Bu yazı Aralık 2011 tarihli KöZ Gazetesinin 23. sayısında yayımlanmıştır.
Ekim Devrimi Tartışmaları 2011, 12-13 Kasım günlerinde gerçekleşti. ‘Ekim Devrimi ve Parti’ başlıklı birinci panel, Maltepe, Beşçeşmeler Kültür ve Sanat Derneği’nde gerçekleşti. Panele Niyazi Armutlu, Oğuzhan Kayserilioğlu (TÖPG), Ozan Doğan (DHF) ve Çetin Eren (KöZ) katıldı. Konuşmacılardan Eren ve Armutlu komünist bir parti olmadan proleter bir devrim gerçekleşemeyeceği tezi üzerinde durdu.
Ekim Devrimi ve Parti paneli, saygı duruşu ve panel moderatörünün KöZ’ün bu etkinlikleri Bolşeviklerin deneyimlerden dersler çıkarmak için düzenlediğini vurgulayan giriş konuşması ile başladı.
Niyazi Armutlu’nun İlk Tur Konuşması
İlk konuşmayı temsil ettiği politik kimliği tanıtarak söze başlayan Niyazi Armutlu yaptı. Kendilerini ESP ile yollarını ayırmış komünistler olarak tanıtan Armutlu, şunları kaydetti:
Ekim Devrimini anlamak için Lenin’in parti anlayışına dönmek gerekiyor. Martov başta olmak üzere Rosa Luxemburg ve Trokçi gibileri işçilerin partisinden, kitle partisinden bahsediyordu. Lenin’in savunduğu parti ise kendini kitlelerden, ayrıca oportünistlerden ve tasfiyecilerden ayrılabilmiş bir partiydi. Devrimcilerin profesyonel, dar gizli örgütüne ihtiyaç vardı.
Bugün Arap Baharı’na methiyeler düzen grupların murat ettiği Şubat Devrimi gibi devrimlerdir. Onlar Ekim Devrimi gibi bir devrimi murat etmiyorlar. Bugün 21. yüzyıl partisi diyenler Ekim Devrimi’ni ötelemeye çalışıyorlar. Bu oportünist akımlar sosyalistlerin çoğunu da etkisi altına almıştır. Bugün devrimci hareket ideolojik gıdasını Menşeviklerden ve 2. Enternasyonal’den alıyor. O yüzden Arap Baharı’ndan medet umuyorlar, kitlelerin buradan partilerini çıkarabileceğini savunuyorlar.
Parti ise bir irade sorunudur. Kendiliğinden ortaya çıkmaz. Örgütlü komünistlerin birliği sağlamadan işçilere birlik çağrısı havada kalacaktır. Krizler, depremler her zaman olacaktır; fakat siyasal bir öncü, parti yoksa ezilenler iktidarı alamaz. Arap Baharı’nın başına gelenleri hepimiz birlikte gördük.
Bolşevikler, önce işçilerin arasına duvar ören Bundçular ile yollarını ayırdılar. Daha sonra birinci emperyalist paylaşım savaşında kendi hükümetlerinden yana tavır takınanlarla yollarını ayırdılar. Bolşevikler bayrağında bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halkları birleşin yazan Komünist Enternasyonal’in kurulmasına ön ayak oldular. Bugün yolumuz Ekim Devrimi’nin mirası derken bu mirası sahipleniyoruz.
Amaç ve ilkelerimiz günlük sorunlara dair değildir. Koşullara göre değişmezler. Sınıfsız topluma geçişe kadar değişmeyecek tek şey amaç ve ilkelerimizdir. Koşullara göre değişecek olan tek şey sadece taktik tutumlarımızdır.
Çağımıza damgasını vuran Bolşeviklerin gerisine düşmeden komünist bir önderlik yaratmak görevimizdir. Bu görev yerine getirilmedikçe var olan bunalım devam edecektir. Mustafa Suphi TKP’sinden beri tarihten bugüne birçok parti kuruldu. Hepsi de kendisine komünist diyor. Birçoğu bu gericilik döneminde legalist çözümlere vardı. Fakat biz Bolşevik parti ve Komünist Enternasyonal’i, Mustafa Suphi TKP’sinin yürüdüğü yolda yürüyerek kuracağımızı söylüyoruz.
Bugün herhangi bir ülkede komünistler birleşmeden komünist parti kurulamaz. Komünist partiyi kurmanın başka yolu yoktur. Bizim atmamız gereken birinci adım komünistlerin birliğini sağlamaktır. Biz bu yüzden yüzümüzü Komünistlerin Birliği Platformu’na döndük. Yaşasın komünistlerin birliği! diyerek hepinize teşekkür ediyorum.
DHF’nin İlk Tur Konuşması
Niyazi Armutlu’dan sonra söz DHF’ye verildi:
Son on yıllık bir zaman diliminde ülkemizde devrimci, ilerici harekette bilincin bulandığını, sınıf çelişkilerine, zorun rolüne, örgüte dair bulanıkların olduğunu görüyoruz. Bu durum, Ekim Devrimi ile miras edindiğimiz diğer devrimlerin önemini ortaya çıkarıyor. Bizler genel olarak Ekim Devrimi ve Çin Devrimi’ni ele alırken Komünist Manifesto’yla başlayan, Paris Komünü’nden Çin Devrimi’ne uzanan sürecin açık bir çağrıyı ifade ettiğini söylüyoruz: bu süreç ezenlerin mevcut gerici devlet aygıtına son verme ve ezilenlerin iktidarını kurma çağrısıdır. Ister güncel ister tarihsel gelişmelere bakalım burada temel olarak gündeme almamız gereken, sınıf mücadelesinin kaçınılmaz olarak gerici devlet aygıtının ortadan kaldırılması ve ezilenlerin iktidarının tesis edilmesidir.
Bilimsel sosyalizmin 150 yıllık birikimini düzen içine çekme, ehlileştirme saldırılarını görüyoruz. Özellikle Sovyet sosyal emperyalizmin yıkılmasıyla sınıf mücadelesinin ortadan kalktığını, medeniyetler çatışmasının başladığını, kimliklerin ön plana çıktığını ve bilimsel sosyalist tarih anlayışının son bulduğunu söyleyen bir anlayış hâkim oldu. 80’lerden sonra
tasfiyeci, reformist anlayışların devrimci hareketin gene yönelimini vermey başladığını görüyoruz.
Ekim Devrimi’ne, Çin Devrimi’ne, ezilenlerin iktidar yürüyüşüne dair temel kıstaslarımızın ciddi farklar içerdiğini görüyoruz. Sosyalizmi, komünizmi tartışırken devrim konusunda, devletin niteliği konusunda ciddi savrulmaların olduğunu görüyoruz. Özellikle son yıllardaki tartışmalarda, son 40 yıllık tarihsel kesitte bilimsel sosyalizmin güncellenmesi, Marksizm-Leninizm ve Maoizm’in güncellenmesi ve klasik Marksist-Leninist yürüyüşü günümüz dünya koşullarına uyarlama girişimlerinin ortaya çıktığını görüyoruz.
Parti girişimlerinin hepsi de devlet konusunda son derece ciddi savrulmalara sahip. Bu anlamıyla birlik ve ortaklık tartışmalarının, komünistlerin birliğinin, ezilenlerin komünist partilerinden bahsedildiği dönemde, bahsi yapılan birlik ve ortaklıkların hangi zeminde gerçekleşeceği ve hangi sınıfların çıkarlarına hizmete edeceği konusunda söylem düzeyinde belirli ortaklaşmalar olsa da pratik olarak ciddi ayrışmalar söz konusudur.
TÖPG’nin İlk Tur Konuşması
Daha sonra sıra TÖPG’ye geldi:
Lenin’in pozisyonu esas olarak proletaryanın çıkarlarından dünyaya bakmaktadır. Bunları
gölgeleyenleri dışlar ve her şeye rağmen yalnızlaşmayı göze alır. Lenin’in günlük yaşamında, olağanüstü çalışmasında, işçilerle ilişki kurmasında bunu görürüz. Dik durmak, sürekli çalışmak ve olağanüstü hassasiyet. Aynı zamanda sınıfın çıkarlarını görüp herkesten, diğer sınıflardan önce davranmak, ısrar ve gözüpeklik….
Bolşevik partiyi somut ve tarihsel olarak kavramamız gerekir. Günümüzde değil, 1900’lerin başında kurulmuş bir partidir. Bunu mutlaklaştırmamak gerekir. Bu dönem, sürekli bir çatışma ve ağır yenilgi dönemidir. Bizim yaşadığımız gibi bir dönemde şekillenmemiştir bu parti.
Lenin’in taktik hamlelerini de bu koşullar içinde algılamak gerekir. Rusya’nın koşullarını da akılda tutmak lazım: Parlamento yok, her türlü siyasi partinin kurulması, sendikalar yasak. Çarlık despotizmi var. Bu koşullar altında illegaliteyi seçiyorlar. İllegallite konusunda titiz olan Lenin, Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin örgütlenmesini örnek bir parti olarak görüyor. Almanya için uygun bir partidir ve Rusya’nın koşullarına uygun olan da Bolşevik partidir.
Dışarıdan bilinç verilmesi günümüzde farklı algılanmalıdır. Rusya işçi sınıfı, Rusya içinde küçük bir azınlık. Bugün ileri kapitalist ülkelerde çalışan nüfusun %90’ı, Türkiye gibi ülkelerde nüfusun yaklaşık %50’si işçi. Eskiden aydın denilen zümre işçileşti. Bu, sınıf içi bir ittifaka dönüşüyor.
Bugün, sınıf genişledi. Kapitalizm toplumsal alanın sömürüsünü genişletip derinleştirdikçe daha önce ayrıcalıklı olan kesimleri işçileştiriyor. Büro memurları, avukatlar, doktorlar… O zaman aydınların çoğunluğu da kendi emeğiyle geçiniyor ve işçinin içine giriyor. Dolayısıyla aydın olmayan işçi ve işçi içindeki aydının ittifakını sağlamak gerekiyor.
KöZ’ün İlk Tur Konuşması
Son olarak, ilk tur konuşması için söz KöZ’e verildi:
Zordan, şiddetten, devlet aygıtından, bunlara dair bulanıklıklardan bahsedildi. Bu tespitlerin hepsi doğru. Durum böyleyken Lenin’in bu karanlık tabloya aykırı duran bir saptamasıyla başlamak lazım. Lenin 1916’da Ekim Devrimi olmadan, Paskalya ayaklanması üzerine şunu diyor: ‘emperyalizm proleter devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağına giriyoruz’. İnsanlık için son derece aydınlık bir çağın başladığından bahsediyor.
Bolşevikler nasıl kazandılar? Ulusların kendi kaderini tayin hakkını, işçi köylü ittifakını reddeden sosyal yurtsever, şovenist akımlara karşı uzlaşmaz bir biçimde mücadele ettiler. İkincisi, devrimci bir durum çıktığı zaman konspiratif bir ayaklanmayı örgütleme iddiasına
ve cesaretine sahiptiler. Bunun dışındaki devrimlerde böyle olmadı.
Burada ilk konuşmacının saptamasına dönmek lazım: bu akımlar, işçi hareketini ve devrimci hareketi net olarak ayırmamışlardı. ‘Oportünizmden koparsak işçi hareketinden koparız’ diye düşünüyorlardı. Lenin’in farkı da bu ikisini ayırmayan oportünizme karşı katı bir tutum almaktı ve oportünizmden kopmak işçi hareketinden kopmak değildir’ demekti.
Lenin 1898’den beri bir parti kurma kavgası veriyor. 1912’ye kadar Rusya’da bir ayaklanmayı yönetecek bir parti yok tespitine bağlı kalıyor. ‘Menşeviklerden, oportünizmden koparak ayrı bir parti kurmalıyız’ diyen bir Lenin var. 1898’ten 1902’e kadar ‘böyle bir partiye gerek yok’ diyen ekonomistlere, ‘Yahudiler kendi partisini kursun’ diyen Bundçulara karşı mücadele veriyor. 1902’den 1912’e kadar tüzüğün ikinci maddesinde devrimci programa kadar her şeye aykırı duran Menşeviklere ve Troçki’nin de içinde bulunduğu tasfiyecilere karşı mücadele veriyor. 1912’de RSDİP’nin bağımsız bir kolu olarak Bolşevikleri örgütleyen Lenin var. 1912’den sonra böyle bir parti olduğu için devrim oluyor.
Lenin ‘parti yok’ demeyi 1914’ten sonra da söylüyor. Bunu ise uluslararası çapta ifade ediyor. Fakat bu kavgasında başarılı olamıyor çünkü Komünist Enternasyonal geç kuruluyor.
Emperyalizm çağı çok karanlık bir dönem. Böyle bir parti olduğu için bu dönem aydınlık bir dönem olabiliyor. Devletin niteliğine dair kafa karışıklığı yok. Bugün karanlığın kökenine arayacaksak 1956’dan da öncesine gitmek gerekir.
Bu karanlık dönem Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinden sonra başladı. Kendi temel ilkelerini reddetmeye başladıkları zaman bu karanlık çağ başladı. Kafa karışıklıkları arttı ve yeni alternatif devrim teorileri üretilmeye başladı.
Biz şu an KöZ olarak ‘öyle bir parti var’ diyemiyoruz. Bu partiyi yaratmak için sürekli olarak ‘parti yok’ diyoruz. Ve Niyazi arkadaşın dediği gibi bu partiyi yaratmak için amaç, ilke ve önceliklerde birleşmiş tüm komünistleri parti kurmaya davet ediyoruz.
İkinci Tur Konuşmaları
Dinleyicilerinin soru ve görüşlerini iletmesinden sonra ikinci tur konuşmaları için söz sırası konuşmacılara döndü. Son konuşmasında Niyazi Armutlu şunları vurguladı:
Bolşevikler, Bundçulara karşı tavır alıyorlar. Daha sonra ülkelerinde burjuvaları destekleyenlere karşı mücadele ediyorlar. Ekim Devrimi’ne mayasını veren de o devrimin ebesi olan o partidir. Mustafa Suphi TKP’si de o programı, amaç ve ilkeleriyle hala aşılmamıştır. Biz ‘Ekim Devrimi’ni aşan bir parti lazım’ diyoruz. Çünkü bu devrim partisiyle kendinden önceki bütün devrimleri aşarak gelmiştir. Biz komünistlerin birliğini sağlayacağız. Bolşevikler kendilerini işçi sınıfının en güvencesiz kesimlerinde , varoşlarda konumlandırdılar. Bu ülkede ölüm oruçları gibi bir durum yaşandı. Demek ki burada kadro sorunumuz yok. İdeoloji sorunu hiç yok. Sorun partiyi kurma iradesi sorunudur. Hepinize ve bu düşüncelerimizi burada dillendirmeye fırsat veren KöZ’e teşekkür ederim.
DHF ise şunları belirtti:
Bugünkü sunumlar ve sorularda Ekim Devrimi – Çin Devrimi’ne yaklaşım, bilimsel sosyalist yaklaşıma dair farklılıklar kendisini gösterdi. Hemen her birimizin yaklaşımının farklı olduğu ifade etmek lazım. ‘Mustafa Suphi TKP’sini aşan bir parti yok’ diye düşünmüyoruz. Onları aşan, onların yanlışlıklarını aşan İbrahim Kaypakkaya’nın TKP-ML’si idi. Onun geleneğinin bu topraklardaki yegâne çözüm gücü olduğu düşüncesindeyiz.
Bilimsel sosyalizmi güncellemek ve ülkelerin koşullarına uyarlamak yeni bir tartışma değildir. Bizim reform ve devrime dair kafa karışıklığımız yok. DHF olarak ezilenlerin demokratik mücadelesini yürütüyoruz, ona dayanıyoruz. Doğru, ülke değişmiştir. Dünya ve ülke konjonktürü değişse de gerici dünya sistemi değişmiyor. Güncel tartışma da bu mevcut gerici mekanizma ve devlet aygıtının nasıl ezilenlerin iktidarına dönüştürülebileceği meselesidir. Bu yönüyle son kırk yıllık süreç ciddi deneyimler sunmaktadır. Esasen reform mücadelesini aşmayan, pratiğinde yönünü kaybeden hareketler söz konusudur.
Bugün Kaypakkaya, Çayan, Gezmiş geleneğini ele alan farklı geleneklerden oluşan bir gerçeklilik var. Kimin reformist, devrimci, komünist ya da oportünist olduğunu ise sosyal pratiği çıkarır. Önemli farklar vardır. Bu temel ayrım noktalarında asgari ortaklaşma sağlamadan, belli akımların Marksizm-Leninizm-Maoizm’e dair hatalarında anlaşmadan böyle bir birliğin sağlanamayacağı gerçektir. Bize göre ise böyle bir odak ve alternatif ise bu toprakta mevcuttur.
Bugün ana akım hareketler, reformlarla TC’nin olumlu bir yere gelebileceğini savunmaktadır. ÖDP’nin devrimci cephesi, Kongre hareketi, komünistlerin birliği çağrısında da bu vardır. Temel meselelere dair belli ilerlemeler kat etmeden bunlara alternatif olabilecek bir hareket çıkmayacaktır.
Daha sonra söz TÖPG’ye verildi:
İki Taktik, Çarlık baskısı koşullarında verilen demokrasi mücadelesinin sınıfı eğiteceğini ve sosyalist devrime doğru gidileceğini, bu mücadeleyi liberal burjuvaziye bırakmamak gerektiğini, işçi sınıfının bunu köylülerle ve diğer ezilenlerle beraber yapmak gerektiğini söyler.
Bugünkü TC buna çok uymaktadır. Bir demokratik devriminin işçi sınıfının öncülüğünde hem yapmayı savunuruz hem de bunun için mücadele ederiz. Başkası da ‘AKP’ye bak, ne güzel yapıyor’ der. İki Taktik’i güncellersek doğru bir hatta gidersin.
Devrimin koşulları bekleyerek gelmez, o koşulları yaratmak gerekir. Devrimler yapılmaz, devrimler çıkar gelir. Ama çıkıp gelen devrimi öncü olarak görüp uygun hamlelerde bulunursan devrimi yapmış sayılırsın.
Son söz KöZ’e verildi:
Bolşevik partisi gibi demokratik merkeziyetçi bir partide Lenin, Lenin oldu. Lenin, Menşeviklerin içinde hiçbir işe yaramazdı. Bizim açımızdan Marksizm Leninizm bu bireylerin içinde bulundukları örgütte şekillendiği politik akımlardır. Biz Marksizm-Leninizm’i örgütlerden takip ederiz, bireylerden takip etmeyiz.
Bizim tespitimiz Leninizm’in en billur halinin Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinde bulunduğudur. ‘Biz Menşeviklerle eylem birliği yaparız, Sovyetlerde çalışırız’ diyen Lenin, hiçbir zaman Menşeviklerle aynı partide yer almadı. 1912’ye kadar onlarla aynı partide bulunması yanlıştı ama hiçbir zaman hizipleri karıştırmadı. Hatta, kendi hizbi içerisinde de sol tasfiyecilerle ayrışmaya çalıştı.
‘Parti yok’ derken Türkiye ve dünyada Leninizm’i bu şekilde kavrayan, Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin programını ve devrim stratejisini benimseyen bir parti yok’ diyoruz. Başka partiler, elbette, var. Kendine devrimci ya da komünist der. Kimsenin kimseyle devrimcilik yarışına girmesi de doğru değildir. Bunlar siyasal mücadele ile gösterilir. Bu anlamda bir parti ise mevcut değildir.
Bolşevikler 1905-1912 döneminde kriz içerisindeler. Herkese tasfiyeci diyen ve partinin titizlikle saflığını savunan Lenin aynı zamanda ‘yardımlaşma sandıkları kuralım, en basit sendikal hareketleri destekleyelim, meclise girelim vb.’ diye yazıyor. Halbuki, Lenin’de parti meselesi ve kitleler arasındaki siyasal çalışma ayrıdır. Parti konusunda titiz olmanız, sadece ilkelerde anlaştığınız kişileri partiye almanız bu konularda anlaşmadıklarınızla siyaset yapamazsınız anlamına gelmez. O kesimleri eleyebilmek için onlarla olabildiğince fazla eylem birlikleri ve ittifak kurmanız lazım. Lenin ve Bolşevikler bunun dışındaki tutumları doktrinerlik ve solcu gevezelik diye mahkum ediyor.
Biz içinde olduğumuz dönemi 1905-1912 dönemine benzetiyoruz. Parti mücadelemizi buradan örnek almaya çalışıyoruz. Aynı zamanda, kitle çalışmasını, demokrasi mücadelesini de buradan örnek alıyoruz. Ekim Devrimi ile ayrım çizgilerimiz ortaya çıkıyor. O yüzden bu tartışmanın devlete, örgütlenmeye, partiye yönelik bakış açımızı tartışmanın iyi bir vesilesi olduğunu düşünüyorum.
Yaklaşık 90 kişinin katıldığı panel, yaklaşık 3 saat sürdü. Panel, bir sonraki gün gerçekleşen ‘Ekim Devrimi, Şovenizm ve Sosyal Şovenizm’ paneline çağrı ile son buldu.