Bu yazı Eylül 2018 tarihili KöZ Gazetesinin 18. sayısında yayımlanmıştır.
Demirtaş’ın ANF’de yayınlanan “Muhalefetin Daha Güçlü Bir Hedefe İhtiyacı Var” başlıklı
makalesi HDP içindeki tartışmalar alevlendirdi. HDP’yi özeleştiri vermeye davet eden Demirtaş’ı eşbaşkan Temelli yanıtladı: “Bizler özeleştiriyi basın veya sosyal medya üzerinden değil, halkımıza, yoldaşlarımıza ve yetkili kurullarımıza veririz.’’
TÜZÜĞÜNE UYGUN İŞLEMESİ MÜMKÜN OLMAYAN HDP KENDİ KURULLARINI TOPLAYARAK ÖZELEŞTİRİ VEREMEZ
Kendisini tanıtmasına bakılırsa HDP, yerel halk meclisleri üzerinden yükselen Halkların Demokratik Kongresi’nin kurduğu ve onun denetimine tabii olan, tümüyle saydam bir partidir. Halbuki HDP’nin halihazırdaki işleyişinin HDP’nin tarif ettiği demokratik işleyişle ilişkisi yoktur. Geçelim il ve ilçe düzeyindeki yerel meclisleri, Halkların Demokratik Kongresi’nin işleyen herhangi bir meclisi bile bulunmuyor. Gelgelelim kendi genel meclisini bile bayramdan bayrama toplayan HDK’nın işleyişindeki aksaklıklar HDP’nin karar alma sürecini hiç ama hiç etkilememektedir. HDP merkezi seçimlerde nasıl bir taktik izleyeceğini, kimleri aday göstereceğini, referandumlarda, meclis oylamalarında hangi tutumu takınacağını kendi başına kararlaştırmaktadır. Hatta kendini bir kongre partisi olarak sunan HDP, “Çözüm Süreci” boyunca devletin istihbarat birimleriyle, üst düzey güvenlik bürokrasisiyle görüşmeler, müzakereler yürütmüştür, bu görüşmelerin içeriği bugün bile açıklanmamıştır. Tüm bu süreçlerde kimin hangi pozisyonu savunduğuna dair herhangi bir yazılı belge aramak da boşunadır. Öyleyse HDP bir özeleştiri vermek için gerekli olan sahici bir tartışmanın hiçbir koşulunu yerine getirmemektedir.
Halkın içinden doğduğunu, bir kitle partisi olduğunu iddia etse de tartışmalarını halka açık
yürütmeyen, alameti farikası olarak sunduğu mekanizmalardan hiçbirini işletmeyen bir partide Temelli’nin ‘özeleştiri için partinin yetkili kurullarını ı kullanalım’ sözleri besbelli ki tartışmanın üstünü örtmek, ihtilafları tanımlanmamış kanallarda pazarlıklar yoluyla çözmek için kullanılan boş bir laftan, kurnazca bir manevradan ibarettir. Temelli’nin özeleştiriyi somut bir sorunun irdelenmesinden çıkarıp bir genel ruh haline indirgeyen bir sonraki cümlesi de bu tespiti doğrulamaktadır: “Nitekim özgürlük ve demokrasi mücadelemiz nihai zafere ulaşmadığı sürece halkımıza karşı her zaman mahcup ve özeleştiri pozisyonunda olacağız.”
“HDP’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ” TASFİYECİLİĞİN DERİNLEŞMESİ DEMEKTİR
Peki buradan yola çıkarak “HDP’nin demokratikleşmesini” mi talep etmeli? Doğrusu bugün
HDP içinde ve çevresinde, yazılı herhangi bir belgeye ve ifadeye dayanmadığı için, sözel dedikodu ve şikâyetin ötesine geçmeyen bir tarzda “Demirtaş’ın önünün kesildiğinden” aslında HDP’nin “daha demokratik olması”, “tabanın sesini dinlemesi” gerektiğinden dem vuranların sayısı hayli fazladır. KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bu türden pespaye liberallerle ortak bir noktası olmayacağına şüphe yok. Ama neden olamayacağını anlamak için öncelikle HDP’nin hangi dinamiklerin ürünü olduğunu hatırlamakta fayda var.
HDP yasal bir kitle partisidir. Ancak türünün tek ya da ilk örneği değildir. Gelgelelim güç, etki ve imkân bakımından bu zemindeki hiçbir parti HDP ile yarışamaz. Yasal kitle partisi deyince ilk akla gelen 60’ların Türkiye İşçi Partisi (TİP) HDP’nin fersah fersah gerisindedir. Herşeyden önce HDP’nin seçimlerdeki oy oranı da meclise soktuğu milletvekili sayısı da TİP’in en kitlesel olduğu dönemin neredeyse dört katıdır. Üstelik TİP o meşhur 15 milletvekilini meclise 27 Mayısçıların Demokrat Parti’nin önüne diktiği seçim yasası engelinden, Milli Bakiye Sistemi’nden, faydalanarak sokmuştu, HDP ise meclise 12 Eylül’ün yüzde on barajını aşarak girdi. TİP militanları cefakâr bir şekilde sınıfı örgütlemeye gayret etmiş olsalar da ödedikleri bedel, binlerce yöneticisi tutuklu olan, devlet terörünün temel hedefi olan HDP ile kıyaslanamaz.
HDP öylesine etkili bir partidir ki, siyaset sahnesine adım attığından beri kendisi ile benzer iddialara sahip olan ve kendisinden çok daha önce kurulmuş ÖDP ve EMEP gibi kitle partilerini etkisizleştirip, gereksizleştirmiştir. Bu akımların siyaset yapabilmesinin koşulu HDP’nin siyaseten kekemeleşmesi olmuştur.
HDP’nin kendisinden önceki legalist-tasfiyeci girişimlerden çok daha etkili olmasının sebebi, HDP’yle birlikte siyaset sahnesinin dışına çıkarılmak istenen akımın, yani PKK’nin, büyüklüğü ile ilgilidir. Irak’ın işgalinden ve Suriye’deki iç savaştan sonra Kürdistan’ın diğer parçalarında da etkin bir rol oynamaya başlamış olsa da PKK aslında Türkiyeli devrimci hareketlerin bir türevidir. Diğer akımların toplamından daha etkili bir güç olması ve siyasetinin merkezinde Kürt sorunun yer alması PKK’nin Türkiyeliliğinin üzerini örtmemelidir. Dolayısıyla Türkiyeli diğer hareketleri etkisi altına almış, ve SSCB’nin dağılmasıyla daha da şiddetlenmiş tasfiyeci dalga PKK’yi de en azından Türkiye sathında aynı yere sürüklemektedir. PKK doksanların başından beri, ironik bir biçimde Türkiyelileşme kodunu kullanarak, gerilla savaşından vazgeçme ve, Kuzey Kürdistan da dahil olmak üzere, tüm Türkiye sathında yasal bir siyasi parti aracılığı ile örgütlenmenin planlarını yapmaktadır.
HDP Türkiyelileşme yolundaki ilk girişim olmasa da bu girişimlerden en başarılı olanıdır. HDP Türkiye siyasetinde başarılı olduğu oranda PKK’nin temsil ettiği anarşizmle-belediyeciliğin harmanlanması olan sosyalizm anlayışı zaten on yıllardır mücadelenin ana eksenini oluşturmayan gerilla mücadelesi ile ilişkisini toptan kesecek, söz konusu mücadele yasal bir kitle partisi aracılığı ile yürütülecektir. Bu aynı zamanda Kürdistan mücadelesinin yerine geçirilmiş “Kürtlerin kültürel hakları” mücadelesinin de geri plana düşüp, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi fikrinin öne çıkması anlamına gelmektedir.
Bugün HDP içinde yaşanan gerilim tam da bu sürecin ürünüdür. HDP’nin güçlenmesi ve Türkiye siyasetinde etkili bir güç olması sadece siyaset sahnesindeki önceki legalist-tasfiyeci örgütleri etkisizleştirmemektedir. Aynı zamanda HDP’nin bağımsız bir dinamik haline gelerek kendisini kurup yönetmek isteyen güçlerin denetiminden çıkması anlamına gelmektedir. HDP’nin demokratikleşmesi, Demirtaş’ın önünün kesilmemesi talepleri tam da bu noktada anlam kazanır. Zira bu talepler aslında HDP’nin şu ya da bu örgütün güdümündeki bir parti olmaktan çıkarılması talebidir. Başka bir deyişle HDP’nin demokratikleşmesi talebi aslında Türkiyelileşme şiarıyla yürütülen legalist-tasfiyeci sürecin tamamlanması talebidir. Kuşkusuz PKK’nin Türkiye sınırları dışında yürüttüğü mücadelede tümüyle silahsızlanması mümkün olmadığı için olmayacak duaya amin demektir. Bugün söz konusu ihtilafta Demirtaş’ın yanında yer alanların ununu eleyip eleğini asmış, elindeki bağımsız örgütsel mevzileri çoktan tasfiye etmiş kesimler olması da bu bakımdan şaşırtıcı değildir. Elbette KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bu taleplere en ufak bir destek vermesi bile düşünülemez.
HDP İÇİNDE “PARTİLİ MÜCADELE”DEN SÖZ EDENLER TASFİYECİLİĞİN ASIL MİMARLARIDIR
O halde örgütsel mevzi kırıntılarını korumak ve tasfiyeciliğe karşı olmak adına Demirtaş’ın karşısında yer alanları mı desteklemek gerekir? Bu soruyu olumlu yanıtlamak için Türkiyelileşme projesinin Demirtaş’ın değil bugün Demirtaş’ın karşısında yer alıp, onu fazla öne çıkmak istediği için eleştirenler olduğunu unutmak gerekir. Bugün Demirtaş’ın yanında ya da karşısında yer alanlar, Demirtaş’a tasfiyeci olduğu için değil, Demirtaş nedeniyle tasfiye sürecinin kontrolünü yitirmekten rahatsız oldukları için itiraz ediyorlar. Süratli ve tutarlı bir tasfiye sürecini savunanlara karşı, tasfiyeci sürecini tutarsız ama kontrollü bir şekilde yürütmek isteyenlerin yanında yer almak komünistlerin birliğini savunanların işi değildir.
KöZ’ün arkasında duranlar HDP’nin emekçiler ve ezilenlerin mücadelesini güçlendirme yönündeki her girişimine, onun bu çağrının arkasında duramayacağını göstermek için omuz verdiler. Pratikte HDP ile eylem birliklerinin içinde kararlı bir şekilde yer alırken tasfiyeciliği de aynı kararlılıkla eleştirdiler. KöZ’ün bu tutumu HDP içindeki muhtelif güçler arasında da yankısını buldu. Bu kesimler KöZ’e sıklıkla madem pratikte birlikte çalışabiliyoruz, gelin HDP’ye katılın, HDP’ye yönelik eleştirilerinizi parti platformlarından dillendirin, madem o kadar devrimci fikirleriniz var, gelin HDP’yi devrimcileştirin çağrısında bulundu. Bu çağrı “gelin siz de tasfiye kervanına katılın” çağrısıdır. En iyimser tahminle kibirli bir pişmanlığın öz eleştiri yapmadan aklanma gayretkeşliğidir.
HDP’de son dönemde artan gerilim bu çağrıların anlamsızlığını sergileyen güzel bir örnektir. Devrimci ve bağımsız örgütlenmeleri bir kitle partisi içinde eritmeyi amaçlayan hiçbir siyasi yapı kendi içinden dönüşemez. Bu tür yapılarda tartışmalar da ancak bugün HDP’nin içinde yürütüldüğü gibi serzenişte bulunarak yürütülebilir. Bu tür yapılara hangi devrimci saikle girilmiş olursa olsun, bu yapı içinde bir tartışma başlatanlar kendilerini kontrollü tasfiyecilerle kontrolsüz tasfiyeciler arasında tercih yapmak zorunda bulurlar.
71 KOPUŞUNDAN İLK ÖĞRENİLMESİ GEREKEN
HDP’nin içeriden ıslah edilemeyeceğini bildikleri için komünistlerin birliğini savunanlar ne
Demirtaşla ilgili tartışmada ne de başka bir tartışmada taraf olurlar. HDP içinde yer alıp da devrimci kaygılar taşıdığını söyleyenlere bu iki durumun birbiriyle bağdaşmazlığını gösterip, Türkiye’deki devrimci hareketin ikinci kez ateşleyen 71/72 kopuşunun bu kopuşu başlatanların TİP üyeliğinden istifa etmesiyle başladığını hatırlatırlar. 71/72’den bugüne devrimciliğin ilk koşulu değişmemiştir: Her türden legalist tasfiyecilikle örgütsel ve siyasi ilişkiyi kesmeden devrimci olmak mümkün değildir.
Çünkü HDP’de de kendini gösteren tasfiyeciliğin kalkış noktası da varış noktası da 71-72 kopuşundan beri devrimciliğin ana kıstası olarak kabul edilen “Türkiye’de demokrasi devrim sorunudur” tespitinin, “Kürdistan sorununun çözümü Orta Doğu’da dört devletin tanım ve sınırlarının değişmesi anlamına geleceği” tespitiyle birlikte rafa kaldırılmasıdır.
Devrimci bir hatta duranların yapması gereken HDP’nin içindeki tartışmada şu ya da bu kesimin safını tutmak değil, 71 kopuşunu gerçekleştirenlerin tarihsel eyleminin TİP’ten yani parlamentarist sosyalizm anlayışından koparken muhtelif sol cunta projelerinden de koparak bağımsız bir devrimci hatta girme arayışını ifade etmesi olduğunu anımsatmaktır.