Bu yazının orijinali Nisan 2004 tarihli Proleter Devrimci KöZ Gazetesi 18. sayısında yayımlanmıştır.
1 Mayıs’a yaklaşırken Ortadoğu’da birbiriyle dalaşan emperyalistler arasındaki paylaşım kavgası da şiddetini kaybetmeden sürüyor. Bölgedeki statükoyu koruyarak çıkarlarını sürdürmek isteyen rakiplerine karşı ABD ve müttefikleri, yeni dengeler kurma amacıyla kurulu dengeleri alt üst eden adımlar atıyor.
Kurulu dengeler alt üst olurken 80 yıldır kendi kaderlerini tayin etmek için bölgedeki emperyalist statükoyu kırmaya yönelik mücadele eden Kürt ulusunun önünde de yeni bir fırsat beliriyor.
Kürtlerin Özgürlük Umudu Tekrar Alevleniyor
Kürdistan’ın bir parçası devletleşme yönünde adımlar atmaya çalışıyor. Güney Kürdistan’daki Kürtler, onları Irak’ın çatısı altında eritmeye çalışan tüm güçlere inat, kendi anayasalarını ve güvenlik güçlerini korumak istiyorlar.
Böylelikle emperyalist paylaşım kavgasının ortasında, riskli ve tuzaklı bir ortamda Güney Kürdistan’da bir kez daha bir özgürlük ateşi yükseliyor. Bu ateş sadece Güney Kürdistan’ı aydınlatmakla kalmıyor. Uzun zamandır sessizliğin hüküm sürdüğü İran ve Suriye’ye de yansıyor. Özgürlük umudunun yarattığı rüzgar Süleymaniye’den Mahabad’a, oradan Qamışlo’ya dalga dalga yayılıyor. 2004 1 Mayısı’na yaklaşırken, henüz kuzey parçasında hak ettiği yankıyı bulmamış olsa da, Kürdistan’ın tüm parçalarını saracak yeni bir kabarış mayalanıyor. Ama aynı zamanda Kürtlerin başında hiç eksik olmayan kara bulutlar da koyulaşıyor.
Birbirleriyle dalaşlarında en pervasız manevralardan sakınmayan emperyalistler ve bölge devletleri Güney Kürdistan’daki dinamikleri görüp endişeleniyorlar. Ortadoğu’nun yanı sıra, Afrika’da Güney Amerika’da birbirlerine giren Amerika-İngiltere kampıyla Almanya-Fransa cephesi, Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme eğilimi belirginleştikçe bu çatışmada Kürtleri kendi yanlarına çekmek için sundukları vaatlerde cimrileşmeye başlıyorlar. Aksine, Güney Kürdistan’da devletleşme yolunda adım atmak isteyen Kürtlere birlikte parmak sallayıp “sakın ha!” diyorlar.
Gericiler Kürt Düşmanlığında Birleşiyor
Emperyalistler Ortadoğu’ya kendi elleriyle attıkları Filistin ve Kürdistan kördüğümün anlamının farkındadır. Bu nedenle Filistin sorununu birbirine asla denk güçte olmayacak iki düşman devlet formülüyle bir çıkmaza sürüklemek istiyorlar. Bağımsız Birleşik Kürdistan yolundaki en ufak adımların dahi önünü kesmek istiyorlar. Bir yandan Kürtlerle Araplar arasındaki düşmanlıkları derinleştirmeye özen gösteriyorlar, beri yanda da onları Araplarla aynı sınırlar içinde yaşamaya mahkum eden çözümler arıyorlar.
Sadece emperyalistler değil, varlıkları Kürtlerin esaret içinde parçalanmış olmasına bağlı olan bölgedeki tüm gerici güçler, Kürdistan’ın bir parçasının özgürleşmesi ihtimali karşısında bile dehşete kapılıyor ve bu “tehlike” karşısında aralarındaki başka sorunları unutmaya hazırlar. Bağımsız bir Kürdistan parçasından duydukları korku nedeniyle Suriye, İran ve Türkiye ittifak üzerine ittifak yapmaya hazırlanıyor. Sürekli birbirlerinin kuyularını kazan bu devletler söz konusu Kürtler olunca tüm anlaşmazlıklarını unutup, başka çıkarlarından vazgeçme pahasına Kürt düşmanı bir cephe oluşturmak istiyorlar.
Eskiden bu cephenin en önemli ayaklarından biri olan Irak’taki BAAS diktatörlüğü ise, değişik zamanlarda kah birinin kah diğerinin yanında yer aldığı emperyalistler arasındaki paylaşım kavgasına kurban gitmiş durumda. Ama Irak’taki tüm gerici kesimler de, Kürtlerin özgürleşmesi karşısında harekete geçiyor.
Sünni üçgeninde başlangıçta Amerika’ya karşı Saddam’ı savunmak için kurulmuş “direniş cephesi” Kürt düşmanı karakterini her gün daha fazla belli ediyor. Amerikan düşmanlığında birleşemeyen farklı sünni grupların başını çeken Baas artıkları ve Şii mollalar şimdi Kürt düşmanlığı ekseninde buluşuyor. Bir yılı aşkın süredir birbirlerine karşı savaşacakları zannedilen Sünni ve Şii Araplar, Kürtler Irak’ın bölünmesine varabilecek taleplerinde geri adım atmayınca birleşmeye karar veriyorlar.
Savaş başlarken Şii örgütlerinin ABD’ye karşı direnişin başını çekeceği sanılıyordu; olmadı. Aksine ABD eliyle kurulan hükümetin en büyük dayanağı oldular. Kerbela’daki saldırıdan sonra, bu saldırıların arkasında olduğu sanılan Sünni İslamcı örgütlere karşı Şii örgütlerinin ve onların etkisi altındaki yığınların tepkilerinin artacağı sanılıyordu; o da olmadı.
Tam anayasa tartışmalarının kilitlenmesinden sonra, Şiilerle Sünnilerin ABD emperyalizmine karşı birleştiklerinden söz edilmeye başlanması ise tesadüf değil. Eğer böyle bir birleşmeden söz edilecekse, besbelli ki bu birleşme, ABD karşıtlığı temelinde değil, Kürt düşmanlığı temelindedir. Nitekim bu birleşme şaiyalarıyla birlikte, «bir Kürdü öldürmek kırk İsrailliyi öldürmekten daha büyük sevaptır» fetvası da tekrar piyasaya sürülüyor. Tıpkı Saddam zamanında Enfal suresine gönderme yapılarak sürdürülen Kürtleri imha kampanyası zamanında olduğu gibi…
Doğrusu Irak’taki Şii Arap örgütleriyle Sünni olanları birleştiren asıl siyasi etken ne ABD düşmanlığıdır ne de Enfal Suresi gibi ideolojik nedenlerdir. Onları birleştiren asıl etken Kürtlerin esareti üzerine kurulu olan ve başka bir temeli olmayan «Iraklı olma» mecburiyeti ve sınırları emperyalistler tarafından çizilen bu alandaki sömürücü sınıfların Irak devletinin bölünmez bütünlüğüne mecbur oluşlarıdır.
İlericiliğin veDemokratlığın Ölçüsü Kürdistan Sorununa Yaklaşım
Bu nedenle Baas diktatörlüğünün enkazı üzerinde Şiilerin bir Şii devletinin Sünnilerin de bir Sünni devletinin çatısı altında toplanması mümkün değildir. Ama Kürtlerin bağımsız bir siyasal varoluş kazanmasının nesnel koşulları vardır. Böyle bir devlete kapı açan bir siyasal adımın atılması emperyalistler tarafından yaratılan Irak devletinin de, varlık koşulları Lozan’da kurulan emperyalist statükonun sürmesine bağlı olan tüm siyasi güçlerin de altındaki zemini kaydırır. Bu da Irak diye tanımlanan topraklar üzerinde bir Kürdistan olasılığı karşısında Iraklı olmaktan başka siyasi kimliği olmayan tüm Iraklıların siyasi varlık umudunu yitirmesi demektir.
Onun için birleşiyor Iraklı Sünni ve Şii siyasi gruplar. Daha önce emperyalistler tarafından hangi siyasi kimlikle birleştirilmişlerse, aynı kimlikte buluşmaktan başka siyasi gelecekleri yoktur. O nedenle mezhep kimliklerinden, konuştukları dilden başka kimlikleri olmayanların sığınacakları tek kimlik Iraklı olmaktır. Bu nedenle Irak’ın bölünmez bütünlüğünü koruma kaygısı onların bütün ayrımlarını ortadan kaldırmaya yeter. Onların önünde ya Ortadoğu halklarının özgür ve gönüllü birliği içinde yer almak üzere mücadele etmek seçeneği vardır. Yahut Lozan’da oluşan gerici emperyalist statükoya sarılma seçeneği. Bu ikinci seçenek gerici bir seçenektir. Diğeri ise Kürtlerin özgürleşmesinden geçmek zorunda olan ve ilerici sıfatına layık tek seçenektir.
Kürtlerin geçmişlerinde korumak için tutunacakları bir devletleri yoktur. Ama bir devlete kavuşmak, siyasi egemenliklerini kazanmak için verdikleri hiç değilse 80 yıllık bir siyasi kavga vardır; bu haklı bir savaş nedenidir. Yüzyıllardır terk etmemekte direndikleri bir vatanları ve ulusal kimlikleri vardır; buna sarılmak meşru bir ezilen ulus tavrı ve meşru bir yurtseverliktir. Bölgede bir devlete kavuşmak için haklı bir mücadele veren (Filistinlilerden başka) başlıca ulusal topluluk Kürtlerdir. Kürtler aynı zamanda yeryüzündeki en büyük ve tarihi en eskilere dayanan ezilen ulusu temsil etmektedir. Bu nedenle Kürt sorununun bir siyasi çözüme kavuşması ihtimali belirdikçe Kürtlerin esareti üzerine kurulu siyasi gericilikler de belirginleşmektedir. Kürtler ezilen bir ulus olmaktan çıkmadıkça, haklı bir davanın öznesi olmaktan da çıkmayacak. Aynı zamanda bölgede ilerici, demokrat ve devrimci sıfatına layık olmanın koşullarının başında Kürtlerin kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak olacak.
Buna karşılık bölgedeki gerici güçler kendilerine varlık imkanı sunan ve düne kadar maşası oldukları emperyalistlerin gadrine uğradı diye ilericilik kazanmazlar. Gerici statükoların savunusu için oluşan ittifaklara ilerici denmez. Ezilen ulusun milliyetçiliği ile ezen (yani egemen) ulusların milliyetçilikleri arasında bir fark olması bu anlama gelir. Ezilen bir ulusun var olduğu bir durumda ilericiliğin ve demokratlığın koşulu kayıtsız şartsız ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkından yana olmak ve kayıtsız şartsız ezen ulusun milliyetçiliği ve yurtseverliği demek olan şovenizme ve sosyal şovenizme karşı çıkmak ilericiliğin de demokratlığın da koşuludur. Komünistler ise kendilerini ilericilik ve demokratlıkla sınırlamazlar. Bu nedenle onların ilerisinde bir ufku temsil eden komünistler için bu koşullar haydi haydi geçerlidir.
Sosyalistler ve Kuzeyli Kürtler Ters Tarafa Bakıyor
Tarih Ortadoğu’da her zamankinden hızlı akıyor; daha da hızlanarak akacak. Bu gidişle en ileridekiler en geriye düşecek, en geridekiler en ileriye sıçrayacak.
Güney Kürdistan’daki devrimci dinamikleri görmeyen, görmek istemeyen hatta buna düşmanca bakanlar sadece Iraklılardan, emperyalistlerle bölge devletlerinden ibaret değil. Bölgedekilerden başlayarak sosyalistlerin çoğu da Irak’taki gelişmeler karşısında büyük bir körlük içerisinde. Savaş zamanı ABD emperyalizmine karşı çıkalım derken onun rakiplerinin dümen suyuna kapılanlar şimdi de ABD karşıtlığının peşinde Kürdistan sorununun üzerinden atlamaya devam ediyorlar.
Türkiye’deki sosyalistlerin çoğunluğu da bu girdaba kapılmış durumda. Bu girdabın içinde, öteden beri olduğu gibi, bir kez daha Kemalizmin kuyruğuna takılıyorlar. Ama Kürdistani hareketlerden çok, bu akımlardan ilham alarak şekillenen PKK’nin türevi olan hareketin etkisi altındaki kuzeyli Kürtler de Güney Kürdistan’daki gelişmelere en zayıf tepkileri veren Kürtlerin başında geliyor.
Ancak Türkiyeli sosyalistlerin tek kusuru körlükleri değil. Sol akımlar Güney Kürdistan hakkındaki suskunluklarıyla ters orantılı bir coşkuyla, adeta suskunluklarını bastırma kaygısıyla, Irak’taki Sünnilerle Şiilerin Kürt düşmanlığı temelindeki ittifakına destek veriyor. Bu desteği kılıfına uydurmak için de, bu ittifakı antiemperyalist bir ittifak ve bir halk hareketi olarak sunmak istiyor. Dün Baas’ın ABD saldırısına direnmesinden medet umanlar şimdi de Baas artıkları ile Sünni dinci akımların koalisyonuna Şii mollaların peşindeki kesimlerin katılmasıyla direnişin halklaştığını ve daha da meşru hale geldiğini iddia ediyor.
Böyle düşünenler bütünüyle pusulalarını şaşırmış durumdadır. Kürtlerin ayrılma hakkını kesinlikle reddeden, Kürtleri hain ilan eden, Amerika gider gitmez hainlerden hesap sorulacağını belirten ve şimdiden bu yönde saldırılara girişmekte olan bu gerici koalisyonu ilerici sanacak kadar şaşkınlaşmışlardır.
Bu yetmezmiş gibi, sosyalistler kendilerini Irak’tan koparacak adımlar atmaya gayret eden Güneyli Kürtlere, onları bir kaşık suda boğacak Sünni-Şii koalisyonuna girmeleri için nasihatler edip buna inanacaklarını umacak kadar aymazlaşmıştır.
Sosyalistlerin ezici çoğunluğunun Güney Kürdistanlılara hitaben söyleyebildikleri tek şey küfür sınırlarında bir işbirlikçilik suçlamasıdır. En ileri önerileri de milliyetçilikten vazgeçip, ezen ulusların devrimcilerinin saflarında emperyalizme karşı mücadele etmeleri oluyor. Bunun Türkçesi «Kürt milliyetçiliği yapmayın Arap milliyetçileriyle birleşin»dir. Halbuki Bolşeviklerin mirasına sahip çıkma iddiasını taşıyanların tam tersini söylemeleri icap ederdi. Ezilen ulusun milliyetçiliğini meşru görüp, ezen uluslarınkini düşman ilan etmeleri gerekirdi.
Türkiyeli sosyalistlerin bu körlüğü ve pusulasızlığı sadece Irak’la sınırlı değil; hatta bu tutumun siyasi sonuçları kendini esas olarak Türkiye’de belli ediyor. Güneyde Kürtleri Amerika’ya karşı bağımsız Irak mücadelesi vermeye çağıran Türkiyeli sosyalistler, bu topraklardaysa “Bağımsız Türkiye” mücadelesini örmeye koyuluyorlar. Doğal olarak Türkiye Kürtlerini de bu mücadelenin bir parçası olmaya, Kürt hareketini Türkiyeleştirmeye çağırıyorlar.
Bir zaman sosyalistlere de Kürtlere de akıl hocalığı yapma iddiası taşıyan Yalçın Küçük, «Şeyh Sait ile Atatürk’ün portrelerini masamda yan yana görmek isterim» demişti. Seçimlerde Kürtleri Karayalçın’la birlikte Kemalistleri diriltmeye çağıranların kimin derslerini takip ettiği anlaşılıyor. Böyle düşünenler ne yapıp edip 1 Mayısı da güya antiemperyalist mücadele gününe dönüştürmek adına bir Kemalizm ve «Kurtuluş Savaşı»nı anma gününe, bir milli bayrama dönüştürmek istiyor.
İşte 2004 1 Mayısı bu siyasi iklimde yaklaşıyor.
Komünistler ise, Irak’taki antiemperyalist direniş, NATO karşıtlığı gibi kılıflar içinde Kemalizmi hortlatmak ve Kürt düşmanlığını körüklemekten başka bir amaca hizmet etmeyen bu tutumlarla ayrımlarını kalın çizgilerle çekme ödevi ile yüz yüze.