(Aşağıdaki yazı Köz gazetesinin 2000 Temmuz sayısında yayımlanmıştır. Pazarcık-Elbistan depremlerinin ardından yazıyı tekrar paylaşıyoruz.)
17 Ağustos gece yarısı meydana gelen, ilk 45 saniye içinde yaptığı tahribattan çok daha fazlasını yapmaya aday dinamikleri açığa çıkaran deprem vesilesiyle siyasal düzenin tel tel dökülmekte olduğu netlik kazandı. Ne var ki, depremin toz dumanı arasında bu görünüm de, barındırdığı devrimci fırsatlar da gözden kaçıverdi. Yine de “asrın felaketi” olarak vaftiz edilen bu gelişme, siyasal düzenin açmazlarını ve hakim sınıfın kendi bünyesindeki sorunları bir bir ortaya koymak için elverişli bir fırsat oluşturmaya devam etmektedir. Öte yandan, devrimciler bakımından kaçırılmış ve bir daha gelmeyecek bir fırsat gibi görülmediği takdirde bu depremin derslerini çıkarmak ve bu dersleri bir dahaki “deprem”de kullanmak üzere kuşanmak için de elverişli bir vesile sunmaktadır. Tek şartla; 17 Ağustos’ta olduğu gibi, “insanlığın” sorunlarını, acılarını paylaşma adı altında yaratılan birlik ruhunun sahteliğini sergilemek; devletin yaralarını sarma tutumundan uzak durmayı becermek suretiyle.
Yaşanan deprem “bizim sorunumuz” değildi. Bu felaket, hakim sınıflar için başka; “proletaryanın çıkarlarından başka çıkarları olmayan” bizim içinse başka şeyler ifade eder. Dolayısıyla sorunun çözümü noktasında atılacak adımlar bu farklılığı ortaya koymalı, çare, çözüm niyetine ortaya konulanlar arasındaki mesafe, aramızdaki ayrımın da ölçüsü olabilmelidir. Birimiz için felaket olan, diğeri için fırsattır; bizim zaferimiz onların felaketi demektir.
Hakim sınıflar güçlerini, dışındaki yığınları kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçirme becerisinden alır. Bunun araçlarını yaratmış, sürekliliğini sağlamıştır. Bizim eksikliğimizse bu araçları yok edecek araçtan yoksun oluşumuz, güncel gelişmelere müdahale araçlarını oluşturamamamız; anlık gelişmelerden güç almayı başaramamamızdır.
“Yaklaşan bir felaket anında halkın en çok ihtiyaç duyduğu ve yararlanacağı şey örgütlenmedir. Proleter örgütlenmenin yaratıcı örnekleri; işte şimdi şiarımız bu olmalıdır. Proletarya iktidara geçtikten sonra da şiarımız ve ihtiyacımız bu olacaktır. Eğer yığınlar örgütlü değilse mutlak bir zorunluluk haline gelmiş olan genel bir çalışma seferberliğini oturtmak mümkün değildir.” (Toplu Eserler; c. 24; ss. 435-445)
Bugün bir felaket olduğunda onun sonuçlarına ilişkin faaliyet yürütmekle yetinmemeli; bunlar daha yaşanmadan hazırlıklı olmanın yolları bulunmalıdır. Bugün yeni bir deprem günceldir. Milyonlarca insan bu tedirginlikle yaşamaktadır. Dolayısıyla; bugünden yalnızca deprem bölgelerinde değil; bu bölgelerin dışına yönelik de bir çalışma yürütülmelidir. Bu yönde örgütlenme çalışmalarına ertelemeden başlanmalıdır. Bu çalışmaların temelinde; sınıfın kendi örgütlülüklerini oluşturması; bunların sürekliliğini sağlamak oturtulmalıdır.
Binaların denetiminden tutalım; yaşanması muhtemel sorunların çözümüne; günlük ihtiyaçların karşılanmasından; barınacak alanların şimdiden tespitine varana dek hazırlıklara başlanmalıdır. Deprem olduğunda hayata geçecek mekanizmalar şimdiden tarif edilmelidir:
- Boş olan binaların işgal edilmesi,
- Binaların kontrolü onu yapan işçilerin de denetiminde olduğu komisyonlar tarafından yapılması,
- Bölgeye yapılan yardımlar, sorunu yaşayanlar tarafından denetlenmesi,
- Bölgelerin ihtiyaçlarını en iyi bölgede yaşayanlar bilir. Dolayısıyla eksikliklerin tespit edildiği komisyonlar oluşturulması.
- Bulunulan bölgelerde günlük yaşama ilişkin işler tespit edilsin, işbölümü ve bunların denetimi bizzat buralarda yaşayanlarca yapılması.
- İşsizliğin yoğun olduğu koşullarda, yeniden yapılandırma sürecinde, işsizlerin görevlendirilmesi düşünülebilir.
Bu ve benzeri öneriler üzerinden yürütülen çalışma; olay anında yaşanan kargaşanın bu önerileri getirenler tarafından ortadan kaldırılmasına hizmet edecektir.
Sermaye düzeninin yıkılmayı hak ettiğinin ve bunun nasıl gerçekleşeceğinin söylenmesinden bu yana 150 yıldan fazla geçti. Bu süreçte sermaye düzeni iç çelişkilerini ve zaaflarını aşmış değildir. Ama burjuva toplumunu tarihin çöplüğüne atması gerekenlerin cephesindeki zaaflar mütemadiyen daha büyük karamsarlıklara yol açmaktadır. Bu düzeni yıkma iddiasında olanlar bir türlü geçmiş başarısızlıklardan ve yenilgilerden ders çıkartamamaktadır. Bu dersleri kuşanarak yeni bir başarı umudunu; üstelik önceki başarılardan daha büyük ve kesin bir başarı umudunu temsil eden bir devrimci önderliği yaratamamaktadır. Böylece, asıl büyük ve büyüyen çoğunluk saflarında giderek artan bir karamsarlık yayılmaktadır. Aynı karamsarlığın simetrik bir ifadesi de bu ödevi yerine getirmekle yükümlü olanların cephesinde kendini göstermektedir. Bu iddiaya sahip olanlar arasında da başarısızlıkları örtbas edip sahte başarılarla avunma eğilimi yaygındır.
Bu eğilimin yanısıra, eldeki kırıntıları koruma uğruna dar çıkarlar peşinde günübirlik ve günü kurtarmaya yönelik bir mücadele çizgisi yayılmaktadır. Daha kötüsü, bu çizgide yürütülen siyasal faaliyetler, emekçi yığınlar arasında çürümüş sermaye düzeninin gerici gelişmesinin yarattığından beter bir karamsarlığa neden olmaktadır. Bu karamsarlık ve umutsuzluk iklimi bireysel ve kısmi kurtuluş arayışlarının filizlenip yaygınlaşması için en elverişli iklimdir. Ne var ki, buna bakıp sermaye düzeninin tarihsel açmazlarını aşıp uyumlu bir gelişme ivmesi kazandığına hükmedenler yanılmaktadır. İnsanlığın kurtuluşunu sağlayan eylemin öznesi kabul edilen işçi sınıfının cephesindeki karamsarlığa ve bireysel, kısmi kurtuluş ümitlerinin bu sınıfının saflarında yaygınlaşmasına bakıp işçi sınıfından ümidi kesenler de halt etmektedir. Çünkü bu karamsar tablo, burjuva toplumunun açmazlarının ortadan kalktığına işaret etmekte değildir.
Zaten bu düzenden ümitli beklentileri olanların arttığı da doğru değildir. Tersine burjuva toplumundan ümitli olanlar değil, devrimden ümidi kesen “devrimci”ler artıyor. Buna paralel olarak da işçi sınıfı saflarında devrimcilerden ümidi kesenlerin sayısı hızla artıyor.
“17 Ağustos depremini ucuz atlattığını” düşünen ve bu depremi kendi hanesine kâr yazmaya yönelen hâkim sınıfın sevinçli ve ümitli yönelişine bakıp aldanmamalı; bu topraklar daha büyük nice depremlere yol açacak fay hatlarının üzerindedir. Üstelik bir proleter devriminden başka hiçbir sarsıntı, sınıfsal kutuplaşmalara ve dünya çapındaki bir emperyalist paylaşım kavgasının açtığı bu çatlakları kapatmaya “enerjinin boşalmasını” sağlamaya yetmeyecektir. Burjuva toplumunun en büyük açmazı burada yatmaktadır; ve devrimcilerin bir depremi beklemeksizin aksine en küçük toplumsal sarsıntıları bu hedefe yönelterek siyasal iktidarın asırlardır ona susamış olanların eline geçmesi için dikkat ve gayretlerini yoğunlaştırması gereken nokta da aynı yerdedir.