1923 yılının ekim ayına gelinirken Alman proletaryası, savaştan sonra birkaç kez yaşadığı devrimci kabarışın sinyallerini bir kez daha vermekteydi.
Sonradan Clara Zetkin tabloyu şöyle tasvir etmişti:
“Hiç kuşkusuz, … Almanya’nın durumu, nesnel bakımdan olağanüstü bir devrim durumuydu. Dahası nesnel bakımdan devrimci olan durum, henüz bilinçli değilse bile, içgüdüsel bir biçimde, öznel bakımdan bir devrimci duruma dönüşmeye başlamıştı. Nisan, mayıs, haziran, temmuz aylarında şu olaylar oldu: her yerde ücret mücadeleleri, açlığa karşı her yerde gösteriler, dükkanların yağmalanması, kentlerdeki işçilerin kırsal bölgelerden yiyecek getirtmeye başlamaları vs. tartışmasız biçimde bir devrim durumu vardı. ….. partiye düşen görevler ne olabilirdi? Bütün bu küçük suları tek ve güçlü bir ırmakta toplamak, bu ırmağa yatağını göstererek yön vermek, yani iktidar için mücadeleye yönlendirmek.”
1918 Ekimi’nde de Alman proletaryası devrimci bir partinin önderliğinden mahrum olduğu için, bir yenilgi yaşamıştı. Daha sonra komünistler bu ağır yenilgiye rağmen toparlanıp örgütlenmişler ve sınıf içinde hızla mevzi tutmaya başlamışlardı. Sonra, 1921 yılındaki gerici Kapp darbesi bir genel grev ile savuşturulmuş ve işçi sınıfı taze bir moral almıştı.
Bu şartlarda, Alman Komünist Partisi, 1923 yılının ekim ayının 23’ünde hükümete karşı Almanya çapında bir silahlı ayaklanmaya girişmeye karar verdi. Komünist Enternasyonal’in onayı ve aktif yardımlarıyla titiz bir plan hazırlanmıştı.
Ülkede grevler ve işçi eylemleri yayılmaktaydı. Komünistler yerel hükümetlerde yer almaya başlamışlardı; yer yer milis örgütlenmeleri kuruluyordu. Gerilim giderek artmaktaydı. Sınıf düşmanı da harekete geçmişti.
Komünistlerin Saksonya ve Thuringe hükümetlerine girmelerinin ertesi günü, yani 13 Ekim’de Reichswehr komutanı General Müller Saksonya eyalet hükümetinden yerel savunma birliklerini dağıtmasını istedi. 20 Ekim’de «Bavyeralı faşistlerin saldırı olasılığına karşı güvenliği sağlamak» bahanesiyle, Reichswehr birlikleri Saksonya’ya girdiler. Ne KPD-SPD koalisyonundan oluşan yerel hükümet, ne de tam da böyle bir saldırıya karşı kurulmuş olan savunma birlikleri bir direniş gösterebildi.
Bu, alarm sinyali veren bir zaaf işareti ve tereddüt belirtisiydi. İşçi örgütleri saldırıya karşı gereken yanıtı verememişlerdi. Bu tereddütlü tutum yetmiyormuş gibi, Müller’in saldırısına yanıt vermek için bir tartışma toplantısı düzenlenmesi ve ne yapılacağına dair kararın burada alınması kararlaştırılmıştı.
İşgalin ertesi günü, 21 Ekim’de, Chemnitz’de bir konferans toplandı. Yaklaşık 500 delege ile toplanan konferansın bileşimi şöyleydi: fabrika konseylerini temsilen 140, sendikaları temsilen 122, denetim komitelerinden 79, eylem komitelerinden 15, işsiz komitelerinden 16, KPD’yi temsilen 66, SPD’yi temsilen 7 ve USPD adına 1 delege konferansa katıldı. Yani oldukça temsili bir konferanstı.
Komünistler Reichswer’in işgaline ve genel gidişata karşı bir yanıt olarak konferansın ülke çapında bir genel grev çağrısı yapmasını önerdi. Bu bir bakıma KPD’nin 23 Ekim için saptadığı ayaklanma kararını Chemnitz’de onaylatma önerisiydi. Bu öneri sol sosyal demokratların sert müdahalesiyle reddedildi; gerekçe böyle bir yerel konferansın bu öneriyi tartışmasının uygun olmadığıydı.
O günün akşamı toplanan KPD yönetimi, sınıfın henüz kendilerinden yana olmadığı gerekçesiyle ayaklanma kararını geri çekmeyi kararlaştırdı. Bir gün öncesine kadar hummalı bir ayaklanma ve iktidar hazırlığı içinde olan komünistler konferansın havasından etkilenerek kuşkuya düşmüş ve geri çekilmeye karar vermişlerdi.
Bütün merkezlere derhal hareket eden kuryeler, ayaklanma kararının iptal edildiğini bir bölge hariç her yere zamanında ulaştırdılar. Hamburg’a iptal kararı yetişmeyecekti.
Böylece, KPD bir bakıma savaşmadan teslim olma kararı alırken, Hamburg örgütü tek başına önceden kararlaştırıldığı gibi 23 Ekim günü sokağa döküldü. Birkaç yüz komünist militanın barikatlarda Reichswer birlikleri ile kahramanca çarpıştığı ve diğer işçilerin seyrettiği Hamburg Ayaklanması iki gün sürdü. Bu çatışmalarda 20 komünist öldürüldü; 200’ü yaralandı, aralarında önder kadrolardan Urbahns’ın da bulunduğu 100 kadarı tutuklandı. Hükümet kuvvetleri daha fazla kayıp verdikleri halde kazançlı çıkmışlardı.
Hamburg Ayaklanması Alman komünistlerinin barikatlarda savaştığı son örnek oldu dense yeridir. Hamburg’daki devrimciler savaşırken yalnızdılar; yenilen tek onlar olmadı. Alman Komünist Partisi’nin ucuna kadar geldiği devrimci ayaklanmanın sorumluluğunu almaktan son dakikada vazgeçmesinin ve Hamburg’daki barikatlarının yıkılmasının hemen ardından, Saksonya hükümet başkanı tutuklandı, komünist bakanlar yeraltına geçtiler. Bütün orta Almanya’da komünist avı başladı; KPD yasadışı ilan edildi.
Birkaç gün sonra Münih’te Hitler ve Lüdendroff ünlü «birahane darbesi»ne kalkıştılar onlar da tutuklandılar. Ama bu tiyatro darbesiyle kendini ilk kez gösteren Hitler’in partisi 10 yıl sonra komünistleri ve işçi örgütlerini eze eze faşist darbesini gerçekleştirecekti.
Devrimci Durum Nasıl Anlaşılır?
Doğrusu, 1923’te Almanya’daki durumun bir devrime ne kadar yakın, ne kadar uzak olduğu konusunda hem tarihçilerin hem de devrimcilerin değerlendirmeleri oldukça çeşitlidir. Kimileri bir devrimci durumun olduğunu ama komünistlerin ürkek davrandığını söylerken, kimileri de komünistler nasıl davranırlarsa davransınlar devrim için olgunlaşmış koşullar olmadığı kanısındadır.
Halbuki bir devrim durumunun en önemli ve belirleyici koşulu devrimci partinin varlığı, örgütlülüğü, hazırlığı, yığınlar üzerindeki etkisi ve iktidara yönelik ateşli eyleme atılma kararlılığıdır. Partinin rolünü bir kenara bırakıp, bundan bağımsız devrim koşullarının olup olmadığını tartışmak tam da İkinci Enternasyonal Marksizminin temel kusurlarından biridir. Bu olgu göz önünde bulundurulursa, kimi nesnel ve başka öznel koşullar hakkındaki değerlendirmeler değişse bile, 1923 Almanyasında, 1918’den farklı olarak güçlü ve etkili bir komünist parti olduğu halde, bu partinin iktidarı alma yönünde kararlı bir eyleme girmekten kaçındığı kesindir. Bu bakımdan 1923’te öznel, yani önlenebilir nedenlerle, daha netleştirelim hatalı politikalar nedeniyle bir devrim fırsatının kaçırıldığı söylenmelidir.
Benzer nedenlerle, zamanla fiziki olarak daha da güçlenmiş olduğu halde, Alman Komünist Partisi, Hitler’in zaferini de önleyememiştir.
Yine de kimileri koşullar elverişli olmadığı için parti doğru kararlar alsaydı da yenilginin olabileceği tekerlemesini gevelemeye devam edebilirler. Bu, örneğin Paris Komünü’nün yenilmesiyle 1923 yenilgisini bir kefeye koyan bir bönlüğün ifadesi olur.
Yenilgi elbette bir olasılıktır. Ama devrimci bir parti ve devrimci siyaset, zaten garantili zafer koşulları olmadığı için, devrim nesnel koşulların hediyesi olamayacağı için gereklidir.
Bunu ölmeden az önce Karl Liebknecht iyi ifade etmişti:
“Mümkünün son sınırına imkansızı elde etmek için çabalayanlar ulaşabilir ancak. Gerçekleşmiş imkanlar, zorlanmış imkansızlıkların sonucudur. Öyleyse nesnel olarak imkansızı istemek budala bir hayalcilik ya da kendini aldatmak anlamına gelmiyor. Tersine, en derin anlamıyla politika demektir bu. Bir politik hedefin gerçekleşmesinin imkansız olduğunu göstermek o hedefin anlamsız olduğunu göstermek demek değildir. Bunun göstereceği tek şey olsa olsa, bu tür bir eleştiriciliğin toplumdaki hareket yasaları konusundaki körlüğüdür; özellikle de toplumsal iradenin (yani bilincin) oluşumunu yöneten yasalar konusundaki…”
Devrimci bir önderliğin devrimci kararlılığının asıl sınandığı dönemeçler tam da mümkün ile imkansızın ayırt edilmesinin güç olduğu riskli dönemeçlerdir. Bu tür dönemeçlerde sahip olunanların tümünü kaybetme riskini almaya cesaret edebilecek bir devrimci parti yoksa, kazanma olasılığı da yoktur.
Devrimci bir parti aynı zamanda yenilgi ve başarısızlıkların sorumluluğunu üstlenmeye talip olan bir parti demektir; garantili başarılar vaad eden devrim kalpazanlarından tam da burada ayrılır.
Risksiz ve her bakımdan garantili bir devrim hülyası peşinde olanlar 1917 yılında Rusya’da da vardı; ama Ekim Devrimi’nin zaferine engel olamadılar. Bugün Ekim Devrimi’nin politik kazanımlarının hepsinin yerinde çoktan beri yeller esiyorken, bunlar eksilmeyip arttılar. Devrimci cüreti «çılgınlık», «maceracılık» diye aşağılarken «plan-program», kılıflarına sığınan bu gibiler, oldum olası, sürprizsiz bir sınıf mücadelesi ve garantili bir devrim hülyasının peşinde giderler. Planlı bir faaliyet dendiğinde bu gibilerin aklına daha çok gündelik planlar ve her şeyin kağıt üzerinde planlandığı gibi yürüyeceği bir düzenek gelir. Bu gibilerin peşinen komünistlerden uzak durmasında yarar vardır.