Bu yazı KöZ Aralık 2010 sayısında yayımlanmıştır
“İşçi sınıfının kurtuluşu ancak işçi sınıfının kendisi tarafından sağlanabilir. İşçi mücadelesi, yeni sınıf ayrıcalıkları ve tekelleri için değil, her türlü sınıf egemenliğinin, toplumsal ayrıcalığın, baskı ve sömürü ilişkisinin yok edilmesi için bir mücadeledir. Bu nedenledir ki, İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi insanlığın evrensel kurtuluşunun biricik yolu ve koşuludur.”
Bu sözlerle başlayan Birinci Enternasyonal Tüzüğünün dibacesi, neredeyse 150 yıldır marksizmi kılavuz, Birinci Enternasyonal’i de referans olarak kabul eden komünistlerin fazla tartışıp üzerinde düşünmeden benimseyip tekrarladığı sözlerdendir. Marksizmin muarızları ve komünizmin düşmanları dahi bu ifadelere karşı çıkmaktansa, bu ilkeyi benimseyenleri “samimiyetsiz olmak”la veya “demagoji yapmak”la itham etmeyi tercih etmişlerdir.
Marksizmi ve komünizm hedefini benimseme iddiasında olmakla birlikte, bu sözleri gerçekten benimsemekte tereddüt eden kimileri ise, zaman zaman bu sözleri Lenin’in ‘güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yönetilmediği sürece proletaryanın kendiliğinden mücadelesi hiçbir zaman onun gerçek sınıf mücadelesi haline gelmeyecektir’ vb. saptamalarını bahane ederek tevil etme eğilimindedir.
Revizyonistler ise, devrimi ve devrimde partinin önderlik rolünü reddetmek üzere, yahut kendilerini işçi sınıfının yerine koyarak, insanlığın kurtuluşunun anahtarının kendi ceplerinde olduğunu yutturmak için, bu şiarı istismar etmede ustalaşmışlardır.
İşçi sınıfının kurtuluşu yolunda bugüne kadar atılmış en ileri adım olan 1917 Ekim Devrimi’nin 93. yıldönümünü yeni idrak etmişken ve KöZ’ün Ekim Devrimi vesilesiyle örgütlediği panelleri değerlendirmekteyken, bu şiar üzerine çökmüş bulunan bulutları def etmenin zamanıdır.
Elbette KöZ’ün arkasındaki komünistler de parti yolunda benimsedikleri stratejiyi tarif ederken “İşçi sınıfının kurtuluşu ancak İşçi sınıfının kendisi tarafından sağlanabilir” sözünü tekrarlayarak söze başlamaktadır. Ama peşinen söylemek gerekir ki, bu sözlere komünistlerin yüklemesi gereken anlam başka akımlarla ayrımlarını kalınlaştırmaya yönelik bir anlamdır.
İşçi sınıfının kurtuluşundan kast edilen nedir?
Bilhassa Ekim devriminin yıldönümü vesilesiyle bu sözleri anacak isek, şu soruyu sorarak başlamak gerekir: ‘İşçi sınıfının kurtuluşundan kast edilen nedir?’
Her şeyden önce işçi sınıfının kurtuluşu kavramını, bu sınıfın burjuva toplumundaki konumundan başlayıp bir sınıf olarak kendi kendini ortadan kaldırmasına kadar uzanan tek ve kesintisiz bir süreç olarak algılamamak gerektiğini akılda tutmak gerekir. Zira en azından leninizme sahip çıkma iddiasında olanlar için, burjuva toplumundaki halleriyle işçilerin sınıf bilincine bile kendiliklerinden ve kendiliğinden mücadelelerin içinde varması dahi mümkün değildir. O halde bu kerteyi atlayarak ‘İşçi sınıfının kendi kurtuluşunu kendi kendine sağlayacağını’ bugünden yarına kesintisiz ve tek bir süreç olarak kavrayanların ilk kusuru, ‘güçlü bir devrimciler örgütü tarafından yönetilmediği sürece proletaryanın kendiliğinden mücadelesinin hiçbir zaman onun gerçek sınıf mücadelesi haline gelemeyeceği’nin üzerinden atlamaktır. Bir başka deyişle leninizmin parti sorunundaki katkısının üzerinden atlamaktır. Bu aynı zamanda söz konusu şiarı ilk kez dile getirenlerin (bu arada Marx, Engels ve yoldaşlarının da) temel kusurudur. Zaten o nedenledir ki bu ayrımı sanki bir teferruatmış gibi gören ve gösterenler güya Marks’a yaklaşıyormuş görüntüsü vererek, Marksizm Leninizmden uzaklaşan revizyonistlerdir.
Demek ki, “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” şiarını tekrarlarken ilk ayrım bu noktada kendini gösterir ve burada da kalmaz.
Zira burjuva toplumu altında işçi sınıfının güçlü bir devrimciler örgütünün önderliğine olan ihtiyacı sadece bir seferlik bir ihtiyaç değildir. Aksine İşçi sınıfının günlük ve kısmi mücadelelerin her aşamasında böyle bir önderliğe ihtiyacı vardır; böyle bir önderlik olmadan bu mücadelelerin sınıfın bütünü için bir kazanımla sonuçlanmasının koşulu yoktur. O halde burjuva toplumunun kıskacı altındaki işçi sınıfının kendi kendini kurtarma eyleminden söz etmek mümkün değildir. Yahut bu ayrımı yapmadan bu sözü tekrarlamak en iyi ihtimalle içi boş bir formülü tekrarlamaya indirgenir. Kendiliğindenliğin peşinde sürüklenmek değilse düpedüz bir aldatmacaya dönüşür.
İşçi sınıfının kendi kendini kurtarmasından komünistlerin anlaması gereken şeyin sınıf mücadelesinin bu kertesiyle de bir ilgisi yoktur.
İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Kastedilen Devrim Değildir
Yoksa “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” sözlerinden burjuvazinin iktidarının alaşağı edilip emekçilerin ve ezilenlerin siyasal iktidarı ellerine geçirmesi eylemini, yani devrimi mi anlamak gerekir?
Pek çokları bu soruya evet yanıtını vermeye hazırdır. KöZ’ün arkasında duran ve devrim deyince ucu sonu belli olmayan bir süreci değil, somut olarak Bolşeviklerin önderliğindeki devrim gibi bir devrimi anlayan komünistler ise aksi görüştedir. 1917 yılının 7 Kasımında gerçekleşen devrimin hiçbir biçimde işçi sınıfının kendi eylemi olarak tarif edilemeyecek bir olgu olduğunun farkındadır.
Demek ki siyasal iktidarın fethedilmesi ve burjuva devlet aygıtının ele geçirilip parçalanması anlamında devrim eyleminin de İşçi sınıfının kendi kendine gerçekleştirebileceği ve gerçekleştirdiği bir eylem değildir. Bunun için de güçlü bir devrimciler örgütünün önderliği gerekir.
Hatta Bolşeviklerin 1917 Ekim deneyiminin olumlu olarak, onu takip eden nice deneyimin olumsuz olarak doğruladığı gibi, bu kritik aşamada söz konusu devrimciler örgütünün İşçi sınıfının geniş yığınlarının onayını beklemesi bu fırsatı kaçırmanın en kestirme yoludur. Emekçilerin ve ezilenlerin belirleyici kesimlerinin temsilcilerinden oluşan sovyet ya da şura türü örgütlerin onayını beklemeleri dahi söz konusu değildir. Bu tarihsel sorumluluğu üstlenmeye talip ve bu yetenekte bir devrimci partinin bağımsız iradesi olmadan söz konusu örgütlenmelerin iktidar organı haline gelmeleri ve/veya bu konumu koruyabilmeleri de mümkün değildir.
O halde proleter devrimci komünistler “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” derken bu kurtuluş yolunda en önemli ve zorunlu bir eşik olan burjuvazinin alaşağı edilmesi ve siyasal iktidarın emekçilerin eline geçmesi kertesini de kastetmediklerinin altı çizilmelidir. Doğrusu, bu nokta aslında bolşevizmin izini takip eden komünistler ile blankistlerden başlayıp maoistlere veya yaşadığımız topraklarda da izdüşümleri. bulunan, ya da bu topraklardan filizlenmiş olan muhtelif devrimci akımların, hatta kimi durumlarda anarşistlerin, buluşarak her renkten reformistlerden ayrıldıkları bir noktadır. Ama besbelli ki bu ayrım noktasının da ‘İşçi sınıfının kendi kendini kurtarması’ ile karıştırılıp muğlaklaştırılmaması lazımdır.
İşçi Sınıfının Kendi Kendini Kurtarması Geçiş Döneminin Ardından Gündeme Gelir
‘İşçi sınıfının kendi kendini kurtarması’ kavramı asıl bu belirleyici adımı takip eden evrede gerçek anlamını kazanmaya başlar. Proleter devrimcilerin diğer devrimci akımlardan asıl ayrıldıkları nokta da tam bu eşiktedir.
Bu eşiğe damgasını vuran ‘egemen sınıfın siyasal iktidarına son verildikten sonra ne olacak?’ sorusudur. “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” şiarını gerçekten benimseyenlerle benimsemeyenlerin yollarının ayrıldığı temel kavşaklardan biri de buradadır. Bu hedefi benimseyenler açısından bu sorunun yanıtı sadece teorik olarak vazedilmiş değildir. Paris Komünü deneyimiyle kendini gösteren ve en ileri biçimini 1917 devriminde pratik olarak da kendini göstermiş olan Sovyet cumhuriyeti modeli emekçilerin ve ezilenlerin egemen sınıf olarak siyasal iktidarı ele almaları yolunda bulunmuş biricik pratik yanıttır.
Ne var ki buna rağmen ‘İşçi sınıfının kendi kendini kurtarması’ fikrini yıkılan burjuva diktatörlüğünün yerine bir şuralar cumhuriyetinin kurulmasına indirgemek doğru değildir. Böyle yapanlarla (ki bunlar da az sayılmaz) KöZ’ün arkasında duran komünistler ayrımlarını korumaya özen göstermelidir. Zira bu kritik evrede öncekilerden daha önemsiz olmayan bir vurguya daha ihtiyaç vardır: siyasal iktidarın şuralar cumhuriyeti olarak örgütlenmiş emekçilerin eline geçmesi esasen bir geçiş döneminin başlamasına işaret eder. ‘Komünist bir dünya toplumuna ulaşıncaya kadar burjuva devletinin bir ülkede yıkılması ile başlayacak’ olan ve uluslararası çapta devrimci dönüşümlerle bezeli bu geçiş sürecine karşılık düşen siyasal biçimin sadece proletarya diktatörlüğü olduğunu ve bunun için tarihsel deneyimin sunduğu biricik biçimin komün tipi bir devlet; bir sovyet cumhuriyeti olduğunda ısrar etmek bu kritik tarihsel evreden itibaren Bolşevizmin mirasına sahip çıkan komünistlerin oportünizmin sağlı sollu çeşitleriyle ve tüm reformist ve revizyonistlerle ayrımlarının en belirgin olduğu noktadır aynı zamanda. Bu geçiş süreci de ‘işçi sınıfının kendi kendini kurtaracağı’ bir evre anlamına gelmez. Aksine bu geçiş sürecinin sürekliliğinin sağlanması ve sonuna kadar işleyebilmesi için temel güvence güçlü bir devrimci partinin önderliğidir.
İşçi sınıfının kendi kurtuluşunu kendisinin sağlayabilmek üzere hazırlanabilmesi için bu geçiş döneminde hangi adımların nasıl atılacağı belirleyici önem taşımaktadır. O halde ‘işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır’ sözünü bugünden başlayarak tekrarlamak esas olarak İşçi sınıfının kendi kendini kurtarması eyleminin zeminini sağlayacak mücadeleye önderlik etme sorumluluğundan yan çizenlerin tutumudur. Kendiliğindenliğin peşinden sürüklenmenin türlü biçimleri bu sorumluluktan kaçışın örneklerini oluşturur.
KöZ’ün arkasında duran komünistler ‘İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır’ fikrine tartışmasız bağlıdırlar. O nedenle de bu yolun açılması için sınıf mücadelesinde işçi sınıfına önderlik etme iddia ve yeteneğine sahip bir devrimci partinin yaratılması ve yaşatılması için mücadeleyi öncelikli ödevi olarak gören komünistleri bu sorumluluğu paylaşmaya çağırmaktadırlar.