Erdoğan’ın Dayattığı Anayasa Etrafındaki Tartışmalar Temsili Burjuva Demokrasisinin İç Yüzünün Açığa Çıkmasını Sağlıyor

0

Bu yazı Mart 2017 tarihli “Anayasa Dayatmasına HAYIR!” Köz broşüründen alınmıştır.(Sayfa 15-18)

Anayasa değişikliği tartışmaları vesilesiyle yeni bir anayasa fikri de çok geniş bir ölçekte gündeme gelmiş bulunmaktadır; referandumun sonucu ne olursa olsun bu konu gündemden düşmeyecektir. Bu durumda anayasanın nasıl yapılacağına dair Erdoğan ve AKP tarafından yaygınlaştırılan ve muhalifleri tarafından da aksi söylenemeyen temel konuya parmak basmak gerekir.

Erdoğan ve AKP bugüne kadar anayasaların hep darbelerin ardından ve bunların tayin ettiği kurucu meclisler eliyle hazırlandığını öne sürmekte ve ilk kez “millet eliyle” bir anayasa hazırlandığı yalanını yaymaktadır. Ama böylelikle burjuva diktatörlüklerinin parlamenter biçimlerinin başlıca yalanının da çırılçıplak ortaya çıkmasına imkân vermektedir.

Bu durumu tespit edip hem AKP’nin demagojisini hem de parlamenter rejimin başlıca aldatmacasını teşhir etmenin koşulları vardır. Bunu değerlendirecek bir devrimci parti olmasa da KöZ’ün arkasında duran komünistlerin ödevi bu fırsatlardan görev çıkararak parlamenter demokrasinin gerçek ve aldatmacalı yüzünün sergilenmesi için mevcut tartışmalardan istifade etmektir.

Bu ödevi yerine getirmenin bir koşulu temsili demokrasi de denen burjuva parlamentarizminin, temel aldatmacalarını teşhir etmektir. İkincisi ise yeni bir anayasa için kurucu meclis hedefini ortaya koyarken bunun ne anlama geldiğini ve nasıl bir seferberlik için fırsat yaratacağına işaret etmektir.

• Her şeyden önce burjuva parlamentarizminin en büyük yalanı “milleti” seçmene indirgeyip seçmen iradesini milli irade olarak sunmakla başlar. Oysa en baştan beri bilinmektedir ki seçmen kitlesi hiçbir zaman “millet”le aynı şey olmamıştır. İlk örneklerinden başlayarak seçmenler önce milletin yarısını (kadınları) dışlayarak tarif edilmiştir. Sonra belli yaş grupları dışlanarak bu seçmen kitlesi biraz daha küçülmüştür. En baştaki örneklerde seçmek ve seçilmek için belli bir sosyal konuma ve gelir düzeyine göre seçme ve seçilme haklarının daraltıldığı da malumdur. Sonra sosyal ve siyasal mücadelelerin sonucunda seçmen kitlesinin nispeten daha genişlediği doğrudur; ama bu takdirde bile seçmenlerin “millet”in tamamına hiçbir zaman özdeş olmadığı apaçıktır.

Demek ki burjuva parlamenter rejimlerin temel yalanı buradan başlar ve seçmenlerin basit yahut seçim tekniklerine göre daha az ya da daha çok karmaşık yöntemlerle hesaplanan nispi çoğunluğunun iradesini “milli irade” olarak kabul etmeye dayanır.

• İkincisi temsili demokrasilerde önce seçmene indirgenen millet, ikinci bir aşamada da milletvekillerine indirgenir. Bu aşamada da muhtelif örneklerde farklı ölçü ve yöntemlerle de olsa millet adına karar verme yetkisini eline alan vekiller milletin yerine geçmiş olur. Milli irade ve milletin ta kendisi gibi kabul edilen seçmenlerin çoğunluğunun oy verdiği vekillerin çoğunluğunun millet adına yasa yapması, milletin yasa yapması gibi kabul edilir.

• Üçüncüsü temsili demokrasinin gözbağcılığı bu kadarla kalmaz. Bunun bir kere daha süzülmesi için seçilebilecek olanların azami ölçüde mevcut rejimin kurallarına göre teşkil olmuş siyasi partilerin saptadığı adaylar arasından çıkması sağlanmalıdır. Üstelik “millet adına” oy kullanan seçmenlerin belli bir nisabının oyuyla tayin edilmiş olan bu vekiller göreve başlayacakları andan itibaren kendilerini seçenlerin değil “tüm milletin” vekilleri kabul edilir. Seçilenlerle seçenlerin bağı en azından aynı şekilde yapılacak bir dahaki seçimlere kadar kopartılır. Milletin vekilleri üzerindeki denetimi bir sonraki seçimde aynı kimselere oy verip vermeme hakkına indirgenir.

• Dördüncüsü yine aynı vekil çoğunluğunun tayin ettiği ya da güvenoyu verdiği hükümetin millet adına hükümet etmesi esası kabul edilir. Milleti ikame eden vekillerin basit ya da karmaşık bir çoğunluğunun tayin ettiği hükümetler “millet adına” yürütme kuvvetini ellerine alır. Hazır devlet aygıtının bütün kurumları ve imkânlarının yanı sıra devlet tarafından “milletten” toplanan tüm vergi ve harçlar belli bir süre boyunca bu hükümetler tarafından sarf edilecek bir kaynak haline gelir. Dahası ihtiyaca göre millete yeni vergi ve harçlar dayatma yetkisi de bu hükümetlere verilmiş olur.

• Beşincisi güya millet tarafından yapıldığı kabul edilen yasalara göre şekillenen yargı mekanizması millet adına ve millet yerine yargılama yetkisi edinir. Benimsenen modele veya geçmişten devralınan geleneklerin bileşimine göre “millet adına” yargı kuvvetini kimlerin nasıl kullanacağı belirlenir. Bu çerçevede yetkili kılınan Cumhuriyet savcıları devlet adına iddianame hazırlar ve muhtelif kademelerdeki hâkimler millet adına hüküm verir.

İşte temsili demokrasi de denen burjuva parlamenter rejimlerinde bu yollardan “millet” bu muhtelif filtrelerden geçirilip süzülür; böylece burjuvazinin mevcut devletin baskı aygıtları ve tüm kurumlarından yararlanarak hâkim sınıf olarak hüküm sürmesinin koşulları sağlanır.

Demokrasinin esaslı bir unsuru olarak kabul edilen yasama yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirinden ayrılmasının ise bu usul benimsendiği zaman somut bir karşılığı vardı. Eski toplumun egemen sınıf ve zümrelerinden oluşan aristokrasi ve kilisenin yanı sıra yeni yükselen burjuvazinin birbirleriyle dengeli bir biçimde iktidarı kullanması ihtiyacına karşılık düşen bu ayrım, devletin tepesindeki monarkın/ hükümdarın bu kuvvetler tarafından yetkileri sınırlanan ve bunları bir arada tutan sembolik bir figür haline gelmesi esasına dayanır. Daha sonra 1789 Fransız devrimiyle kralın kellesinin uçurulması ve aristokrasinin başsız kalmasıyla meşruti monarşilerde bu güçleri bir arada tutan monark kalkmış ve bu güçler muğlâk bir millet kavramının içinde kaynaşmıştır.

Kuşkusuz Erdoğan’ın “yeni anayasa” diyerek dayattığı anayasa değişikliği de bu esasların hiç birine aykırı değildir. Bu anlamda ister başkanlık ister yarı-başkanlık ister parlamenter hükümet ile yürütme gücünün kullanılmasına imkân veren temsili burjuva demokrasisine bir alternatif değildir. Farklı rejimlere göre muhtelif değişiklikler arz eden temsili demokrasinin biçimlerinden biri olarak görülmelidir. Bu bir rejim değişikliği de değildir: Zira söz konusu olan 12 Eylül rejimidir ve o rejimin son bekçisi olarak tarif ettiğimiz Erdoğan da bu rejimi değiştirecek değildir. Zaten bir rejim değişikliği için anayasa değişikliği değil anayasanın ilgası gerekir. Böyle bir şey olmadığı gibi bu Erdoğan’ın muktedir olduğu ve cesaret edebileceği bir şey değildir.

Bu itibarla önümüzdeki referandumda söz konusu edilen kriz içindeki 12 Eylül rejiminin tadilatına matuf değişikliklerdir. Başbakanın ortadan kalkması ise yeni bir şey değildir. Zaten önceki başbakan Erdoğan tarafından istifaya zorlanmış ve yerine geçen de onun tarafından tayin edilmiştir. Çoktan beri de Erdoğan tek tek kendisinin tayin etmiş olduğu bakanlardan oluşan kabineye başkanlık etmektedir.

Bu yüzden yeni taslakla getirilen değişiklikler bir yeni anayasayı ifade etmez; 12 Eylül rejiminin krizine de bir çare değildir. Bilakis daha tartışmalarıyla birlikte bu krizi derinleştiren ve kabul edilse de edilmese de bu krizi daha da derinleştirmeye aday bir etken oluşturmaktadır. Çünkü her halükarda yeni bir anayasa ihtiyacının dile getirilmesine katkı olmuştur ve bu ihtiyaç giderek daha da şiddetli hala gelecektir.

Buna karşılık Erdoğan’ın açtığı anayasa ve rejim tartışmaları özellikle de çok özensiz ve kaba çizgilerle şekillenmiş anayasa değişikliği tartışmalarının, temsili demokrasinin gerçek yüzünün açığa çıkmasına git gide daha fazla vesile olması söz konusudur. Bu temsili demokrasinin üzerindeki örgütünün sıyrılmasına ve gerçek yüzünün daha açık görülebilmesine vesile olmaktadır. Burjuvazinin ve finans kapitalin temsilcilerini asıl rahatsız eden de Erdoğan’ın kişisel kaygılarıyla burjuva diktatörlüğünün iç yüzünün ortaya dökülmesine vesile olmasıdır. Burjuva muhalefet akımları ve akıl hocaları bilhassa bu doğrultudaki “zararlı”gidişatı frenlemek çabası içindedir. Tartışmaların böyle bir mecraya sürüklenmesinin ve emekçilerin ve ezilenlerin siyasi bir özne haline gelmek üzere seferber olmasının önüne geçmek için gayret etmektedirler.

Komünistlerin ödevi ise bu vesileyle ve iklimi istismar ederek temsili demokrasinin emekçilerin ve ezilenlerin gözünde daha çıplak bir biçimde görülüp irdelenmesini sağlamak olmalıdır.

Paylaş