Genel Seçimlerdeki Hataları Yerel Seçimlerde Tekrarlamayalım

0

Bu yazı Eylül 2018 tarihili KöZ Gazetesinin 18. sayısında yayımlanmıştır.  İlgili yazı 24 Haziran Seçimlerini ve sonuçlarını etraflıca değerlendirmektedir.

24 Haziran seçimleri Erdoğan’ın gerileyişinde yeni bir merhale oldu. 2011 yılında kendi başına herhangi bir Anayasa değişikliği önergesini referanduma götürme imkanını yitirmişti. Şimdi MHP’nin onayı olmadan herhangi bir yasa değişikliği önerisinde bile bulunamayacak hale geldi. 2014’te kendi başına oyların yarısını alıyordu, bugün MHP’nin desteği olmadan cumhurbaşkanı bile seçilemeyecek durumda. Erdoğan 7 Haziran seçimlerinin ardından sandığa savaş açmış ve siyaseten MHP’ye teslim olmuştu. 24 Haziran’la birlikte bu teslimiyeti iyice derinleşti. MHP Cumhur İttifakıyla bağdaşmayacak açıklamalar yaparken, bu ittifakın sürdüğü propagandasını yapmaya mecbur olan Erdoğan Bahçeli’nin çıkışlarını mecburen sineye çekiyor. Başarısız seçim sonuçları Erdoğan’ın partisi üzerindeki denetimini de zayıflatıyor. Erdoğan kendi partisi üzerinde tartışmasız bir otoritesi olan bir reisten çok bir hizipler koalisyonunu idare etmeye çalışan bir cambaza benziyor.

Seçimlerde Amerikancı muhalefet de hüsrana uğradı. Türkiye’nin istikrarsızlaşmasından, Türkiye’deki devrimci dinamiklerin kontrolden çıkmasından çekinen ABD Erdoğan’dan kitlesel sokak eylemleriyle değil anayasal yollardan kurtulmaya uğraşıyor. Bu yüzden de Erdoğan’ı AKP’yi ve AKP’nin seçmen tabanını parçalayarak kuşatmaya gayret ediyor. Bu strateji 24 Haziran’da üç kere başarısızlığa uğradı. Önce Erdoğan’ın karşısına Abdullah Gül gibi AKP seçmeninden oy alması umulan bir ortak aday çıkartamadı. Sonrasında parlamento seçimlerinde HDP’yi CHP’nin seçim ittifakına dahil ettiremedi. Tüm bunların sonucunda olabildiğince fazla adayı seçime sokup Erdoğan’ı birinci turda seçtirmeme planı da suya düştü. Bu büyük fiyasko İyi Parti’den CHP’ye Amerika’nın çizdiği stratejiye uygun konum alan tüm partileri bir krize soktu. Bugün tüm bu partilerin bir kongre sürecinde olması, Amerikancı projenin ana aktörü CHP’nin de bölünmeye varacak bir kamplaşmanın içinde bulunması tesadüf değildir.

24 Haziran HDP’ye tarihi fırsatlar sunuyordu. Erdoğan’ın gerilediği, Erdoğan’ı sandıkta geriletmek isteyen Amerikancı muhalefetin de olmayacak duaya âmin dediği şartlarda HDP’nin önünde tarihi bir fırsat vardı. Demirtaş diğer tüm Cumhurbaşkanı adaylarından daha etkili bir adaydı. Üstelik Erdoğan’ı seçimde yendiği için hapisteydi. Yüzlerce parti yöneticisi tutuklanmıştı. CHP’nin AKP seçmenine şirin görünmeye çalıştığı koşullarda Erdoğan’a karşı bağımsız bir çizgide sert muhalefeti kendisinden başka yürütebilecek bir parti yoktu. Düzen partilerinin sokağa değil sandığa odaklandığı bir seçim süreci HDP’nin bir kitle seferberliği yaratmasını mümkün kılıyordu. Bir tarafında MHP’nin diğer tarafında Akşener ile Saadet’in bulunduğu iki sağ koalisyonun varlığı HDP’nin ezilenlerden ve emekçilerden yana bir sol blok kurmasını mümkün kılıyordu.

HDP seçim sürecinde bu fırsatlardan hiçbirini değerlendiremedi. Kendini Amerikancı burjuva muhalefetinden ayırmak şöyle dursun bu muhalefet bloğundan dışlandığı için şikâyet edip durdu. Önce Abdullah Gül’ün adaylığını kesinlikle desteklemeyeceğini açıklamadı, sonrasında CHP’nin seçim ittifakına dahil olmayacağını ilan etmedi. En güçlü Cumhurbaşkanı adayına sahip olmasına karşın kendi adayını en son açıklayan parti oldu. Daha ikinci tur gelmeden İnce’ye destek vereceğini partililerin ‘‘bireysel’’ açıklamalarıyla ilan etti. Kendi kitlesine İnce’nin Diyarbakır mitinginde CHP bayrağı taşıttı. Emekçilerden ezilenlerden yana bir sol blok oluşturmadı, kendi adayını ve seçim beyannamesini açıkladıktan sonra diğer sol akımları kendisini desteklemeye davet etti. Bir kitle seferberliğini başlatmak yerine diğer partilerden geri kalmayan oy toplama merkezli bir çalışma yürüttü.

Bugün HDP de bir kriz içerisindedir. Kendi seçmenlerinin önemli bir kısmını İnce’ye yöneltmiş olsa da HDP seçimin en başarılı partisi idi. Fakat seçim sürecinde kendine Amerikancı muhalefetten farklı bir çizgi çekemediği ve kendi başarısını CHP’nin başarısına endekslediği için seçimlerin ardından HDP Amerikancı muhalefetin yaşadığına benzer bir hayal kırıklığı yaşadı. Seçimlerin üzerinden iki ay geçmiş olsa da yerel halk meclislerinin yahut Halkların Demokratik Kongresi üzerine inşa edildiğini söyleyen HDP hiçbir yerde seçim sonuçlarını halk meclislerinde, halk toplantılarında değerlendirmedi. HDP içindeki tartışmalar, Demirtaş’ın twitter hesabından partisini eleştirmeye başlamasıyla, parti içindeki muhtelif kesimlerin Demirtaş’ın yanında ya da karşısında pozisyon almasıyla açığa çıktı. Açıkçası sürdürülüş biçimi ve içeriği bakımından bu tartışmayı CHP içindeki hizipler kavgasından farklı bir şekilde değerlendirmek mümkün değildir.

HDP içindeki tartışmada emekçiler ve ezilenlerin önünü açacak bir tutum öneren yoktur. Zira söz konusu tartışma seçim sürecinde benimsenen taktiklere, bu taktiklerin yürütülüş biçimine ilişkindir. Halbuki HDP’nin 24 Haziran’da takındığı tutum kimi yanlış yaklaşımların yahut basiretsiz tercihlerin değil HDP ile ilgili yapısal kusurların ürünüdür. Zaten HDP içinde bugün bu tartışmada taraf olan hiçbir kesim bu yapısal kusurlardan şikayetçi değildir. Hatta KöZ’ün bir kusur olarak tarif ettiği özellikleri bir erdem olarak görerek bu partiye dahil olmuşlardır. Dolayısıyla bu tartışmada bir tarafı devrimci olarak görüp taraf tutmak mümkün değildir.

İktidar boşluğu yaşanan Türkiye’de HDP kendini bir toplumsal muhalefet hareketi olarak tanımlıyor. Son beş yıldır 12 Eylül rejiminin krizi adım adım derinleşiyor, rejim krizinin düğüm noktasında da Erdoğan’ın siyasi akıbeti sorunu bulunuyor. Bugün ezilenler cephesinde en ufak bir kazanım hatta rahatlama Erdoğan’ın süpürülmesine, emekçilerin egemen olmasına bağlıdır. Başka bir deyişle zayıflamış siyasi iktidarı devirmeyi hedeflemeden muhalefeti büyütmek dahi söz konusu değildir. Halbuki HDP daha baştan kendini bir toplumsal muhalefet hareketi olmakla sınırlamış bir partidir. HDP’nin beklentisi CHP’nin güçlenerek ve AKP’yi parçalayarak Erdoğan’ın yerine geçmesidir. Kendisini bu yüzden siyasi iktidarı almaya değil, müstakbel CHP iktidarının muhalefeti olmaya hazırlamaktadır. Tam da bu nedenle HDP CHP’yi zayıflatacak ve aynı zamanda kendisini iktidarı almaya zorlayacak her türlü sürecin önünü kesmeye çalışmaktadır. Zaten Gezi Ayaklanması sırasında darbe mekaniğinden söz etmesi, 6-7 Ekim ayaklanmasında kitleleri önce sokağa çağırıp sonra tekrar eve davet etmesi, 7 Haziran’dan sonra provokasyonlara zemin hazırlamamak gerekçesiyle her türlü eylemden uzak durması, 1 Kasım’ın ardından hendeklere dair ikircikli bir tutum takınması, 15 Temmuz darbe gecesi saat
üçe kadar herhangi bir tutum takınmaması, sonrasında her türlü eylemden uzak durması HDP’nin kuruluş felsefesinin doğrudan sonucudur. Demirtaş’ın bu süreçlerdeki sicili bugün pasiflikle eleştirdiği parti yönetiminden farklı değildir.

Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceği açık olsa da HDP parlamenter aritmetiğin dışına çıkamıyor. Erdoğan tek adam rejimini kurmuş bir otokrat olduğu için değil, kendisine karşı İyi Parti’den HDP’ye uzanan bir seçim bloğu kurulamayacağı için seçimle gitmeyecek. Amerikancı muhalefetin yenilgisinin asıl nedeni de burada aranmalı. Buna karşılık seçimleri meşru hükümet değişikliğinin yegâne yolu olarak gördüğünü her fırsatta belirten HDP bu yaklaşımından ötürü mecburen olmayacak duaya âmin demeye devam ediyor. Seçimlere Erdoğan’a karşı kendisini bağımsız bir odak olarak kurmak için değil, Erdoğan’ı değiştirmek için katılıyor. Erdoğan’ı seçimler yoluyla değiştirmek üzere yapılan her hesap 2014 belediye başkanlığı, 24 Haziran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu üzere eninde sonunda CHP’nin güçlenmesine dayandığı için, HDP’nin Erdoğan’dan seçimler yoluyla kurtulma hesapları onu CHP kuyrukçuluğuna mahkûm bırakıyor.

Erdoğan’ı geriletecek mücadele emekçilerin kitlesel seferberliğini gerektirir. HDP ise kitlelerin seferberliğinin önüne set oluyor. Bu da şaşırtıcı bir durum değil zira kitlelerin harekete geçmesinin, kitlelerin sokağa çıkmasının önündeki en büyük engel olan CHP’nin zayıflaması anlamına gelecek. Kitlelerin sokağa çıkması Erdoğan’ın ‘‘beni devirmek istiyorlar’’ diye atıp tutmaya başlamasına yol açacak, HDP ve İyi Parti’nin aynı aday çatısı altında birleşmesini de engelleyecek. Kitlelerin sokağa çıkması kitlelere hükümete karşı mücadelede önderlik etmeyi gerektirecek. Bu kaygılar nedeniyle HDP kuruluşundan beri sokak hareketinin önünü açmak şöyle dursun ona engel olan bir parti oldu; olmaya da devam edecek.

Erdoğan’a karşı mücadele solun seçim ittifakları da dahil olmak üzere eylem birliğini gerektirir. HDP ise tüm bunları ikame etmek için üretilmiş bir projedir. HDP bir eylem birliği ve seçim ittifakı olan Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun önce Halkların Demokratik Kongre’sine sonra da bu kongrenin içinden çıktığı ileri sürülen bir partiye dönüştü. Başka bir deyişle HDP eylem birliklerini bir yasal parti projesi ile ikame ederek doğdu. Doğumu böyle olan bir parti elbette her türden eylem birliğinin kendi bünyesinde olması gerektiğini, kendi varlığı ile birlikte her türden eylem birliği arayışının gereksizleştiğini savunacaktır. HDP de bundan farklı davranmamıştır. 24 Haziran seçimleri de bunun istisnası değildir. HDP solun en geniş kesimleri ile bir ittifak kurup ortak bir seçim bloğu oluşturmak yerine kendi seçim beyannamesini ve adaylarını tarif ederek seçime katılmış, sonrasında da solun geri kalan kesiminden kendisini desteklemelerini talep etmiştir. Vaziyet böyle olunca daha güçlü bir seçim çalışması oluşturmak şöyle dursun, HTKP örneğinde en çarpıcı bir şekilde görüldüğü üzere, kendisini destekleyen akımları öğütüp, etkisizleştiren bir rol üstlenmiştir. Eylem birliklerinden bir yasal parti çıkarmaya çalışan bir girişimin soldaki enerjiyi arttıramayacağı açıktır.

Yaklaşan yerel seçimler bir turnusol kâğıdı olacak. Yerel seçimlerde düzen partilerinden bağımsız bir çizgide emekçilerin kitlesel seferberliğini savunanların elbette CHP’nin ne yapacağını beklemeden kendi tutumlarını açıklaması, solun en geniş kesimlerini emekçi ve ezilenlerin yerel seçimlerdeki adaylarını belirlemek için halk toplantıları düzenlemeye çağırması gerekir.Bu tutumdan kaçınan, böyle bir çağrıya icabet etmeyi erteleyen herkes, hangi keskin söylemi benimserse benimsesin yerel seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun veciz bir şekilde ifade ettiği gibi ‘tıpış tıpış’ CHP çizgisine gelip, o çizgide bir seçim çalışması yürüteceklerdir. Bu bakımdan yerel seçimler sadece komünistlerin birliğini savunanların HDP’ye dair tespitlerinin bir kez daha sınanacağı bir dönem olmayacak, aynı zamanda solda kimlerin devrimci kimlerinse tasfiyeci bir hatta yer aldığını bir kez daha gözler önüne serecektir. KöZ’ün arkasında duran komünistlerin yerel seçimlerde ortak bir sol bloğun oluşturulması çağrısını bu nedenle İstanbul’u AKP’nin elinden almak için bir girişim olarak değil, kanıksanmış tasfiyeciliğe karşı devrimci bir siyasi mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğini gösterme gayreti olarak görmek gerekir.

Paylaş