(Bu yazı KöZ’ün 2001 yılı Temmuz ayında çıkan 15. sayısında yayımlanmıştır.)
Devrimci Muhasebenin Köşe Taşları
Konspirasyon kavramı genellikle her hangi bir düzeyde düzeni temsil eden ve savunanların dehşetle ve öfkeyle reddettiği bir tutumu hatırlatır. Çünkü konspirasyon kavramı, esasen daha geniş bir anlam ifade etse de, sözlüklerde «hükümete karşı fesat» diye geçmektedir; giderek bu dar anlamıyla öne çıktığı kesindir. Bu yüzden, dilbilimsel kökeni itibariyle değilse de, siyaset tarihi içindeki şekillenişi nedeniyle konspirasyon kavramının böyle bir tepkiye neden olması şaşırtıcı olmamalıdır.
Öte yandan, konspirasyon kavramı güya düzeni değiştirme iddiasıyla ortaya çıkan sosyalistlerin reformist kanadına mensup olanlar arasında da adeta düzenin açık savunucularını rahmetle aratan bir vurguyla lanetlenmektedir. Bunun yanısıra, zaten baştan beri böyle düşünenlerden başka, şu ya da bu yoldan geçerek düzenin kurallarına göre siyaset yapmanın tek yol olduğuna kanaat getirenler de (ki bunlar arasında geçmişte konspiratif siyasetin en büyük cambazları da sık sık yer alır) bu koroya katılmaktadırlar. Konspiratif siyaset yapmak yasalar bakımından zaten daima yasaklandığı gibi, bu koronun katkılarıyla ahlaken de mahkum edilmeye çalışılmaktadır.
Özellikle İkinci Enternasyonal’in marksizmin biricik savunucusu ve takipçisi kabul edilip, uluslar arası işçi hareketinin biricik merkezi haline gelmesinden itibaren, yani 1890’lı yılların sonundan birinci emperyalist paylaşım savaşına kadar süren dönem boyunca, konspirasyon kavramı adeta sosyalizmin tam karşıtı bir siyasal tutumu ifade eder gibi ele alındı. İşçi hareketi içinde konspiratif yöntemleri benimseyen akımların, blankist-anarşist vb. etiketlerle hareketin dışına atılması yönünde bir eğilim egemen eğilim oldu. Bu dönemde, uzun yıllar boyunca konspirasyon ve konspiratif yöntemlerden söz etmek marksizmin dışına düşüldüğünün bir işareti olarak görüldü. Hatta bu konudaki tartışmalara ve o günden beri şu ya da bu biçimde sürdürülen tartışmalara bakılırsa, konspirasyon ve konspiratif siyaset kavramları sanki işçi hareketinin içinden çıkmış ve öylece şekillenmiş gibi algılanabilir. Oysa bu apaçık bir yanılgıdır.
İşin doğrusu fesat ve gizli tertiplerin; yalan dolan ve entrikanın; hile ve desisenin; dedikodu kumkumalarıyla her türlü şantaj ve köstekleme yöntemlerinin konspirasyon kavramının çağrıştırdığı ve içerdiği unsurlar olduğu hatırlandığında siyasette konspirasyonun asıl hangi siyaset tarzına has bir tutum olduğunu fark etmek zor değildir. Siyasette konspirasyon asıl yöneten-yönetilen ayrımının damga vurduğu ve küçük bir azınlığın toplumun geniş kesimlerini baskı ve zorbalığın yanı sıra yalan ve hileden de güç alarak yönettiği sınıflı toplumlar tarihinin bir ürünü ve ifadesidir.
Öteden beri sınıflı toplumlara hükmeden devletlerin ve bu devletlerin temsil ettiği düzen sınırlarında siyaset yapanların meşruluk ve açıklık kılıfları altında başvurdukları belli başlı yöntemlerin konspirasyon kavramının çağrıştırdığı her şeyi bir biçimde ifade ettiğini görmek hiç de zor değildir. «Bizans entrikaları», «saray darbeleri», türlü türlü zehrin kullanılmasını da dışlamayan ince planlanmış tertipler, günümüzde daha da gelişkin örneklerine sık sık rastlanan darbeler ve entrikalar vs. vs. öteden beri hakim sınıflar arasındaki siyasal çekişmelerin başlıca yöntemleridir.
Güçlü Roma imparatoru Julius Sezar’ın dehşetle sarf ettiği son ünlü sözlerinde «sen de mi oğlum?» demesi, ince ince hazırlanmış bir gizli tertibe işaret eder. Ama bu sözlerde aynı zamanda gizli bir gurur edası vardır; en büyük entrikacı ve konspiratör olarak Roma imparatorluğunun başına geçip uzun süre bu devleti fesat ve tertipler vasıtasıyla yöneten Sezar kendisine karşı tertiplenen fesadın içinde kendi yetiştirdiği üvey oğlu Brutus’ün varlığını son anda farkedince, ihanete uğramış olma duygusuyla karışık bir gurur duymuş gibidir. Ama konspirasyon kavramı o zaman henüz siyasal literatürde belirmiş değildir.
Öte yandan, konspirasyonun en önemli unsurlarından biri olan yalan, Meryem ile İsa’nın babası hakkındaki koca yalandan beri, yönetenlerin sömürülen yığınları sevk ve idare etmede en az baskı yöntemleri kadar başvurduğu etkili bir silah olduğu da sır değildir. Bu koca yalandan beri o kadar büyük bir yalan icat edilmiş değilse bile, bundan esinlenen ve bazen parmak ısırtan nice yalan sömürücü sınıfların hakimiyetlerini sürdürmelerini sağlamak üzere başvurdukları en etkili silahlar arasında yer almışlardır. Örneğin Mussolini’nin ve Hitler’in iktidarı tümüyle ellerine almak üzere kat ettikleri yol konspiratif siyasetle yontulmuş taşlarla döşelidir; bu yolda hile ve tertiplerin yanı sıra, yalan da önemli bir yer tutmaktadır.
Her şey bir yana, güya toplumu ve düzeni koruma yükümlülüğü ile görevlendirildiği gibi buna uygun araç ve imkanlarla donatılmış olan silahlı kuvvetlerin dünyanın her yerinde şu ya da bu sıklıkla «düzeni kurtarma» mazeretine sığınarak üstlendikleri darbeler düpedüz birer konspirasyon şaheseridir.
Soruna bu yönlerinden bakıldığında bu kez de siyasette konspirasyonun esas olarak düzen sınırlarında siyaset yapan akım ve aktörlerin bir yöntemi olduğu konusunda şüpheye düşmek mümkün değildir. Bu durumda işçi hareketi ve sosyalistler arasında konspirasyondan ve konspiratif siyasetten hiç söz edilmemesi gerektiği düşünülebilir.
Mamafih tam bu noktada, konspirasyon kavramının siyasal literatürde derin bir iz bırakarak yerleşmesine kimin nasıl neden olduğu hatırlandığında bu yanılgıdan kurtulmak zor değildir. Bunun için konspirasyon kavramının açık ve seçik bir biçimde bir siyaset yöntemi olarak ilk kez ne zaman ilan edildiğini ve üstelik bu kavramın bir örgüt ismi olarak benimsendiğini hatırlamak gerekir.
1789 Fransız devriminin içinden çıkan ve Babeuf önderliğinde kurulan ilk devrimci örgütün adı «Eşitlerin Konspirasyonu» idi. Bu örgüt az sayıda profesyonel devrimcilerden oluşan gizli ve sıkı disiplinli bir faaliyetin sonucunda silahlı bir darbe yaparak, 1789 deviminin temel hedeflerine doğru yol alacak bir devrimci hükümet kurulmasını amaçlıyordu. Bu amaçla devrimci olduğunu iddia eden hükümetlere karşı gizli bir çalışma yürütüyordu. Babeuf’ün örgütü yıkmayı tasarladığı hükümetin konspiratif saldırıları sonucunda, yani bu örgüte sızan ajanların marifetiyle çökertildi. Ama onların arayışları sona ermedi aksine daha büyük ölçekte sürdü. Daha sonra bu örgütün izinden giden Blanqui ve taraftarları da siyasette konspiratif çalışmanın pirleri olarak tarihte iz bıraktılar.
O günden beri siyasette konspirasyon dendiğinde akla sık sık bunların isminin gelmesi ve siyasal çalışmada konspiratif yöntemlere dikkat çekenlerin blankist olmakla eleştirilmesi oldukça yaygın bir tutumdur. Bu suçlamalara en çok maruz kalanların başında da Lenin ve Bolşevikler gelir. Bu da tesadüf değildir. Zira Lenin ve Bolşevikler Babeuf-Blanqui geleneğinin Rusya’daki sürdürücüleri olan Narodnik hareketi kapsayarak aşma iddiasını taşıyan bir akımı ifade etmektedir. Lenin bolşevizm yoluna çıkarken attığı ilk adımlardan itibaren, özellikle örgütlenme ve çarlık rejiminin ve gizli polis teşkilatının saldırılarına karşı korunma yöntemlerinden sitayişle söz etmiştir. Bolşevikler narodnikleri bu yönüyle aşan bir örgütlenme yeteneği kazanma gereğini sık sık ve açık seçik savunmuşlardır. Sonuç olarak da bu bakımdan narodnikleri de onların öncellerini de aratmayan, hatta aşan bir deneyimin mimarları olmuşlardır.
Bu açıdan bakıldığında, Lenin ve Bolşevikleri benimsedikleri örgütlenme anlayışı ve buna dayalı siyaset tarzı nedeniyle eleştirip onları blankist olmakla yerenlerin saptamaları büsbütün temelsiz değildir. Bununla birlikte, Lenin ve bolşevikleri blankist olmakla eleştirenler aynı zamanda onlarla jakobenler arasında da paralellikler kurmaktadır. İşte bu dayanaksız bir çarpıtmadır. Bu çarpıtmayı yapmak veya buna kapılmak için önce Babeuf ile onu giyotine gönderen Jakobenler arasındaki ayrım üzerinin örtülmesi gerekir. Benzer bir işlemi de Blanqui ile Louis Bonaparte arasındaki mücadeleye uygulamak gerekir. Bu tutum siyasal mücadeleyi sınıf mücadelesi ekseninden kopartıp teknik ve biçimsel yönleriyle kavrama kusurunu yansıtmaktadır. Babeuf’ün Eşitlerin Konspirasyonu adlı örgütle başlayan mücadelesinin sınıf mücadelesiyle ilişkisini göz ardı edip, onu ve yoldaşlarını basit bir biçimde birer komplo teknisyenine indirgemek düpedüz haksızlıktır. Keza Blankistlerin sadece darbe peşinde koşan konspirasyon heveslileri olduğunu sanmak da, proletarya diktatörlüğünün ilk örneği olarak tarihe kazınan Paris Komünü’nün asla kavranmamasıyla sonuçlanır. Nihayet, konspirasyon ve devrimci siyaset arasındaki ilişki göz ardı edildiğinde, 1917 Rus Devriminin düğümünü çözen 7 Kasım dönemecinin ve bolşeviklerin bu dönemeçteki rolünün bilince çıkarılması asla mümkün değildir.
Doğrusu devrimci akımları blankizm ve konspirasyonculukla suçlayanların şaşmaz bir biçimde legalist ve reformist çalışmayı şu ya da bu ölçüde, şu ya da bu sıklıkla benimseyenler arasından çıkması da tesadüf değildir. Düzenin esas bekçileri ve savunucuları konspiratif örgütlenme ve yöntemleri düzeni bozucu bir yol olduğu için reddederler. Bu tutum aynı zamanda bu yöntem ve imkanların tamamen ve doğrudan doğruya düzen güçlerinin devletin tekelinde kalması gerektiği fikrini ifade eder. Buna karşılık düzenin sınırları içinde siyaset yapmayı benimseyen reformistlerin konspirasyon konusundaki tepkileri ise daha çok bu tür bir çalışmanın düzenin sert tepkilerini davet ederek kendi sağlıklarına zarar vereceği kaygısından kaynaklanır. Yahut bu gibiler düzenin baskılarından kaçınmak için başvurulması gereken tedbirlerin kendi rahatlarını en az düzenin baskısı kadar bozacağı düşüncesiyle konspiratif çalışmadan bucak bucak kaçmayı tercih ederler. Reformizm kampında konspirasyona ve konspiratif örgütlenme gereklerine karşı çıkanların geçmişte bu yol ve yöntemlere bizzat ve bilfiil başvuranlar olması da tesadüf değildir. Nitekim menşeviklerin başını çekenlerin narodnik hareketin efsane isimleri arkasından sıyrılmış olması tesadüf değildir. Keza bugün yaşadığımız topraklarda reformizmin başlıca temsilcilerinin bir önceki dönemde konspiratif yöntemlerin en büyük cambazları arasından sıyrılmış olmaları da bir başka örnektir. Bu durumda reformizm bir teslimiyeti ifade eder. Konspirasyon tekelini ifade eden devlete karşı aynı yöntemlerle mücadele edip, başarısız olanlar sonuçta bu yolun «çıkmaz bir yol» olduğuna kanaat getirip, konspirasyon tekelini devlete ve düzen güçlerine emanet etme gereğine kanaat getirmektedirler. Babeuf ve Blanqui gibi son nefeslerine kadar teslim olmayanlar çok yaygın değildir.
Bu karmaşık nedenler hep birlikte, sosyalistler arasında az çok net bir ayrım çizgisinin oluşmasına da yol açmaktadır. Siyasal çalışmada konspirasyon yöntemlerini benimsemeyi ilkesel olarak reddedenlerle etmeyenlerin çoğunlukla reformist ve devrimci akımlar olarak birbirlerinden ayrılması bu durumu yansıtmaktadır. Ama bu ayrışmanın çok kritik bir boyutu gözden kaçırılmamalıdır. Reformistlerin daima konspirasyona karşı çıktıklarına bakıp, devrimciliğin başlıca ölçüsünün konspiratif yöntemlerde ustalaşmakta yattığını zannetmek bir başka ve en az öteki kadar yaygın bir yanılgıdır. Bu yanılgı esas olarak bolşevizm ile blankizmin asıl ayrım çizgisinin kaybolmasına yol açar ve bu ayrımın gözden kaçırılmasından kaynaklanır. Bu yanılgının özü, konspirasyona reformistlerle aynı gözlükten bakmakta yatar. Yani konspirasyonu siyasetin tamamıyla özdeşleştirerek red veya kabul etmekten ibarettir. Oysa düzen güçleri ve özellikle de burjuva siyaset anlayışı bakımından konspirasyon siyasetin meşru ve esaslı bir boyutu olmakla birlikte devrimci siyaset bakımından öyle değildir.
Devrimci siyaset bakımından konspirasyon, konspirasyonu esas alan devlete karşı mücadelede meşru ve gereklidir. Bununla birlikte siyasal mücadelenin iktidar için mücadele yani devlete karşı mücadele olduğu noktasından hareketle denklem tersinden de kurulabilmektedir. Yani siyasal mücadelenin her boyutunda, her alanında ve anında konspirasyonu devrimci siyasetin bir yöntemi olarak kabul edenler az değildir. Bu durumda devlete karşı gizli ve konspiratif yöntemlerle mücadele eden kimi akımların, işçi sınıfı ve başka siyasal akımlarla ilişkilerinde de aynı yöntemleri benimsemekte mahzur olmadığı hakkında bir yanılsamaya vardıklarına sık sık rastlanmaktadır. Böylece devrimci siyaseti her boyutuyla konspiratif çalışmaya ve onun yöntemlerine tabi kılan sekter akımlar hayat bulmaktadır; bunların ender olmadığına da ne yazık ki sık sık tanık olunmaktadır. Bu siyaset tarzı genel olarak kitle çalışmasında devrimcilere ciddi bir ayak bağı olduğu gibi, zaman zaman devrimci örgütler arasında ve devrimci örgütlerin kendi içinde de hatalı, sonuçta tasfiyeciliğe varan ve bu akımı besleyen ilişkilere yol açmaktadır. Böylece, kimi devrimci örgütler arasında adeta düşmanla savaşır gibi, siyasal mücadele yürütmeyi meşru ve doğru kabul eden akımlar. Kitlelere devrimci bilinç verme iddiasıyla ortaya çıkmış oldukları halde kitle çalışmasını yalan (en azından doğru olmayan) bilgilerle sürdürmeyi normal hatta marifet sayan eğilimler. Birbirlerine karşı dedikodu ve iftira da dahil fesat yöntemleri kullanmayı «oyunun kuralı» zanneden akımlar. Nihayet devrimci örgütler içinde beliren siyasal farklılıkları konspiratif hizipler ve konspiratif tasfiye yöntemleriyle yürütmeyi ilkesel olarak reddetmeyen; daha da kötüsü bunu reddetmeyi bir nevi saflık ve «siyaset bilmemek» olarak gören eğilimler boy gösterebilmektedir.
Her geçen gün eksikliği bir kat daha fazla hissedilen devrimci partinin ise reformizm ve legalist tasfiyecilik kadar burjuva siyasetinin devrimci hareketin içine taşınması anlamına gelen bu konspirasyon heveslilerinin temsil ettiği oportünizm ile tüm bağlarını koparmış olması gerekmektedir. Bu nedenle Komünistlerin parti birliğini hedefleyenler ayrım çizgilerini çekerken bu hususu da göz önünde bulundurmaya devam edeceklerdir.
Devrimci partiyi devletin saldırılarına karşı koruyabilmek ve devrimci bir siyasal faaliyetin sürekliliğini sağlamak için sınıf düşmanına karşı konspiratif çalışmanın zorunlu olduğunu da pek çok olumlu olumsuz deneyim sayesinde biliyoruz. Siyasetin açık yapılması gerektiği gerçeğinden hareketle, devrimci örgütün ve devrimci çalışmanın açık ve korunaksız bir biçimde düzenin insafına sığınarak düzen kurumlarına bel bağlayarak yapılabileceği hayalini yayan legalist tasfiyeci akımlarla aramızı açıyoruz ve açık tutmaya özen gösteriyoruz.
Öte yandan devrimci partiyi devletin saldırılarına karşı koruyabilmek ve devrimci bir siyasal faaliyetin sürekliliğini sağlamak için sınıf düşmanına karşı konspiratif çalışmanın zorunlu olduğunu da pek çok olumlu olumsuz deneyim sayesinde biliyoruz. Siyasetin açık yapılması gerektiği gerçeğinden hareketle, devrimci örgütün ve devrimci çalışmanın açık ve korunaksız bir biçimde düzenin insafına sığınarak düzen kurumlarına bel bağlayarak yapılabileceği hayalini yayan legalist tasfiyeci akımlarla aramızı açıyoruz ve açık tutmaya özen gösteriyoruz.
Bu kavrayış bizim için kitle hareketi içinde planlı bir ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmasını esas alan; ve kitle hareketinin en ileri, en bilinçli ve sorunları bizim gibi kavrayan önderlerini bir devrimci partinin çatısı altında toparlamayı hedefleyen bir perspektife işaret ediyor. Bunun için, bağımsız siyasal ve örgütsel varlığımızı güvence altına aldıktan sonra, her türlü kitle örgütünde çalışmayı, hatta bu tür örgütlerin yaratılmasına öncülük etmeyi zorunlu kabul ediyoruz. Kitle örgütlerinde çalışmayı reddedenlerle aramızı açıyoruz. Kitlelerle bağ kurma yollarını arayıp bulmayanların devrimci sıfatını hak edemeyeceklerini savunuyoruz.
Buna karşılık, kitlelere ulaşmak, onlara devrimci bir bilinç aktarmak için, devrimci araç ve yöntemleri kullanmak yerine kitle örgütlerini tepeden bürokratik entrikalarla ele geçirmeye çalışanlara; kitlelere ulaşmak için onların resmi önderlerine taşeronluk edenlere; kendiliğinden hareketlerin kuyruğuna takılanlara uymuyoruz. Kitlelere ulaşmanın devrimci yolları bulunduğunu biliyor, bunları öne çıkarmak istiyoruz.
Bu yolda devrimciler örgütünün siyasal ve örgütsel bağımsızlığının altını oyan tasfiyeciliği işçi sınıfı içinde yürütülen devrimci çalışmanın önündeki en büyük engellerden biri olarak görüyoruz. Burjuva mahkemelerinin önünde el pençe divan durdukları, kendilerini yasallaştırmak adına siyaset yaptıkları, her türden devrimci atılım karşısında sus pus kaldıkları ya da tasfiyeci kimliklerini doğrudan itiraf ettikleri için farkına varılması çok kolay olan yasalcı tasfiyecilerin tasfiyeciliğin tek türü olmadığının bilincindeyiz.
Sağlam illegal örgütler kurmayı siyasetten kaçmanın bahanesi yapanları, siyasetten kaçtıkça örgütsel ilişkileri ahbab çavuş ilişkisine çevirenleri de tasfiyeciler olarak tanımlıyoruz. Her türden teorik devrimciyle, teorik devrimciliğin propagandasını yapan akımla sınır çizgilerimizi çekiyoruz. Komünistliğin kitap okuyup yazarak, söylevler vererek kazanılan bireysel bir paye olmadığını, örgütü yaşam yaşamı ise örgüt içerisinde var edebilmenin komünizm için gerekli bir koşul olduğunu savunuyoruz. Sınıf mücadelesinin ateş hattında bulunan devrimcilere sırça köşklerden akıl verenleri, onların eksiklerini kendi fazlası sayanları, devrimci örgütlenmeler dağıldıkça parsa toplama umuduyla ellerini ovuşturanları karşımıza alıyoruz.
Buna karşılık, düşmana karşı bir tedbir olan konspiratif yöntemleri başlıca siyasal yöntem olarak benimseyip, başka devrimci akımlara hatta işçi örgütlerine karşı da konspiratif yöntemlerle yaklaşanların zaaflarını da unutmuyoruz. Siyasal çalışmayı konspiratif çalışmaya indirgeyenlerin sonuçta siyaset alanını legalist ve reformist akımlara terk ettiklerini de pek çok somut deneyimle biliyoruz. Bu tür akımların önünde sonunda apolitik tarikatlar haline gelen sekter akımlara hayat vermekten kurtulamayacaklarını da biliyoruz.
Dahası düşmana karşı zorunlu ve meşru bir yöntem olan konspiratif çalışma yöntemlerini, savaş hilelerini birbirlerine karşı hatta devrimci örgütlerin içindeki siyasal mücadelelerde de zorunlu zanneden ve meşru görenlerin legalist tasfiyecilerden aşağı kalmayan bir tasfiyeci eğilimi ifade ettiğini de unutmuyoruz. Tasfiyeciliği sırf legalist tasfiyecilikten ibaretmiş gibi göstererek, başka devrimci örgütlere karşı dedikodu, kara çalma, gibi yöntemlerle yaklaşanların; hatta koşulları oluştuğunda fiziki şiddete başvurmayı meşru görenlerin; devrimci örgütlere içinde siyasal yöntemlerle değil konspiratif yöntemlerle, kah hizipler oluşturarak, bunları kışkırtarak, kah türlü manevra ve tertiplerle “siyaset” yapmayı meşru görenlerin de tıpkı diğer oportünistler gibi burjuva siyaset okulundan beslendiklerini biliyoruz. Tasfiyeciliğin bir kanadının da buradan geldiğinin farkındayız. Bunlarla da aramızı en az legalist tasfiyeci olan oportünistler kadar açıyoruz ve açık tutmaya özen gösteriyoruz.