Lassalle Burjuvaziye Karşıydı Ama Burjuvazinin Devletine Karşı Değildi
Marksistlerin daha çok Alman işçi hareketinin siyasal parti olarak örgütlenmesini sağlayan önderi olarak tanıdığı Ferdinand Lassalle bir yahudi ipek tüccarının oğlu olarak Prusya’nın Breslau kentinde 1825 yılının 11 Nisan’ında dünyaya geldi. 1864 yılında İsviçre’de aşık olduğu genç bir kızın kıskanç nişanlısı ile girdiği anlamsız bir düello sonucunda genç yaşta öldü.
Lassalle burjuvaziye karşıydı ve açıkça burjuvaziye karşı bir siyasal işçi hareketi yaratma konusunda net bir biçimde tutum almaktaydı. Ama bunu yaparken yine burjuvaziye karşı Prusya’da bir siyasal akımı temsil eden Bismarck ile işbirliği ve uzlaşmaya girmekte sakınca görmüyordu.
Lassalle işçi sınıfının siyasal bir güç haline gelmesi için bağımsız siyasal bir parti olarak örgütlenmesinden yanaydı; bunun için ciddi ve samimi olarak çaba sarfetti. Ne var ki, o bu işçi sınıfı partisinin burjuvazi ile doğrudan doğruya karşı karşıya gelmesini değil, Prusya devleti dolayımıyla burjuvaziye karşı siyasal mücadele yürütmenin gereğine inanıyordu. Genel ve eşit oy talebi, işçi sınıfının devlet üzerinde baskı uygulaması ve onların taleplerinin devlet eliyle gerçekleştirilerek burjuvazinin hizaya getirilmesinin bir aracı olarak hedefleniyordu. Bu bakımdan Lassalle’in siyasal hedefi iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesine değil, burjuvazinin iktidardan uzaklaştırılması, işçi hareketinin ise siyasal iktidar üzerindeki etkisinin arttırılmasına yönelikti. Devlet Lassalle’in siyasal ufkunda yıkılacak bir hedef olarak değil etkilenecek bir güçlü araç olarak belirmekteydi.
Lassalle’ın foyasının en bariz biçimde kendini belli ettiği yer ise; enternasyonalizm konusudur. Marx’ın deyişiyle «Komünist Manifesto’nun ve daha önceki sosyalizmin tümünün aksine Lassalle işçi hareketini en dar ulusal açıdan kavramıştır.» Lassalle’ın bu tutumu Gotha Programına da açıkça yansımış ve Marx tarafından şu sözlerle eleştirilmiştir:
“Peki Alman İşçi Partisi, enternasyonalizmini neye indirgemektedir? Çabasının sonucunun «halkların uluslararası kardeşliği olacağı» bilincine…. Onun için Alman işçi sınıfının uluslar arası görevleri hakkında tek sözcük yok!…Gerçekte, programın enternasyonalizmi, serbest değişimci partininkinden çok daha gerilerdedir. Bu parti de, hareketin nihai sonucunun «halkların uluslar arası kardeşliği» olduğunu ilan ediyor.” (Gotha Programının Eleştirisi; s.35)
Doğrusu Lassalle’ın takipçileri birinci emperyalist savaşa kadar halkların kardeşliği hedefi ile proletarya enternasyonalizminin aynı şeyler olduğu demagojisini sürdürdüler. Bu dönemeçten sonra ise bolşeviklerin öncülüğünde Komünist Enternasyonal proleter enternasyonalizmini kendi ayakları üzerinde yükseltti. Ne var ki bu gün hala iki şeyin birbirine karıştırıldığına bakılırsa, Lassalle’in fikirlerinin çok etkili olduğu görülebilir. Topu topu iki yıl süren siyasal faaliyeti sonucunda böyle bir derin etki yarattığına bakarak Lassalle hakkındaki efsanelere inanmak mı gerekir yoksa? Elbette ki söz konusu olan Lassalle’in efsanevi güçlere sahip olması değildir. Zira söz konusu olan onun fikirleri değil, egemen burjuva ideolojisinin temel dayanaklarıdır. Oportünizm eskiden de işçi hareketine sızan burjuva siyasetiydi; hala öyledir. Demek ki Lassalle örneğinde beliren oportünist tutumun çaresi de genel olarak oportünizmin çaresinden başka değildir. Burjuva siyaseti olan oportünizm kendisine hayat veren toplumsal temelle birlikte yok olacaktır.
Bugün oportünizmi işçi hareketinin sırtından söküp atmak hala komünistlerin en önemli ve acil görevlerinin başındadır. Bunun nasıl teşhis edileceğini ve nasıl tasfiye edileceğini bolşevikler gösterdi; bolşeviklerin izinden giden komünist devrimciler oportünizmi işçi hareketinin saflarından defederek, ait olduğu yere, sermayenin mezarına gömecek. Lassalle de orada olacak.
Marx Ferdinand Lassalle için «Alman işçi hareketini yeniden uyandırmış olması onun ölümsüz hizmetidir» demişti. Öldükten sonra mezarını her yıl ziyaret eden işçiler, onun için yazılmış olan ve içinde «burada bize silahlarımızı veren biri yatıyor» nakaratı geçen bir ağıt okurlardı. Bu ağıt ondokuzuncu yüzyılın en büyük hatiplerinden biri olan ve Alman işçi hareketinin siyasal örgütlenmesine önderlik eden Lassalle’e şükran duygularının en belirgin ifadesiydi.
Hiç kuşkusuz Alman işçi hareketinin 1849-1862 yılları arasındaki gericilik döneminin ardından yeniden örgütlenmesi Lassalle’in çabalarına büyük ölçüde borçludur. Ne var ki bu yoğun siyasal etkinlik, Lassalle’in zaten kısa süren yaşamının (39) çok küçük bir kesitine rastlar. Engels «işçiler Lassalle’ın yaşamının ancak iki yıllık propaganda dönemini biliyorlar ve zaten bu döneme pembe gözlüklerle bakmaktadırlar» demişti.
Lassalle daha gençlik yıllarından itibaren felsefe ve siyasetle ilgilenmeye başlamıştır. Ferdinand daha lisede okurken ilerde kendisini öne çıkaracak olan kimi meziyetlerini ortaya koymuştu: sahte bir rapor tertiplediği için liseden atılmıştı. Liseden atıldıktan sonra, bir ticaret okuluna devam edip, 1843’te diplomasını aldıysa da, bu diplomayla yetinmemişti. Önce Breslau üniversitesinde sonra da Berlin üniversitesinde akademik kariyer yapma amacıyla hukuk ve felsefe okumaya başladı. Berlin’de okurken pek çok akranı gibi Hegel ve Feuerbach’ın fikirleriyle tanıştı. Doktora tezini yazmak üzere zaman zaman gidip kaldığı Paris’te Proudhon’la ve Heinrich Heine ile dolayısıyla sosyalist fikirlerle tanıştı. Yahudi olduğunu belli eden Lasal soyadını da Fransa’ya gidiş gelişleri sırasında değiştirip bir Fransız adı gibi yazmaya başladı ve öylece ünlendi.
Ama gençlik yıllarında Lassalle’in kendini bütünüyle siyasete verdiği söylenemez. Aksine genç Lassalle kariyerine ve kendini güvenceye almaya daha fazla önem veriyordu. Nitekim henüz bir avukat olmadan önce Prusya’nın önde gelen siyasi figürlerinden olan Kont Hatzfeld’in genç eşini kendisinden 20 yaş büyük eşine karşı savunmayı üstlendi ve 8 yıl süren bu tuhaf denecek kadar olağanüstü davayı müvekkilesi lehine kazandı.
Hatzfeld davası sıradan bir dava değildi. 1846 yılında başlayıp 1854 yılına kadar sürmüştür. Bu süreç boyunca Lassalle avukatlık hünerlerinden ziyade kontun yazışmalarını ele geçirmek, onu casus gibi takip etmek, kendisine karşı basında kampanyalar açılmasını sağlamak, kontun bir metresinin özel eşyalarını çalmak vb. gibi yöntemlerden yararlandı.
Lassalle gençliğinin 8 yılı boyunca, Sophie Hatzfeld ile yakın ilişkisi nedeniyle sol içinde hakkında çıkan dedikodulara da göğüs gererek, bu davayla uğraştı. Bu süreç aynı zamanda onun hatiplik eğitimi ve sınavı oldu. Bu 8 yılın sonunda Lassalle akademik bir kariyer sahibi olmayı başaramadıysa da, diploma ve kariyerin kendisine sağlayacağı şeylerden birini, kendisini ömür boyu geçindirecek düzenli bir gelir kaynağı elde etmeyi bu sayede «hak etti»: Kontes Hatzfeld onu yüklü bir ömür boyu yıllık gelirle ödüllendirdi.
Ama elbette Ferdinand Lassale’ın gençlik yılları sırf eğitimle ve söz konusu boşanma davasıyla geçmedi. Pek çok akranı gibi o da dönemin siyasal akımlarıyla ve dolayısıyla siyasal eylemlerle de içli dışlı oldu. Her ne kadar bu dönemde siyasete gösterdiği ilgi daha çok teori düzeyinde kaldıysa da, bu onun 1848-1850 devrimci hareketleri içinde bizzat yer almasına engel değildi. Bu yüzden ve o sıra yayınlanan yazıları nedeniyle, tutuklanıp bir yıla yakın bir süre de hapiste yattı. Marx ve Engels ile tanışması da bu döneme rastlar. Lassalle’ın asıl ünlenmesini sağlayan siyasal kariyeri de bu dönemeçten itibaren şekillendi (bu dönemecin geçim sorununun çözülmesiyle aşağı yukarı aynı zamana rastlaması da küçük bir ayrıntı sayılmamalıdır).
Lassalle 1848’deki devrim dalgasının kırılması ile başlayan gericilik döneminde başka pek çokları gibi siyasal mülteciliği seçmedi. Zaman zaman başka ülkelere gittiyse de esas itibariyle Almanya’da kaldı. Bu arada Hatzfeld davasını kazandığı gibi, Herakleitos üzerine doktora tezini de tamamladı. Almanya’da sosyalist çevreler içinde tanınan bir gazeteci olarak, Berlin’de öne çıkmaya başladı (1857). Marx ile tekrar ilişkiye geçmesi de bu dönemin ardındandır (1861). Daha çok mektuplaşma biçiminde geçen ve bir yakınlaşmadan çok ayrım çizgilerinin kalınlaşmasını sağlayan bir süreçtir bu. Bu dönem hakkındaki görüşlerini sonradan dostu Kugelmann’a yazan Marx şöyle demişti:
“İzin verirseniz ilkin Lassalle ile ilişkilerimin ne olduğunu açıklayayım. Faaliyette bulunduğu tüm süre boyunca ilişkilerimiz kesikti. …. 1848’den 1863’e kadar bana yazdığı mektuplarda olsun, yüzyüze görüşmelerimizde olsun o, daima benim temsil ettiğim partiden yana olduğunu söylemiştir; ama 1862 sonunda Londra’da benimle o küçük oyununu oynayamayacağı kanısına varınca bana ve eski partiye karşı «işçi diktatörü» rolüne çıkmaya karar verdi.”
Aynı mektupta Marx Lassalle ile arasındaki siyasi uzaklaşmanın siyasi nedenlerinin neler olduğuna da üç başlık altında değinmişti:
“Birincisi, farfaralıklarından ötürü ve yapıtlarımdan yaptığı utanç verici çalıntıları böbürlenme vesilesi yaptığı için. İkincisi siyasal taktiğine karşı çıktığım için; ve üçüncüsü ülkedeki siyasal faaliyetine daha başlamadan önce Prusya devletinin doğrudan bir sosyalist uygulamada bulunabileceğine inanmasının saçma olduğunu açıkladığım ve tanıtladığım için.”
Ama ne yazık ki bu ayrım çizgileri net bir biçimde çizilmediği gibi, net bir biçimde bilince çıkarılamadan bu süreç sona erdi. Lassalle dinlenmek için gittiği İsviçre’de aşık olduğu bir kadının nişanlısı ile 1864 yılının 28 Ağustosu’nda bir düelloya tutuştu ve bu düelloda aldığı yaralar nedeniyle üç gün hastanede yattıktan sonra öldü.
Riazanov Lassalle’i şöyle tasvir etmişti:
“Lassalle son derece kendini beğenmiş bir insandı. Bilinçsiz kitleler üzerinde çok güçlü bir etki bırakan, bilinçli işçileri ise iten gürültülü konuşmaları, gösteriş ve reklamı severdi. Alman işçi hareketinin yaratıcısı olarak gösterilmekten hoşlanırdı.”
Engels de Marx’ın ölümünden 8 yıl sonra Lassalle hakkında Kautsky’ye yazdığı bir mektupta «Lassalle’ın tüm ünü, yıllar boyu Marx’ın da izniyle onun araştırmalarının sonuçlarını kendi malıymış gibi, üstelik … onları çarpıtma pahasına kendine mal etmesinden ileri gelir» dedi. Bunu hatırlatma gereği Alman sosyalistleri arasında Lassalle hakkında yaratılan efsaneleri yıkmak üzere gereken özen ve gayretin gösterilmeyişi idi. Bu durumun sorumlularının başında gelen Kautsky’ye Lassalle’in nasıl birisi olduğunu şu sözlerle hatırlattı:
“Lassalle yirmi altı yıldan beri tarihin malıdır. Bir süre için, sosyalistlere karşı yasanın yürürlükte olmasından ötürü tarihsel eleştiri onun hakkında susma yolunu tutmuş olsa da, bu eleştirinin bir an önce yapılması ve Lassalle’ın Marx’ın gözündeki konumunun nihayet aydınlığa kavuşturulması zamanı gelmiş çatmıştır. Hayır, Lassalle’ın gerçek kişiliğini bir başka kılığa büründürüp onu göklere çıkartan hurafe partinin yasası haline getirilemez. Lassalle tarafından yapılan hizmetler ne kadar büyük sayılırsa sayılsın onun tarihsel rolü iki yönlüdür. Sosyalist Lassalle’i demagog Lassalle adım adım izler. Örgütlendirici ve bilinçlendirici Lassalle’in şahsında kokuşmuş araçlara başvurmakta sakınca görmeyen kimseleri çevresinde sakınca olarak görmeyen; onlardan basit birer araç gibi yararlandıktan sonra buruşturup atmaktan zevk alan Haltzfeld davasının baş rol oyuncusu belirmektedir. 1862’ye kadar Lassalle basit demokrattı. …..sonra tamamen kişisel nedenlerle birden bire değişti ve propaganda faaliyetine başladı. Daha iki yıl geçmemişti ki işçilerin burjuvaziye karşı kralcı parti ile birleşmeleri gerektiğini söyleyip karakteri kendisininkine pek benzeyen Bismarck ile entrikalar çeviriyordu. Eğer kendisi açısından talihli bir olay sayılması gereken ölümü engel olmasaydı bu tutumu onu partiye karşı gerçek bir ihanete kadar sürükleyebilirdi.” (Kautsky’ye 23 Şubat 1891 tarihli mektup, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, içinde s.77, Sol Y.)
Gerçekten de Lassalle ne idüğünün meydana çıkmasına ramak kalmışken erken öldü. Oportünist bir çıkarcı olarak değil, Alman işçi hareketinin uyanmasını sağlayan bir önder olarak anılmasını sağlayan da belki bu erken gelen ölümdü.
Ne yazık ki daha sonra Engels de Lassalle’ın açtığı yoldan gelişen Alman sosyal demokrat hareketinin benimsediği yol ve yöntemlerin burjuvaziyi barikat savaşlarından daha fazla ürküttüğünü dile getiren sözler söyledi. Bütün bunlar Lassalle’ın fikirlerinin daha doğrusu fikirlerinden çok siyaset tarzının önce Alman işçi hareketi içinde, giderek de uluslararası hareket içinde yer etmesine katkı sağlamıştır. Marx’ın Lassalle’ın ardından onunla kendisi arasındaki derin ayrım çizgilerini öne çıkaran bir tutum göstermeyip, ondan sitayişle söz etmiş olması bu ayrımların önemsiz olduğu anlamına yorulmamalıdır.
Marx’ın kibarlığından ötürü böyle davrandığı da sanılmamalıdır. Bunun daha önemli izahları vardır. Her şeyden önce, Lassalle’ın ani ölümü Birinci Enternasyonal’in kurulmasından birkaç hafta öncesine rastlar. Bu enternasyonalin içinde Alman işçi hareketinin temsilcilerinin yer alması tabii ki önemli bir hedef olarak görülmekteydi; ve Lassalcıların bu hareket içinde tuttukları yeri küçümsemek mümkün değildi. Üstelik o zaman oportünistlerden ve oportünizme karşı net bir tutum almakta tereddüt edenlerden koparak bağımsız bir dünya partisi kurma fikri yoktu. Hatta oportünizm kavramı da henüz sonradan kazandığı anlam ve içeriğe bürünmüş değildi. Bu ancak, Lassalle’in ideolojik ve politik mirası üzerinde şekillenen İkinci Enternasyonal’in çöküşünden sonra bolşeviklerin teorik ve pratik çabalarıyla bilince çıkarılacaktı.
1860’lı yıllarda Alman işçi hareketinin örgütlenmesi için yürüttüğü ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmaları boyunca Lassalle büyük ölçüde Komünist Manifesto’dan ve Marx’ın yazılarından yararlandığı halde, belli başlı siyasal yazılarında bu bağı gizlemeye özen göstermişti. Marx’ın adını ancak hayatının son demlerinde o da bir devrimci yahut komünist olarak değil, «bir iktisatçı» olarak zikretti. Bu tutumunu, komünizm heyulası hakkında önyargıları olan bilinçsiz kitleleri ürkütmemek için benimsediği bir taktik olarak izah ediyordu. Benzer gerekçelerle yasa dışı devrimci örgütlerle ilişki kurmamaya yahut bu ilişkinin belli olmamasına da özen göstermişti. Oysa Lassalle bir yandan temel birçok sorunda Marx’ın görüşlerinden yararlandığı gibi, devrimci akımların gücünden ve deneyimlerinden yararlanmaya da tamamen kapalı değildi. Ne var ki bütün bunları kendine özgü ve daha çok gündelik hesaplardan çıkarak vardığı tutumlarla eklektik bir biçimde birbirine karıştırmaktaydı.
«Lassalle’ın yazılı propagandasında Marx’tan aldığı doğrular kendi yanlış vargılarıyla o kadar iç içe geçmiştir ki, gerçeği yanlıştan ayırdetmek çok zordur.» Doğrusu bu tablo tarihin derinliklerinde yitip gitmiş bir siyasal tutumu anlatmakta değildir. Aksine bu siyaset tarzı hala canlı ve çok daha renkli örneklerine tanık olmakta olduğumuz oportünist siyaset tarzının bir portresidir.
Yazılarında Marx’tan ve Manifesto’dan söz etmemekle birlikte, bir biçimde buradan beslendiğinin belli olması Lassalle’ın aslında «usta» bir siyasetçi olarak bu fikirleri Alman işçileri arasında yaydığı izleniminin doğmasına hizmet etmiştir.
Bu izlenimin ne kadar yaygın olduğu Lassalle’cilerle Marx’ın Almanya’daki yoldaşları arasında beliren yakınlaşmalar sırasında belli oldu.
Nihayet Marx Lassalle’cılığın marksizm kisvesi altında hortlamasına engel olmak üzere ve Lassalle’ın eklektik çizgisini eleştirmek üzere kaleme aldığı «Gotha Programı» hakkındaki eleştirilerini «Dixi et salvavi animam meam!» (söyledim ve ruhumu kurtardım) diye noktaladı. Besbelli o güne kadar içinde tuttuğu eleştirileri açıkça ve topluca ortaya koymanın ferahlığını ifade etmek istiyordu. Ne var ki, bu eleştiriler birkaç yakınının dışında kimse tarafından uzun süre boyunca okunmadı; ancak 1891’de o da Engels’in çabaları sonunda bazı kısımları çıkarılmış olarak yayınlandı. Bu tarih aynı zamanda alman sosyal demokrasisinin yeni programının, Erfurt programının yayınlandığı tarihtir. Ne var ki, o esnada bu programın mimarlarından Kautsky Programlarımız başlıklı yazısında Marx’ın Lassalle hakkındaki eleştirilerini haksız bulduğunu ifade eden ve ona övgüler dizen şu değerlendirmeleri yapmaktaydı:
”Alman sosyal demokrasisinin Lassalle hakkındaki değerlendirmesi Marx’ınki ile aynı değildir. Yapıtları … sosyalizmi öğrenirkenki ilk adımlarımızda kılavuzluk etmiş olan … sosyalizm coşkusunu esinlendirmiş olan bir adamı hiç unutabilir miyiz? Marx’ın öğrencisi Lassalle hakkında yazdıklarını dikkatle okuyup bunlar üzerinde düşünürüz. Ama unutmamalıyız ki, Lassalle da öğretmenlerimizden biriydi ve en iyi savaşçılarımızdan biriydi.” (Neue Zeit, Şubat 1891)
Bu saptamalar aynı zamanda İkinci Enternasyonal’in nasıl Lassalle çizgisinin etkisi altında şekillendiğini de anlatır. Bu suretle, uzun yıllar marksizm adına onun eklektik bir karikatürü uluslararası işçi hareketine egemen oldu. Komünist Enternasyonal’in kopuşu aynı zamanda marksizmin bu oportünist karikatüründen ayırt edilmesi çabasıydı. Lenin’in sağlığı dönemindeki ilk dört kongresi boyunca Komünist Enternasyonal bir yandan Bolşevik deneyimin derslerini kılavuz edinirken bir yandan da yıllar boyunca marksizmin yerine işçi hareketinin büyük kısmına egemen olmuş oportünizmle ayrım çizgilerini yeniden çizmeye koyuldu. Bu çaba bir manada Marx’ın Gotha programının eleştirisi ile yapmaya başladığı işin yeniden ele alınmasıydı. Bunu görmek için Marx’ın bu eleştirisini hatırlamak gerekiyor.
Lasalcılığın Marksizme Bulaşmasının İlk Belgesi: Gotha Programı ve Marx’ın Eleştirilerinin Akıbeti
Marx Lassalle ve lasalcılık hakkındaki görüşlerini çeşitli vesilelerle dile getirdiyse de bunu daha çok dostlarına yazdığı mektuplarda yaptı. Marx Lassalle’ın «burjuvaziye karşı, gerekirse Bismarck’la bile ittifak yapmayı» öngören oportünist tutumunu; onun devletçiliğini veulusalcılığını eleştiriyor; kendi görüşlerinden, Manifesto’dan, Birinci Enternasyonal’in temel belgelerinden kopartılmış kimi ifadelerin arkasına saklanarak siyaset yapmayı meslek edinmiş olan Lassalle ve lasalcılarla ayrım çizgilerini çekmeye özen gösteriyordu. Bu özenli tutum özellikle Birinci Enternasyonal’in kuruluşunun ardından güç kaybetmeye başlayan lasalcıların Marx’ın takipçilerine yanaşmalarına yol açtı. Doğrusu Almanya’da marksizm adına hareket eden Wilhelm Liebknecht ve arkadaşları da lasalcılarla yakınlaşma eğilimindeydiler.
Sonuçta 1875’te Gotha kentinde gerçekleşen bir kongrede lasalcılarla marksistler birleşip, sonradan hem Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin, hem de İkinci Enternasyonal’in belirleyici çekirdeği olacak olan örgütün temelini attılar. Bu birlik Gotha Programı diye bilinen bir programla tescil oldu.
Marx bu programı «lassalcı iman maddelerinin kutsanması hesaba katılmazsa program hiçbir değer taşımamaktadır» diye değerlendirdi ve;
“Lasalcı önderler, koşullar onları zorladığı için bize gelmekteydiler. Onlara ilkeler üzerine pazarlığa girişilmeyeceği daha başından söylenmiş olsaydı, bir eylem programı ya da ortak hareket için bir örgütlenme planıyla yetinmek zorunda kalırlardı… Kendi partimizin her eleştirisinin ve her düşüncesinin önlenmek istendiği açıktır.” (Marx’dan Bracke’ye 5 Mayıs 1875 tarihli mektup)
Marx, kimi demokratik talepleri «askeri despotizmden başka bir şey olmayan bir devletten isteyen»; üstelik bunların yasal yoldan kabul edilebileceğini varsayan bu programı; «bu polisin izin verdiği ve mantığın yasakladığı sınırlar içine hapsedilmiş bir demokrasiciliktir» diye eleştirdi. (Bracke’ye mektup)
Sırf bu sözlere bakıldığında bile, Marx’ın Gotha Programı diye bilinen program hakkındaki sert eleştirilerinin muhataplarının hala ne kadar yaygın olduğu kolaylıkla görülebilir. Demek ki, lasalcılık Marx tarafından teorik olarak alt edildiği, ve o günden beri marksist sıfatını benimseyen herkes tarafından adet üzerine lanetlendiği halde, yok edilemedi.
Çünkü Marx’ın bu eleştirileri uzun süre bir sır olarak kalmıştı. Marx’ın bu notları gönderdiği Bracke «birleşme suya düşmesin» diye notları hasır altı etmişti. Sadece bu oportünist birliğin mimarı olan Liebknecht bunları okuma ayrıcalığına sahip olmuş, hapisteki Bebel ise bundan yoksun kalmıştı. Engels zor bela saklayabildiği bir kopyayı ancak 1891’de, yani 15 yıl sonra, yayınlanmak üzere Kautsky’e göndermiş, ama o zaman da bu birliğin mimarlarını incitmemek için notlar budanarak yayınlanmıştı.
Daha ilginci arada geçen bu uzun süredeki gelişmelerdir. Bebel «bu birleşmenin ve sonuçlarının bir eğitim süreci olduğunu» söylüyordu. Liebknecht Marx ve Engels’i «saf teorik bir parti ile militan bir parti arasındaki ayrımı görmemekle» eleştirip, bir bakıma onları doktrinerlikle suçluyordu. Bracke «eğer marksistler partiden çıkarlarsa işçi hareketinden soyutlanmış olacaklarını» savunarak, Spartakistlerin yıllar sonra oportünist SPD’den kopmamak için öne sürdüğü gerekçenin Rosa Luxembourg’un bir icadı olmadığını ortaya koyuyordu.
Bu itiraz ve açıklamalar ne yazık ki, Almanya’ya ve o yıllara özgü bir tablonun parçaları olarak kalmadı. O günden sonra ve hemen hemen her yerde oportünist birlikleri benzer sözlerle gerekçelendirmek adet oldu. Daha da ilginci, kitle kuyrukçuluğunun sonucu olarak oportünizm karşısındaki teslimiyet tutumunun ilk örneklerinden birinin Marx ve Engels’in Gotha Kongresi sonrasında gösterdikleri davranışta görülmesidir:
“Tek başına birleşme olgusunun bile işçileri mutlu ettiği bilinmektedir; ama pek kısa zamanda elde edilen bu sonucun bedelinin ağır olmadığını sanmak yanılgı olur.”
Bunun bedeli Marx’ın sandığından daha ağır oldu. Engels «herşeye rağmen, işçilerin bu partiyi bir komünist parti sandıklarını, bu nedenle Marx ve kendisinin bu partiye sırt çevirmediklerini» açıklıyordu.
Alman Sosyal Demokrasisi ve Lassalle’cılığın Marksizmin Yerine Geçişi
İkinci Enternasyonal’e hem kitlesel gücü hem de teorik itibarı ile damga vuran Alman Sosyal Demokrat Partisi alman işçi hareketinin iki kanadının biraraya gelişinden doğmuştu. Bunlardan birincisi, Lassalle tarafından 1863’te kurulan Alman Emekçileri Genel Derneği idi. Lassalle’cılık Komünist Manifesto’nun görüşlerinin kabaca çarpıtılmasından hareket ediyordu ve hem Lassalle’ın sağlığında hem de ölümünden sonra, Marx’ın şiddetli eleştirilerine hedef olmuştu. Bu eleştirilere konu olan özellikleri arasında en çok dikkat çekenler, Lassalle’cılığın sınıf mücadelesinin sorunlarına «alman» gözlüğünden bakması; ekonominin işleyişi hakkındaki (ücretlerin tunç kanunu gibi) determinist saptamaları; devletçiliği yücelten ve devletten medet uman yaklaşımları; ve sosyalizme yol açmak için Bismarck’la anlaşma yapmaya kadar uzanabilen oportünizmidir.
Lassalle’cılarla birleşerek SPD’ye hayat veren diğer kanat ise, 1869’da Eisenach’ta August Bebel ve Wilhelm Liebknecht öncülüğünde kurulan Alman SosyalDemokrat İşçi Partisi idi. Bu parti sözümona Lassalle’cıların marksist eleştirisi üzerine kurulmuştu; ama baştan itibaren hem Marx hem de Engels bu eleştiriler hakkındaki kaygılarını gizlememişlerdi. Esasen bu tutum da oportünizmin farkında olup kendilerini ayırt etmekle birlikte, siyasette ve bilhassa örgütlenme bağlamında bir türlü onlardan kopamayan merkezcilerine aittir. Sonradan Rosa Luxembourg ve troçkistler bu tutumun başlıca takipçileri olacaklardı.
1875’te Lassalle’cılar Eisenach’cılara yaklaşarak birleşmeyi önerdiler. W. Liebknecht’in biraz da kendi inisiyatifiyle yürüttüğü görüşmelerin sonucunda, birleşme aynı yıl Gotha kentinde gerçekleşti. Engels bu birleşmenin ardından Bracke’a şunu söyledi:
“Liebknecht’in birleşmeyi bir an önce gerçekleştirme ve bunu ne pahasına olursa olsun başarma çabasıyla herşeyi berbat ettiği yolundaki görüşünüze katılıyorum.” (11 Ekim 1875 tarihli mektup, Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi içinde, Sol Yayınları s.66)
Marx ve Engels bu birleşmeye de birleşmenin ortak metni olarak benimsenen «Gotha Programı»na da sert eleştiriler yönelttiler. Gotha Programı, Marx ve Engels’in yıllarca uğraşarak altettikleri «Alman küçük burjuva sosyalizmi»nin yeniden, üstelik marksizm adı altında hortlamasını ifade ediyordu. Engels bu metni «bizim adamların Lassalle’cılara vermek nezaketinde bulundukları tavizler» diye yorumladı; Marx da detaylı bir eleştiri yazdı.
Doğrusu, «İkinci Enternasyonal marksizmi»nin oluşum macerasını bu noktadan itibaren ele almak gerekir. Zira Marx, «Engels ve ben kısa bir bildiri yayınlayarak söz konusu ilkeler programı ile ortak bir yanımızın olmadığını açıklayacağız» dediği halde, bunu hiç bir zaman yapamadılar. Aksine burjuvazinin saldırılarının yoğunlaşması karşısında, eleştirilerini bir kenara bırakıp, Sosyal Demokrat partiyi desteklemeyi tercih ettiler. Dolayısıyla, Marx ve Engels’in söz konusu metinle ilgili ciddi eleştiri ve itirazları olsa bile, bu eleştiriler ve itirazlar asıl gerekli oldukları dönemde yayınlanmadı. Ya özel mektuplarda, yahut Marx’ın o zaman yayınlanmayan ünlü «kenar notları»nda kaldı.
Oysa bugün Lassalle’in düşüncelerinin ve siyaset tarzının hala nasıl hüküm sürdüğünü anlamak için onun temel fikirlerini yansıtan Gotha Programı hakkında Marx’ın yazdığı eleştiri notlarının mahiyet ve akıbetini hatırlamak zorunludur.
«Gotha Progamı Eleştirisi»nin Hasıraltı Edilmesi ve Engels’in Erfurt Programı’na Sunduğu Destek
Bununla birlikte, bugün pek çok marksist Marx’ın Gotha Programı hakkındaki eleştirel notlarından haberdardır. Ama bu eleştirinin zamanında ve bizim okuduğumuz haliyle yayınlanmadığından pek azı haberdardır. «Gotha Programı’nın Eleştirisi» ilk kez onbeş yıl gecikmeyle yayınlandı; muhataplarına gecikerek ulaştığında da aslı gibi yayınlanmamıştı. Üstelik metnin gecikerek ve kırpılmış haliyle yayınlanması konusunda bile, sözümona marksistler epeyi direnç göstermişlerdi.
1891 tarihli ilk almanca baskısına yazdığı önsözde Engels şunları söyledi:
“Bununla birlikte anlamı pek fark ettirmediği yerlerde, bazı deyimleri ya da kırıcı kişisel değerlendirmeleri sildim. … Bundan başka basın kanunu bakımından gerektiği için çıkarılıp yerine noktalar konan birkaç cümle daha var.” (Bkz. Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Sol Yay. s. 1819)
Doğrusu, bu eleştiriden eksiltilen kısımların eleştirinin özünü etkileyip etkilemediği tartışılabilir. Ama, SPD’nin akibetine bakıldığında, hem Prusya devletinin sansürü nedeniyle, hem de bu eleştirinin hala SPD’nin başında bulunan muhataplarını «kırmamak» için yapılan düzeltmelerin oportünizme görece meşru bir zemin sunarak gelişmenin yönünü etkiledikleri çok barizdir.
Nitekim, bir yandan Prusya yasaları, bir yandan da Lassalle’cıların ve onlara taviz veren sözümona marksistlerin alınganlıkları gözetilerek yapılan bu düzeltmelere rağmen, Gotha Programı’nın eleştirisi yayınlandığında epeyi tepki ve küskünlük yarattı. Engels Sorge’a «Avrupa’da Lassalle’cılar köpürmektedirler ve böyleleri sizde hiç eksik değil …» (aynı yerde, s.85)
Daha önemlisi, Erfurt Programı’nın Marx’ın Gotha Programı hakkındaki itirazları dikkate alıp, eleştirileri içerecek tarzda kaleme alınmadığı açıktır. Aksine bu programın söz konusu eleştirilerden bu eleştirilerin doğrudan muhatabı olmaktan kaçınmak amacıyla yararlandığı söylenebilir. SPD’nin 1891’in ekim ayında Erfurt’ta toplanan kongresinde benimsenen bu program metni oportünistlerin marksizmi istismar edişi konusunda ibretlik bir örnek oluşturuyor.
Kendisi de bir tür sosyaldemokrat olan ve İkinci Enternasyonal geleneğinin Komünist maskesi ardına gizlenen temsilcilerinden sayabileceğimiz Emille Botigelli (Fransız Komünist Partisinin son kuşak teorisyenlerindendir) Gotha ve Erfurt Programları’nın Eleştirisi derlemesine yazdığı önsözde şöyle dedi:
“Erfurt kongresinde kabul edilen yeni program, Lassalle’cı demagoji ile bağlarını koparıyor, ve partinin teorik temellerini sağlamlaştırıyordu.” (aynı yerde, s. 11)
Ne yazık ki, bu sadece Botigelli’nin yorumu değil; Kautsky ve Bernstein’ın ortak eseri olan bu metin uzun yıllar marksizmin bir temel belgesi olarak hem marksistlerin hem de marksizm karşıtlarının başlıca başvuru kaynağı olmuştur. Hatta ilginçtir, tıpkı Bernstein’ın revizyonizm tartışmasında yaptığı gibi, sonradan bütün marksizm dönekleri marksizmin iflası hakkındakı açıklamalarını büyük ölçüde bu belgenin kaderci ve nesnelci önermelerini eleştirisine dayandırmaktadırlar. Bu noktada Engels’in Marx kadar sert ve tavizsiz bir eleştiri yapmayışının olumsuz rolü küçümsenmemelidir.
Engels’in Katkısı
Erfurt Program taslağını eleştirmek, Marx ölmüş bulunduğundan Engels’e düştü. Her ne kadar Lenin bu metinde önemli ve bugün için de anlamlı olan birçok eleştiri noktası bulunduğunu söylüyorsa da (bkz. Devlet ve İhtilal), Engels’in eleştirisi Marx’ın Gotha Programı’na yönelik eleştirisinden temelde farklıdır: her şeyden önce içerdiği eleştirel noktalara rağmen bu metin eleştiriden çok bir tasdik belgesidir. Zira Engels şöyle başladı eleştirisine:
“Bu tasarı eski programla (Gotha Programı kastediliyor) karşılaştırıldığı zaman, çok daha iyi bir tasarıdır. Özgül olarak Lassalle’cı nitelikte olsun kabaca sosyalist nitelikte olsun eskimiş bir geleneğin birçok kalıntıları yeni programda geniş ölçüde dışta bırakılmıştır; teorik bakımdan taslak, bütünüyle, çağdaş bilim alanında yer almaktadır ve bu alanda durarak onu tartışmak mümkündür.” (aynı yerde, s.97, vurguyu biz ekledik)
İşte Engels’in bu tutumu, bütün eleştirilerini ve aynı tarihlerde yayınlanmasında ısrar ettiği Marx’ın Gotha Programı hakkındaki eleştirilerini bir anda boşa çıkartmaktadır. Gotha Programı Lassalle’cıydı; Erfurt’ta kabul edilen programın ise «bu geleneğin kalıntılarını geniş ölçüde dışta» bıraktığı söylenmektedir; ve ne yazık ki bu gelenekten geriye kalanların neler olduğu söylenmemektedir. Marx, Gotha programında «zırvalıklar» olduğunu söylüyordu; Erfurt programı «çağdaş bilim alanında» bir program olarak Engels’ten geçer not almaktadır. Engels’in bu tutumu, bizzat Lassalle ve onun özgün fikirlerinin itibar iadesine kavuşmasını açıkça sağlamıştır. Ama bu programın eklektik yapısı, ve Engels’in «hoşgörülü» eleştirisi küçük burjuva sosyalizminin, marksizmin itibarını yıllar boyu istismar etmesine hatırı sayılır bir hizmet sunmuştur. Böylece marksizmle küçük burjuva yahut burjuva sosyalizmi arasındaki siyasal/ideolojik mücadele «marksistler arasında bir tartışma» düzeyine indirgenmiş ve öyle kabul edilir hale gelmiştir. Hala da marksizmle burjuva sosyalizminin marksizm zemininde dövüştürülebilmesine imkan veren etkenlerden biri bu olgudur.
Ne yazık ki, küçük burjuva/burjuva sosyalizminin hortlamasına zemin hazırlayan yalnızca Engels’in Erfurt Programına verdiği destek değildi. Aynı Engels, ölümünden birkaç ay önce, 1895 Mart’ında Fransa’da Sınıf Savaşımları’nın yeni basımına yazdığı sunuşta 1848 devrimi döneminde kendisi ve Marx tarafından yapılan en büyük hatanın, Avrupa’daki durumu “sosyalist dönüşüm için olgun” olarak değerlendirmeleri olduğunu söyledi:
“Tarih, bizi ve bizim gibi düşünen herkesi haksız çıkardı. O tarihte Kıta’daki iktisadi gelişmenin kapitalist üretimin tasfiyesi için olgun olmaktan henüz çok geride bulunmuş olduğunu açıkça ortaya koydu.”
Proleter devrimini iktisadi gelişmişlikle açıklayan bakış açılarına bir tutamak noktası sunan bu sözler tüm İkinci Enternasyonal dönemine damga vurmuştur. Bu Sunuş’ta Engels, özellikle 1848 devrim dalgasının yarattığı havanın etkisiyle iyimser bir değerlendirme yaptıklarını açıkladı. İlginçtir, proleter devriminin nesnel koşullarının olup olmadığı, gecikmiş burjuva devriminin proletarya önderliğinde gerçekleştirilmesi koşullarında teorik olarak konmuş tarihsel aşamaların aşılıp aşılamayacağı konusu ne zaman gündeme gelse, proleter devriminin sürekliliğini aşamalara bölerek kırma eğiliminde olanlar hala bu saptamalardan güç alabilmektedirler. Asıl önemli ve çarpıcı olan ise, ülkelerin iktisadi gelişmişliklerine göre devrim tipleri tarif eden Komünist Enternasyonal programınında (1928’de benimsenen) yöntemsel yaklaşımı bakımından aynı zemin üzerinde duruyor olmasıdır.