[Bu yazı Proleter Devrimci KöZ Gazetesinin Kasım 2004 tarihli 23. sayısında yayımlanmıştır.]
Amerikan Seçimleri Aynasında Türkiye Solu:
“Farksızlar Ama Keşke Bush Kaybetseydi!”
Amerikan seçimlerine bakıp “kimin kazandığı önemli değil” tespitini yapanların bu tespitten “o halde Amerika’nın devrimci bir partiye ihtiyacı var” sonucunu çıkarmadıklarını görmek zor değil. Sol akımların seçimlere ilişkin yaptıkları değerlendirmeler bunu açıkça ortaya koyuyor. Reformistinden devrimcisine tüm akımlar ağız birliği etmişçesine Bush’un seçimlerden galip çıkmasının Amerikan halkının savaşı onaylaması anlamına geldiğini söylüyor. Böylelikle kimi zaman açıktan geneldeyse örtük olarak Demokratların galip gelmesi durumunda aslında Amerikan emekçilerinin savaşa hayır demiş olacağını ileri sürüyor.
Örneğin seçimlere ilişkin Evrensel’in görevli teorisyeni şu tespitlerde bulunuyor:
“Bunun içindir ki, saldırı altındaki ülkelerle saldırıya hedef durumdaki ülkelerin halkları başta olmak üzere dünya ezilenleri ise, bu emperyalist yayılmacı politikanın ABD seçmeni tarafından da reddedilmesini istiyorlardı. Beklentileri bu yöndeydi. Çünkü, böylesi bir sonuç en azından, petrol ve hammadde kaynaklarının Amerikan tekellerinin eline geçmesi için sürdürülen saldırı ve işgal politikalarının onaylamadığı anlamına gelecekti. Bu gerçekleşmedi ve Bush çetesi hak ettiği tokadı yiyemedi. Aksine, hayvani kudurganlığı sürdürmek üzere gücünü yeniledi.” (Amerikan Seçimleri ve Kriz Politikaları- A. Cihan Soylu 7 Kasım 2004)
Böylelikle Evrensel yazarından Kerry için atılan her oyun aslında Bush’a atılacak bir tokat anlamına geldiğini öğrenmiş oluyoruz. Ancak yazar bu kadar açıktan Kerry yanlısı görünmek istemediği için olsa gerek, “spekülatif” bir Bush-Kerry kıyaslamasına girmek istemediğini belirtiyor.
“Burada Bush-Kerry “kıyaslamaları” yapmak gerekmiyor. Bu, spekülatif ve saptırmacı bir tartışma olur. Kuşkusuz, Cumhuriyetçi veya Demokrat Partinin ve adaylarının politikaları Amerikan tekelleriyle ABD emperyalizminin dünya pazarları için yürüttüğü kavga tarafından belirlenmektedir. Bush yerine Kerry’nin kazanmasıyla bu politika esastan ya da ciddi biçimde değişmeyecekti. Ancak burjuva politikasını bütün burjuva partileri ve adayları bakımından düz-pürüzsüz, farksız ve aynı biçimde uygulanır görmek de doğru olmayacaktır. Farklılıklar her durumda somut olarak gündeme geldikçe görülebilir ve değerlendirilebilir şeylerdir. İşçi ve emekçilerle dünya ezilenleri için önemli olan ise, gerici partiler ve güçler arasındaki çelişkilerden, bu çelişkilerin yol açtığı boşluklardan yararlanmasını bilmektir.” Bush ya da Kerry’nin kazanmasının esasa ilişkin bir şeyi değiştirmeyeceğini söyleyen görevli teorisyenimiz yine de Kerry’nin kazanmasının geri güçler arasındaki çelişkileri arttıracağını söylüyor. Ancak “dünya ezilenlerinin” bu çelişkilerin yol açtığı boşluklardan nasıl faydalanacağına ilişkin bir ipucu vermiyor.
Seçim değerlendirmesi yaparken benzer bir hatta savrulanlardan biri de Atılım. Atılım yazarı da tıpkı Cihan Soylu gibi önce Bush’un zaferinin aslında Amerikan’ın Orta Doğu’daki saldırganlığına verilmiş bir onay olduğunu savunuyor.
“Bush’un kesin olmayan zaferi ya da önceki seçimden biraz daha fazla oy alması, Amerikan halkının “terör” umacısına teslim olduğunu gösterdi. Seçimler, esasında Bush’un değil, korkunun zaferine tanıklık etti. İkinci Bush dönemi, “Neoconlar” olarak adlandırılan Beyaz Saray’daki çetenin, emperyalist politikaları uygulamada daha da pervasızlaşmasının önünü açtı. Sömürgeci savaşlar kanlı bir iştahla sürdürülecek.” (ABD seçimlerinde Bush kazandı tekeller Amerikan halkını korkuyla vurdu. 9 Kasım. Atılım)
Demek ki seçimleri Bush değil de Kerry kazansa Amerika bu denli pervasızlaşmayacak. Zaten Atılım’a göre Amerika’nın emperyalist politikaları bu kadar pervasız uygulamasının nedeni Beyaz Saray’ın kendisi değil, Beyaz Saray’a dalavereyle girmiş “çete”. Sonra bu tutumunu dengelemek için aslında Bush ve Kerry’nin birbirinden farksız olduğunu söylüyor Atılım.
“Cumhuriyetçi Parti adayı ABD Başkanı Bush ve Demokrat Parti adayı Kerry’nin, “Amerika’yı en iyi biz koruruz” söylemlerine sahip olduğu Amerikan seçimleri, Irak işgali ve “terörle mücadele” gibi gündemler etrafında gerçekleşti. Seçimler, 11 Eylül baskınının neden olduğu, Amerikan tekelci sermayesinin sistematik bir biçimde tetiklediği ve her iki adayın da temel argümanı olan korku siyasetinin zaferiyle sonuçlandı. Seçim döneminde yapılan anketlerde “En büyük tehdit nedir?” sorusunu, yüzde 70 oranıyla “terör” şeklinde yanıtlayan Amerikan toplumu korku siyasetine teslim oldu.”
Madem, Bush ve Kerry’nin kazanması arasında bir fark yok o halde neden “Bush’un önceki seçimden daha fazla oy alması Amerikan halkının “terör” umacısına teslim olduğunu” gösteriyor? Atılım’ın bu soruya verebileceği bir yanıt yok.
Bambaşka bir siyasi çizginin temsilcisi Ekmek ve Adalet de tüm sol akımlar gibi adet yerini bulsun diye önce üstüne basa basa Bush ve Kerry arasında bir fark olmadığını belirtiyor.
“ABD seçimleri 3 Kasım’da sonuçlandı ve dünya halklarının katili Bush, yeniden başkan seçildi. Cumhuriyetçi Parti’nin adayı George W. Bush’la Demokrat Parti’nin adayı John Kerry arasında geçen seçimlerin, kim kazanırsa kazansın, ABD emperyalizminin politikalarında önemli bir değişikliğe yol açmayacağı seçimin arifesinde iyice netleşmişti.” Ancak bu tespitin ardından Ekmek ve Adalet de ağzındaki baklayı çıkarıyor ve Atılım ve Evrensel’in muhatap olduğu soruyu bir sözcük oyunuyla geçiştirmeye çalışıyor. “Bush gibi bir katliamcının seçimi kaybetmesi, hiç kuşku yok ki, dünya halklarını sevindirirdi. Kazanması halkları üzmüştür. Ama tersinden bakarsak, Kerry’in kazanmasında halkları sevindirecek bir yan yoktu.” Acaba, Demokrat Parti’nin başkan adayı Abu Garip’teki işkenceleri planlayan Donald Rumsfeld olsaydı Ekmek ve Adalet Bush’un seçimleri kaybetmesi dünya halklarını sevindirirdi diye yazabilir miydi? 2002 seçimlerinde “hırsız” Chirac’la “faşist” Le Pen kıran kırana bir seçim yarışına tutuştuğunda “Chirac kaybetse iyi olur ama Le Pen’in kazanması bizi sevindirmez.” diye yazamadığını bildiğimiz için Ekmek ve Adalet’in Bush’un kaybetmesini Bush ancak Kerry gibi birisiyle yarışırken temenni edeceğini biliyoruz.
“Aptal Amerikalılar!”
İstedikleri kadar Bush ve Kerry arasında bir fark olmadığını belirtsinler, Bush’un seçimleri bir kez daha kazanması sol akımları hayal kırıklığına uğratmış, Amerika’daki sınıf mücadelesinin dinamikleri hakkında umutsuzluğa sürüklemiştir.
Bu umutsuzluk sosyalistleri Bush’un seçim zaferini Amerikalılar hakkında Avrupalı emperyalistlerin yaydıkları “aptal Amerikalı” klişesiyle açıklamaya sürüklemiştir. Bu klişeye göre Amerikalılar sürekli hamburger yiyip, televizyon seyreden her türlü propagandaya kolayca kanan bir insan türüdür. Bu klişenin tipik bir örneğini Kerry ve Bush’un birbirinden hiçbir farkı olmadığına ilişkin en net tutumu takınan Kızıl Bayrak Lenin’in işçi aristokrasisi kavramından esinlenerek sunuyor“… emperyalist yağmanın kırıntılarıyla beslenen ve bugün daha çok da bu kırıntılara bel bağlayan, devasa ABD propaganda aygıtıyla beyinleri işgal edilmiş Amerikan halkının tercihinin ürünü olmuştur Bush”.
Ekmek ve Adalet aynı görüşleri alınan kırıntıları değil, “terör”den duyulan korkuyu öne çıkararak dillendiriyor. Bu arada Amerikalıların bireyci, cahil ve beyinleri uyuşturulmuş insanlar olduğunu da belirtmeden geçemiyor.
“Emperyalist ülkeler arasında en fazla “okumuş cahil” oranı ABD’dedir. ABD halkının büyük bölümünü emperyalist kültürle, bireycilikle, uyuşturucu kullanımıyla uyutulmuş bir toplum olarak tarif etmek yanlış olmaz. İşte bunun üzerine bir de terör” korkusu eklenmiştir. “Terör” korkusuyla Amerikan halkı adeta bir paronaya içine sokulmuş durumdadır. Amerikan yönetiminin yarattığı bu korku üzerinde, seçim mücadelesi de “terörü en iyi ben yokederim” tartışmasına dönüşmüştür.”
Ekmek ve Adalet, Lenin’in “emperyalizm siyasi gericiliktir.” tespitini aklına getirmediğinden olsa gerek emperyalist dünyanın her tarafında gözlenebilecek toplumsal ilişkileri, Amerikalıların özel bir durumu olarak ele alıyor. Aynı yoldan giden Atılım bir adım daha ileri gidip. Amerikalıların aptal olduğunu bir İngiliz gazetesinin manşetini aktararak ilan ediyor, Amerikalıları toplum mühendisliğinin kurbanları olarak yansıtıyor.
“İngiliz gazetesi Daily Mirror’a ’59 milyon insan nasıl aptal olabilir’ diye manşet attıran ‘olağan dışı’ durum, bu titiz ‘mühendislik’ çalışmasının doğrudan ürünüydü elbette. Hristiyan-dinsel, beyaz-ırksal ve yayılmacı-militarist muhafazakar değerler sistemi tarafından kuşatılmış/şekillendirilmiş Amerikan toplumsal gericiliğinin tekelci emperyalist egemenlik içinÊ tükenmez oy deposu haline gelmesinde şaşılacak ne var ki! Bush kliği için fazlasıyla bereketli bu seçmen toprağından taze iktidar filizleri devşirmek hiç de zor değil görüldüğü gibi!
Üstelik, tekelci emperyalist egemenliğin inşa ettiği iki partili ‘Amerikan demokrasisi’ ninnisiyle uyutulmaya alıştırılmış, ‘sol’ adına Demokrat Parti ‘seçeneği’ dışında bir alternatifi tahayyül edebilme gücü bir ölçüde felç edilmiş bir toplumsal yapı gerçeği de var karşımızda.”
Düne kadar Amerikan toplumunun en ayrıcalıklı kesimlerinin Seattle’da, Washington’da düzenlediği küreselleşme karşıtı eylemler karşısında Amerikalıların bireyci, uyuşturucu bağımlısı, cahil, televizyon seyreden ve asalak insanlar olduğunu hatırlanmak şöyle dursun küreselleşme karşıtları karşısında secde eden bu akımların bugün birden bire böylesine klişeleri toplumsal tahlil diye sunmalarının Kerry’nin mağlubiyeti karşısında duyulan hayal kırıklığından başka açıklaması olabilir mi?
Dahası Amerikalılar söz konusu olduğu zaman kulaktan dolma ön yargılarla sözüm ona popülizme meydan okuyan bu akımlar neden Fransa’da Le Pen’e karşı Chirac’ı seçen Fransızlar hakkında aynı değerlendir-melerde bulunmadılar acaba? Yoksa Chirac daha mı masum bir emperyalist? Peki ya “Türk halkı?” Türk işçilerin MHP’ye oy vermesi, kontr-gerillacıları Meclise taşıması daha mı akıllıca bir davranış Amerikalıların Bush’u seçmesinden? Söz konusu Türk halkı olunca Amerikalılar karşısındaki eleştirelliğinin onda birini bile göstereme-mesinin nedeni sakın Fransa’nın, Almanya’-nın pompaladığı anti-amerikan kampanya-ların pek bir rağbet görmesi olmasın? Yoksa “Bir Türk Bin Amerikalıya Bedel” mi demek lazım?
“Bir Üçüncü Parti Şart”
Sol akımlar Kerry’e örtük ya da açıktan bir destek vermemiş olsa da üzerinde durdukları politik platform Amerika’daki küreselleşme karşıtlarının yahut tekellere karşı alternatif olma iddiasıyla siyaset yapan yeşillerin ötesine geçmiyor. Sosyalistler, Amerika’daki siyasi gericiliğin temel nedenlerinden biri olarak bu iki partiye alternatif olan bir üçüncü partinin olmamasını gösteriyorlar. Evrensel bunu egemenler arasındaki boşlukları değerlendirmek (sıvamak mı demeli yoksa!) adına utangaç bir biçimde yapıyor, Atılım seçmenlerin bu iki adayın terör söylemine teslim olduğunu savunarak, Ekmek ve Adalet “Bush kaybetseydi ama Kerry de kazanmasaydı” diyerek yapıyor. Her iki adayın birbirinden farksız olduğunu en açık bir biçimde belirten Kızıl Bayrak ise “Bununla birlikte ABD iki partili siyasi sisteminin farklı düşünce ve eğilimleri dışlayan yapısı ile Bush’a alternatif olarak çıkarılan Kerry’nin seçim politikasının “daha güçlü ve zeki bir başkomutan” sınırlarına oturtulmasının, seçimler öncesinde ABD halkı içerisindeki savaş ve işgal karşıtı muhalefette ciddi düş kırıklığına yolaçtığı da unutulmamalıdır.” diyerek üçüncü bir partinin seçimlere katıldığı koşullar altında emperyalist politikalarının geriletilebileceğini ima ediyor.
Söz konusu akımların hiçbiri Amerika’nın emperyalist politikalarına son vermek için bu ülkede silahlı bir işçi ayaklanmasının gerekli olduğunu sırf söylemiş olmak için bile telaffuz etmeye gerek duymuyorlar. Bunda şaşılacak bir şey yok çünkü bu akımların tümü tıpkı Venezüella’da Chavez’in, Küba’da Castro’nun, Filistin’de Arafat’ın peşine takıldıkları gibi, hiçbir sorumluluk almadan platonik bir enternasyonalist dayanışma ilişkisi içine girebilecekleri bir toplumsal hareket arıyorlar. Ancak, ÖDP’yi dışarıda tutarsak, Kerry kuyrukçuluğu henüz yaşadığımız topraklarda sol hareketlerin hazmedebileceği düzeyde bir kuyrukçuluk değildir. Bu yüzden sol akımlar şimdilik Amerika’da seçimlerde Bush ve savaş karşıtlarının oylarını alabilecek alternatif bir parti olmadığı için hayıflanıyor. Amerika’da böyle bir akım zuhur ettiğinde tüm sosyalistleri peşine takacağından kimse şüphe duymasın. Amerikan seçiminde solcu demokratlarla sağcı demokratların birbirinden farksız olduğunu söyleyen bu akımların ABD seçimleriyle aynı hafta gerçekleşen Uruguay’daki seçimlerden “solcu” partinin zaferle çıkmasını istisnasız bir biçimde hayırlı bir gelişme olarak değerlendirmesinin başka bir açıklamasını bilen var mı?
“Kurtuluş Seattle’da Felluce’de!”
Amerikan emekçilerinin kapasitesi hakkında böylesine büyük kuşkular besleyen akımlar, elbette Amerika’nın geriletilmesi için Amerikan işçi sınıfına bel bağlamayacaklar. Bu umutsuzluk öylesine büyük ki sosyalist devrimciliği alameti farikası haline getirmiş Kızıl Bayrak’ı emperyalist metropolleri kırlardan şehirlere kuşatmaya yönelik maocu stratejileri benimsemeye itiyor.
“Her şey bir yana seçimlerin de bir kez daha gösterdiği gibi ABD emperyalizminin ve saldırgan-yağmacı politikalarının ve ABD’deki sınıf mücadelesinin geleceğini belirleyecek yegane güç, dünya ölçeğinde ABD emperyalizmi ve yerli taşeronlarınca ezilen, katledilen emekçi halkların direnme ve mücadele gücüdür. Emperyalist yağma ve saldırganlığı sadece özgücüne ve enternasyonal dayanışmasına güvenen işçi sınıfı ve ezilen halkların mücadelesi durdurabilir. Bugünkü sınırları belli olsa da, ABD seçimlerine ve toplumsal yaşamına damgasına vuran, halkların haklı ve meşru direnişinin bu gücü olmuştur.”
Başka bir deyişle Kızıl Bayrak sadece Amerika’daki işçilerin devrimci bir partinin önderliğinde ayaklanarak Amerikan emperyalizmine son darbeyi vurabileceği, ve bu darbenin sadece böyle bir ayaklan-mayla vurulabileceği gerçeğini inkar etmekle kalmayıp, aynı zamanda emperya-list metropollerin devrimcileş-mesinin ancak ve ancak dünyanın bağımlı ülkelerinde verilecek mücadeleye bağlı olarak gerçekleşebileceğini savunuyor. Hal böyle olunca da sosyalist iktidar perspektifini elden bırakmayan Kızıl Bayrak’ın emperyalist metropollerde umut bağladığı gelişme Seattle benzeri küreselleşme karşıtı toplumsal muhalefet hareketleri oluyor. “Her ne kadar Seattle ve savaş karşıtı toplumsal muhalefet umut vericiyse de, emperyalist yağmanın kırıntılarıyla beslenen ve bugün daha çok da bu kırıntılara bel bağlayan, devasa ABD propaganda aygıtıyla beyinleri işgal edilmiş Amerikan halkının tercihinin ürünü olmuştur Bush.”
Amerika’yı Felluce’de kurşunla sıkıştırıp, Los Angeles’ta barışçıl gösterilerle demokratlaştırmak olarak özetlenebilecek, dünyanın “kır”larını, azgelişmiş yerlerini kavga alanı metropollerini ise demokrasi mücadelesi verilecek cephe gerisi olarak gören maocu anlayışın izlerini ezilenlerin sosyalist alternatifi Atılım’da da bulmak mümkün.
“İşte Felluce! Amerikan katiller sürüsü, 2. Bush döneminin başlangıç kutlamasını, Irak direnişinin bu onur abidesi şehrini kan deryası içinde yok etme amaçlı bir katliam saldırısı eşliğinde yapıyorlar. ‘İmparatorluk’larını saran korkuyu, barutun ve çeliğin gücüyle yeneceklerini sanıyorlar. Ama bilmiyorlar ki, asıl mesele, yüreği çelikleşen bir halk olmaktır. Korku Amerika’da iktidar olabilir. Ama Felluce’de kazanacak olan yürekteki cesarettir….
İşte Los Angeles ve diğerleri! Binlerce işgal ve savaş karşıtı Amerikalı, seçimlerin galibi korku, daha zafer eğlencesini bitirmemişken, sokak gösterileriyle karşıladı umudu. Evet umut, Amerika’nın içinde de var. Demek ki, Amerika’nın proleterleri, emekçileri ve ezilenleri tabutun çivilerini zorlamaya ve sökmeye devam edecekler.”
Asıl Eksiklik Leninist Dünya Partisidir
Amerikan burjuvazisinin çıkarlarının bekçiliğini yapan asıl güç Bush’un Cumhuriyet Partisi, ya da Kerry’nin Demokrat Partisi değil Amerikan Devleti’dir. Ordusu, polisi, CIA’i, FBI’sı ve kongresiyle bu devlet paramparça edilmediği sürece Amerikan emperyalizmini geriletmek mümkün olmayacaktır. Bu devleti parçalamak iki partili Amerikan demokrasisine yeni alternatifler sunan bir partiyle değil, Amerika’nın işçi ve emekçilerini silahlı bir ayaklanmaya hazırlayan devrimci bir partiyle mümkündür. Bu partinin Amerikan emperyalizmine meydan okuyabilmesi için kendini sadece Amerika’yla sınırlamaması, Amerikan işçilerinin kısmi çıkarları (Irak’tan gelecek ucuz petrol, Amerika’nın ticaret açıklarının azgelişmiş ülkelerden emilen artı değer aracılığıyla kapatılması vs.) karşısında işçi sınıfının bütünsel çıkarlarını savunması için leninist bir dünya partisinin disiplini altına girmesi gereklidir.
Bugün Amerikan emekçileri ister seçimlere katılarak isterse de katılmadan Amerikan emperyalizmi karşısında sessiz kalıyorsa bunun nedeni Amerikalı emekçilerin aptal, uyuşturulmuş olması değil onlara sadece kendi hakları için değil işçi sınıfının uluslararası çıkarları için de mücadele etmeleri gerektiğini yılmadan, usanmadan anlatacak bir leninist dünya partisinin eksikliğidir.
Böyle bir parti, Venezuella’da, Uruguay’da, Irak’ta, Filistin’de burjuva sosyalizminin ötesine geçmeyen akımlara alkış tutarak, emperyalist metropollerdeki yeni küçük burjuvazinin damgasını vurduğu anti-kapitalist eylemlere bel bağlayarak, maoizmin karikatürü olmanın ötesine geçmeyen stratejiler üreterek kurulamaz. Kendiliğinden sınıf mücadelesinin iniş çıkışlarına aldanıp emperyalist metropollerdeki emekçileri aşağılayarak hiç kurulamaz.
Bu parti siyaset yapmak adına dünyanın dört bir yanındaki burjuva akımların kuyruğunda sürüklenmeye razı olmak yerine işçi sınıfının bağımsız öncüsünü oluşturmaya azimli komünistlerin bilinçle, planla ve azimle yürüttükleri mücadele sonucunda kurulacaktır.