Bu yazı Komünist KöZ gazetesinin 2013 Ağustos sayısında yayımlanmıştır.
KöZ, 2013 1 Mayısı’na “AKP’ye Kanma CHP’ye Yol Verme!” şiarıyla girmişti. Gezi Parkı’ndan tetiklenen hareketi yerel seçimlere doğru birleşik bir hükümet karşıtı muhalefete çevirmenin yolunun da “AKP’ye Kanma CHP’ye Yol Verme” şiarından geçtiğini savunuyor. KöZ’ün bu şiarı dillendirmesi elbette yeni değildi; AKP’nin hızla kan kaybetmeye başladığı 2011 seçimlerinden itibaren KöZ birleşik bir muhalefet örmenin CHP’ye yedeklenmeyen AKP karşıtı bir harekete bağlı olduğunu belirtiyordu. Mayıs ayının sonunda patlak veren Gezi Ayaklanması ile bu şiarın gerçekleşmesini mümkün kılan bir zemin güçlenerek Türkiye’nin belli başlı merkezlerine yayıldı. Gezi Ayaklanması, daha önce KöZ sayfalarında dillendirildiği gibi, AKP karşıtı bir hareketin kaçınılmaz olarak CHP ve onun etrafındaki ulusalcı ve şovenist kanada teslim olmasının şart olmadığını, aynı zamanda CHP’den uzak durmanın da illa AKP’yi güçlendirmeyeceğini somut bir şekilde gösterdi. Gerek “Haziran günleri” adıyla anılan park işgalleri sırasında gerek parkların boşaltılıp hareketin forumlara yayıldığı ve devam eden süreçte, AKP’ye karşı ama aynı zamanda CHP’ye de geçit vermeyen bir tutumun somut imkânları ayyuka çıktı.
Aktörlerinin çoğunluğu daha önceden apolitik, siyasete ilgisiz bir kuşak sayıldığı için beklenmedik bir şekilde patlak veren ve kitleselleşen bu hareket, AKP’nin maskesini düşüren, CHP’ye de yol vermeyen bir tutumun mümkün olabileceğini gösterdi. Aynı zamanda, ideolojik ayrımları gölgede bırakarak ortak bir politik zeminde bir araya gelmenin maddi bir temeli olduğunu kanıtladı.
Gezi Parkı’ndan yükselen hareket, AKP’nin kimseyi kandırabilecek bir çapı olmadığını, üzerine yeni bir demokrasi maskesi takıp kitleleri kandırmasının artık o kadar da mümkün olmadığını ortaya çıkardı. AKP’ye ideolojik olarak bağlı olan İslami kesimlerin bile AKP’nin niyetleri ve amaçlarına yönelik endişeleri bu süreçte arttı. AKP’nin ayaklanmayı büyüterek kontrol altına almayı becerememesiyle bugüne kadar ve belki de hala AKP’nin demokratlığı hakkında yanılsamalara sahip insanların tereddütleri ve kuşkuları arttı.
AKP’nin gerileyişi berrak bir şekilde görünse de CHP’nin durumu böylesi bir netliğe sahip değil. Gezi Parkı’ndaki hareket, bütün çabalara ve BDP’nin de hareket içindeki sınırlı desteğine rağmen, Ergenekon davası sırasında “Gezi Parkı’nın Silivri’ye taşınma” çağrılarının karşılıksız kalmasından görüldüğü üzere, CHP’ye topyekûn bir şekilde itibar etmediğini gösterdi. Öte yandan, Gezi Parkı’ndan yükselen hareket CHP’nin tek başına üstlenemediği bir ana muhalefet görüntüsünü oynamasına da vesile oldu. Bu dönemeçten itibaren CHP’nin umutsuz, geleceksiz, sünepe havasını kırdığı; hatta yer yer sokağa da taşınacak bir muhalefet çizgine geldiği görülmüştür. Bu bakımdan, CHP’ye yol veren bir zeminin açıldığını söylemek yanlış olmaz. BDP’nin ağırlık merkezinde durduğu emekçilerin ve ezilenlerin birleşik hareketi ana muhalefet rolünü üstlenmedikçe de CHP’nin yol almasına elverişli bu zemin var olmaya devam edecektir.
Cumhuriyet Mitinglerini ve Ergenekon davalarını takip eden politizasyon esnasında bile, CHP’nin kitleleri harekete geçirebildiği bir dinamik söz konusu olmamıştı. Burjuvazi içerisindeki dalaşın sürdüğü bu süreçte, böyle bir hareketin gelişmemesinin sebebi esasen sermayenin farklı kesimleri arasındaki çekişmede tarafların kitleleri sokağa dökmeden kendi aralarındaki kavgalarını yürütebileceklerini düşünmeleri olmuştu. Şimdi ise, CHP’nin çok fazla tereddüt etmeden yan yana geldiği, sokağa çıkarmaktan tereddüt etmeyeceği bir kitle CHP’nin önüne çıkmış oldu. Yerel seçimlerin az çok böyle bir iklimde, CHP’nin kitle hareketine uzak kalmayacağı bir iklimde geçeceğini şimdiden kestirmek mümkündür.
Gezi Parkı’nda mütevazı bir eylemle başlayan hareketin ülke çapına yayılan bir ayaklanmaya dönüşmesinde esasen AKP’nin rolü olduğu, hareketin kitleselleşmesiyle AKP’nin hesaplarının tersine döndüğünü KöZ sayfalarında daha önce ifade etmiştik. AKP, çözüm sürecine ve daha önce kitleleri sokağa döken yegâne odak olan BDP’nin az çok hareketsizleşmesine güvenerek, bu arı kovanına çomak sokmaya, bu sokak çatışmasını tetiklemeye çalışmıştır. Nihayetinde de pişman olmuştur. Zira, BDP bilinen görüntüsüyle ve kitlesiyle orada olmasa da, başından itibaren milletvekilleri ve park işgali esnasında milletvekillerinin parkta yaptığı basın açıklamasıyla harekete dâhil olmuştur. AKP’nin şiddeti adım adım yükseltmesinin arkasında yatan da bu olmuştur. İkincisi, Rojava’daki gelişmelerin yarattığı etkiyle BDP’nin siyasette büsbütün devre dışı ve hareketsiz kalmayacağının ortaya çıkması da AKP için bu olayın tuzu biberi olmuştur.
Bu dönemeçten itibaren AKP’ye kanan hiçbir kesimin kalmadığı, bu hareketin de kendiliğinden CHP’ye yol vermeyeceği bellidir. Burada asıl problem BDP’nin destek vermekle sınırlı kalan tutumu değil, bu gerici hükümete karşı bir muhalefet odağının nasıl örüleceğidir. Elbette, BDP’nin kendi elini güçlendirip AKP’yi sıkıştırırken, esas oynaması gereken muhalefet rolünü de oynamayarak CHP’ye yol verilmesine kapı araladığı doğrudur. CHP’nin böyle bir muhalefet rolünü üzerine alma niyeti olmadığı halde, AKP’nin bu kadar zayıf olduğunun ortaya çıkması, bu muhalefet boşluğunu doldurma gereğinin ne kadar ivedi olduğunu göstermiştir. CHP’nin de gözünü diktiği ve giderek genişleyen muhalefet boşluğu, tam da budur. CHP’nin bu boşluğu doldurmak için hazırlandığının en birinci göstergesi de CHP’nin iç çekişmelerinin, gerilimlerinin az çok susturulması ya da siyasi gündemlerin arka planına atılmasıdır. Kendi imkânlarıyla olmasa bile muhalefet rolünü oynamaya talip, kitlelere ve sokağa müracaat etmekten çekinmeyen bir CHP, yerel seçimlere yaklaşırken AKP’nin karşısına dikilecektir.
Bu esnada gerileyen AKP de bu gerileyişin önünü kesmek için atacağı adımların Kürtleri kendine yedeklemekle sonuçlanmayacağının farkındadır. Bu yüzden de Gezi Parkı’ndan yükselerek büyüyen kitlesel muhalefeti büyütecek tarzda eski tabanına, güya liberal maskesiyle terkettiği İslamcı tabana daha fazla hitap eden, buradan kurtuluşu arayan bir pozisyona düşmektedir. AKP ne MHP tabanına yanaşabilmiştir ne de Kürtleri istediği gibi kendisine yedekleyebilmiştir. Kala kala bu eski tabanına muhtaç kalmıştır. CHP’nin önünü açan ve açmaya devam eden faktörlerden biri de budur. Hamile kadınların sokağa çıkmasından içki yasaklarına kadar AKP’nin CHP’yi güçlendiren bu müdahalelerinin de daha da artması ihtimal dâhilindedir. Hele AKP belli merkezlerde sahip olduğu pozisyonu yitirme tehlikesini gördükçe bu konuda daha saldırgan ve pervasız olacaktır. Bunu yaptıkça da CHP’nin bu istikamette bir muhalefet rolü oynaması mümkün olacaktır.
Seçimlere giden bu iklimde CHP’nin önünü kesecek ve AKP’nin gerilemesini hızlandıracak yegâne faktör hala BDP’nin odağında yer alacağı bir birleşik kitle hareketidir. Hazirandan beri bu hareketin önemli bir bileşeninin de Gezi Parkı’ndan başlayıp forumlarla devam eden hareket olacağı da unutulmamalıdır.
BDP, seçim kampanyalarının başlayacağı döneme, Eylül-Ekim aylarına kadar, AKP’ye bir mühlet verdiğini ifade etmiş, AKP’ye “adımlarını atmazsan, sürpriz paketlerini açıklamazsan bu sürece inanmıyoruz” mesajı vermiştir. Bu süreç boyunca AKP’nin sürpriz paket vaatleriyle BDP ve Kürtleri etkisiz hale getireceğine inananlar az değildir. Fakat bu süreç, ne AKP’nin niyetleriyle ne de BDP’nin kanma kusuruyla şekillenmeyecektir. İşin içinde başka faktörler söz konusudur. Bunların başında da Rojava ve AKP’nin Rojava’da oynadığı rol gelmektedir.
Rojava’daki gelişmeler, BDP bir muhalefet odağı olmak için sorumluluk alma konusunda öne çıkmasa bile, AKP ile siyasi bir ateşkes yapmasının mümkün olmadığı bir iklim yaratan bir faktördür. CHP, pupa yelken yol alsa bile Rojava konusunda suskun kalmaya devam edecektir; Rojava’daki Kürtlerin katledilmesine karşı CHP’nin adım atmayacağı besbellidir. Halbuki, AKP’ye karşı gerçek bir muhalefetten beklenen de tam da AKP’nin Rojava’daki oyunlarının açığa çıkarılması olacaktır. CHP bu süreçte, bu sebeple topal ayak yürümek zorundadır. Beri yandan AKP “bir takım paketlerim var” derken oradaki çeteleri desteklemekte ve desteklemek zorundadır. Bu itibarla da Kürtlerin “AKP’ye kanma” oyununa düşmesini engelleyecek en önemli faktör, seçimlere giden süreçte yakıcılığını koruyacak bizatihi oradaki durumdur.
Bugün Gezi Hareketi’nin devamını temsil eden forumlarda, öncesinde Lice’de Medeni Yıldırım’ın öldürülmesi ile Gezi ile Lice arasında bir köprü kurma eğilimi kendisini göstermişti. Şu anda somut ve istenen düzeyde ve her yerde olmasa bile, en azından Rojava’ya karşı şoven bir hareketin forumlardan yükseldiğini söylemek mümkün değildir. Herhangi bir forumda “kahrolsun Kürtler ve Rojava” diyen bir hareket çıkmamaktadır. Aksine, İstanbul’un belli başlı merkezi forumlarında, Abbasağa’da, Yoğurtçu’da, Maçka’da, Şişli’de, Göztepe’de Rojava için yardım çağrıları yüksetilmekte, yardımların toplanması için parklarda masalar kurulmaktadır.
Elbette, forumlardan yükselen dayanışma çağrılarının bir nedeni de Rojava’ya saldıranların arkasında AKP’nin ta kendisi olmasıdır. Şoven unsurların bile dilinin tutulduğu bu durumda, forumlardan Rojava’ya dayanışma çağrıları yükseltilmesi bu yüzden şaşırtıcı değildir.
Önümüzdeki süreç, BDP’nin ana muhalefet sorumluluğunu üstlenmemesine rağmen, bu çizginin sürdürülmesinde müsaittir. Fakat bu ana muhalefet rolünü oynamasını BDP’den beklemek, BDP’yi dışarıdan zorlayarak bu rolü üstlenmesini sağlamak mümkün değildir. BDP bu rolü üstlenmesinin, müzakere süreci ve masayı tekmelemek istememesiyle açılanmaktadır. Halbuki, Rojava’daki gelişmelerin de BDP’nin manevralarını belirlediği sıklıkla gözden kaçmaktadır. Rojava, Türkiye solunun ağırlıklı olarak bulunduğu noktadan bakınca sadece AKP ile Kürtler arasında olan bir mesele gibi görünebilir. Halbuki, bir tarafta Esad ile, çetelerle çatışmalar, öbür tarafta Güney Kürdistan söz konusudur. Sadece TV yayınlarının sürekliliğini sağlamak için bile birkaç tane Avrupa devleti ile ayrı ayrı ilişki içinde olmak zorundadır. PKK, bu karmaşık uluslararası durum içerisinde kendisine göre bir vaziyet alma durumundadırlar. Uluslararası dinamiklere karşı pozisyon almak durumunda olan PKK, sadece AKP hükümetine yönelik, onun adımlarına karşı bir politika izleyemez. Bu da elbette PKK’nin attığı adımların ker koşulda doğru olacağı anlamına gelmez. Çok karmaşık hesapları gözeterek adım atmak durumundadır, BDP ve PKK. Bu nedenle, sırf ağır aksak süren müzakere süreci yüzünden değil, Rojava’daki gelişmelerin etkisiyle de, “AKP’ye Kanma, CHP’ye Yol Verme” vurgusunu somutlayacak temel aktörü BDP olarak kurgulamak doğru değildir.
Tam tersine, bugün bu görev BDP’nin önceki kitlesel eylemliliklerine yakın bir biçimde dinamizmini ve kapsamını sürdüren Gezi hareketi ve forumların omzuna yüklenmelidir.
Önümüzdeki yerel seçimlerde Kürdistan’daki seçimler ile Türkiye metropolleri arasında önemli ayrımlar olacağını kestirmek zor değildir. BDP açısından yeni belediyeleri almaktan çekinmek, söz konusu olmayacaktır; Kürdistan’da AKP’nin önü zaten kapalıdır. Metropollerde ise CHP, bazı yerlerde AKP’yi geriletecek derecede güç kazanmaktadır.
Fakat müzakere süreci ve Rojava gündemleri söz konusu olduğundan, metropollerde AKP’yi geriletecek böyle bir hareketin başını tek başına BDP’nin çekmesi olanaklı değildir. Böyle bir hareketin muhatabı, bu forumlar ve Gezi hareketi olmalıdır. Bunun zemini de mevcuttur. Beri yandan CHP, bu hareketi kendi yedeğine almak üzere adaylarını buraya yöneltmek zorunda kalacaktır. Bu sloganın da asıl muhatabı işte forum zeminidir: “AKP’ye Kanma CHP’ye Yol Verme” şiarının forumlar aracılığıyla adayların belirlenmesi sürecinde somutlanacağı aşikârdır.
Bunun elbette soyut bir propagandadan ziyade, somut imkân ve araçlarla tarif edilmesinde fayda vardır. Muhtelif demokrasi vaatlerine şu ya da bu talebin demokratik kıstaslara uygun olduğuna, içeriğine bakarak kanaat getirerek karar vermek doğru değildir. Burada taleplerin ve vaatlerin içeriğinden ziyade, bu talepler ve vaatlerin nerede ve nasıl formüle edildiği, bu sürecin “demokratik” olup olmadığını belirleyecektir. Adayların belirlenmesinde demokratik bir tutum benimsenmesinin konuşulduğu koşullarda, bu adayların belirlenmesinin 12 Eylül Anayasası’na göre olmayacağı aşikârdır. Bu nedenle, bu anayasaya göre belirlenen adayların vaatlerin hangilerinin demokratik olup olmayacağını tartışmaktan ziyade, alternatif bir aday belirleme sürecinin gerçek anlamda bir ön seçim mekanizmasının ortaya konmasının mümkün olduğunu göstermek şarttır. Önceki yerel seçimlerde, kimi mahallelerde muhtar seçimlerinde, halk toplantılarında sınırlı bir şekilde bunu dile getirmek mümkün olmuşsa da, bugün bu alan oldukça genişlemiştir.
Yerel seçimlerde özellikle belli başlı büyük kentlerde belediye başkan adaylarının, meclis adaylarının bir biçimde forumlar ve parklardan yola çıkacağını varsaymak doğru olur. Bu adaylar, böylesi kitleselliğe sahip bir hareketin desteğine mecburdurlar. Aynı zamanda, adayların forumlar aracılığıyla belirlenmesi talebi de forumlar ve parklardan yükseltilmelidir. “Kim bizi muhatap alıyorsa, onlar bizim adayımız olabilir” fikrini buralardan yükseltmek, önceki seçimlere nazaran daha fazla mümkün ve anlamlı hale gelmiştir. Şimdiden bu fikrin planlı ve organize biçimde forumlarda dile getirilmesini sağlamak gerekir. AKP, CHP ve onların destekçi ve kuyrukçularından önce bu alanlarda bu hareketin burjuvazinin terkisine takılmaması için hazırlıklı bir propaganda faaliyetine başlamak gerekir.
Genellikle doğrudan bağlantılı bir konu gibi düşünülmese de bu süreçte Rojava’daki gelişmelerin başlı başlına bir önemi vardır. Rojava ile forumlarda ulusalcılarla, şovenlerle ayrım çizgisinin çekilmesi mümkün olmuştur. BDP, destek ve dayanışma kampanyalarını ayrı bir şekilde yürütse de o kampanyalara geniş bir katılımı, forumlar ve parklardan çıkarmayı sağlamak başlı başlınca önem taşımaktadır. Bu, hem şovenlerle ayrım çizgisini çizmeyi ve CHP’nin önünü kesmeyi hem de BDP’nin ve Kürtlerin bu hareketlere, forumlara ilgisini artırmasını mümkün kılacaktır. Yerel seçimler yaklaşırken BDP’nin bu forumlara yönelik tutumunu da belirleyecektir.
Demokratik özerklik, yerel yönetimler, adem-i merkeziyetçiliğe dair bugüne kadar görece muğlak olan kavramları, Rojava deneyimi başka bir biçimde doldurmuştur. Bugün bu kavramların somutlaştığı bir somut örnek söz konusudur. Bu güne kadar bu kavramlardan AB kriterlerine uygun yönetim modellerini anlaşılmaktaydı. Rojava’daki gelişmelerden itibaren yerel yönetimlerin özerkliği kavramı AB kriterelerine göre sınırlanamaz. BDP, bu alanı açmak, AKP’nin pazarlık alanı dışına taşan bir pozisyon almak zorunda kalacaktır.
Önümüzdeki yerel seçimler her zamankinden daha politik bir iklimde geçecektir. Emekçilerin AKP’den kurtulmasına yarayacak herhangi bir adım, muhakkak teşvik edilmeli ve istismar edilmelidir. CHP’nin yol almasına engel olmak için Rojava dinamiği ile pekişen “hükümet adım at” kampanyalarıyla süren hareketin AKP karşıtı hareket ile buluşturulması gerekir. Bu yöndeki bütün adımlar teşvik edilmelidir. Yerel seçimlerden AKP’nin işinin bittiği bir dönemece geçilmesinin yegâne koşulu da budur. Demokratik haklar mücadelesinde çıkarı olan herkesin de AKP’yi zayıflatacak bu birleşik mücadeleden çıkarı vardır. “AKP giderse yerine kim gelecek?” sorusu git gide pişman olan “yetmez ama evet”çilerin sorusu olabilir. AKP’nin yerine kimin geleceği muhalefet rolünü üstlenmek zorunda olanların değil burjuva diktatörlüğüne hükümet aramak zorunda olanların sorunudur. Bizim sorunumuz ise kim gelirse gelsin biz aynı doğrultuda yürümeye devam etme kararlılığını korumak olsa gerektir.
KöZ bu istikamette hareket edenlerle temas edecek, yüzünü bu istikamete çeviren devrimci hareketin muhtelif unsurlarına müdahale etmek üzere yerel seçimlerden yararlanacaktır.