Bu yazı Haziran 2000 tarihli KöZ gazetesi 2. sayısında yayımlanmıştır.
«Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz» sözünü anlamadan kullananların sayısının hiç de az olmadığı topraklarımızda Garbis Altınoğlu’nun MLKP’den ayrılışı «önemli bir olay», «bir dönüm noktası» olarak nitelenecektir. Bu yaygın kanıya göre Altınoğlu «devrimci bir refleks göstermiş», bir «savrulma» içindeki örgütünü önce yoğun bir ideolojik mücadele vererek bu savrulmadan korumaya çalışmış, durumun umutsuzluğu görünce bu verimsiz uğraştan vazgeçip «oportünizmden kopmayı» tercih etmiştir. Altınoğlu’nun yaşadığı süreci tanımlarken kullandığı «Bir ‘İç Savaş’ Güncesi-Partiyi, Proletaryayı ve Komünizmi Savunma Yazıları» başlığı, derlemenin sahibi olarak kendisinin de tıpkı hedef kitlesi gibi böyle bir yanılsamanın esiri olduğuna işaret etmektedir. Ancak Altınoğlu’nun bu parlak lafları örgüt fikrini ciddiye alanlar ve bu ciddiyetin yüklediği sorumlulukla yaşamlarını sınıf mücadelesine adamış örgütlü devrimcileri ikna etmeye yetmeyecektir; çünkü onlar kimi zaman sezgileriyle de olsa «iç savaşın» makaleler yazılarak verilemeyeceğini, komünizmin, proletaryanın, hele hele partinin kitaplar yoluyla savunulamayacağının bilincindedirler. Yaşamlarını örgüt içerisinde var eden devrimciler daha Altınoğlu’nun önsözünü okumadan onun şatafatlı laflarının aslında gerçeği ters yüz etmekten, Altınoğlu’nun devrimci mücadeleye elveda deyişini ve başkalarını da elveda demeye çağrışını devrimci mücadeleye bir merhaba çağrısı olarak göstermekten başka bir şeye hizmet etmediğini anlayacaktırlar.
Çünkü:
Altınoğlu örgütten bir birey olarak ayrılmıştır; demek ki devrimci bir ayrılış değildir bu. Zira örgütsüz devrimcilik yapılmaz. Varolan durum iki şekilde açıklanabilir: Birincisi Altınoğlu savunduklarına gerçekten inanıp örgütünü bu fikirlere kazanmak için gereken çabayı göstermemiştir. Çünkü eğer göstermiş olsaydı tek başına Altınoğlu değil onunla aynı fikirde olan yoldaşları da ayrılırlardı. Ya da Altınoğlu böyle bir çaba göstermiş ama fikirleri örgüt tarafından hiçbir şekilde ciddiye alınmamıştır. Başka bir deyişle Altınoğlu’nun yoldaşları onun fikirlerini ikna edici bulmamışlardır. Her iki durumda da ortada bir iç savaştan söz etmenin anlamı yoktur, çünkü birinci durumda savaş zaten başlatılmamış, ikinci durumda ise kendine ortak hareket edecek ikinci bir yoldaş bulmaktan bile aciz kalınmıştır. Her halükarda Altınoğlu’nun örgütle beraber hareket etmeyi bilmediği açığa çıkmıştır. O parti içerisinde açık bir mücadeleye girecek gücü kendisinde bulamamış, kibirli bir biçimde ideolojik telkinlerde bulunmakla yetinmiş, böylelikle MLKP’li militanları doğru yola getireceğini ummuştur. İdeolojik mücadele örgütsel geri çekilişin kılıfı olmuştur.
Altınoğlu somut bir hedeften yoksundur. Onun soyut bir «ilerici kamuoyuna seslenmek»ten başka bir amacı yoktur. Altınoğlu doğrudan MLKP militanlarına seslenecek meşruiyeti kendisinde bulamamaktadır. Bulunmaz da çünkü onun partisiyle olan görüş ayrılıkları temel bir ya da birkaç noktada düğümlenmiştir. Eğer durum öyle olsaydı Altınoğlu derlemesine belirsiz bir önsöz yazmakla yetinmeyip, partiyle arasında yaşanan somut uzlaşmazlıkları net bir biçimde ortaya koyardı. Ortada somut bir örgütsel mücadele olmadığından somut ayrılıklar da yoktur. Yaşanan ayrılıkların tümü kimi perspektiflerin varlığına ya da yokluğuna ilişkindir. Soyut ve afakidir. Garbis Altınoğlu’nun bu tutumu ise MLKP’nin saflarını dağıtmak ve umutsuzluk yaymak dışında bir şeye hizmet etmeyecektir.
Altınoğlu ilerici kamuoyuna seslenmenin aracı olarak, kendi önsözünün dışında, daha önceden programatik olarak onaylamak şöyle dursun karşısına aldığı sosyalist bir dergiyi seçmiştir. Doğru ya da yanlış, MLKP’nin Kızıl Bayrak’ın yayın çizgisi hakkındaki görüşleri bellidir. MLKP’ye göre Kızıl Bayrak «yarı-troçkist» bir politik hatta konumlanmaktadır. Sadece bu belirleme bile Altınoğlu için öyle kolay yenilir yutulur olmamalıdır. MLKP’nin programatik hattının inşasına aktif bir biçimde katılmış olan Altınoğlu görüşlerinin yayılması için «yarı-troçkist» bir derginin aracılığına ihtiyaç duyuyorsa o zaman öncelikle Kızıl Bayrak hakkındaki «eski görüşlerine» ilişkin bir özeleştiri vermek zorundadır. Yok eğer Kızıl Bayrak Altınoğlu’nun yazısını ondan izin almadan hem de böylesine bir sunuşla yayımlamışsa o zaman sadece bu durum bile Altınoğlu’nun siyasi basiretsizliğini sergilemeye yeter.
Altınoğlu mülteciliğin en pespaye pratiğini sergilemiştir. Yazar Türkiye’de mücadele veren bir devrim örgütü olan MLKP’ye karşı verdiği «iç savaş»ın belgelerini yurt dışındaki mültecilere seslenmek amacıyla yayınlamaktadır. Belli ki bu emektar devrimcinin bir devrim toprağı olan Türkiye ile en ufak bir bağlantısı bile yoktur. Bağlantıdan öte böyle bir kaygısı da yoktur. Altınoğlu’nun ilerici kamuoyundan kimleri kast ettiği de bir kez daha ortaya çıkıyor: Avrupa’da siyasi sığınmacı olarak yaşayıp, Türkiye’ye yönelik devrim projeleri üretenler. Altınoğlu’nun önsözünü okuduğunda devrimci militanlar yukarıdaki belirlemelerinde yanılmadıklarını anlayacaklardır. İşte bir demet:
“Bir bölümü kaybolduğu için bu derlemede yer alamayan söz konusu belge ve yazılar, özel olarak MLKP içindeki komünist güçlerin bu Parti-karşıtı tasfiyeci saldırıya karşı koymasına, Parti’ye sahip çıkmasına ve onu sağlam bir Marksist-Leninist çizgiye oturtmasına ve genel olarak Türkiye devrimci hareketi içindeki küçük-burjuva devrimciliğinin ve reformizminin eleştirisine katkıda bulunabilirlerse, bu derleme amacına ulaşmış olacaktır.”
Altınoğlu’nun hiçbir örgütsel sorumluluk duymadan bireyci bir tarzda örgütüyle yollarını ayırmasının nedenleri bu alıntıda daha açıkça görünüyor. «Devrimci teori olmadan devrimci pratiğin olmayacağını» hatırlatmayı görev bilen Altınoğlu nedense devrimci pratik olmadan da devrimci teorinin olmayacağını, devrimci pratiğin ise örgütlü pratikten başka bir şey olmadığını hiç düşünmek istemiyor; böylelikle de teoriye özerk bir alan yaratıyor. Bu alanda kendisine de elbette teorisyenlik görevi düşüyor. Altınoğlu eski yazılarını derleyecek, bunları yurtdışında okuyacak, sonra komünist güçler bunları her nasılsa okuyup «Parti-karşıtı tasfiyeci saldırıya karşı koyacak» böylelikle teorisyenimizin derlemesi amacına ulaşmış olacaktır.
“Ben öncelikle, ideoloji ve stratejik siyaset bakımından proletaryaya düşman olan bir sınıfla –küçük burjuvazi- ve onun Marksizm-Leninizm adına ve Marksist-Leninizm görüntüsü altında kendi dünya görüşü, siyaset yapma tarzı ve örgüt anlayışını Partiye tümüyle egemen kılma ve komünist harekete dayatma çabasına karşı savaşıyorum;…”
Altınoğlu derlemesinin bir savaş hem de bir toplumsal sınıfa, küçük burjuvaziye, karşı yürütülen bir savaş anlamına geldiğinde ısrarlı. Küçük burjuvaziye ve onun dünya görüşüne, siyaset yapma tarzına ve örgüt anlayışıyla savaşıldığına göre cephenin öte yanında da proletaryanın, onun dünya görüşü olan komünizmin, onun siyaset yapma tarzı olan proleter devrimci bir pratiğin ve ona önderlik edecek bir bolşevik örgütün bulunması gerekli. Ancak cümleden anlaşıldığı gibi, şaşırtıcı bir biçimde cephenin öte yanında sadece Garbis Altınoğlu bulunuyor. «Biz savaşıyoruz» değil de «Ben savaşıyorum» diyor Garbis Altınoğlu. Yani vermeyi tasarladığı mücadeleyi daha baştan bolşevizmle çelişen bir bireycilikle örüyor. Örgütsüz Altınoğlu küçük burjuvaziye karşı! İşte gerçek bir marksist-leninist iç savaş!
KÖZ olarak Altınoğlu’nun bireysel akıbeti hakkında siyasi bir kaygı duymak bizim işimiz değil. Devrimciler her zaman savaşarak ölmez. Örgütlerinden bireysel özgürlüklerini kullanarak kopan devrimciler de vardır. Bunlar fiziksel varlıklarını sürdürseler de artık sadece eski bir isim ve gövdeden ibarettirler. İddiaları ne olursa olsun çürümeye mahkumdurlar. Kendilerine gereken yanıt ağıt yakarak ya da hakaretler ederek değil sadece ve sadece örgütlü mücadeleyi yükselterek verilebilir.