2013 Ekim Devrimi tartışmalarının özetini içeren bu yazı KöZ Gazetesi Ocak 2014 sayısında yayımlanmıştır.
2009 yılından itibaren düzenlenen Ekim Devrimi panellerinin beşincisini gerçekleştirdik. “Gezi’ den Rojava’ya Devrim ve Ayaklanma” başlığını taşıyan panellerin ilk oturumunda “Ekim Dersleri ile Gezi Ayaklanması” konuşuldu. İkinci oturumda ise Ekim Devrimi Işığında Rojava Devrimi tartışıldı.
İlk oturumda konuşmacılar Halkevleri’nden İlknur Birol, YDİ Çağrı’dan Çetin Deste ve Köz gazetesinden Murat Özyavuz idi. İlk sözü Çağrı konuşmacısı Çetin Deste aldı.
“Merhaba arkadaşlar, hepinizi Yeni Dünya için Çağrı adına selamlıyorum. Ekim Devrimi’nin 96. yılındayız. Ekim Devrimi’nden çıkarılması gereken bütün dersleri sınırlı zamanda aktarmak elbette mümkün değil. Bu yüzden ben, Ekim Devrimi’yle Gezi’nin ortaklaştığı noktalardan yola çıkarak Ekim Devrimi’nden çıkan dersleri aktarmaya çalışacağım. Ekim Devrimi’nden sonra ortaya çıkan kesin gerçeklik şu ki Bolşevik bir parti olmadan bir devrim olması mümkün değildir. Ekim Devrimi’nden farklı olarak Gezi Bolşevik tipte bir partinin önderliğinde gerçekleşmedi. Gezi, yaşam alanlarına müdahale edilmesine itiraz eden orta sınıf küçük bir grubun eylemleriyle başladı. Hükümetin eylemleri küçümseyerek takındığı saldırgan tutum Gezi’nin önemli belirleyicilerinden oldu. 11 yıllık iktidarı süresince bağımsızlık mücadelesi yürüten Kürt halkını bir kenara koyarsak, AKP’yi geriletmeyi başarmış tek hareket Gezi hareketi oldu. Bu noktadan bakıldığında eylemler başarıya ulaşmıştır, Gezi’nin temel talebi olan Gezi Parkı’nın park olarak kalmaya devam etmesi, topçu kışlası yapımının durdurulması bu eylemler sonucunda elde edilmiş kazanımlardır. Böylece AKP kitlelere karşı ilk yenilgisini almış oldu.
Gezi Direnişi’nden çıkarılması gereken derslere gelirsek: birincisi, Gezi Direnişi’ne yön veren, onun öncülüğünü yapan, işçi sınıfı içinde örgütlü bir yapı yoktu. Bu iddiada pek çok örgüt vardı ancak onlar da dediklerini yapamamış oldular. Gezi Direnişi devrimcileri hazırlıksız yakaladı. Pek çok devrimci örgüt Gezi Direnişi’ne dâhil oldu; ancak ona öncülük edemedi. Ulusalcılar ve nasyonal sosyalistler de bu hareket içinde olanca güçleriyle yerlerini aldılar. Bu kesimler Gezi’ye dâhil olarak AKP’yi devirmeyi umdular.
Lenin devrim olması için işçi sınıfının öncülüğünü kazanmış bir parti olması gereklidir, diyor. Buradan da ikinci derse geçiyoruz: Bolşevik tipte bir partinin salt varlığı devrimi yapmak için yeterli olmaz. Bu partinin aynı zamanda kitlelerin öncülüğünü de kazanmış olması gerekir. Bu partinin kitlelerin önderliğini kazanabilmesi de ancak kitlelerin siyasi tecrübe edinmesi yoluyla mümkün olur. Kitlelerin düzeni değiştirmek için öncüyü desteklemek gerektiği bilincine erişmesi kendi pratikleriyle mümkün olacaktır. Hepimizin bildiği gibi de Ekim Devrimi de Bolşeviklerin Sovyetler’de çoğunluğu ele geçirmesiyle mümkün olmuştur. Kitleler silahlı olarak ayaklanmışlardır. Bu açıdan bakıldığında, Gezi’de olan şey bir ayaklanma değildir; çünkü kitlelerin düzen değişikliği talebi bu harekete yön vermemiştir. Elbette hareket içinde yer alan çeşitli grupların kitlelere bu yönde telkinleri olmuştur; ancak geniş halk kitlelerinin böyle bir talebi olmamıştır. Rus Devrimi’ndeki gibi kadroları denenmiş bir parti olsaydı bu hareket devrimle sonuçlanabilirdi. Tabii kitlelerin de bu öncüyü benimsemiş olmaları şartıyla. Bu açıdan Gezi’ye benzer örnekler olarak Mısır, Tunus verilebilir. Buralardaki hareketlilikler parti olmadığı için yarım kalmış devrimlerdir. Egemenler iktidardan edilmiş ancak iktidara yine egemenler gelmişlerdir.
Ekim Devrimi’nden çıkarmamız gereken üçüncü ders de, kapitalist toplumlarda bütün ezilenlerin kurtuluşunun sadece proletaryanın devrimiyle mümkün olabileceğidir. İşçi sınıfının örgütlü olmadığı hiçbir hareketin tam anlamıyla başarıya ulaşması mümkün değildir. Peki, Gezi’de işçi sınıfı var mıydı? Yoktu. Gezi Direnişi’ne katılan sendikalar iki kere genel grev ilan etseler de bu grevler politik olarak anlamlı veya etkili olamamışlardır. Hâlbuki genel grev, batıda olduğu gibi, Yunanistan’da İtalya’da olduğu gibi olmalıdır. Genel grev işçinin üretimden gelen gücünü kullanarak hayatı durdurmasıyla olur. Elbette Gezi’ye katılan işçiler vardır; ancak bunlar sendikal olarak örgütlenmiş değillerdir. Bu yüzden de kendi talepleriyle Gezi’ye katılmamışlardır.
Buraya kadar, Ekim Devrimi’nden çıkarılabilecek 3 derste Gezi Direnişi’ni incelemeye çalıştım. Ancak Gezi’den de çıkarılması gereken bir sürü ders var. Gezi’yle beraber daha önceden aktif siyaset yapmayan kesimlerin siyaset yapmaya başladığını görüyoruz. Bu demokratik bir kazanımdır, burjuva demokrasisi için ileri bir adımdır. Gezi’yle beraber sol, önceleri tepeden baktığı çevre hareketini gözetmeye ve onlarla birlikte hareket etmeye çalışmaya başlamıştır. Ayrıca görünmez olan LGBT’ler de Gezi vesilesiyle bir görünürlük kazanmış oldular. Gezi, siyaset içine espriyi sokan, yeni bir siyasi kültürün temsilcisi olmuştur. Beraberinde, Gezi’de olumsuz yanlar da var. Gezi’ye katılanlar kendilerinin halk yerine ikame ettiler. Ancak halkın büyük çoğunluğu Gezi’ye katılmamıştı. Bunun üzerinden toplum kutuplaştırılmıştır.”
İkinci konuşmayı Köz gazetesi adına Murat Özyavuz yaptı.
“Ekim Devrimi ışığında Gezi’yi değerlendirmek zor. Ekim devriminde Bolşevik parti önderliğinde iktidarı alan işçileri görüyoruz. Gezi Ayaklanması’nı 1905 ve 1917 şubat ayaklanmalarına benzetmek mümkün, Türkiye ölçeğinde de Gazi, Tariş ve 15-16 Haziran Ayaklanmaları’na bakılabilir.
1905’te ne olmuştu? Papaz Gapon önderliğinde yapılan barışçıl işçi gösterileri, Çarlık askerleri tarafından kanlı bir şekilde bastırılmıştı, ardından da kitlesel grevler başlamıştı. Bu grevlerden Sovyetler doğmuştu. Bu sırada Sovyetlerin içinde Bolşeviklere karşı çıkanlar vardı. Bu kesimler sovyetlerin partiye bağlanması gerektiğini savunuyordu. Bolşevikler de bu kesimlerle ayrım çizgilerini çekti.
1917 Şubatı’nda ise 8 Mart’ta genel grev olup olmamasıyla ilgili Bolşevikler de kararsızdı. Ancak kitleler ayaklanınca tereddütsüz ayaklanmaya katıldılar ve Sovyetler’in kurulmasına önderlik ettiler. Kadınları ve gençleri de sovyetlere kattılar. Gezi Ayaklanması’nın açıklanması için bir takım kavramları netleştirmek gerekiyor, bunun için de tarihe bakılmalı. 1905 ve 1917 Şubatı proleter karakterli ayaklanmalardır. 1917 Şubatı devrim değil ayaklanmadır ve Bolşeviklerce sürdürülen mücadele sonucu ekim 1917de proleter devrim olmuştur.
Paris Komünü’nde Babeuf ve Blanqui’den gelen devrimci gelenek vardı. Onların ayaklanma kavramından anladığı iktidara silahlı müfrezeler tarafından el konulmasıydı, bizse buna devrim diyoruz. Ayaklanmalar ise daha geniş kesimleri içine alır. Bu ayaklanmaların Gazi veya Tariş ayaklanmalarıyla kıyaslanamayacak özelliği proleter unsurudur.
Ayaklanmaların sınıf bileşeni, devrimcilerin bunlara katılıp katılmamasını belirlememelidir, bu ayaklanmalara katılmak ve bunlardan ders çıkarmak gerekir. Ancak ortada ders çıkaracak bir özne yok. 1907de Bolşevikler 1905 Ayaklanması’ndan dersler çıkarmışlardı. Şu an böyle bir özne olmadığı için, bu ayaklanmadan en iyi şekilde ders çıkarmak mümkün değil.
Gezi Ayaklanması’nda sol örgütler ayaklanmanın seyri konusuna belirleyici müdahalelerde bulunamadılar hatta kitlelerce sevk edildiler. Ancak bu sol örgütlerin Gezi’ ye hiçbir katkısı olmadığı anlamına gelmiyor. Ayaklanmanın farklı mahallelere taşınmasında yani genişlemesinde, polisle yaşanan çatışmalarda ve ayaklanmanın bu kadar uzun sürmesinde örgütlerin etkisi oldu. Diğer bir deyişle devrimciler Gezi’nin rüzgarını farklı yerlere taşıdılar ve eylemin ömrünü uzattılar. Bu nedenle Gezi Ayaklanması’nda AKP’ ye geri adım attırılmışken, Gezi’den yerel forum gibi minimal düzeyde halk meclisleri çıkmışken ve hala hükümet karşıtı hareketler devam ediyorken AKP’ i geriletmek ve bunu yaparken de CHP’ ye yol vermemek gerekiyor.
Bugün bizim önümüzde duran asıl sorun kitleler ayaklandığında buna müdahale edecek bir parti yaratılması sorunudur. Ayaklanmadan devrim için faydalanan bir parti lazım.”
Son sözü Halkevleri adına İlknur Birol aldı.
“Haziranda olup bitene ne ad vermek gerekir? Biz Gezi için isyan ve direniş kavramlarını kullanmayı tercih ediyoruz, Gezi direnişle başlayıp bir isyana dönüşmüştür. Katılımcıları itibariyle analiz etmek gerekirse de Gezi’nin bir sınıf karakteri olduğunu söylüyoruz. Gezi İsyanını’nın önemli özelliklerinden biri kadın militanlığının bu hareketlenmedeki ağırlığıdır. İsyan geride son derece çeşitli ve zengin kazanımlar bıraktı. Bunlardan en önemlileri arasında forumlar var. Bunlar, kitlelerin doğrudan demokrasi kanallarının oluşturulması adına önemli kazanımlardır. Gezi’de ideolojik hegemonyanın da kırılabildiğini görüyoruz. Karşılaştırma yapıldığında da biz Gezi İsyanı’nı 1830 ve 1848’e benzetiyoruz. Kapitalizmin 1920’lerden sonra gördüğü en büyük proleterleşme ve mülksüzleşme hareketi neoliberalizmle beraber başladı.
Bu koşullarda eskinin kavramlarının da yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. AKP neoliberal stratejileri uygulamak üzere iktidara geldi, bu dönüşümü yaparken de İslam’ı başat bir motif olarak kullandı ve kullanmaya devam ediyor. Bu yüzden AKP hükümetini herhangi bir hükümet gibi değerlendirmemek gerekiyor. Rejimin proleterleşme hareketi, hızla proleterleşen kesimlerin öfkelerini yansıtabilecekleri kanalları da kapayarak hareket ediyor. Bu ve kutuplaşma da kitlelerin öfke biriktirmesine neden oluyor. Bütün güvencelerin ortadan kalktığı koşullarda, halkın çeşitli öfke patlamaları geçirdiğini de gözlemliyor idik. Küçük atölye direnişleri gibi olaylarla bunu gözlemlemiştik. Bu öfkenin yanı sıra 30 yıldır süren Kürt mücadelesinin kitlelerin militanlık biriktirmesine etki ettiğini de söylemek gerekir. Gezi başladığı yerden çok ötelere yayılmıştır. Bu yayılma emekçi mahallelerini de etkisi altına aldı. Gezi Direnişi bir isyana dönüştü, çağımızın bütün isyanları gibi yeni devrimci atılımlar çağını müjdeleyerek yayıldı. Gezi’den sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Hala devam eden bu isyanın kaderini mülksüzleşen ve proleterleşen küçük burjuvazinin kendiliğinden bir sınıf olmaktan çıkıp kendi için sınıf olması, bu kesimlerin sınıf bilincine kavuşması belirleyecek. Türkiye devrimci hareketi işaretlere rağmen Gezi’yi öngörememiş ve bu harekete gerekli dinamizmle karşılık verememiştir. Dolayısıyla bu isyan bütün sol örgütlerin kendilerini yeniden değerlendirmelerine vesile olmuştur. Sol örgütlerin kitlelerle bağ kurma konusunda sorunları olduğu ortaya çıkmıştır. Kitlelerin örgütlenmesinde rol oynanması gerekmektedir. Gezi’yle başlayan süreçte işçi sınıfının örgütlü olmasına ve militanlığına ihtiyaç duyuluyor. İsyanı sandıkla terbiye etmeye çalışanlara karşı bütün tedbirleri almalıyız. Sokak hareketlerinin içinde daha çok bulunmamız gerekiyor. Sandık dışı denetleyici mekanizmalar örgütlemememiz gerekiyor.”
Panelistlerin ilk konuşmalarından sonra dinleyicilerden soruları alındı. Soruların çoğu Gezi eyleminin niteliği ve Gezi’den çıkarılacak dersler üzerineydi:
– Devrimci hareketler Gezi’ de belirleyici olamadı dedik. Bunun sebebi nedir, devrimciler halkın nabzını ölçmekte yetersiz mi kaldı?
– Gezi Ayaklanması ile 1848 Devrimleri arasında benzerlik kurdunuz. 1848 Devrimleri küçük burjuvazinin siyasi kanadının güçlendiği bir hareket, Gezi ile 1848 Devrimleri arasında sınıfsal karakter açısından bir bağ kuruyor musunuz? Ek olarak küçük burjuva karakteri gereği düzeni koruma içgüdüleriyle hareket eder; ancak Gezi’de Lice ve Roboski de dendi. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
– 1905 ve 1917 ayaklanmaları ile Gezi arasında bağ kurmak amaçları açısından yanlış değil mi, birinde kitleler devrim için ayaklandılar, Gezi’de ise hükümetteki partiye karşı kin nedeniyle ayaklanıldı?
– Gezi Ayaklanması ile çözüm süreci arasındaki bağ nedir ve Gezi müzakere sürecini nasıl etkilemiştir?
– YDİ Çağrı Gezi’ yi ayaklanma değil direniş olarak değerlendirmesinin sebebini kitlelerin devrim talebi olmamasına bağlıyor. Ancak ayaklanma olup olmadığı kitlelelerin taleplerine bakarak mıdeğerlendirilmeli? Sonu devrime varan ayaklanmalarda yığınlar somut talepleri için mi iktidarı almak için mi ayaklanmıştı? Çağrı direnişi ayaklanmaya dönüştürmek için ne yaptı?
– Devrimci parti olmadığı için bir fırsat mı kaçtı, böyle bir parti olsaydı Gezi’den nasıl dersler çıkarırdı?
– Gezi için örgütler hazırlıksız yakalandı dedik. Peki sol bundan ne gibi dersler çıkardı, yerel seçimler ve Gezi’de çoğunluğu oluşturan örgütsüz kesimle ilgili ne yapıyor?
Panelistler ikinci oturumda sorular etrafında konuşmalarını yaptılar. İlk sözü Halkevleri adına İlknur Birol aldı.
“Gezi’nin sınıfsal karakteri vardır diyoruz. Küçük burjuvazinin etkilerini görüyoruz, Yeni işçi kitlesi adıyla andığım eğitimli kesim ayaklanmanın bütünleyici parçasıydı, bu kesim henüz sınıfın bir parçası olduğunun bilincinde değil. Küçük burjuvanın çözülerek içine karıştığı işçi sınıfına toplulukların yerini AKP’nin oluşturduğu başka bir kesim alıyor, bu kesim din odaklı kadrolaşma ile oluşturuluyor. Gezi sürecine taşeron işçilerinin katılımının az olduğunu gördük, bu kesimler için özel örgütlenme modelleri önermek gerekiyor. Küçük burjuvazi ve taşeron işçileri hesaba kattığımızda sendikaların kendi yapılarını gözden geçirmeleri gerekiyor. Ayrıcalıklarını koruma mücadelesinde neredeyse örgütlü bir duyarsızlığın hakim olduğu sendikaların yapısı değişmeli.
Devrim için kuşkusuz bir devrimci partiye ihtiyaç var. Ancak şuan kitlelerin birlikte mücadele etme pratiğini geliştirmeyi öncelikli hedeflerden biri olarak görüyoruz. Bunun için yerel seçimler önem taşıyor. Gezi sandığa sığdırılamaz. Bizim Gezi ayaklanmasından çıkan forumlara çok önem vermemiz gerekir, bunları nasıl sürekli kılacağımızı konuşmalıyız.
Halkı kutuplaştırmaya çalışan AKP’ye Gezi Ayaklanması bıçak gibi saplanmıştır. Peki bunun karşısında devrimciler ne yapmalı? Gezi, kent hayatının hiçbir aşamasında varlığı kabul edilmeyen halkın ben buradayım demesidir. Devrimciler yerel yönetim mekanizmalarında halkın daha çok sözünün geçmesi için uğraşmalıdır. Neoliberal politikanın getirdiği her şeyi reddeden ve halkın haklarını öne çıkaran bir hatta ilerlemek zorundayız. Bunun için AKP ve CHP’nin kuyruğuna takılmamalı ve 3. bir yol yaratmalıyız. CHP’ye oy verene de AKP’liye de ortak söz söyleyeceğiz. Artık halkın temsilinin ve denetiminin olmadığı organlar yerine halkın doğrudan katıldığı meclislere sorularak yerellerde iş yapılabilir.”
KöZ adına Murat Özyavuz:
“Gezi Ayaklanması’na katılan kesimlerin hepsi oraya farklı saiklerle gelmişlerdi, ancak belli bir program etrafında değil, bir halk hareketi doğmasının ardından katıldılar. Gezi Ayaklanması’nda belirleyici olan neydi? Bu kadar kitlesel bir harekette proleterlerin yer almaması beklenemez ancak bunlar sürekli bir varlık gösteremediler ve belirleyici unsur değillerdi. Belirleyici olan küçük burjuva da değil burjuvazinin eteklerinde yer alan alt tabakaydı. Siyasi hareketler alışmadıkları bir kitleyle karşı karşıya kaldıkları için de müdahale etmekte zorlandılar. Kaldı ki bu bir proleter ayaklanması olsaydı dahi var olan siyasi örgütler bu harekete önderlik edemezdi. Bunu Gazi Ayaklanmaları sırasında da gördük. Devrimciler ayaklanmanın yayılmasını ve uzamasını sağladılar ancak daha ötede bir etkileri olmadı. Çünkü karşılarında onların toplantılarında aldıkları kararları uygulayacak bir kitle yoktu.
Köz olarak Taksim Dayanışması’nda ayaklanmayla ilgili karar alırken parkta kalan kitleyle de konuşulması gerektiğini savunduk. Parkın mahallelere bölünüp temsilciler aracılığıyla karar alma sürecine katılmalarına dair önerimiz hayata geçirildi. Ancak bu forumlar karar alma organı işlevi görmedi.
Somut siyasi görev olarak da Gezi ile Rojavayı birleştirmemiz ve yerel seçimlerde ortak adayların forumlardan belirlenmesi yönünde çalışmamız gerekir.”
YDİ Çağrı adına Çetin Deste:
“Gezi Direnişi’nde Bolşevik tipte örgütlenmiş bir partinin olmadığını gördük. Böyle bir parti olmadığını söyledik, ancak bu yönde örgütlenmeler yok değildir. Böyle iddiaları olanlar varsa da bu harekete öncülük edecek kapasiteleri yoktur. Biz bu eksikliği gidermeliyiz. İşçi sınıfının önderliğini kazanmaya aday olmalıyız. Kitleler de bizi destekleyecek pratik deneyimi biriktirmeliler. Gezi Direnişi’nde ulusalcıların gücü hiçe sayılıyor. AKP’yi yollamanın yolu sandık dışında darbedir; zira ulusalcılar da Gezi’yi bunun için kullanmayı denediler. Kitleyi darbeye yönlendirmeye çalıştılar. Devrimci örgütler bu tehlikenin farkına varamadılar. Bu tespiti yapan bir tek Çağrı vardı. Biz ise bu oyuna ortak olmak istemeyerek Gezi’den çıktık. Mustafa Kemal’in askerleriyiz diyen kesim ciddiye alınmadı. Direniş amacına ulaşmıştı, direnişin ortak karar alınarak bitirilmesi gerekiyordu. Bitirilmesi gerektiği andan itibaren bunun uzamasına müdahale etmeyenler burjuvazinin kuyruğuna takılmış oldular.
Gezide kitlelerin öfkesi boşaldı ve sönümlendi. Biz bu saatten sonra çok doğru şeyler de yapsak o kabarışı geri getiremeyiz. Temel eksiklik partiyse bu partiyi kurmak için fabrikalar bizi bekliyor. İşçi sınıfı içinde örgütlenme görevini yerine getirmezsek hareket tekrar kabardığında biz yine bugün tartıştığımız şeyleri tartışıyor oluruz. Devrim olabilmesi için başka şeyler de gerekiyor elbette, ancak devrimin önkoşulu bu görevi yerine getirmektir. Lenin, devrimci durum tespitini yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediği şartta yapmak gerektiğini söylüyor. Gezi’de halk kitlelerinin eskisi gibi yönetilmek istememesi gibi bir derdi yoktur, AKP’nin düşmesini istemekten başka politik bir talep Gezi’de görülmemiştir. Ayaklanma kavramına da basit yaklaştığımızı düşünmüyoruz, burada devrimci hareketlerin olmayan özellikleri bu harekete atfettiklerini görüyoruz. Gezi’nin tek talebi olan AKP gitsin, hükümet devrilsin talebi de açıkça devrime zemin hazırlamaktan öteye gitmemiştir. Şunu da düşünmemiz gerekir: AKP devrilseydi de müspet bir sonuç ortaya çıkmayacaktı. Devrimci hareketlerin bu eskimiş algılarından kurtulmaları gerekiyor.