[Bu yazı Komünist KöZ Gazetesi’nin Eylül 2015 tarihli 5. (102) sayısında yayımlanmıştır.]
7 Haziran 2015 seçimlerinde HDP’nin beklenmedik çeşitlilikte bir desteği arkasına alıp, 12 Eylül barajını beklenenin ötesinde bir yüzdeyle aşarak delmesi, aynı zamanda 12 Eylül rejiminin son bekçisi olan AKP hükümetinin tek başına iktidar olmasını engelleyen bir parlamento tablosuyla sonuçlandı.
Bunun üzerine, daha meclis açılmadan, seçim sırasında akla getirilmeyen muhtelif koalisyon fantezileri üzerinde bir beyin fırtınası burjuva siyaset alanını kapladı. Henüz tam hızını almamış olsa bile kulisler ve açık/gizli pazarlıklar yol almaya başlarken, seçimin asıl mağlubu olan Erdoğan kendi geleceğini teminat almak üzere yeni tertiplere hazırlanmaya başladı. Bu tertipler esas itibariyle koalisyon girişimlerini çıkmaza sokup seçimlerin yenilenmesini sağlama hedefine tabi planları ifade ediyor.
Yerli ve yabancı sermayenin başlıca temsilcileri daha çok AKP’nin en azından önemli bir parçasıyla onun yedek lastiği olarak hazırlanan ve bu seçimlerde de yola çıkmak için gerektiği kadar şişirilememiş olan CHP’nin bir araya geleceği ve MHP ile HDP’nin sağlı sollu muhalefet rolünü üstleneceği dengeli bir meclis tablosundan yana olduklarını gecikmeden belli ettiler.
Seçim sonuçlarına bakıldığında bu, açıkçası 7 Haziran seçimlerinden gerileyerek çıkan iki partinin koalisyonunu ifade ediyor. Böyle bir koalisyonun dengeli bir biçimde ayakta kalabilmesi için hükümet dışında kalacak olan meclisin diğer iki küçük bileşeninin yıkıcı olmayan, hatta destek olmaya yatkın bir muhalefet çizgisinde tutulması gerekiyor.
Her ne kadar HDP seçim kampanyaları sırasında olduğu gibi, sonrasında da ana muhalefet rolüne talip olduğunu ilan etmiş durumda olsa da, onun durumu biraz daha karmaşıktır. Zira HDP de olası herhangi bir hükümetin herhangi bir kanadından destek alarak muhalefet etmeye heves etse bile, bu MHP’nin ümitleri kadar kuvvetli bir ihtimal değildir; yahut MHP’den çok daha fazla taviz vermek suretiyle sağlanabilecek eğreti bir destekten öteye geçme olasılığı zayıftır. Bu nedenle HDP’nin mecliste MHP’nin hükümet ve devlet destekli markajından kurtularak ana muhalefet rolünü üstlenebilmesinin yegâne koşulu HDP’nin sokaklardan yükselen bir muhalefet hareketinin meclisteki sözcüsü olarak hareket etmesidir.
Oysa seçim kampanyalarında olası bütün kitlesel başkaldırıları “provokasyona gelmeyin” refleksleri ile seçim kampanyalarına tabi kılan tutumuyla HDP, böyle bir muhalefetten ziyade meclis içinde ve parlamento kulislerinde şekillenecek bir muhalefete hazırlanmaktadır. Başka bir deyişle parlamenter siyasetin ucu bucağı olmayan komisyon tartışmalarını emekçileri harekete geçirerek ve örgütlendirerek kestirmeden çözme yolunu seçmek yerine harekete geçen emekçilere sorunlarını parlamenter kanallar aracılığıyla çözmeyi telkin edecektir.
Bunun başlıca işareti de daha meclis açılmadan, kenarından da olsa, muhtelif hükümet kurma girişimlerine ilişkin açıklamalar yapmasında kendini göstermektedir.
Açıkçası “iktidar hedefini kaybetmeme” söylemi ardında kendini gösteren reformizmin gerici burjuva hükümetlerinde yer almayı meşru kabul eden türüdür. Bu oportünizm türü tarihte Millerandcılık olarak bilinir. HDP bu eşikte bulunmaktadır.
Önümüzdeki süreçte HDP’nin bu çizgiyi aşıp Millerandcılık batağında kulaç atmaya başlayıp başlamayacağını gösterecek. Ne var ki bu mecranın açılması sadece HDP’nin niyetiyle olacak iş değildir. Devlet henüz HDP gibi bir partiyi hükümet mertebesine almaya hazır değildir; bunu en açık bir biçimde ifade edenlerin başında da Devlet Bahçeli gelmektedir.
Kuşkusuz bu sürecin nasıl evrileceği meclisin açılmasından ve meclis başkanının seçilmesinden sonra başlayacak koalisyon turlarında kendini gösterecektir. Ama şimdiden görünen odur ki, HDP ve onu içinden veya dışarıdan destekleyen muhtelif güçlerin neredeyse tamamı esasen hükümetin oluşması noktasına odaklanmış durumdadırlar.
Tam da bu nokta legalist tasfiyeciliğin ve oportünizmin sınanmasına ve teşhirine en elverişli noktadır. Zira bu, seçimlere katılma ve burjuva parlamentosunda yer alma konusunda devrimci tutum ile Millerandcılığa varan reformist tutumun en belirgin biçimde kendini göstereceği noktadır.
Seçimlere ve burjuva parlamentolarına katılmak reformistler bakımından hükümet olma ve/veya burjuva hükümetlerine katılma da dahil olmak üzere, siyasal iktidara ortak olarak bir takım sosyal ve siyasal reformları daha etkili biçimde yapma hevesini ifade eder. Kimi durumlarda böyle ortaklıklar sayesinde bazı sosyal ve siyasal reformların yapıldığı vaki olsa da gerçekte bu tür gelişmelerin özü gerici burjuva hükümetlerinin soldan destek alarak devleti tahkim etme girişimlerine varmaktan kurtulamaz. Bunlara gerici reformlar demek yanlış değildir.
Bu şartlarda herhangi bir hükümet formülasyonunu bu tür reformların gerçekleşmesini sağlamak üzere desteklemek önünde sonunda bu Millerandcı bataklığa sürüklenmeyi getirir.
Devrimci akımlar açısından seçimlere ve burjuva parlamentolarına katılmak ise esas olarak bu kürsüleri devrim ve sosyalizm hedefleri doğrultusunda kullanma hedefine tabidir ve bununla sınırlıdır. Buna Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın tabiriyle “legaliteyi istismar” demek yerindedir.
KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bugüne kadar seçimlere dönük taktiklerinin esası da bu çerçevede şekillenmiştir. Dolayısıyla hükümet oluşumlarına katılma, burjuva hükümetlerine içeriden dışarıdan destek verme anlamına gelecek olan her türlü girişim KöZ tarafından peşinen mahkum edilmiş sayılır.
Bir yandan sosyalist kimliğini iktidarı hedeflemekle vurgulayan akımların parlamentoya gelmişken aynı zamanda siyasi iktidar oluşumlarıyla yakınen ilgilenmeleri, açık yahut örtük biçimde demokrasi sorununun devrime gerek kalmadan da çözülebileceğine dair bir varsayımı içinde barındırır. Bir başka açıdan da herhangi bir akımın legalist tasfiyecilikten millerandcılık mertebesine doğru yol aldığını anlamanın yollarından biri de burada yatar. Bir başka deyişle hükümete ilişkin tutum reformizmle devrimciliğin sınır çizgisini oluşturur.
Sol oportünistler bu sınır çizgisi daha ufukta bile görünmezken dahi seçimlere ve parlamentoya ilişkin siyaset yapmayı reddederek sözüm ona daha devrimci bir tutumu temsil etme iddiasındadır. Oysa asıl belirleyici sınav tam da bu sınıra gelindiği zaman nasıl bir tutum alınacağı belli olunca yapılacaktır.
Solun belli başlı bileşenlerinin neredeyse tamamının kâh içeriden kâh dışarıdan HDP’yi desteklemesinin de katkısıyla, 12 Eylül barajının delinmesi ve HDP’nin 80 vekille mecliste herhangi bir hükümetin oluşmasında kilit rol oynayacak bir grupla yer alması böyle bir sınavı gündeme getirmektedir. Asıl sınav şimdi olacaktır; sırat köprüsü önümüzdeki günlerde geçilecektir.
Bu bakımdan pek çok farklı bileşeni HDP’niniçinde yer alan sol hareketin hangi unsurlarının bu sınavdan nasıl geçeceğini görebilmek için seçimlere ve seçim sonuçlarına ilişkin açıklama ve değerlendirmeleri ışığında bir genel değerlendirmeye ihtiyaç olacak.
Burjuva parlamentoları neyi ifade eder ve komünistler bu parlamentolara ne için katılır?
Ne var ki böyle bir değerlendirmeye girişmeden önce komünistlerin burjuva parlamentolarına katılmaktan neyi anladıklarına ve bu parlamentolardan neşet eden hükümetlere ilişkin kırmızı çizgilerine dair kimi saptamaların altını çizmekte yarar var.
Her şeyden önce meşhur “kuvvetler ayrılığı” prensibine göre, parlamento esasen yasama ve hükümetleri seçmen adına denetleme alanıdır. Ne var ki muhtelif tarihi etkenler sayesinde ve muhtelif ülkelerde değişik biçimlerde tezahür etmesine rağmen, yasama işlevi kah önceden tesis edilmiş bir anayasa ile, kah meşruti monarşiler örneğinde devletin asıl temsilcisinin bizzat müdahaleleriyle vb. sınırlanmaktadır.
Denetim işlevi de kısmen ve sık sık nihai olarak yargı işlevine ayrılan alanda şekillenen kimi kurumlara son tahlilde havale edilir. Doğrusu güya birbirlerinden ayrı gibi görünen bu kuvvetlerin hepsi yürütme diye ayrılmış olan alanda yani hükümet alanında birleşir ve hükümetin siyasi iktidar kavramıyla özdeş kullanılması tesadüf değildir. Bu durumda yargı ve yasama kuvvetleri siyasi iktidarı temsil eden ve yürütme diye anılan hükümet mertebesindeki kuvvete tabidir.
Oysa Komünist Manifesto’dan beri ilan edilmiş bulunan gerçeğe göre burjuva hükümetleri hâkim sınıfın işlerini görmek üzere tayin edilmiş bir heyetten başka bir şey değildir. Bu itibarla da siyasal iktidar daima hâkim sınıfın iktidarını ifade eder. Hükümetin ne şekilde kurulduğunun bu gerçeği değiştirmeye varacak bir önemi yoktur. Hele hele hükümetin esas olarak mecliste en çok sandalye sayısına sahip olan partilerin oluşturduğu kabineden ibaret olmadığı. Asıl hükümetin bu kabinenin altındaki devasa bürokratik devlet aygıtı olduğu akılda tutulduğu zaman koalisyon tartışmalarının beyhudeliği daha iyi anlaşılır.
Bu şartlarda komünistlerin burjuva parlamentolarında yer almalarından murad edilen ne olabilir? Açıktır ki komünistler bir yönüyle bu siyasi gerçeği açıklamak üzere burjuva parlamentolarında yer alırlar. Bir başka deyişle gerek seçim kampanyaları sırasında gerekse de parlamento faaliyetlerinde bu kurumlara dair gerçekleri ortaya koyup açıklamak maksadıyla, legaliteyi istismar ederler.
Bu itibarla bugün içine girmekte olduğumuz süreçte bu gerçekleri açıklamak için oldukça elverişli koşullar fazlasıyla mevcuttur. Önemli olan bu şartlarda mecliste belirleyici bir rol oynamaya aday olan HDP vekillerinin neleri yapmalarının gerektiğine ve neleri yaptıkları veya yapmadıkları takdirde teşhir edileceğine dair saptamalar yapılmalı.
Her şeyden önce burjuvazinin büyük sermayenin işlerini görmek için bir hükümet oluşturma yönündeki faaliyetlerine odaklanmadan ve bunun nasıl sonuçlanacağını beklemeden meclisin çalıştırılması öne çıkarılmalıdır.
Bundan kasıt geçmişte AKP’nin meclis çoğunluğuna sahip iken torba yasalarla vb. Geçirdiği muhtelif gerici yasal düzenlemeleri derhal geri çevirmek için adımlar atılmalıdır. İç güvenlik yasası, MİT yasası vb. bunların başında gelmektedir.
İkincisi AKP’nin çoğunluk olduğu dönemde gündeme gelmeyen, meclisten geçirilmeyen seçim barajı, siyasi partiler kanunu, YÖK vb. kurumları tarif eden 12 Eylül yasalarının iptali için, hükümet kurulmasını beklemeden girişimler yapılabilir ve yapılmalıdır.
Keza yolsuzluk ve rüşvet ile sınırlı kalmaksızın, AKP hükümetinin IŞİD bağlantılı kirli işlerini, Roboski ve benzeri katliamların yanı sıra, seçim döneminde HDP’ye yönelik tertipleri vb. Araştırıp ortaya koymak üzere meclis araştırmalarının derhal önünün açılmasına da bir engel yoktur.
Herhangi bir hükümetin kurulmasını beklemeden ve bu doğrultudaki pazarlıklara ortak olmadan HDP’nin bu konuları meclisin gündemine getirerek yasama ve denetim fonksiyonlarını yerine getirmek üzere hareket etmesi, seçim kampanyalarında yükselttiği taleplerin gereği ve kendisine destek veren seçmene karşı birinci ödevidir.