Eylem birliğinden EDÖB’e, EDÖB’ten HDK ve HDP’ye giden yol ve KöZ’ün tutumu

0

KöZ Nisan 2014 sayısından alınmıştır.

Bugün parlamentoda BDP grubunu oluşturan ve HDP’nin kurucusu olan vekiller, meclise 2011 genel seçimlerinde Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun (EDÖB) ortak bağımsız adayları olarak girdiler. Bu blok 2007 seçimleri öncesinden beri birlikte çalışan soldaki muhtelif parti veörgütlerin ortak eylem platformunun bir devamıydı; ve o seçimlere giren bağımsız “Bin Umut Adayları” kampanyasının arkasında da o platform vardı. Bu eylem birliği platformu esas itibariyle 1 Mayıs, 8 Mart, Newroz gibi kimi “takvimli” eylemlerde olduğu kadar, anlık olarak beliren kimi gündemler karşısında en güçlü ve en kapsayıcı eylemleri örgütleme kaygısıyla oluşturulmuştu. Emekçilerle ezilenlerin çıkarlarını savunma iddiasında olan örgüt parti ve çevrelerin yer aldığı bu oluşum, yerel yahut genel seçimlerde düzen partilerinin karşısına ortak adaylarla çıkma fikrini de başından beri bağrında taşıyordu. 12 Eylül rejiminin ürünü olan yüzde on barajını aşmak üzere seçimlere bağımsız adaylarla katılma taktiği de bu platform bileşenlerinin çoğunluğu tarafından peşinen benimsenmekteydi. Öyle ki geleneksel olarak seçimleri boykot etme tutumunu savunan kimi gruplar bile, bu çerçevede ortak bağımsız adaylarla seçimlere girmeyi en azından tartışmaya kapalı değildiler.

Kuşkusuz bu bloğun ağırlık merkezinde BDP’nin öncülü olan DTP vardı. Ama DTP bu blokta tek başına da değildi. Çünkü DTP ile bir “Çatı Partisi” altında buluşmayı hedefleyen parti ve örgütler az çok bir grup olarak platformda yer alıyor, hatta platformun çekirdeğini teşkil ediyordu. Bu durum platform içinde sık sık gerilim yaratmaktaydı. Zira platformun çekirdeğini oluşturanlar bunu “Çatı Partisi”ne taşımak niyetini her fırsatta ortaya koymak ve platformu esas olarak bu projeye bağlamak istiyorlardı. Platforma sadece veya esas olarak en geniş ve kitlesel eylem birliğini sağlayıp sürekli kılmak kaygısıyla katılanlar ise, platform tartışmalarını “Çatı Partisi” tartışmalarından ayrı tutma gereğinde ısrar etmekteydiler.

KöZ de bu platforma katılırken ve değişik düzeylerde platformu temsil eden kurul ve komitelerde yer aldığı sürece, eylem birliği ve platformun sürekliliği konusunda ısrarcı idi. Aynı zamanda bir parti projesi ile eylem birliği platformunun birbirlerinden ayrı tutulması konusunda sistematik bir itirazı ifade etmekteydi.

KöZ bir “Çatı Partisi”nde buluşmak isteyenlerin böyle bir parti doğrultusundaki çalışmalarını, ayrıca sürdürmeleri gerektiğinde ısrar ettiği gibi, böyle bir “Çatı Partisi” oluştuğu takdirde, platformun en büyük bileşeni olarak platformda yerini almasını doğru görüyordu (hatta DTP ile bir çatı partisinde buluşmak isteyenler için çatının doğal olarak DTP olduğunu da yazmıştık). KöZ aynı zamanda böyle bir gelişmenin eylem birliği platformunu güçlendireceğini de savunuyordu. Platformun bir “Çatı Partisi” projesine endekslenmesine ve bu partinin platformu ikame etmesine itiraz etmemizin nedeni de bu eylem birliğinin güçlü ve sürekli kılınması kaygısından başka bir şey değildi. Zira bu takdirde böyle bir partinin, ne kadar geniş ve kapsayıcı olursa olsun, söz konusu platform kadar kapsayıcı olamayacağı aşikardı. Bu yüzden fiilen eylem birliğini daraltan bir oluşumu ifade etmesi kaçınılmaz olacaktı.

Nitekim gelinen noktada HDP/HDK büyüklüğüne ve çoğulluğuna rağmen hala içinden çıktığı EDÖB kadar kapsayıcı değildir. Sonradan apayrı bir dinamik olarak ortaya çıkan Gezi Ayaklanması’ndan doğan hareketle de henüz buluşabilmiş değildir. Bu konuda BDP ve HDK’nın Gezi sürecindeki gecikmeli ve tereddütlü tutumu kadar, HDP ve HDK’nin yapılarının Gezi hareketini oluşturan kitlenin genel ve baskın eğilimleriyle bağdaşmaması da bizatihi bir engel teşkil etmektedir. Ne kadar paradoksal görünse de, bu buluşamama durumu, büsbütün parlamentarist bir burjuva partisi olan CHP’nin hala bu alanda “umut” olmasına imkân vermektedir. Ulusalcı ve şoven akımların bu hareketten tecrit olmasının başlıca koşulu Kürt emekçilerin ve Kürtlerin demokratik taleplerinin Gezi Ayaklanması’ndan doğan hareket içinde etkili bir biçimde yer almasıdır. Bu hususa KöZ sayfalarında defalarca işaret edilmiştir.

“ÇATI PARTİSİ” PROJESİ PARLAMENTARİST BİR PROJEDİR

“Çatı partisi” projesini benimseyenler açık ya da örtük biçimde bu partiyi bir “seçim partisi” olarak da tasavvur etmekteydiler. Bu parti çatısı altında birleşen parti ve örgütlerin bağımsız varlıklarını sürdürmesi fikri de hiç kuşkusuz bu tasavvurdan ileri gelmektedir. Sorunun bam teli de burada bulunmaktadır. Zira bu yaklaşım gerekçesini “siyaseti açık biçimde ve yasal zeminde yapma” görüşünden çıkarsamakta ve yasal zeminde açık siyasi etkinlik yapmayı parlamenter siyaset kanallarına endeksleyen bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Kuşkusuz Çatı Partisi Türkiye solu içinde bu yolda atılmış ilk adım değildir. Çatı Partisi girişimi içerisinde EMEP, SDP ve ESP gibi yıllar öncesinde kurulmuş yasal partiler vardır. Aslına bakılırsa HEP’ten BDP’ye kadar uzanan partiler zinciri de benzer bir kavrayışın ürünü olarak kurulmuştur.

Bu parlamenterist yaklaşımı, önceden benimsedikleri, genellikle “silahlı mücadele” stratejisi diye yanlış biçimde genelleştirilip mutlaklaştırılan muhtelif gerillacı anlayışları şu ya da bu nedenle terk etmeye karar veren yapılar hemen hemen istisnasız biçimde göstermektedikler. Bu nedenle “silahlı mücadele” diye ifade edilen stratejinin en bilinen örneklerinin bulunduğu Güney Amerika’da yine birçok örneğiyle bu savrulmayı görmek mümkündür.

Bu akımlara göre gerillacı stratejilerin yegâne alternatifi daha önceleri bizzat kendilerinin eleştirip karşı çıktıkları reformist/parlamentarist siyaset tarzı olmaktadır. Bu akımlar Bolşeviklerin hiçbir mücadele biçimini reddetmeden savundukları ayaklanma stratejisinin, sözümona değişen dünya koşullarında, somut olarak da SSCB ve kendilerini Halk Demokrasisi olarak niteleyenlerin Doğu Avrupa’da oluşturduğu Blok’un varlığıyla ortaya çıkan koşullarda geçersiz olduğundan hareket etmektedirler. Ama bu gerillacı akımlarının neredeyse tamamının bu blokun tarihe karışmasının öncesinde ve bilhassa sonrasında reformist parlamentarist bir çizgiye yönelmiş oldukları da bir vakıadır.

Bu durum elbette şaşırtıcı değildir. Zira gerillacı akımlar asıl olarak tepki akımlarıdır. Bolşevik ayaklanma stratejisinin, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla birlikte sonrasında geçerliliğini yitirdiğini savunan resmi SBKP çizgisine tepki olarak ortaya çıkmışlardır. Bu tepki akımları da savaşla birlikte yeni bir dönemin başladığı tespitini paylaştıkları için Bolşevik çizgiye geri dönmekten ziyade gerilla mücadelesini bir devrim stratejisine dönüştürmüşlerdir. Che Guevara’nın oy sandığını devrimci mücadelenin en büyük düşmanı ilan etmesi de boşuna değildir. Ayaklanma döneminin bittiğini savunan akımlar elbette gerillacı akımlar çıkmaza girdiğinde soluğu parlamenter zeminde alacaklardır.

Bu yüzden bu tür stratejileri benimseyen akımların gerillacılığın yegane alternatifi olarak parlamentarist reformist bir mücadele çizgisine yönelmeleri ve oraya daha önceden yönelmiş olan benzerleriyle kolaylıkla buluşmaları tesadüf olarak görülmemelidir.

KöZ’ün arkasında duran komünistler ise bu aynı oportünist madalyonun sağ ve sol yüzünü oluşturan çizgileri reddedip Bolşeviklerin ve Mustafa Suphi’nin TKP’sinin ayaklanma stratejisini yeniden kuşanacak bir komünist partiyi yaratma iradesini temsil etmektedirler. Bu nedenle bahis konusu eylem birliğini zayıflatıcı bir etkisi olmasaydı dahi söz konusu edilen çatı partisi projelerine sadece bu nedenle bile ikircimsiz biçimde karşı durmamız gayet tabiidir. Zira konu bir taktik tutum tartışmasının ötesinde stratejik bir anlayışla da ilgilidir.

EYLEM BİRLİĞİ STRATEJİK BİR ORTAKLIĞI İFADE ETMEK ZORUNDA DEĞİLDİR

Bu strateji konusu bir yana, muhtelif siyasal ve toplumsal olaylara birlikte ve kitlesel bir tutumla en geniş kapsamlı eylemlerle yanıt vermek üzere kurulmuş bir platformun bileşenleri arasında birbirlerinden farklı ideolojileri benimseyen farklı mücadele biçim ve anlayışlarını savunan farklı stratejilere sahip örgüt ve partilerin olması tuhaf ve yadırgatıcı değildir. Aksine siyasi iktidarın ele geçirilmesi hedefiyle bir araya gelmiş bir ittifaktan tamamen farklı bir nitelik taşıması gereken böyle bir platformun doğası bunu gerektirir. Böyle bir eylem birliği platformu kimi somut gelişmeler karşısında farklı görüş ve hedeflere sahip değişik nitelikteki örgütleri bir araya getirmeyi hedefler. Bileşenlerinin anlaştıkları takdirde, ortaklaştıkları ölçüde ve müddetçe bir arada kalması ve eylem birliği içinde olması esastır. Hatta belli hedefler konusunda kimi bileşenlerin mutabık olmadıkları takdirde ayrı durmalarına açık olması ihtimali dahi göz önünde bulundurulabilir. Bu takdirde böyle bir esneklik eylem birliğinin görüş ve tutum ayrılıklarına rağmen sürekli kılınmasına hizmet edebilir.

Böyle bir eylem birliği platformu esas olarak iktidarı hedefleyen bir ittifak zemini olmadığı için stratejik ayrılıkların bir ehemmiyeti olmaz. Ama benimsenecek ortak eylemlerin içeriği kadar şekli konusunda bir mutabakat aranması esas olmalıdır. En geniş kitlesel eylemleri gerçekleştirmek üzere oluşmuş bir eylem birliğinin hareket alanının sınırları da bellidir. Elbette söz konusu ortak eylemler meşruluğunu kendi örgütlenmesinden ve kitlesel gücünden alma kararlığını unutmayan büyük kitlesel gösteri yürüyüşleri ve mitingler düzenlemesi kimi durumlarda kapalı salon toplantıları ve bazen kitlesel destekli basın açıklamaları vb. çerçevesinde olmalıdır. Bu itibarla bu eylem birliğinin parlamentarist bir partiye alternatif olmadığı ve bu tür partileri de dışlamadığı açıktır.

Buna karşılık parlamenter siyaset zeminine hapsolmaksızın hayatın her alanında ve her vesileyle kitlesel eylemler yapmak üzere kurulmuş bir eylem birliği platformunun kendini bir “seçim partisi” olarak tarif eden bir parti projesi ile ikame edilmesi ne anlama gelebilir? Bu durum açıktır ki siyasal faaliyeti esas itibariyle parlamenter siyaset zeminine taşıyıp o çerçevede sınırlı tutma niyetinden başka bir anlam taşımasa gerektir. Oysa buradaki asıl karanlık nokta şuradadır ki, açık ve yasal siyasi faaliyetin yegane yolu bu faaliyeti parlamenter siyaset zeminine endekslemek değildir.

Geniş yığınların birleşik kitlesel seferberliğinden güç alarak açık ve yasal eylem ve etkinlikleri de elbette yapmak mümkündür. Kendi yasallığını bu kitlesel eylemliliğiyle dayatmanın ve kitlelerin örgütlendirilip seferber edilmesinin türlü biçimi hem dünya hem de yaşadığımız topraklardaki deneyimlerde mevcuttur. Bu maksatla her vesileyi kullanmak üzere sayısız imkan ve olasılık vardır.

Nitekim EDÖB’e varan eylem birliği platformu da bu maksatla oluşmuştur zaten. Üstelik bu eylem birliği platformu mümkün olan en kapsayıcı ve en kitlesel eylem birliğini sağlarken parlamenter seçim zeminine müdahale etmekten imtina eden, buna engel olan bir platform da değildi. Aynı geniş eylem birliği ile ortak bağımsız adaylar etrafında parlamenter siyaset zemininde ortak bir siyasal kampanya yürütmenin koşullarını yaratmayı da baştan itibaren öngörüyordu ve gerek “Bin Umut Adaylar”ı gerekse de EDÖB adayları ile bu iradeyi göstermiştir. Açıktır ki aynı eylem birliği platformunu muhafaza etmeye devam ederek bu sefer HDP/BDP adayları etrafında seçim kampanyalarını yürütmeye de kapalı bir yaklaşım hiçbir zaman olmamıştır.

Buna karşılık, önce eylem birliği platformuna HDK ikame edilip ardından HDK HDP’ye dönüştürülmek suretiyle gelinen nokta, bu eylem birliğinin hem bileşimi bakımından hem de eylem alanı ve kitle seferberliği bakımından daralmış olduğunu göstermektedir.

KöZ’ün bu süreçte HDK’nın platformu ikame edecek tarzda oluşumuna ve sonrasında HDP’ye dönüştürülmesine itiraz etmesinin temel gerekçesi de bu idi. Zira KöZ’e göre en geniş bir Çatı Partisi bile en geniş eylem birliği platformundan daha dar olmaya mahkumdu ve maksat en geniş eylem birliğini sağlamak ve sürekli kılmak ise (ki platformun resmi hedefi elbette bu idi) bir “Çatı Partisi”ne endekslenen platformun bu hedefinden uzaklaşması kaçınılmaz olacaktı. Nitekim gelişmelerin vardığı noktaya kuş bakışı bakıldığında Türkiye tarihinde solun kaydettiği en büyük seçim başarısını gerçekleştiren EDÖB’den doğan HDK’nın içinden çıkan HDP harekete geçirebildiği/geçirebileceği örgüt ve çevrelerin kitlesellik bakımından bütün haşmetine rağmen, hala EDÖB kadar kapsayıcı değildir.

HDP’YE KISMİ ÇIKARLARI ÖNE ÇIKARAN BİR SİYASET TARZI VE KUYRUKÇULUK DAMGA VURMAKTADIR

Üstelik her halükarda bu partinin belirleyici bileşeni BDP olduğuna göre, ve BDP’nin kısmi
çıkarlar üzerinden yaptığı siyaseti bütünsel çıkarların karşısına çıkarma eğilim ve yeteneğinde olduğu da göz önünde bulundurulursa bu daralma daha iyi kavranabilir.

Nitekim son yerel seçimlerde bunun en azından bir yönü açıkça görülmüştür. Son seçim sonuçlarına bakıldığında bu daha çarpıcı biçimde görülmektedir. BDP ile aslında bir bileşeni olduğu HDP’nin ayrışması HDP’nin etki alanını genişletmemiş ve HDP önceden tahmin edilebileceği gibi tek başına BDP’nin harekete geçirebileceğinden daha az kesimi harekete geçirebilmiştir; ve anlaşılan o ki BDP’nin etki alanına girebilecek, ki bu seçim döneminde bu kesimlerin sayısı her zamankinden kat be kat fazla idi, yığınların önemli bir bölümü HDP’ye değil AKP’ye destek vermiştir.

Üstelik bu tutumun aslında bahis konusu kısmi çıkarlar için mücadelenin de önünü açmadığının görülmesi için de fazla beklemeye gerek kalmamıştır. Kısmi çıkarlar ve yanlış hesaplar uğruna AKP’nin devrilmesi doğrultusunda kararlı bir mücadele yürütmekten imtina eden BDP seçimlerin sonucunda Kürdistan’da hedeflerinin hepsine ulaşmamış olsa da elindeki belediyelerin sayısını arttırmıştır. Ama bu kısmi başarının karşılığında AKP’nin seçimlerden suçlarından aklanarak çıktığı görüntüsü yaratmasına ister istemez katkıda bulunulmuştur. Bu katkının ilk karşılığı ise Kuzey Kürdistan’ın en kritik bölgelerinde OHAL tedbirlerinin geri gelmesi olmuştur; ve bu saldırıların arkasının gelmesi de sürpriz olmamalıdır.

Zira düşmana verilecek doğrudan yahut dolaylı her desteğin sonuçta daha güçlü bir saldırının temelini oluşturmasından kaçınmak mümkün değildir. Müzakere yapmak düşmanı müttefik haline getirmez. Üstelik bizim somutumuzda ortada somut ve şekli şemali belirlenmiş bir müzakerenin dahi olmadığı defalarca masada adeta tek başına oturan Kürt tarafının çeşitli temsilcileri tarafından ifade edilmiş ve bunun yolu da tarif edilmiştir. Seçimlerde AKP’ye son bir hayat öpücüğü vermekle bu durumun değişebileceğine dair bir belirti de ufukta görünmemektedir. Aksine, seçimlerin arefesinde medyaya sızan kayıtlardan anlaşıldığı üzere hükümet Esad’a saldırma bahanesi altında Rojava’ya dönük kara harekatı planları yapmaktadır. Şimdi bu seçimlerden kendince zaferle çıktı diye bu hesaplarından vaz geçeceği de sanılmamalıdır.

Öte yandan BDP’nin bu kısmi başarıya endeksli seçim taktiğinin olumsuz bir etkisi daha
olmuştur. Zira her ne kadar HDP kuruluş kongresinde açıkça Gezi hareketine ve o sıra gündemde olan bu hareketin bir paraleli olan ODTÜ’deki harekete açıkça göndermeler yapan ve buradan destek alan bir tutum sergilemiş olsa da, BDP’nin seçim taktikleri HDP’nin Gezi hareketiyle buluşmasına önemli ölçüde engel olmuştur. Zira açıkça ve münhasıran AKP karşıtı eylemli bir hareket olan Gezi hareketinin AKP’ye karşı açıkça tutum almayan ve doğrultuda kitleleri seferber etmeyen bir hareketle buluşmasının ne denli güç olacağını söyemeye gerek yoktur. Kaldı ki BDP’nin Gezi Ayaklanması sırasında (başlangıçta BDPlilerin tayin edici bir tetikleyici rol oynamış olmasına rağmen) pasif ve ikircimli bir tutum almış olması dahi başlı başına bir engeldi. Nitekim HDP’nin aday olarak Sırrı Süreyya Önder’i göstermesine rağmen kolaylıkla Gezi Ayaklanması’nın bir hedefi olabilecek tıynetteki Sarıgül’ün bu harekete katılanların seçim davranışları üzerinde rol oynaması dahi engellenememiştir.

Aslında HDK türü bir oluşum yerel ayaklarıyla eylem birliği platformunun kalıcılaşması ve
kurumlaşması bakımından anlamlı bir katkı olabilirdi. Zaten platformun yerel ayaklarının oluşturulması yönündeki tartışmalar buna benzer oluşumların gerekliliğine dair idi. Bu kongrenin yerel meclislerden seçilen delegelerden teşkil etmesi de önemli bir gelişme olurdu. Hatta Gezi Ayaklanması sırasında bir parti olarak HDP yerine böyle bir eylem birliği platformunun yerel ayakları olarak yahut (bir çatı partisi kurma girişiminin unsurları olarak değil) aynı anlama gelmek üzere HDK’nın yerel meclisleri aktif olsalardı, bu takdirde Gezi Ayaklanması’yla bu HDK oluşumunun buluşup içiçe geçmesi için çok elverişli bir zemin olmuş olacaktı. Böyle bir durumda HDK’nın yerel ayakları Gezi Parkı’nın dağıtılmasından sonra oluşan forumlarla gecikmiş bir buluşmanın sağlanmasında başlı başına bir rol oynayabilirdi.

Bu gözle bakıldığında Gezi sonrası oluşan forumların HDK’nın halkı örgütlendirme ve ortaya çıkan örgütlenmenin zemini olma iddiası açısından bir sınav niteliği taşıdığı görülebilir. HDK bileşenleri neredeyse tüm yerellerde iki yıl boyunca halk meclisleri oluşturmayı, halk toplantıları düzenlemeyi gündemine aldı. Ancak bu doğrultuda, genellikle HDK gündemlerinin içe dönük gündemler olması nedeniyle, son derece sınırlı adımlar atıldı. Gezi ile birlikte HDK’nın örgütlemeye çalıştığı halk meclislerini kitlesellik bakımında fersah fersah aşan forumlar ortaya çıkınca, eğer asıl amaçları kitlelerin örgütlendirilmesi olsa idi, HDK bileşenlerinin bu forumlara dahil olmaları beklenirdi. Oysa HDK bileşenlerinin tam aksi yönde oldu. Doğrusu EDÖB’ü darlaştırarak HDK’ya dönüştürenlerin bu tutumu da şaşırtıcı değildi.

Ama HDK delegelerinin ağırlıklı olarak buradan bir “Çatı/seçim partisi” çıkmasından yana
olan siyasi akımların temsilcilerinden oluşmasıyla bu süreç başka bir mecraya evrilmiştir.
Kuşkusuz tek tek bileşenlerin sayısı bakımından HDK/HDP müstesna bir çoğulluğu ifade etmektedir. Toplam kitlesellik bakımından da daha önce görülmüş olanlardan çok ileridedir. Ama bu yanıltıcı bir görüntüdür; zira HDK/HDP’nin ana kitlesi hala tek başına DTP/BDP’nin kitlesi tarafından sağlanmaktadır. Bu durum da kitlesel eylem ve etkinliklerin büyük ölçüde BDP’nin ve genel olarak PKK’nin öncelikleri ve tercihlerine tabi olarak gündeme gelmesine kaçınılmaz olarak yol açmaktadır.

Böylelikle bir tarafta BDP’nin temsil ettiği kısmi çıkarlar üzerinde siyaset yapma eğilimi (ki
somut ve güncel olarak bu tutum aynı zamanda İmralı görüşmelerinin ayar verdiği bir mecrada gelişmektedir) diğer tarafta da gerek tek başlarına anlamlı ve operasyonal bir siyasi güç ifade edemeyen muhtelif HDP/HDK bileşenlerinin hem bu pratik durum nedeniyle hem de siyasi yönelimlerinden ileri gelen kuyrukçuluk bu hareketin bütününe damga vurmaktadır.

BDP’nin kısmı çıkarları temel alarak siyasi faaliyette bulunduğunu söylerken, KöZ’ün kısmi
çıkarlar için mücadele teşhisi ile Türkiyeli sosyal şoven akımların yıllardır tekrar ede geldiği kısmi çıkarlar eleştirisi arasındaki farkın altını çizmek gerekir. Kürdistan’ın kendi kaderini tayin hakkını ideolojik olarak olmasa da politik olarak reddeden sosyal şoven akımlar PKK’yi neredeyse kurulduğu yıllardan Türkiyeli emekçilerin birleşik çıkarlarına uygun hareket etmemekle sadece ufku Kürdistan’la sınırlı bir mücadele etmekle eleştirmektedir. KöZ’ün eleştirisiyle bu eleştirinin uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Zira KöZ DTP-BDP’ye yönelik beklenti ve eleştirilerini, bu partilerin kendilerini Kürdistani olmayan ve tüm Türkiyeli emekçilerin partisi olmayı hedefleyen partiler olarak tanımlamalarından itibaren yöneltmeye başlamıştır. Başka bir deyişle ufku Kuzey Kürdistan’la sınırlı bir hareket sadece “tüm Türkiye’nin partisi olma” iddiasını taşıdığı sürece kısmi çıkarlar için mücadele etmek için eleştirilebilir.

Bununla birlikte ufku Kuzey Kürdistan’la sınırlı olan bir hareket kendisini ulusal hareket olarak sunduğu sürece farklı türden bir kısmi çıkarlar için mücadele eleştirisi ile yüz yüze kalacaktır. Kürdistan sadece Kuzey Kürdistan’dan ibaret olmadığı için böyle bir hareketi Kürdistan’ın tüm parçalarıda ulusal bir harekete önderlik etmediği için eleştirmek gerekir. Nitekim özellikle BDP’nin Türkiyelileşme iddiasını yükseltmediği dönemde KöZ’ün sayfalarında yer alan “kısmi çıkarlar için mücadele eleştirisi” esas olarak bu içeriktedir. Üstelik sadece PKK değil YNK ve KDP de aynı şekilde eleştirilmiştir.

HDP’NİN BİR PARÇASI OLMAMAK EYLEM BİRLİĞİNE ENGEL DEĞİL

KöZ’ün arkasında duran komünistlerin EDÖB ve onu önceleyen eylem birliği platformlarından HDK/HDP’ye varan süreç konusundaki tutumlarına damga vuran esas olarak en geniş ve yığınsal eylem birliğini sağlama kaygısıdır.

Bahis konusu olan somut bir eylem olduğu takdirde çerçevesi alanı ve hedefleri belli olan bireylem birliği noktasında en geniş birliğin sağlanması her zaman gerekli ve muteber görülmelidir. Bu eylem birliğine kimlerin dahil olup olmayacağını tayin edecek olan bu bileşenlerin kimlerden oldukları nereden gelip nereye gitmek istedikleri değil eylemin kendisi ve eylemin kurallarına uyma konusundaki mutabakattır. Nitekim adı konmamış bir biçimde Gezi Parkı’ndan başlayan eylemlilik süreci böyle bir mutabakatın ne kadar geniş ölçekte ete kemiğe bürünebileceğini göstermiştir. Bolşeviklerin deneyimleri içinde ve onların lügatinde bu tutum “eylemde birlik ajitasyon ve propagandada özgürlük”, “ayrı yürü birlikte vur” gibi formüllere hayat vermiştir. Eylem birliği de zaten bu demektir: Herkesin kendi ayakları üzerinde durup kendi ayaklarıyla yürüyerek aynı hedefe birlikte ve az çok aynı anda vurması fikrini ifade eder. Bu itibarla bir eylem birliği gevşek ve esnek olduğu ölçüde güçlü ve geniş kapsamlı olur. Kalıcılığı eylemliliğin sürekliliğine tabi bir varlık ifade eder; esnekliği her an yeniden oluşmasının teminatı olur. Bir programa hiyerarşik bir teşkilata ve bunu sağlayan bir disipline sahip olması gereken bir parti ise ne kadar gevşek (hatta HDP gibi federatif bir yapıya sahip olsa da) olursa olsun böyle bir esnek eylem birliğinden tamamen farklıdır.

Bir parti formu, (seçim vb. dönemleri için geçici bir oluşum gibi tarif edilse bile) kaçınılmaz
olarak kalıcılığı kimi ideolojik/politik ortaklık ve taahhütleri ve eylemlerin dışında da geçerli
olacak, hatta düşünceleri de kapsama temayülü olan ortak bir disiplini gerektirir. Bu nedenle bir eylem birliğini bir partiye dönüştürmek hangi halis düşüncelerle yapılırsa yapılsın, eylem birliğini daraltır süreklilik ve homojenlik mülahazasıyla eylemin gücünü ve etkisi azaltır. Zaten parti kabuğundan kurtulmak için fırsat arayan ve bir kısmı HDP çatısı altında buluşmuş olan liberal tasfiyeciler gerektiğinde parti disiplini takmayıp kendi bağımsız eylem ve faaliyetlerini sürdürmek için türlü bahaneler üretmeye hazır olabilirler. Bu tutum esasen “21. Yüzyılda artık Leninist parti normlarının geçerli olamayacağı” safsatasını bahane eden tüm tasfiyecilerin koaylıkla hem fikir olabileceği bir tutum olabilir. Bolşeviklerinki gibi bir parti kurma hedefiyle yola çıkan KöZ’ün en az prim vereceği tutum ise bu olsa gerektir.

Buna karşılık KöZ oportünistlere oportünist demekten vaz geçmeden onlarla muhtelif eylem birliklerine girmeye hazır olan ve ortak seçim taktiklerinde buluşmaya hazır olan, hatta bunun öncülüğünü yapan Bolşeviklerin tutumunu örnek almaktadır. Böylece KöZ’ün arkasında duran komünistler HDP çatısı altına girmeksizin ve onun disiplinine bağlı olmaksızın (üstelik o çatı altına girmeyi kabul edenlerin bazılarından çok daha kararlı biçimde) seçim sürecinde HDP adayları etrafındaki çalışmalarda aktif biçimde yer alıp AKPyi alaşağı edip cemaate ve CHP’ye yol vermemek için oylar HDP/BDP adaylarına! çizgisinde çalışmakta tereddüt etmeksizin yer almışlardır. Bundan vazgeçmeleri için de bir neden yoktur. Ama bu meyanda herhangi bir parti disipliniyle bağlı olmadıkları için elbette eylem birliğini bozmayacak tarzda ve bu somut taktik tutum birliğinin imkanları çerçevesinde kendi görüşlerini ve bağımsız kimliklerini savunma konusunda en ufak bir engele takılmayı kabul etmeyeceklerdir. Aslında bu aynı zamanda sık sık karşılaşıldığı gibi, eylemin ayak bağı olacak tartışmalara yer vermemenin de en elverişli yoludur.

Paylaş