. Yerel seçimlerde dar çıkarlar kirli pazarlıklar sonucunda belirlenecek adaylara değil geniş halk toplantılarına başvurarak adaylığını tescil ettirmeye cesaret eden adayların desteklenmesi yolu seçilmelidir.
Bu toplantılar aynı zamanda AKP’nin zaten “Cemaat”le dalaşı ile bir bir ortaya saçılan pisliklerinin teşhir edildiği ve AKP’ye aldanma ihtimali olanların gözünün açıldığı forumlar olacaktır. Ama aynı zamanda onun yedek lastiği CHP’yle ayrımların altının çizildiği “çok dilli belediyecilik”, “kentsel dönüşüm” kisvesi altındaki emekçi düş manlığı vb. temaların öne çıkarıldığı kampanyaları ifade etmelidir.
Hiç kuşkusuz önümüzdeki günlerde gündemin baş köşesinde olacağı anlaşılan AKP/“Cemaat” çatışmasında CHP’nin asla yeltenemeyeceği biçimde “Cemaat” denen odağın ne olduğunun ortaya konması da başlı başına bir ajitasyon konusu olmalıdır.
Eğer bu süreçte emekçiler ve ezilenlerden yana olma iddiasındaki akımlar kâh yer yer CHP’ye yanaşıp ona yol vererek kâh CHP’ye karşı AKP’nin aldatmacalarına prim vererek sürecin pasif aktörleri olurlarsa o zaman AKP’nin artık önlenemez gidişi efendilerinin istediği yoldan ve CHP’ye yol vererek olacaktır.
Oysa AKP’ye kanmadan CHP’ye yol vermeden seçimlerde emekçilerin ve ezilenlerin çıkarlarını savunmanın koşulları müstesna biçimde mevcuttur. Bu şartlarda güya seçimleri boykot ederek bu sürecin dışında kalmak sürmekte olan dalaşın sermayenin istek ve ihtiyaçları doğrultusundaki gelişmelere pasif bir destek olmaktan öte gitmeyecektir.
Aksine seçimlerde sermayenin sunduğu seçenekleri aktif olarak boykot etmenin yolu bellidir. Birbiriyle danışıklı dövüş içindeki “burjuva partilerine oy yok” dedikten sonra halk toplantılarında forumlarda belirlenen ve orada hesap vermeyi kabul eden adaylara destek vermek üzere aktif bir seçim kampanyası yürütmek sermayenin seçim oyununu boykot etmenin en doğru ve etkili yolu olacaktır.
Adayların halk toplantılarında, forumlarda belirlenmesi, bu toplantıların taleplerinin sözcüsü olması ve yine bu zeminlerde emekçilere hesap vermeyi taahhüt etmesi elbette devrimci güçlerin şu ya da bu konjonktürden bağımsız olarak her zaman için savunması gereken bir ilkedir.
İşçilerin ve ezilenlerin kurtarıcılara bel bağlamadan kendi kendisini yönetmeyi öğrenmesinin mümkün ve zorunlu olduğunu savunanlar elbette seçimlerde adayların kitlelere kapalı toplantılarda değil tüm emekçilerin katılımına açık toplantılarda belirlenmesini savunmalıdır.
Emekçilerin bu türden toplantılara ilgi göstermeyeceğini söylemek kitlelere olan güvensizliğin ifadesi olarak kabul edilmeli. Bu türden toplantılarda bir kargaşanın ortaya çıkacağını savunmak ise devrimci güçlerin kendi denetimlerinin dışındaki kitlelere siyaset taşıma sorumluluğundan kaçması olarak değerlendirilmelidir.
Adayların Forumlardan Belirlenmesi Gezi Ayaklanmasının Seçimlere Damga Vurmasını Sağlar
İçinden geçtiğimiz dönemde forumlar vurgusunun ayrı bir önemi vardır. Zira 2013’e damgasını vuran Gezi Ayaklanması’nın en önemli kazanımlarından birisi de bu ayaklanma sırasında ortaya çıkmış forumlardır. Aynı nedenden ötürü forumlar ve halk toplantıları dendiğinde ilk akla gelen şey de Gezi Ayaklanması olmaktadır.
Tam da bu yüzden Gezi’yi CHP’ye teslim etmek istemeyenler, kimin Gezi’yi savunduğunu kimin istismar etmek istediğini göstermek için bu forumlara dikkat çekmeli ancak adayları Gezi’de ortaya çıkmış forumlarda toplamayı savunanların Gezi’deki mücadelenin takipçisi olabileceğini savunmalıdır.
İkincisi, yaşadığımız coğrafyada 2011 seçimlerinden sonra başta BDP olmak üzere bir dizi sol akım bugün Halkların Demokratik Kongre’si adıyla bildiğimiz bir projeyi hayata geçirmişlerdir. Halkların Demokratik Kongresi kendisini tanımlarken kullandığı iddialardan biri de kendisinin emekçilerin bağrında filizlenen, emekçilere kimi görüşleri dayatmayı değil, emekçilerin sesinin duyurmayı hedefleyen bir zemin olduğuydu.
Tam da bu iddiayla Halkların Demokratik Kongresi, tüm demokratik güçleri kendi bünyesine davet ediyordu. Bugün de aynı iddiasından geri adım atmış değildir. Bununla birlikte Gezi Ayaklanması ile ortaya çıkan forumlar gerek kitlesellik gerekse de siyasallık bakımından Halkların Demokratik Kongresinin oluşturmaya çalıştığı yerel meclis ve kongreleri fersah fersah aşmıştır.
Bu bakımdan yerel seçimlerde adayları Gezi’de ortaya çıkmış forumları tekrardan aktifleştirerek belirlemek diğer akımlardan önce HDK/HDP içindeki bileşenlerin savunması gereken bir tutum olsa gerekir.
Doğrusu Halkların Demokratik Partisinin “kepçenin önüne dikilen adamı aday gösteriyoruz” diyerek ilan ettiği Sırrı Süreyya Önder’in adaylığı bu bağlamda Gezi Parkı’ndan başlayan ayaklanma ile AKP’yi sandıkta geriletme potansiyeline sahip tek parti olduğu bugüne kadar belli olmuş olan BDP arasında köprü kurulmasına elverişli bir çözümdür.
Bu aynı zamanda CHP’ye yol vermeden ve şovenizme vura vura AKP’nin aldatmacalarını ifşa etmeye en elverişli yoldur. Sırrı Süreyya Önder’in İstanbul Büyükşehir adayı olmasına bakıp, onun etrafındaki kampanyanın sadece İstanbul Büyükşehir seçimleriyle ilgili olduğunu sanmak yanılgı olur. Zira İstanbul seçimleri tüm Türkiye’deki seçimlerin kaderini belirlemeye kadir olmasa da AKP’nin kaderinin tayin olacağı ve CHP’ye yol vermeden bunun yapılabileceği bir seçim alanı olacaktır.
Bu bakımdan emekçilerden ve ezilenlerden yana olma iddiasındaki tüm kesimlerin Mart 2014 seçimlerinde dar pazarlıkların labirentlerinde şekillenen küçük hesaplar yapmak yerine, İstanbul Büyükşehir belediye seçimlerinde AKP’nin takkesini düşürüp CHP’nin önünün kesilmesi için en elverişli fırsat olan bu fırsatı değerlendirmesi önem taşımaktadır.
Sırrı Süreyya Önder’in adaylığının herhangi bir forumdan değil Halkların Demokratik Partisi tarafından ilan edilmiş olması kimseyi yanıltmamalıdır. Gezi Parkı’nda tetiklenen ayaklanmada tetikleyici bir rol oynadığı aşikâr olan Önder, besbelli ki bu hareketi temsil etmeye en müsait adaylardandır ve aynı zamanda yer yer sönümlenmeye başlayan forumları yeniden harekete geçirilmesine uygun bir adaydır.
Bu itibarla onun etrafında şekillenen bir seçim kampanyası İstanbul’daki bütün forumları ve yerel meclisleri hareketlendirebileceği gibi, Gezi Ayaklanması sırasında olduğu gibi başka alanlara ve illere de bu dinamizmi taşıma potansiyeline sahip olacaktır.
KöZ’ün arkasındaki komünistler seçimlere bu bakış açısıyla “AKP’ye Kanma Yedek Lastiği CHP’ye Yol Verme” şiarını kılavuz ederek hazırlanmaktadır.
Bugün söylem düzeyinde bu iddiaya açıktan itiraz eden akımların sayısı pek azdır. Ancak bugün mühim olan yerel seçimlere bu iddianın gereklerini yerine getirerek ortak bir şekilde hazırlanmaktır. Tam da bu yüzden KöZ emekten ve ezilenlerden yana olan tüm akımları Gezi’nin ve Rojava’nın rüzgârından beslenerek AKP ve CHP’nin karşısına çıkmak için yerel seçimlere forumlarda, halk toplantılarında belirlenen aday ve taleplerle katılmaya çağırmaktadır.
Bu çağrı aynı zamanda demokratik haklar ve özgürlük mücadelesine müdahale etme, sınıf mücadelesini büyütme çağrısıdır