Bu yazı Ekim 2002 Proleter Devrimci KöZ’ün 2.sayısında yayımlanmıştır.
11 Eylül 1973 günü sabah saatlerinde, Şili’de başkanlık sarayının tanklarla sarıldığının, çeşitli yerlerde çatışmaların meydana geldiğinin haberini alanlar, fabrikalarında, evlerde, bulundukları yerlerde radyolarını açtıklarında emekçi yığınların barışçıl yoldan bir kurtuluş umudu olarak başkanlık koltuğuna oturan ve tüm dünyada da reformistlerin umudu haline gelen Allende’nin heyecanlı ve dostça vedasına tanık oldular:
“…. ülkemin işçileri, Şili’ye ve kaderine güven besliyorum. Hainlerin kendilerini kabul ettirmek istedikleri bu karanlık ve kötü anlarda, er ya da geç yeni bir toplum kurmaya layık insanlar için geniş caddelerin yeniden açılacağını bilmelisiniz.
Yaşasın Şili! Yaşasın halk! Yaşasın işçiler! Benim son sözlerim bunlar ve ben kendi kendimi boşu boşuna feda etmediğime inanıyorum. Alçaklığı, vefasızlığı ve hainliği mahkum edecekler için ölümümün bir ahlak dersi olacağına eminim….”
Bu sonu beklemiyor değildi Allende; hatta “üstümde pijamayla kimse beni kaçmaya zorlayamaz. Herhangi bir elçilikten de sığınma hakkı istemeyeceğim” diyordu. Allende istediği gibi, elinde silahıyla çatışarak öldü.
Bu anlamda Allende örneği içinden geçtiğimiz, bir çok manevi değerin ayaklar altına alındığı yenilgi ve gericilik koşullarında, sadece devrime değil işçi sınıfına ve mücadelesine de veda ederek, “önce silahlar sussun!” çağrısını öne çıkararak liberalizm saflarına doğru koşar adım ilerleyen günümüzün reformistleri için bir ahlak dersi oluşturduğu kesindir.
Bu Allende örneği, dünya çapında reformist akımlar için başlı başına bir örnek olarak ele alınmış ve sosyalizme barışçıl geçiş hayallerinin yayılmasında önemli bir etken olmuştu. Ama Şili’de Unitad Popular (Halkın Birliği) hükümetinin devrilmesinden reformistlerin büyük bir çoğunluğunun çıkardığı ders, sosyalizme parlamenter yollardan geçiş hayallerinden vazgeçme yönünde olmadı; sosyalizm hedefinin kendisinden vazgeçmek oldu.
Başkalarının Şili deneyiminden hangi dersleri çıkardıkları ilginç bir konu olsa da, komünistlerin öncelikli işi bu değildir. Asıl önemli olan, Allende’nin yükselişi ve düşüşü sürecinde devrimcilerin nasıl bir rol oynadığı ve reformist hayallerin yayılmasına ne ölçüde katkıda bulunduklarıdır.
11 Eylül günü sadece Allende’nin ölümüyle anılacak bir gün değil. Allendeyi ve Halkın Birliği cephesini hükümete taşıyan işçi yığınlarının mücadele sürecinde de önemli bir dönemeç olmuştur.
‘Demokratik Güvenceler’den Darbeye
Salvador Allende Gossens 26 Temmuz 1908’de Valparaiso’da doğdu. Tıp öğrenimi gördü. Öğrencilik dönemi General Carlos Ibanes yönetimindeki askeri diktatörlük altında geçti. Bu dönemde defalarca Ibanez diktatörlüğüne muhalefetten tutuklandı. 1933 yılında Şili Sosyalist Partisi’nin kurucularından biri oldu. 1937 yılında Şili Millet Meclisi’ne girdi. 1939 yılında sağlık bakanı oldu. 1945 yılında Senatoya girdi. Allende Şili başkanı seçilmeden önce üç kez başkanlığa aday oldu; üçünde de kaybetti. Seçimlere aday olarak katıldığı 1952 yılında kendisini aday gösteren Sosyalist Parti’den uzaklaştırıldı. Gerekçe yasadışı Şili Komünist Partisi’ni desteklemesiydi. 1958 ve 1964 yılındaki seçimlerde ise Sosyalist Parti ve artık “yasallaşmış” Komünist Partisi’nin ortak adayı olarak katıldı.
Bütün Latin Amerika’yı etkisi altına alan Küba devrimi Allende’yi en çok etkileyen olaylardan biriydi. Giderek Castro’ya yakınlaştı. 1970 başkanlık seçimleri öncesinde toprak reformunun yapılması, bakır madenlerinin ve sanayinin millileştirilmesi, sağlık hizmetlerinin yeniden düzenlenip yaygınlaştırılması, eğitim reformu gibi hedeflerde anlaşan Komünist Parti, Sosyalist Parti, Radikal parti, Birleşik Halk Eylemi, Bağımsız Halk eylemi biraraya gelerek Unidad Popular’ı oluşturdular ve başkanlığa Allende’yi aday gösterdiler. 4 Eylül 1970’de gerçekleşen seçimlerde cephe %36.3 oy aldı. Sonunda Şili; Hristiyan Demokratlar’a başkanlık yetkilerini sınırlamak ve anayasının 10. maddesinde değişiklikler yapmak konusunda “demokratik güvenceler” vermek kaydıyla, kendisini marksist olarak tanımlayan bir başkana ve Unidad Popular hükümetine sahip oldu.
Aslında emperyalistler ve Şili burjuvazi Allende karşısındaki tutumlarını baştan açıkça ortaya koymuşlardı. Bu tutumun ne olduğu 1958-64 döneminde başkanlık yapmış ve 1970 seçimlerinde Ulusal Parti’nin desteğini alarak bağımsız adaylığını koyan Jorge Alessandri açıkça dile getiriyordu: “Solun amacına ulaşacağını düşünmüyorum çünkü Şili’nin örgütlü halk güçleri ve Carabineros (askeri polis) kriminal doktrinlerin kazanmasına izin vermeyecektir. Vatansever hisleriyle harekete geçerek, hatta özgürlüklerimizden fedakarlıkta bulunma pahasına bizi kurtaracaklardır.”
Seçimi kazandıktan sonra da Allende’nin işi kolaylaşmadı. Aksine daha başkan seçilmeden birinci darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Seçim ertesinde mecliste Allende’nin başkanlığının oylanmasından bir gün önce Şili Genelkurmay Başkanı General Rene Schneider Chereau kaçırıldı. Kaçıranlar ABD’den destek alan Allende karşıtı gruplardı. Allende yanlısı görülen generali kaçırarak Allende’nin seçilmesini engellemek istiyorlardı. Kaçırılan generalin neden Allende yanlısı olduğu ise kendisinin seçim sonrası verdiği demeçte açığa çıkıyordu: “Silahlı Kuvvetler değişiklikleri durduramaz. Şililerin önemli bir bölümü hayatlarını değiştireceklerine inandıkları bir zaferi başkalarına kaptırmaya niyetleri yok… Allende bize anayasanın ve hukukun çerçevesinde kalacağına dair teminat verdi. Kendisinin bana şahsen söylediği bir şeye katılıyorum: Şu anda Bay Allende’ninki gibi bir hükümet yıkıcı bir halk ayaklanmasını durdurmamızın tek yolu…”
Anlaşılan burjuvazinin bir kanadı ayaklanmayı durdurmak için Allendeye gerek olmadığına inanıyordu. Kaçırılan General’in öldürüldü ama generali kaçıranlar 26 Ekim’de Allende’nin kongrede 35’e karşı 15 oyla başka seçilmesini engelleyemedi.
Allende’nin Ulusal Stadyum’da yaptığı göreve başlama konuşması (5 Kasım 1970), onun seçim sonuçlarından hareketle burjuva devlet ve onun yıkılmasına ilişkin bakışındaki çarpıklıkları sergiliyordu.
“… ‘Devlet’ kelimesinin itimatsızlık uyandıracağını biliyorum. Bu kelime çok zaman kötü amaçlara alet edilmiş ve birçok durumda başka bir toplumsal düzeni aşağılamak için kullanılmıştır. ‘Devlet’ kelimesinden korkmayın. Unidad Popular hükümetinin devleti, hepiniz ve hepimiz demektir. Hep beraber onu mükemmelleştirmeye, etkin bir şekilde çalıştırmaya, çağdaş ve devrimci bir devlet yapmaya çalışalım. Fakat şu anlaşılsın ki, bu devlet her şeyden önce adil bir devlet olacaktır Üzerinde durmak istediğim nokta budur…”
Bu korkusuzluk ve devleti mükemmelleştirme fikri onu söyleyen Allende olduğunda şaşırtıcı olmuyor….
Allende’nin “sosyalizme Şili tipi geçiş” diye bilinen programının uygulanmasına, bugün yaşadığımız topraklarda Allende’nin karikatürleri tarafından “kamulaştırma” diye savunulan, millileştirme hareketiyle başladı. Ülkenin ekonomisinin temel taşı olan maden yatakları millileştirildi. Yatakların sahibi olan emperyalist sermaye grupları Allende’nin bu kararına şiddetle tepki gösterdiler. Millileştirmenin ikinci adımı bankalardı. Devlet bankaların neredeyse tümüne el koydu. 1971 Kasım’ında bankaların yüzde doksanı, madenlerin yüzde yetmişi devletin denetimindeydi. Allende hükümeti ücretleri arttırıp fiyatları dondurdu böylelikle tüketim harcamalarının emekçiler lehine değişmesini sağladı. Ayrıca işsizliliği ortadan kaldırmak için devleti büyüttü. 360 bin Şili’ye devlet sektörlerinde istihdam edilmeye başlandı. Ama kapitalist sisteme göbekten bağımlı; ekonomisi asıl olarak bakır ihracatına dayanan Şili’de, kapitalistler siyasi olarak etkisizleştirilmeden hele hele kapitalist devlet aygıtına hiç dokunmadan yapılan bu reformların akıbetinin bağımlı ülkelerdeki popülist reformlardan hiç de farklı olmayacağı açığa çıktı. 1972 yılında Şili ekonomisi teklemeye başladı. Fiyatların dondurulması; ücretlerin arttırılması tüketimi arttırmış ama ürün miktarını aynı oranda arttırmamıştı: kapitalistler anayasal özgürlüklerine dayanarak üretim grevinde bulunuyorlardı. Ne yatırım yapıyor ne de üretimlerini arttırıyorlardı. Tüccarlar da yine anayasal özgürlüklerine dayanarak “mal satmama hakkını” kullanıyor Şili hükümeti’nin fiyat denetimini kaldırmasını bekleyerek stokçuluk yapıyorlardı. Şili’nin kapitalist dünya’yla barış içinde beraber yaşaması ve ticareti arttırarak sorunlarını çözmesi de mümkün değildi. Aksine emperyalist dünya sistemi Şili için daha büyük sorunlar yaratıyordu. Şili’nin ihracatının yüzde yetmişi bakıra bağlıydı. Emperyalist tekeller bakır fiyatlarını düşürerek Şili’yi iyice zayıflatmaya uğraşıyorlardı. Bununla birlikte ABD hükümeti Şili burjuvazisine para pompalamaya; Şili askerlerini CIA aracılığıyla eğitmeye devam ediyordu.
Ekonomik güçlüklerin Allende’yi yeterince yıprattığına ve darbe için zamanın geldiğine karar veren generaller düğmeye bastı. Haziran 1973’de Şili Silahlı Kuvvetleri’nin önemli bir bölümü Başkanlık sarayını kuşattı. Ama darbe girişimi başarılı olamadı. Girişim Allende’nin “destekçisi” olan savunma bakanı ve ordu kumandanı General Carlos Prats tarafından güçlükle bastırıldı. General askerler içinde yalpalayan unsurlar olduğunun ve darbe öğlene kadar bastırılmazsa bu kesimlerin darbecileri destekleyeceğinin bilinciyle başkanlık sarayını kuşatan askeri okul öğrencilerinin üstüne ağır silahlarla yürünmesini emretti. Tanklar harekete geçti. Tankları arkasına alan Prats sarayı darbeci erleri vazgeçmeye ikna etti. Darbe girişiminin ardından sonra Allende yine kendisinden beklenen bir şekilde radyodan işçileri devrimci önlemler almaya çağırmak yerine onlara “… hükümetinize güvenin. Eve gidip eşinizi ve çocuklarınızı Şili adına öpün.” Diye seslendi.
Oysa başarısız generaller Ekvador elçiliğine kaçıp sığınma isteseler de emperyalistler ve Şili burjuvazisi Allende’yi devirmeye kararlıydı. Darbeyi durduran General Prats istifaya zorlandı ve tüm yetkiler darbeci generallerin eline geçti. Eylül ayında ikinci ve bu sefer başarılı olacak darbe girişimi çok daha profesyonelce başlatıldı. Jetler başkanlık sarayının üzerinde uçarken; keskin nişancılar Başkanlık Sarayı’nın çevresini sarmıştı.Tanklar her tarafı sarmış; Allende yanlısı tüm radyo istasyonları susturulmuştu.
Askeri Polis Teşkilatı Müdürü José María Sepúlveda Galindo aktardığına göre Allende darbe girişimini alınca yine ilk olarak generallerini armış; generallere ulaşamayınca “Hiçbiri yanıt vermiyor. Demek bu sefer hepsi işin içinde” yorumunda bulunmuştu. Generallere ulaşamayan Allende sabah dokuza doğru askerler tarafından kapatılmamış tek hükümet yanlısı radyo olan Magallanes Radio’dan meşhur konuşmasını yaptı. Öğlen saatlerine yaklaşırken kuşatmanın sonucu belli olmuştu. Başkanlık Sarayı La Moneda’nın tamamını ele geçiren darbecilerin zaferi savunma bakanlığına şu kısa mesajla duyuruldu. “Görev tamamlandı. Moneda alındı. Başkan ölü.”
1973’ten 2002’ye
Allende’nin trajik ölümünün üzerinden 29 yıl geçti. Görünen o ki, geçen 29 yıl içerisinde Allende’nin akıbetinden çıkarılması gereken en temel dersler bile hızla unutuluyor. Parlamentonun burjuva diktatörlüğünün bir incir yaprağı olduğu; seçimlerin kazanmanın, parlamentoda çoğunluğu elde etmenin iktidarı ele geçirme anlamına gelmeyeceği gibi basit doğruları hatırlatanlar doktrinerlikle, siyasetten anlamamakla suçlanıyor. 2002 Türkiyesi’nde seçime yaklaşırken bu “unutkanlıkların” nelere yol açtığı açıkça görülüyor. Ezilen, sömürülen, horlanan Kürt emekçilerinin öfkesinin ve mücadelesinin üzerinde yükselenler Kürt emekçilerinin sorunlarının mecliste çözülebileceği yanılsamasını yayıyorlar. 12 Eylül’den sonra adım adım fakat farklı tempolarla devrimcilikten vazgeçenler mebusluk hayallerini gerçekleştirmek için Kürt halkını devletle barıştırılması projesine omuz veriyorlar. Kopenhag kriterlerine dayanarak komünist parti kuranlar ise mecliste çıkaracakları yasalar aracılığıyla Sosyalist Türkiye’yi nasıl kuracakları masalını anlatıyorlar. Anlattıkları masala kendileri inandıkları için mi yoksa hiçbir zaman meclise girecek güce kavuşamayacaklarına emin oldukları için mi? Orası belli değil…. Ancak kesin olan bir şey varsa tüm bunlar Şili’deki başkanlık sarayının kuşatılmasından 29 yıl sonra gerçekleşiyor. Üstelik “bölücülük suçlaması” nedeniyle milletvekillerinin yakapaça sivil polis otolarına bindirildiği, rejimin kendi içindeki çelişkileri çözmek için Sincan caddelerinde tankları yürütmekten çekinmediği, parlamentonun birinci partisini hükümetin dışına atmak için saray darbelerinin düzenlendiği, sırf farklı bir sermaye grubunun temsilcisi diye patronların sadık dostu Tayyip Erdoğan’ın adaylığına yasak konan bir ülkede gerçekleşiyor.
Demek ki Allende’nin başına gelenleri ısrarla hatırlatmak gerekiyor. Şili örneğinden yola çıkarak bütün umudunu meclise bağlamış hareketlerin, “hele bir yüzde beş oy alalım devrimciliğe sonra başlarız!” diyenlerin, yasadışı çalışmayı “maceracılık”, “küçük burjuva devrimciliği” diye küçümseyenlerin nasıl hüsrana uğrayacaklarını göstermek gerekiyor. Ama bunu göstermek devrimci olmanın zorunlu koşulu olsa da komünistler açısından yeterli olamaz.
Bugün, Allende hükümetine rağmen silahlarını bırakmayıp kendini dağıtmayan devrimci-demokrat gerilla örgütü MIR’ın (Devrimci Sol Hareketi) elindeki tüm olanaklara rağmen, Allende hükümeti karşısında elinin kolunun neden ve nasıl bağlandığını kavramaya çalışmak ve Unidad Popular ile birlikte onun da yenilgiye uğrayışına yol açan ideolojik-politik zaaflar üzerinde durmak çok daha anlamlı.
Şili deneyiminden ve Allende’nin ölümünden sadece reformizmin çıkmaz bir yol olduğu sonucunu çıkaranların daha ileri bir atılımın öznesi olması beklenemez. Asıl önemli olan devrimcilerin reformizme karşı mücadelesinin neden başarılı olamadığının üstünde durmaktır. Şili deneyimden çıkartılması gereken ders devrimcilerin neden Allende’nin yükseliş ve çöküşünü önleyemediği ve neden devrimci bir alternatif yaratamadıkları hakkında olmalıdır. Peşinen söylemeli, bunun nedenleri de nesnel değil özneldir. Allende’yi ölüm yıldönümünde hatırlarken, komünistler öncelikle Şili’de kaçırılan devrim fırsatını hatırlatmalı ve bu fırsatın kaçırılmasında reformistlerin hissesini ölçmekten çok, devrimcilerin hangi zaaflarının belirleyici olduğunu öne çıkarmalıdır. Şili deneyiminin dersleri asıl o zaman çıkarılmış olacaktır.