Bu yazı Ocak 2018 tarihli KöZ Gazetesinin 16. sayısında yayımlanmıştır.
Foti Benlisoy’un 25 Ekim tarihinde Taksim İktisatlılar Derneği’nde Ekim Devrimi ile ilgili “100 Yıl Sonra Ekim Devrimi: Nostalji ve Ütopya” başlığıyla bir söyleşi gerçekleştireceğini öğrendik. Biz de hem Foti Benlisoy’un Ekim Devrimi hakkında neler söyleyeceğini dinlemek hem de KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bu konuda ne düşündüğünü anlatmak için bu söyleşiye katıldık.
Benlisoy, onun üzerinde filmden yaptığı birkaç dakikalık gösterimlerle kendi konuşmasını destekleyen bir sunum yaptı. Benlisoy:
“Ekim Devrimi’ni değerlendiren çeşitli kesimler öyle çok da masum değil, örneğin Soğuk Savaş tarih yazıları ve anti-komünist literatür Ekim Devrimi’ni şöyle görür: Ekim Devrimi esas itibariyle iktidar tutkunu, iç demokrasiden yoksun, dar, komplocu, konspiratif bir anlayışla hareket eden Bolşeviklerin bir darbesidir. Bu örgütün öyle liderleri vardır ki kötü anlamıyla sonuna kadar makyavelist, gözünü iktidar hırsı bürümüş; dolayısıyla Bolşeviklerin yaptığı bir darbe de bir parti diktatörlüğünden başka bir şey olamaz. Bu anti-komünist anlayışa göre ‘Bir iyi, esas Şubat Devrimi vardır bir de o konspiratif örgütün ekimde devrimi çalması vardır. Bu anlattığım o Soğuk Savaş tarih yazıcılığının uzun yılar evire çevire iştahla dönüp dolaştırdığı bahis, anti-komünist literatürün en önemli malzemesi olmuştur iktidar tutkunluğu. Ama aynı zamanda bir tür Stalinist solun ya da Stalinist olmasına da gerek yok bir tür müfrit (aşırı) solun, devrimi esas itibariyle bir tür parti tarihine bağlayan ve partinin önemli önderlerinin aldığı stratejik kararlara indirgeyen bu iki yaklaşım aslında birbirinin simetrisidir. Hâlbuki Rus Devrimi, Şubatıyla Ekimiyle çok ciddi, devasa kitle mobilizasyonunun olduğu belki de 20. yüzyılın en demokratik olayıdır. Bu aylar içerisinde milyonlarca insan sonsuz derecede oy kullanır, delegeler seçer, delegeleri geri çağırır, özyönetim organlarını oluşturur. Devrimi yapanlar, Bolşeviklerden ziyade proletaryadır. 1917 yılında kitlelerin eylem ve inisiyatifiyle zafer kazanılmıştır. Bolşeviklere kitleler damga vurmuştur; devrimi yapan Bolşevikler ise eğer Bolşevikleri de yaratan devrim yani kitlelerin eylem ve inisiyatifidir.”
Benlisoy’un kitlelerin devrimdeki rolü hakkında Troçki’den, Lenin ve Rosa Luxemburg’dan yaptığı kısa alıntılar sırasıyla şöyle:
Troçki: “Devrimin tartışma götürmez en önemli özelliği kitlelerin, tarihin olağanüstü dönemlerinde aniden ortaya çıkarak kendi kaderlerini ellerine almasıdır.”
Lenin: “Tabanın yaratıcı etkinlikleri yeni toplum yaşamının temel faktörüdür. Sosyalizm kararnamelerle yukarıdan getirilemez. Sosyalizmin ruhu, mekanik bürokratik yaklaşımı reddeder. Yaşayan yaratıcı sosyalizm kitlelerin kendi eseridir.” (1917)
“Devrimimizin yaptığı şeyler tesadüfi değildir. Yaptıklarımız bir parti kararının ürünü değildir. Kitlelerin sloganlarıyla ve çabalarıyla kendi yarattıkları bir devrimdir. Sosyalizm azınlık tarafından, Parti tarafından gerçekleştirilemez. Sosyalizm ancak kendi kendini eğitmiş on milyonların çabasıyla gerçekleştirilebilir.” (1918)
Rosa Luxemburg: “Gerekli olanın yalnızca eski hükümeti yıkıp sosyalist hükümeti başa geçirmek, sonra da sosyalizmi hayata geçirecek kararnameler yayınlamaktan ibaret olduğu sanılıyor. Bunun bir hayal olduğu görüldü.”
Benlisoy, Lenin öldükten sonra cesedinin mumyalanmasına Krupskaya’nın karşı çıkarak bu konuda 30 Ocak 1924 tarihinde Pravda’da yayınlanan bir yazısı olduğuna değinip şöyle devam etmiştir: “Bu mumyalama, dondurma adeta devrimin de dondurulması anlamına gelmiştir. SSCB’de karşı devrim sürecine baktığımızda bunun birden çok nedenini görmek mümkün. En iyi, ileri işçilerin iç savaşta yaşamını yitirdiğini, önemli bir kısmının açlıktan kırlara çekildiğini, bu dönemde ‘zorunluluktan dolayı’ diyerek atılan adımların daha sonra kalıcılaştığını görebiliriz. SSCB’de karşı devrimci sürecin 1920’lerin ortalarında başladığını söyleyebiliriz. Karşı devrim sanıldığı gibi devrimin simetriği değildir; yani devrim öncesi kapitalizme dönülmesi demek değildir. Bu açıdan Stalin geldiği için karşı devrim gerçekleşmemiştir. Karşı devrim olduğu için Stalin belli bir toplumsal kesimin temsilcisi olarak hâkim olmuştur.
Tarihin sonu derken bu; devrimlerin, büyük ayaklanmaların, olayların olmayacağı anlamına gelmiyor. Neo-liberalizmin saldırısıyla işçi sınıfının yüz elli yıllık önemli birikimlerinin tarumar edilmesini; onun sosyal, siyasal, kültürel gücünü kırmış olmasını ve onun sınıf olarak kudretinin azalmış olmasını bir tarafa bırakıyorum. Bütün sorun bütünsel bir alternatif ortaya konamamasıdır. İşte Mısır’ı düşünün. Mısır 21. yüzyılın en önemli, en kitlesel başkaldırısıdır. Milyonlarca işçi, emekçi günlerce sokaklara dökülüyor ama sokağa çıkan kitlelerin ufku, yozlaşmamış düzgün işleyen bir demokrasinin ötesine gidemiyor. Böyle partiler, örgütler de yok. Devrim kurumsallaşamıyor; öz-örgütlenmeler yaratılamıyor, yaratılsa da cılız kalıyor ve devrimi gelip kâh İslamcılar kâh ordu çalıyor. Aslında bir tür süreklileşmiş Ekimsiz, Şubat Devrimleriyle karşı karşıyayız. Şubat Devrimleri hep oluyor fakat bu devrimler Ekimlere varıp tamama erdirilemiyor. Ekim Devrimi’ne, devrimin tamama ermesi demek problemli bir yaklaşım olur ama mevcut olanı ortadan kaldıracak bir ufka sahip olması anlamında bir sorunla karşı karşıya olduğumuz da açık. Devrim olduğu için böyle olmadı ya da kimilerinin iddia ettiği gibi Hitler faşizminin ortaya çıkması komünizme bir tepki değildi. Aksine devrim Almanya’da gerçekleşmediği için Hitler ortaya çıkmıştır. Lenin ve Bolşevikler, Rusya’da başarılı olmasaydı Rusya’da düzgün işleyen bir parlamenter sisteme sahip olan Kerenski olmayacaktı. Lenin’in karşıtı Çarlık generali Kornilov’dur. Ekim’de devrim olmasaydı Kornilov’un proto (ilk, ilkel) faşizmiyle karşı karşıya kalınırdı.”
Sunumun, yaklaşık iki saat boyunca kendisine eşlik eden sinevizyondan okunan Enternasyonal Marşı’yla son bulmasının ardından söyleşide bulunan 25 kişinin yarısının katılımıyla soru-cevap ve değerlendirme kısmına geçildi. On beş dakika kadar bir süre içinde birkaç görüş ve soruya yer verildi.
Bir yoldaş söz alarak: “Bugün Ekim Devrimi’nden 100 yıl sonra bu mesele hakkında konuşuyoruz ve hala güncel olduğunu söylüyoruz. Gezi’de T.C. tarihinin en kitlesel ve kapsamlı ayaklanması gerçekleşti. Ama devrimci bir önderlik olmadığı için bir sonuç alınamadı. 15 Temmuz darbe girişiminde Erdoğan sarsıldı fakat kendisini yeniden toparladı. Hem tüm dünyada hem de bu topraklarda devrimci bir önderlik boşluğu vardır. Bu boşluğu doldurma iddiasında bulunanlara büyük bir görev düşmektedir.” dedi.
Bir kişi kendisinin yakın zamanda Rusya’ya gittiğini ve her yerde Lenin’in heykellerine rastlamanın mümkün olduğunu, fakat Stalin’in heykellerine pek rastlamadığını ifade etti.
KöZ adına söz alan bir diğer yoldaş ise şunları ifade etti: “Ekim Devrimi bizim için neden Çin, Küba, Angola vb. devrimlerinden nitelik olarak farklı bir devrimdir? İlk proleter devrim olduğu için mi? Hayır. Çok geniş bir coğrafyaya nüfuz ettiği için mi? Hayır. Ekim Devrimi doğru bir devrimci önderlik altında Sovyetlere dayalı ilk muzaffer devrim olduğu için. Öte yandan Çin, Küba, Angola vb. diğer tüm devrimler halk savaşı, askeri savaş stratejisi vb. Sovyetlere dayanmayan birtakım önderlikler altında gerçekleştiği için ve komünizme giden yolda birer engel oldukları için bu devrimleri değil kendimize Ekim Devrimi’ni rehber ediniyoruz. Ayrıca Ekim Devrimi’nin kazanımlarının ve derslerinin billurlaşması, somutlanması sonucu Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongre kararları, amaç ve ilkeler ortaya çıkmıştır. Benlisoy konuşmasında müfrit(aşırı) solun, Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesini bir tür profesyonel, konspiratif, parti önderlerinin stratejisine bağladığını fakat bunun doğru olmadığını ifade etti. Lenin; Sol Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı kitabında ‘Bu 15 yıl boyunca legal, illegal, parlamenter, silahlı vs. muazzam bir deneyimden geçmemiş olsaydık bu başarıyı elde edemezdik.’ der. Bu açıdan baktığımız zaman gerçekten ne kadar emperyalist savaşlar cereyan etse de ve işçi sınıfı var olan iktidarı yıkıp kendi Sovyetlerini kursa da o Sovyetler ile doğru temellerde ilişki kuracak ve iktidarı yıkıp Sovyetlere verecek bir Bolşevik Parti olmasaydı Ekim Devrimi olamazdı. Bu açıdan Ekim Devrimi, Şubat gibi bir devrim değildir. Tam da işte o profesyonel partinin iktidara darbeyi vurup Sovyetleri iktidar kılmasıdır. Bugüne de baktığımız zaman en temel eksiklik Komünist Enternasyonal’in 21 koşulunu sağlayan hem dünya hem ülke çapında bir Komünist Parti’nin olmamasıdır. Şunu da ifade etmek isteriz ki SSCB’nin çökmesini Troçkist akımlar da, Kruşçev’le başlatanlar da, Maoistler de nesnelci bir bakış açısıyla soruna yaklaşarak kendilerince açıklamaktadırlar. KöZ ise asıl büyük sorunu, bir coğrafyada gerçekleşen devrimin neden yıkıldığından ziyade nasıl oldu da koskoca Komünist Enternasyonal kapatıldı? SBKP ortadan kalktı? Çarlık otokrasisinde kurulan ve varlığını sürdüren bir parti, devrimden sonra sosyalizmin kurulduğu söylenen bir toplumda nasıl olur da ortadan kalkar? Sorularının cevaplarıyla arar. Çünkü Ekim Devrimi’nden belli bir süre sonra partinin işlevi, niteliği değişmiştir. Parti adeta Menşevik bir parti gibi yüzbinlerce üyeye sahip olmuş, küçük burjuva Menşevik unsurlar partiye doluşmuştur. Lenin, 1922 yılında Molotov’a mektup yazarak partiye üye alım kriterlerinin gözden geçirilmesini ısrarla istediği halde buna dikkat edilmemiştir. Parti ile Sovyetler, parti ile devlet iç içe geçmiştir.”
Benlisoy ilk söz alan yoldaşın söylediği şeyler içinde bir konuya karşı çıktı, diğer yoldaşın konuşmasına dairse, “21 koşulu parti meselesi üzerinde düşünmek gerek, şematik bir biçimde almamak gerekir.” dedi. Rusya’da Ekim Devrimi kutlamalarının yapılmadığını ve Troçki’nin iade-i itibarının verilmediğini bu yönde gelen bir soru üzerine söyledi.
Foti Benlisoy’un “Ekim Devrimi’nin 100. Yılı” vesilesiyle yapmış olduğu bu sunumda ortaya koyduğu yaklaşım, konuyu oturttuğu bağlam, bizatihi Ekim Devrimi’yle ilgili değerlendirmesi ve günümüzde neden yeni Ekimlerin gerçekleşmediğine dair Mısır üzerinden verdiği örnek kendi deyimiyle süreklileşmiş Şubat Devrimlerinin gerçekleştiğini ama bu Şubat Devrimlerinin Ekim Devrimlerine taşınamadığına dair söylemleri hakkında da bazı şeyler söylemek gerektiğini düşünüyoruz.
Her şeyden önce Foti Benlisoy, Ekim Devrimi’ni değerlendirirken yoğun olarak Ekim Devrimi’nin “Soğuk Savaş tarih yazıcıları” ya da “anti- komünist literatür”ün saldırılarına karşı adeta savunmacı bir refleksle “Aslında Şubat ve Ekim Devrimi’ni yapanların ne kadar demokrat olduklarını, bu devrimlerde çok az kan döküldüğünü, asıl kan döken ve şiddete sarılanın elindekileri kaybetmenin hırsı ve öfkesiyle iç savaşı başlatan ezen sınıfın olduğunu, dünyanın bu durumda olmasının ya da Hitler faşizminin iktidara gelmesinin sebebinin devrim korkusu değil, Almanya’da devrimin yapılamamasının cezası olduğunu belirtmesi; SSCB ve Doğu Bloku’nun yıkılmasına filmlerle göndermeler yaparak yıkılan Lenin heykelleri, Berlin Duvarı görüntüleri vs. baktığımız zaman sanki 2017 yılında değil de SSCB’nin çökmesinin etkilerinin yoğun olarak hissedildiği 90’lı yıllarda bir Ekim Devrimi değerlendirmesi izlenimi verdi.
Foti Benlisoy’un Ekim Devrimi değerlendirmesinde asıl önemli sorun ise Şubat Devrimi ile Ekim Devrimi arasında bir ayrım yapmaması, daha doğrusu Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Bolşevik Parti’nin rolünü görmemesi ya da görmezden gelmesiyle yoğun bir kitle güzellemesi yapmasıdır. Burada proletaryanın ve geniş emekçi yığınlarının rolüne vurgu yapmanın, soyut ve genel manada elbette tek başına bir sakıncası yoktur. Asıl sorunlu yaklaşım Benlisoy’un “Soğuk Savaş tarih yazıcıları ve anti-komünist literatür”ün, Ekim Devrimi’ne damga vuran bir özne olarak Bolşevik Parti’yi “dar, konspiratif komplocu, gözünü iktidar hırsı bürümüş sonuna kadar makyavelist olan bir örgütün bir darbesi” olarak görmesine karşı çıkarken aynı zamanda şöyle demesinde yatıyor: “Ama aynı zamanda bir tür Stalinist solun ya da Stalinist olmasına da gerek yok bir tür müfrit(aşırı) solun, devrimi esas itibariyle bir tür parti tarihine bağlayan, partinin önemli önderlerinin aldığı stratejik kararlara indirgeyen bu iki yaklaşım aslında birbirinin simetrisidir. Hâlbuki Rus Devrimi, Şubatıyla Ekimiyle çok ciddi, devasa kitle mobilizasyonunun olduğu belki de 20. yüzyılın en demokratik olayıdır.”
Yani dar, profesyonel devrimci, konspiratif ve gözünü iktidara dikmiş, adım adım iktidarı almanın stratejisini oluşturan ve atılacak taktik adımları bu stratejiye sıkı sıkı bağlayan bir önderlik olmasaydı Ekim Devrimi gerçekleşebilir miydi? Kitleler iktidarı ellerine bu şekilde alabilirler miydi? İşte asıl bu sorulara yanıt vermek gerekir. Burada Benlisoy adeta Ekim Devrimi’nde devrimci bir iradenin (Bolşevik Parti) Geçici Hükümeti bir darbeyle (evet darbe) yıkıp iktidarı Sovyetlere teslim etmesini kabul etmekle, birincisi sanki o sözünü ettiği “anti-komünist Soğuk Savaş tarih yazıcıları”nın suçlamalarının doğrulanmış olacağı için bundan kaçınmak gerektiği; ikincisi de Bolşevik Parti’ye Ekim Devrimi’nde böyle bir paye vermekle kitlelerin devrimci eylemine gölge düşürüleceği sanrısına kapılıyor olsa gerek. Bu arada Foti Benlisoy’un Lenin’den, Troçki ve Rosa Luxemburg’dan yaptığı alıntıların hepsinde de ortak nokta devrimin alınmasından sonra yığınların rolüne, önemine dairdir. Bu alıntılarda söylenenlerin hiçbiri Ekim Devrimi’nde kitlelere, Bolşevik Parti’nin oynadığı rolü, misyonu yüklemez.
Burada Foti Benlisoy’un Ekim Devrimi’ne yaklaşımıyla günümüzde yaşanan gelişmelere dair söylediklerine baktığımız zaman ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Şöyle ki Benlisoy, Ekim Devrimi’ni değerlendirirken Şubat’ıyla, Ekim’iyle bu devrimci süreci bir bütün olarak neredeyse yığınların devrimci rolüne, devinimine bağlarken, günümüzde yaşanan gelişmeleri ise “Süreklileşmiş Ekimsiz, Şubatlar yaşamaktayız bir türlü var olan sisteme bütünsel olarak alternatif olacak bir şey ortaya çıkarılamıyor.” diyerek bu duruma en somut örnek olarak Mısır’da “Arap Baharı” denen gelişmelerde yaşananları örnek veriyor. Biz kendisine 2000 yılında Arjantin’de gelişen proleter nitelikli ayaklanmayı ve bu ayaklanmanın akıbetini örnek olarak gösterebiliriz. Peki, bu kitleler Şubat ve Ekimde Çar rejimini altüst ediyor, ardından “geçici hükümeti deviriyor”, muazzam bir devrim yapıyor da günümüzde bu kitlelere ne oldu da aynı başarıyı gösteremiyor. Bu söylediğimize Benlisoy “ işçi sınıfının 150 yıllık kazanımı ve birikimine neo-liberalizmin saldırıları sonucu işçi sınıfının kötürümleştiğini, alternatif olma gücünün zayıfladığını” gibi nedenler gösterebilir. Peki, o zaman Rusya’da kitleler muazzam devrimci gücü ve atılganlığı sayesinde hem Şubat hem de Ekim Devrimi’ni yaptılar. Aynı dönem içerisinde Almanya’da Macaristan’da, Romanya’da, İtalya’da devrim için nesnel durum (ki bu ülkelerde de Şubat türü devrimler ve kimi ülkelerde Sovyetler/konseyler kurulmuştu.) Rusya’dakinden daha mı azdı? Yoksa tüm bunların en büyük nedeni, Bolşevik Partisi gibi bir partinin, yani; devrim saati gelip çatmadan önce, her türlü mücadele deneyimini yaşamış profesyonel devrimci, konspiratif ve gözünü iktidar hırsı bürümüş devrimci bir önderliğin olmamasından kaynaklanıyor olmasın. İşte o gün de bugün de asıl eksiklik 2. Enternasyonal Menşevizm’inden kopamamış oportünist akımların alt edilememesinden kaynaklanmaktadır.
Foti Benlisoy, devrimi değerlendirirken Ekim Devrimi’nde Bolşevik Parti’nin rolünü ve onun niteliğini yadsıyan kitle kuyrukçusu bir yaklaşımla kendiliğindenci bir pozisyon alırken, bugüne yaklaşımı ise izlenimci/yorumcu bir yaklaşımın ötesine geçmiyor. Benlisoy aynı zamanda sunumunda “Bu sorunlara yanıt vermenin yeri burası değil.” diye bir cümle kullandı ki bu sorunlara yanıt vermenin yeri tam da Ekim Devrimi’nin 100. yılının konuşulduğu bugünler değilse ne zaman? Mademki, Benlisoy’un kendi deyimiyle “Günümüzde süreklileşmiş bir Ekimsiz Şubat Devrimleri yaşanmakta.” Şubat Devrimlerini Ekim Devrimi’ne çevirmek için asıl olan eksiklik nedir? Nerededir?