Bu yazı Kasım 2015 tarihli KöZ Gazetesinin 6. sayısında yayımlanmıştır.
“Uzun bir dönem boyunca Ekim Devrimi’ni yok sayan, belleklerden silmeye çalışan, hatırlattı mı da “Bir daha asla!” diyerek hatırlatan hâkim sınıflar kısa sayılamayacak bir dönemdir Ekim Devrimi’ni farklı bir biçimde ele alıyor. Burjuva ideolojisini yamamayı, parlatmayı, sol içine bu ideolojiyi taşımayı meslek yahut hobi edinenler Ekim Devrimi’ni “önemli bir tarihsel olay” olarak sunmaya, Ekim Devrimi tarihini müzelik bir malzeme yaparak Ekim Devrimi ile açılan defterlerin bir daha açılmamacasına kapandığını göstermeye gayret ediyorlar.
Marx’ı, ekonomik krizden krize hatırlanan “düşünceleri ciddiye alınması gereken” bir “küreselleşme karşıtı”na çevirmeye hevesli olanların Ekim Devrimi’ne bir belgeselci mantığıyla yaklaşmalarında şaşırtıcı bir şey yok kuşkusuz. İşçi ve ezilen hareketinin zayıflığı ve dağınıklığı sürdükçe bir önceki dönemden daha ciddi olan bir belleksizleştirme operasyonunun devam edeceğine de şüphe yok.
Tüm bu saldırıların sonuçsuz kalacağı, tarihsel akıbeti asar-ı atika müzesinde çıkrık ve tunç baltanın yanında yer almak olanların Ekim Devrimi’ni müzelik hale sokamayacakları, defteri dürülecek bir sınıfın Ekim Devrimi defterini kapatamayacağı elbette doğrudur. Ancak Ekim Devrimi’nin dünün önemli bir olayı değil, bugüne ışık tutan bir dönüm noktası olduğunu yaratılan tüm manipülasyonlara inat, ısrarla tekrarlamadan da bu saldırılara yanıt verecek gücü toplamanın mümkün olmadığı da gerçeğin bir başka yönüdür.
Bizler, KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak, 7 Kasım 1917’nin tartışılması gerektiğini düşünüyoruz. Ekim Devrimi’nin önemi tartışılmalı: Tarihsel bir olgu olarak değil, politik bir pusula olarak.”
Ekim Devrimi tartışmalarını düzenlemeye başladığımız 2009 yılında bu çağrıyla yola çıkmıştık. O günden bugüne yaşadığımız topraklarda Gezi Ayaklanması vesilesiyle şahit olduğumuz ayaklanmalar dünyanın farklı coğrafyalarında meydana geldi; dahası yanıbaşımızda, Rojava’da, emperyalistlerin Ortadoğuda uzun yıllar önce kurdukları statüko çözülmeye giderken bir devrim gerçekleşti. Böyle bir süreçten geçerken Ekim Devrimi’nin ayaklanma, devrim, ulusal sorun, anayasa gibi siyasal sorunlara ürettiği yanıtların önemi toplumsal kabarışı devrime taşımak ve devrimi muzaffer kılmak isteyenler için daha da arttı.
2000’li yıllar boyunca solun gündemine Seattle’dan başlayan küreselleşme karşıtı hareket ve Latin Amerika’daki kitle hareketini düzen sınırları çerçevesine hapseden (en iyi örneği olarak Chavez’in öne çıkarıldığı) sol iktidarlar damga vurmuştu. Bu hareketlerin emperyalistlerin tekerine çomak soktuğu tespitleri yapılırken bu tespitleri 21.yy sosyalizminin inşa edildiğine vardıranlar da oldu. Bu süreç boyunca KöZ kendiliğinden hareketlerin ve düzenin açmazlarının reddetmese de hala emperyalizm ve proleter devrimler çağında olduğumuzun ve devrimci önderlik boşluğunun yakıcı bir sorun olarak önümüzde durduğunun altını çizdi.
2011 yılına gelindiğinde ise “Arap Baharı” olarak adlandırılan ayaklanma dalgası herkesin dikkatini üzerine çekti. Devrimci bir önderlik olmaksızın kitle hareketinin hakim sınıfın ve emperyalistlerin şu ya da bu kesimine yedekleneceği KöZ tarafından vurgulandı. Nitekim bu sürecin seyri de beklendiği şekilde oldu.
Solun bir kısmı “Arap Baharı”nda ortaya çıkan görkemli kitle hareketine methiyeler dizmekle meşgulken KöZ’ün sıklıkla altını çizdiği, 30 yıldan beri yaşanan “Kürt Baharı” ise meyvesini Rojava Devrimi’yle verdi. KöZ’ün arkasında duran komünistler bu gelişmeyi ilk andan itibaren devrim olarak nitelemekte tereddüt etmediler, KöZ batı Kürdistan’da yaşanan bu gelişmeyi devrim olarak tanımlayan ilk akım oldu. Daha sonra
PKK’nin böyle bir terminolojiyi benimsemesiyle de sol içinde Rojava’daki gelişmeleri devrim olarak tanımlamak yaygın hale geldi. ….
Bununla birlikte Rojava Devrimi’nden söz edenlerle Ekim Devrimi’ni rehber edinenlerin aynı dili konuştuklarını düşünmemek gerekir. Rojava’yı bir devrim olarak niteleyenlerin önemli bir kısmı Ekim Devrimi’nden haberdar değildirler yahut onu referans almamaktadırlar. Yine aynı kesim içerisinde yer alan önemli bir azınlık da Rojava Devrimi’ni Ekim Devrimi’nin bir alternatifi olarak sunmaktadırlar. Yirmi birinci yüzyılın devrimi olan Rojava Devrimi 20 yüzyılın en büyük devrimi olan Ekim Devrimi’ni ve onun sonucunda oluşan proletarya diktatörlüğünün hatalarını tekrarlamayan, onu aşan özgürlükçü bir devrim olarak sunulmaktadır. Buna karşılık Rojava Devriminden bu şekilde söz edenlerin damgasını vurduğu bir siyasi iklimde “yolumuz Ekim Devrimi’nin yoludur” diyenler savunmacı bir refleksle Ekim Devrimi ölçek alındığında Rojava’da bir devrimin gerçekleşmemiş olduğunu iddia etmektedirler. Halbuki Ekim Devrimiyle Rojava
Devrimi’nin ortak bir devrim paydasında buluştuklarını tespit etmek, Ekim Devrimi’nin, Rojava Devrimi’nin karşı karşıya olduğu tehlikelere karşı hangi devrimci yanıtları üreterek onu aşan bir devrim haline geldiğini anlamanın ön koşuludur.
Ekim Devrimi’ne baktıkları zaman işçilerin hayat standartlarının yükselmesini, sosyal haklarının ilerlemesini görenler Rojava devrimine baktıkları zaman da yaşananın bir iktidar sorunu olduğunu gözden kaçırıyorlar. Elbetteki devrimin önünü açtığı bütün toplumsal ilerlemeler, örneğin Rojava’da kadınların devrimden sonra hayatın her alanında en önde olmaları kıymetlidir. Fakat Ekim Devrimi’nin asıl gösterdiği iktidarın kimde olduğunun, egemenlik meselesinin belirleyici olduğudur. Ekim devrimiyle Rojava Devrimini buluşturan ortak payda tam da bu egemenlik sorunudur. Her iki durumda da “siyasal egemenlik kimde?” sorusunun yanıtı değişmiştir. Ekim Devriminde işçi ve köylü kitleleri çarın elinden egemenliği alıp kendi egemenlik organları olan şuraları, daha bilindik deyimiyle Sovyetleri yaratmıştır. Aynı şekilde Rojava’da Esad’ın egemenliği kalmamıştır, Rojava’da yaşanılanları devrim yapan da budur. Düne kadar kimlik kağıtları bile olmayan Kürt kitlelerinin kantonlar aracılığıyla egemen olup olamayacağı ise önümüzdeki dönemdeki siyasi mücadeleyle belirlenecektir. Egemenlik sorununu Ekim Devrimi’ni Rojava Devrimi ve diğer bütün devrimlerle buluşturan payda olarak tanımlamak Ekim devriminin bu devrimleri nasıl aştığının anlaşılmasını da sağlayacaktır. Ekim devrimi döneminin tek devrimi değildi. Ama dönemin diğer devrimlerinden farklı olarak muzaffer bir devrimdi. Orta Avrupa ülkelerindeki devrimler karşı devrimci güçlerce ezildi. Rusya’da ise Ekim Devrimi, Şubat Devrimi’nde iktidarı alamamış İşçi Köylü Asker Sovyetlerinin egemenlik bildirgesi oldu. Ekim Devrimi’nin başarısı nesnel koşulların bir hediyesi ya da tesadüf değildir; komünist bir partinin siyasi önderliğinin eseridir. Elbette Rojava Devrimi’nin tayin edici aşamasını simgeleyen, bölgede Kürdistan bayrağının dikilmesi de bir önderliğin –bunun komünist bir önderlik olmadığını unutmamak kaydıyla sonucudur. Ancak bu devrimin zaferle sonuçlanıp sonuçlanmadığı ise henüz belli değildir. Bu bakımdan, akıbeti henüz netleşmemiş olsa da, Rojava Devrimi komünist bir partinin önderlik ederek muzaffer kıldığı Ekim Devrimi’ne değil komünist devriminin önderliğinden yoksun Şubat Devrimi’ne benzemektedir. Demek
ki Rojava Devrimi’nin zaferini isteyenlerin Ekim Devrimi’nden çıkarmaları gereken ilk ders Ekim Devrimi’ne önderlik eden partinin bugün Rojava’nın en acil ihtiyacı olduğu gerçeğidir.
Ekim Devrimi’nden çıkarılacak ikinci ders ise egemenliğin nasıl korunacağına ilişkindir. Bolşeviklerle Kautsky’nin temsilcisi olduğu merkezci akımlar arasındaki temel ayrım devrim için bir ayaklanmanın gerekli olup olmadığına ilişkin değildi. Sovyetlerin bir ayaklanmadan sonra da varlıklarını bir iktidar organı olarak sürdürüp sürdürmeyeceğine ilişkindi. Kautsky Sovyetlerin ayaklanma sırasındaki varlığına itiraz etmiyor ancak ayaklanmadan sonra egemenliğin tekrardan parlamento aracılığıyla sürdürülmesi gerektiğini savunuyordu. Bolşevikler ise sovyetleri sadece bir ayaklanma organı olarak değil bir iktidar organı olarak ele alıyorlardı. Bu görüşün arkasında da hiç şüphesiz Sovyetlerde egemen olan silahlı emekçilere siyasi olarak önderlik edebilecek bir partinin varlığına özgüven yatıyordu. Bugün de Rojava’da karşı devrimci kuşatmayla karşı karşıya bulunan rejimin önünde duran temel sorun egemenliğin kantonlardaki silahlı emekçiler aracılığıyla mı yoksa sınıflı toplumun devlet biçimlerinin şu ya da bu türüyle mi sürdürüleceğidir. Emekçileri bürokratik devlet aygıtının idari mekanizmaları yönetmek yerine onları siyasi olarak seferber edebilecek bir devrimci parti yaratmadan bu soruya Bolşeviklerle aynı yanıtı vermek mümkün değildir.
Rojava’daki devrim kendine özgü bir deneyim değildir. Önümüzdeki dönem farklı coğrafyalarda karşımıza çıkacak olan ayaklanma ve devrimlerin bir habercisidir. Aynı zamanda devrimcilerin hangi çetin görevlerle yüzyüze olduğunun yanıbaşımızda duran bir örneğidir. Ekim Devrimi’nin dersleriyle kuşanmadan bu görevlerin üstesinden gelmek de mümkün değildir.
20.yüzyıl tarihine damgasını vuran Ekim devrimi olduysa 21.yüzyılın tarihine damga vurma iddiasında olanların da Ekim Devrimi’nin derslerini hakkıyla çıkarmaları, güncel politik meselelere de bu bilinçle yaklaşmaları elzemdir. Bu panelleri düzenlemekteki muradımız da bu dersleri muhataplarıyla tartışmak ve bir ayaklanmalar yüzyılı olacak olan çağımızı bir muzaffer devrim çağı yapmanın yolunu döşemektir.