“Gandi Kemal” ismini hak ediyor

0

[Bu yazı Köz gazetesinin Temmuz 2017 tarihli özel sayısında yayımlanmıştır.]

Fiziki olarak Gandi ile benzerliği nedeniyle “Gandi Kemal” diye anılan Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geldiğinde KöZ sayfalarında şu saptamanın yer aldığı bir yazı yayınlanmıştı:

“Gandi nasıl Hindistan’daki devrimci mücadeleyi pasifist bir temelde yozlaştırıp düzen sınırları içinde tutmuşsa Kılıçdaroğlu da bugün sinyallerini giderek arttıran halk muhalefetinin bağımsızlaşmasını engelleyip Atatürk’ün partisi içinde tutmayı hedeflemektedir. Hizmetleri nedeniyle Londra’ya Gandi’nin heykelini diken emperyalistler şimdi de gazeteleri ve televizyonlarıyla Kılıçdaroğlu’nun yıldızını parlatmakla meşgullerdir. Kısacası Gandi Kemal temelsiz bir yakıştırma değildir. Gandi Kemal lakabını bütünüyle hak etmektedir.”

Doğrusu bu satırların yazıldığı 2010 yılından beri çok zaman geçti ve “Gandi Kemal” bir türlü AKP/Erdoğan iktidarının gerçek muhalefeti olamadı. Havası inik bir yedek lastik olarak kaldı. Zira o zaman AKP kimi işaretler verse de henüz efendilerinin vazgeçeceği bir alet haline gelmiş değildi.

“Kılıçdaroğlu’nun yelkenlerini şişiren tezgahın arkasındakiler Amerika ve TÜSİAD olsa da bu tezgahın nedeni Amerika’nın yahut TÜSİAD’ın AKP’nin politikalarına karşı olması değildir. Bilakis AKP’nin uyguladığı politikalar emperyalist efendileri ve onun işbirlikçileri tarafından çizilmiştir. Bu bakımdan İran konusunda Amerika ile Türkiye arasındaki sürtüşmelere yahut Aydın Doğan’la Erdoğan arasındaki ihale ve vergi borcu kavgalarına bakarak “efendileri AKP’den vazgeçti” tespitini yapmak zorlama olur. Bu tür sürtüşmeler ve anlaşmazlıklar elbette vardır ancak dün AKP’yi iktidara taşıyanlar henüz AKP’den vazgeçmiş değillerdir. Aksine söz konusu olan daha çok AKP’nin yıpranmakta olması, ve Amerikancı politikaları uyguladıkça hem içerde hem de dışarıda giderek daha da yıpranacak olmasıdır. Bu noktada asıl sıkıntı AKP karşısında bir muhalefet boşluğunun bulunmasından ve bu boşluğun BDP sayesinde emekçiler ve ezilenlerin çıkarlarını temsil eden bir siyasal cephe tarafından doldurulması ihtimalinin giderek kuvvetlenmekte oluşundan ileri gelmektedir.” (“Gandi Kemal Ezilenlere Karşı” KöZ Mayıs 2010)

O günden beri köprülerin altından çok sular aktı, Erdoğan ABD ve genel olarak emperyalistlerin Orta Doğu politikalarında bir alet olmaktan çıktığı gibi başlıca köstek haline geldi. Kürdistan’dan gelen dinamiklerin de etkisiyle, bilhassa Rojava Devrimi’nin etkisiyle böyle bir tehdit oluşturduğunu göstermek için değişik fırsatlar yakaladı.

“Çözüm süreci” kösteğiyle pasifize edilmiş olan HDP’nin pasif katılımına rağmen Gezi Ayaklanması AKP’yi olduğu kadar CHP’yi de dehşete düşüren bir gelişme oldu. Tıpkı Mahatma Gandi örneğinde olduğu gibi Gandi Kemal’in meşhur pasifist siyasetini uygulamaya koyabilmek için Hindistan’daki tüm ulusal devrimci dinamikleri bastırmaya ihtiyacı olduğu gibi Gandi Kemal’in muhalefetin başına geçebilmesi için de tüm devrimci dinamiklerin bastırılmış olması gerekiyordu.

7 yıl içinde Kemal Bey’in CHP’si AKP/Erdoğan hükümetlerinin tüm baskı politikalarına her zaman pasif olmayan bir destek vererek ama baskıları ve baskı tedbirlerini bizzat uygulayanın AKP hatta Erdoğan olmasına özen göstererek bilhassa HDP’nin öne çıkmasına vesile olacak kitlesel seferberliklerin önünü keserek rolünü oynadı ve yolunu açtı.

CHP dokunulmazlıkların kaldırılmasına, OHAL kararnamelerine, Kürdistan’ın bütün parçalarına dönük operasyonlara yeşil ışık yakarak HDP’nin parlamenter siyaset sahnesinde neredeyse tamamen etkisiz hale gelmesinin sağlanmasında en az AKP kadar etkili bir rol oynadı.

AKP’nin CHP’nin de onay verdiği saldırları sonucunda HDP’nin bir çok milletvekili, eşbaşkanları ve belediye başkanlarının yanısıra on binleri aşan parti çalışanı devre dışı kaldı. HDP’nin bugünkü etkisizliğini bu baskılarla açıklamayan yok gibidir. Ancak HDP’nin yüzyüze kaldığı baskılarla açıklamak 2009’daki kapsamlı, tutuklama, parti kapatma ve sınır ötesi operasyon saldırıları sırasında BDP’nin parlamentoda bugünkünün yarısı kadar milletvekili, çok daha düşük bir seçmen desteği ile niye daha farklı bir çizgide ilerlediğini açıklamaz. Bugünkü atalet HDP’ye yönelik baskılardan çok HDP’nin kendi tercihinin sonucudur. Dolayısıyla baskıları bir açıklama olarak kullanmak sadece sola egemen olan tasfiyeci pasifist çizginin sorumluluğunu örtbas etmeye yarar.

HDP’nin devre dışı kalmasıyla muhalefet yolunda Gandi Kemal’in pasifist çizgisinin uygulanmasına müsait koşullar nihayet oluşmuş görünüyor. Bir kez solun devrimci dinamiklerin önüne iyiden iyiye set olduğuna emin olunca Kemal Kılıçdaroğlu artık sokağa inme kararını verdi.

Kuşkusuz bu kararı verebilmek için aynı zamanda Erdoğan’ın uluslararası planda iyice kıskaca alındığından ve yalnızlaştığından emin olmak gerekiyordu. Adalet yürüyüşünün son günlerinin G20 zirvesine rastlaması da anlamsız değil. Öte yandan bu yürüyüş kararının alınmasına bahane olan Enis Berberoğlu’nun tutuklanması da rast gele bir durum değildir. Örneğin Aykut Eroğlu, Özgür Özel, Eren Erdem gibi vekillerle Enis Berberoğlu arasındaki fark Berberoğlu’nun en sert Erdoğan karşıtı CHP vekili olması değildir. Berberoğlu’nun tutuklanmasının “MİT TIRları” konusuyla ilgili olması aynı zamanda Erdoğan’ın başına uluslararası camiada örülmesi istenen bir çoraba işaret etmektedir.

Erdoğan’ın kendisi için tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini bile bile Berberoğlu’nun üzerine gitmesi, adeta dilin ağrıyan dişe değmesi gibi bir reflekstir.

Sonuç olarak daha 16 Nisan ertesinde “sokağa çıkmayacağız parlamenter yoldan şaşmayacağız” diyen Gandi Kemal aniden yola düşmeye karar verdi.

Bu kararın arkasında besbelli artık kontrollü bir parlamento dışı eylem yapma olasılığının kuvvetlendiğine dair tespitler bulunmaktadır.

Görünüşe göre yürüyüş bu kaabiliyete tanıklık etmektedir. Devletin alacağı tedbirlerin de katkısıyla Maltepe mitinginin de bu kontrollü gidiş çizgisini aşmayacağı anlaşılmaktadır. Sol ve HDP de bunu temin etmek için azami dikkati göstermektedir.

Erdoğan ve AKP yürüyüş boyunca olduğu gibi mitingde de buna özen gösterecektir. Zira 15 Temmuz’un yıldönümü vesilesiyle Gandi Kemal’le meydanlarda ve sokakta boy ölçüşmek istemektedir.

Ne var ki bütün marifeti muhalefetin olmadığı koşullarda sandık skorları ve oyunları üzerine kurulu olan Erdoğan 15 yıllık iktidarını iktidarla muhalefetin sokağı boş bırakmasına ve yalancı medya tekeline borçlu olduğunu “Gezi” deneyimine rağmen unutmuş görünmektedir. Üstelik bugün Gezi’de olduğu gibi bir sert tutum alma imkânları iyice azalmıştır ve bir kez daha YAŞ yaklaşırken bu süreç gelişmektedir.

Erdoğan rakipleriyle sokakta boy ölçüşmeye kalkınca baltayı taşa vurmak üzere olduğunu görecektir.

Gandi Kemal’in bu sınavda nihayet bir başarı ihtimali görmesinin sebebi kendisinin Mahatma Gandi’ye benzemesinden çok emperyalistlerin desteğini arkasına almış olmasının yanısıra solun ve HDP’nin neredeyse tamamen pasifize olması ve öyle ya da böyle CHP’nin kuyruğuna takılmaya müsait hale gelmiş olmasıdır.

Ne var ki şimdiden görülmektedir ki Kılıçdaroğlu bu yürüyüşü Erdoğan’a karşı bir kitle seferberliği olarak ele almaktan ziyade 2019’da peş peşe gelecek seçimlere bir hazırlık olarak görmektedir. Çoktan beri siyasete parlamentarizmin gözbağlarıyla yaklaşan sol da böyle yaklaşmaktadır.

Oysa bu 7 Haziran’daki müstesna sonucun ardından yapılan vahim hatanın tekrarlanmasından başka bir şey olmayacaktır.

Erdoğanı sokaktan sıkıştırarak devirmek yerine sandıkla götürmeye kalkışmak daha önce yaşanmış ve vahim sonuçları görülmüş bir seçenektir. Tarihsel olayların tekrarı konusunda Marx’ın dediği gibi birinci seferinde trajedi olarak tecelli eden şeyler ikincisinde bir kaba komedi olmaya mahkumdur. Erdoğan’ın kendisi de bu kaba trajikomedinin cisimleşmiş halidir.

Bu itibarla Kılıçdaroğlu’nun Maltepe yürüyüşü açık seçik Erdoğan’a karşı (otoyoldan başlasa bile) sokakta gelişecek bir muhalefetin elzem ve mümkün olduğuna işaret etmektedir. En vahim hata bu adımı nesnel pozitif dinamiklere rağmen sürdürmeyip seçim politikalarına yöneltmek olacaktır.

Kuşkusuz bu sokak alternatifini doğrudan doğruya yürüyüşten moral almış olarak çıkmakta olan Kılıçdaroğlu tetikleyecek değildir. Aksine onu sokaklara yönelecek bir kitle seferberliğinin denetimini kaçırmamak için bu yola sürüklemek gerekir. Besbelli bu da bütün pasifist eğilimlerine ve örselenmişliklerine rağmen HDP ve solun sağlayabileceği bir gelişme olur. Uykuya yatmış gözüken Gezi dinamiklerinin peydah olması da buna bağlıdır.

Bütün bu gelişmelerden devrimci sonuçlar çıkacağını beklemek ise kendiliğindenliğe peşinen boyun eğmiş olanların meşrebine uygundur.

Buna karşılık bu gelişmeler olumlu yönde de seyretse aksine de gitse ortaya çıkacak olan yegâne gerçek bütün bu elverişli nesnel koşulları değerlendirecek bir devrimci partinin olmadığı ve varolanların bu boşluğu dolduramayacaklarıdır.

O nedenle 16 Nisan’da başlayıp Ankara-İstanbul güzergâhında devam eden hareketin her hâlükârda komünistlerin parti birliği yolundaki arayışları arttıracağı kesindir buna hazırlanmak ve bunun için de bu hareketlerle temas içinde olmak ödevdir.

Bu vesileyle daha önce yayınladığımız Gandi Portresi’ni ibret olsun diye tekrar yayınlıyoruz.

Paylaş