Hükümet Diklene Diklene Geri Adım Atıyor

0

Bu yazı Temmuz 2013 Tarihli Komünist KöZ gazetesinde yayımlanmıştır.

Gezi Parkı’ndaki mütevazı sivil itaatsizlik eylemine polisin sert ve beceriksiz saldırısıyla tetiklenen müstesna başkaldırı İstanbul’un farklı varoşlarından başlayarak bir anda ülkenin birçok kentine, hatta sınırlı ölçekte de olsa Kürdistan’a kadar yayıldı. Birkaç gün içinde de Türkiye’nin siyasi tarihinde görülen en büyük hükümet karşıtı ayaklanmaya dönüştü.

Önce polisin Taksim’e geri dönüşünün, sonra da Gezi Parkı’nın boşaltılmasının ardından, bu ayaklanma yerini daha yaygın ölçekte ama daha düşük tempoda bir harekete bırakmış bulunuyor. Buna karşılık, Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası kılığında AVM yapmaktan, ağaçları sökmekten söz eden yok. Bu konuda başrol oyuncusu konumundaki Tayyip Erdoğan tam anlamıyla çenesini kapatmış görünüyor. Onun yerine konuşan mülki amirler ise, Gezi Parkı’nın nasıl genişletildiğini, ne kadar yeni ağaç ve çiçek dikildiğini anlatmakla ve neden Gezi Parkı’nın bir park olması ve park olarak kalması gerektiği konusunda birbirleriyle yarışan açıklamalar yapmakla meşguller. Bir yandan da Gezi Parkı’nı halka açarmış gibi yaparken parkı müteahhitlere peşkeş çekilmekten kurtaranlara nasıl kapalı tutacaklarına çare aramaktalar. Ama kendi emirlerindeki medya üzerinden ne kadar insanı ikna ettikleri meçhul olsa da, parktan çıkarılan eylemcilerin bilincinden bu kazanımı silmeyi beceremediklerini görmek zor değil. Dağıtıldığı sanılan hareket, eylem içinde bilincine vardığı gerçeği unutmuyor. Sorunun Gezi Parkı’ndan ibaret olmadığı, Gezi Parkı’nı kurtarmak için gerici AKP hükümetinden kurtulmak gerektiği bilinçlere silinmemek üzere yazılmış bulunuyor. Bu doğrultudaki hamleler tükenecek gibi görünmüyor. Bir yandan sert tehditler savuran vilayet ve emniyet herhalde iftardan önce sahurdan sonra gaz kullanımının veya plastik merminin orucu bozup bozmayacağını öğrenmek için Ankara’dan gelecek fetvayı bekliyor.

Bu arada Lice’de karakol inşaatını protesto eden kitleye yaylım ateş açılarak Medeni Yıldırım’ın katledilmesi, 9 göstericinin de yaralanması yeni bir dönüm noktası oldu. Bu gelişmeyi takip eden süreçte, artık Gezi Parkı’ndaki ağaçlara bakarak asıl ormanın görülmemesi imkânsız hale gelmiştir. Zira Lice’deki cinayet gecikmeden “Gezi Parkları”nda yankı bulmuş, Gezi ile Lice arasındaki köprü kurulmuş ve Medeni Yıldırım da bu hareketin sahip çıktığı şehitler arasında yerini almıştır.

Ne var ki birbirlerinden ayrı mecralarda, farklı tempolarla ve farklı saiklerle gelişen eylemlerin tek bir potada buluşması ve tek bir hükümet karşıtı demokrasi hareketi teşkil etmeleri hala sağlanabilmiş değildir. Bunun nedeni böyle bir buluşmanın imkânsız olması değildir; bilakis bir buçuk aya yaklaşan süreçteki gelişmeler böyle bir imkanın varlığına ısrarla işaret etmektedir. Bir tarafta “ulusalcıların ağır bastığı”, diğer tarafta da “AKP ile işbirliği içindeki BDP’nin ağır bastığı” bahanelerini öne çıkararak hareketin bölünmüş kalması yönünde çaba gösteren ve bu bölünmüşlükten kendi dar çıkarları için yararlanmaya heveslenenlerin gayretleri kimse için ikna edici değildir. Yine de temel eksik bu buluşmayı sağlayacak özne ve birleşik iradedir. Demokratik haklar mücadelesinin ilerletilmesi bakımından önümüzdeki sürecin acil görevlerinin başında, yerel seçimlerden önce bu hareketleri AKP hükümetine karşı ve CHP’ye yol vermeyen tek bir hareket haline getirmek bulunuyor.

Bu görevin gerektiği gibi ifa edilebilmesi için de gelişmelerin nasıl ve hangi yönde seyrettiğini unutmamak gerekiyor.

GEZİ PARKI’NDAKI MÜTEVAZI PROTESTO EYLEMİ NASIL AYAKLANMAYA DÖNÜŞTÜ?

1 Mayıs ve Emek Sineması’nda kazandığı zaferlerle kendine güveni artmış bulunan polis, kendinden emin olmanın küstahlığıyla 27 Mayıs’tan itibaren Taksim Gezi Parkı’nda nöbet tutan eylemcileri taciz etmeye başladı. Bir önceki gün ilk ılımlı saldırılar karşısında geri adım atmayan protestocular, 28 Mayıs günü BDP vekili Sırrı Süreyya Önder’in öne çıkmasından cesaret alarak yıkımları ve ağaçların sökülmesini engellediler. Bu, hareketin giderek genişlemesini tetikleyen ilk dönüm noktası oldu.

Üçüncü köprünün açılış töreninin yapılacağı gün sabahın saat beşinde polis çadırları toplayıp yakınca, parktaki nöbete katılmak üzere seferber olan kitlenin sayısı beklenmedik biçimde artmaya başlamıştı. Aynı anda yeni köprüye Alevi Kürtlerin katili Yavuz Sultan Selim isminin verileceğinin ilan edildi; bu da bu yönelimin artmasına katkıda bulundu. Köprünün açılış töreninde Tayyip Erdoğan polisin sert bir saldırıya geçmesine yeşil ışık yaktı.

Ertesi gün BDP vekillerinin basın açıklamasının ardından polis ilk sert müdahalede bulundu ve sert bir direnişle karşılaştı. Parka yönelenlerin sayısı hızla artmaya devam etti. Polis giderek artan yoğunlukta gaz kullanmaya başladı. Sırrı Süreyya Önder gaz fişeği isabet etmesi üzerine tekrar hastaneye kaldırıldı. Parktaki nöbete katılım daha da arttı.

1 Haziran günü CHP’nin önceden planlamış olduğu Kadıköy mitingini iptal edip kitleyi Taksim’e yönlendirmesi üzerine, Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nda ilk kez fiili ve beklenmedik boyutta bir kitlesel eylem başladı. Ama Belediye Meclisi’nde Gezi Parkı’nın yıkılması projesine destek veren CHP ne o zaman ne de sonrasında eylemlerde açıkça ve kendi kimliği ile yer almayacaktı. Bu nedenle de CHP’nin çağrılarına icabet eden kitle de nispeten serbest bir kitle olarak eylemlerde yerini alacaktı.

Polisin sert ve yoğun müdahalesine sert bir yanıt gelmesi üzerine ve umulmayan bir kitlenin seferber olmasıyla polis kuvvetleri o gün öğle üzeri alanı terk etmek zorunda kaldı. Daha birkaç hafta önce, tüm İstanbul’u İstanbullulara yasaklayarak Taksim Meydanı’na ambargo koyan polis kuvvetleri geri püskürtüldü. Taksim Meydanı tarihinde ilk defa barikatlarla polise kapatıldı. 12 Eylül’e öngelen süreçten beri kitlelere yasaklanan Taksim Meydanı, büyük bir kısmı 12 Eylül’ü görmemiş olanlardan oluşan, öfkeli olduğu kadar neşeli bir kitle tarafından özgürleştirildi, polisten arındı.

1 Haziran akşamından itibaren Taksim Meydanı barikatlarla korunan özgürleştirilmiş bir miting alanına dönüşmüştü. Başlangıçta harekete damgalarını vurmaya heveslenen şovenist unsurlar da hızla kalabalık içinde kayboldular.

Böylelikle Taksim’i iki senedir rüşvet gibi kullanarak 1 Mayıslara bir açıp bir kapayan hükümetin oyunu bozulmuş oldu. Bu yıla girerken açlık grevlerinin ardından geri adım atmak zorunda kalan hükümet bir kez daha önemli bir geri adım attı.

Elbette bu gelişmeye yol açan sadece Gezi Parkı’ndaki kitlenin polisin saldırısına sert bir yanıt vermesi değildi. Bu tepki İstanbul’un belli başlı varoşlarında ve bazı semtlerinde yankı bulduğu gibi, başka kentlere de sıçramıştı. Olayın yakın zamanda hükümetin zaferiyle sonuçlanan Emek Sineması örneğinde olduğu gibi, sadece Gezi Parkı’ndaki kitleyle sınırlı kalacağını sanan hükümet iyice tedirginleşti.

1 Haziran akşamı İçişleri Bakanı toplam 48 ilde irili ufaklı protesto ve destek eylemi tespit edildiğini ilan edecekti.

Geçtiğimiz 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nı zorlayarak kurtarmaya çalışan devrimciler ise kendi başlarına özgürleştiremedikleri bu meydana, daha önce hiç yan yana gelmedikleri bir kitle ile birlikte yüklenerek çıktılar. Yıllar sonra pankartlarını istedikleri yerlere astılar. Çoktandır hasret kaldıkları bir zafer ve gurura ortak oldular.

Taksim Meydanı polisten arındığı gibi, çatışmalar da son bulmuş ve alan hak edilmiş bir kutlama ortamına dönüşmüştü. Buna karşılık çok neşeli olmakla birlikte, sakin ve pasif bir kutlama değildi bu. Bu durumdan ivme alan ve hükümetin giderek saldırganlaşan otoriter tutumundan bunalmakta olan kitleler, hem Taksim civarında, hem de İstanbul’un başka semt ve varoşlarında olduğu gibi, başka kentlerde de polisle çatışmaları sürdürmekteydi.

Özgürleşen Taksim’e yönelen kitlenin sayısı artarken hem Taksim’i örnek alan semt ve kentlerin sayısı hem de buralardaki muhtelif eylemlere katılanların sayısı artmaktaydı.

Göz açıp kapayıncaya kadar ve beklenmedik biçimde gelişen bu süreçle, Taksim Meydanı yıllar sonra nihayet, hem 12 Eylül öncesindeki 1 Mayısları ve son yıllardaki yasal 1 Mayıs mitinglerini hem de son yıllarda kendini gösteren devasa Newroz mitinglerini aşan boyutlarda mitinglere kucak açtı. Bugüne kadar görülmüş (Diyarbakır’daki bazı mitingler hariç) en büyük siyasal mitingleri aşan kitlesellikte mitingler Taksim Meydanı’nda gerçekleşti. Üstelik Newroz alanlarını dolduran kitlenin büyük kısmı bu alana akmış değildi.

Uzun bir zamandır toplumun çeşitli kesimlerinde biriken öfke Taksim Gezi Parkı’nda patlamış ve önü kesilemez biçimde yayılmıştı. Bu iklimde AKP’nin, BDP ve onun temsil ettiği kesimleri sanki “çözüm süreci” kendisinin tekelindeymiş gibi bu ayaklanmanın dışında tutma oyunu da berikilerin tereddütlü tutumlarına rağmen tutmadı. Başlangıçta daha çok dışarıdan destek verme görüntüsü veren BDP bu ikircimine kısa zamanda son verdi. Zaten pankart ve posterleriyle değilse de, vekilleriyle ve tabanından pek çok insanıyla başından beri Gezi Parkı’nda fiilen bulunan BDP resmen eylemlerdeki yerini alacağını ilan etti. Gezi Parkı boşaltılıncaya kadar da sembolik biçimde de olsa parkta yerini aldı.

Böylelikle, hükümetin bu ayaklanmanın en dinamik kesimlerinden başlayarak emekçilerin genel kitlesine yayılmasını önlemek için güvendiği başlıca sübap da devre dışı kalmış oldu. Hükümet elindeki son ve en alışkın olduğu seçeneği, yani baskı tedbirlerini devreye sokmak üzere hazırlanmaya başladı.

HÜKÜMETİN KARŞI SALDIRISI

Bulutsuz gökte bir şimşek gibi başlayan ve sağanak gibi büyüyen bu hareket 9 Haziran Pazar günkü mitingle doruk noktasına çıktı. Onu takip eden Salı sabahı başlayan polisin karşı saldırısıyla uğradığı ilk kırılma noktasından da duraksamadan geçti.

Mitingi takiben Bakanlar Kurulu belki rekor sayılabilecek uzun süreli ve belli ki tartışmalı bir toplantı yaptı. Bu toplantının ardından, hükümet Taksim’e yeniden ve güçlü biçimde saldırmaya karar verdi. Ama basına Başbakan’ın parktaki eylemcilerin temsilcileriyle görüşme yapacağı açıklandı.

Alanı tamamen terk etmiş olmasına ve on gündür alana girememesine rağmen, polis 11 Haziran Salı sabahı erken saatlerde planlı ve hazırlıklı bir biçimde kendilerine kapatılmış bulunan Taksim Meydanı’na geri döndü. Bazı devrimci ve sol grup taraftarlarının aktif, parktaki kitlenin de pasif direnmesine rağmen, fazla zorlanmadan kısmi bir hâkimiyet kurdu. Burada kalmayacağı da duruşundan ve mevzilenişinden belliydi.

Salı sabahı başlayan polis saldırısıyla artık Gezi Parkı koduyla anılmaya başlayan eylemler bir ilk kırılma noktasından geçti.

TAKSİM ZAYIF VE TALİ BIR MEVZİYDİ

Muhtelif sol ve sosyalist örgütler Gezi Parkı’ndaki eyleme ana gövdeleriyle sonradan katılmış ve esas olarak da polis elbirliği ile çıkarıldıktan sonra alana yerleşmişti. Bu faktörün de etkisiyle Gezi Parkı’nın daha çok Taksim Meydanı’na bakan kesiminden itibaren alana yayılacak şekilde yer tutmuşlardı. Aynı zamanda da öteden beri solun Taksim algısını ve bilhassa Taksim’e dair 80 öncesi anıları resmedecek şekilde mevzilenmişlerdi. Yani Gezi Parkı’ndaki eylemden nispeten ayrı duran bir konumdaydılar. AKM ile Cumhuriyet Anıtı başta olmak üzere meydanın belli başlı ve sembolik noktaları sol ve sosyalist akımların afiş ve pankartlarıyla donatılmıştı. İşte hükümetin Taksim’i geri alma operasyonunun ilk adımında hedef seçilenler bu ikincil mevzilerdi. İlk aşamada yenilgiye uğrayıp çekilen polis, Taksim’e yeniden girmek için bu kapıyı kullandı. Böylece bir yandan da sanki hedef Gezi Parkı değil sözümona “marjinal gruplar”mış gibi bir görüntü sağlanacaktı. Güya bu sayede Gezi Parkı’ndakiler sonradan hesaplaşmak üzere bu çatışmaların dışında tutulacaktı.

Ama Gezi Parkı bu direniş sırasında büsbütün tarafsız ve devre dışı kalmadı. Aksine Gezi Parkı, Taksim alanındaki ve civardaki çatışmalarda cephe gerisi olarak rol oynadı ve pasif de olsa desteğini sundu. Hatta polis kuvvetleri, parka çıkan merdivenler ve civarına müdahale etmeye kalkıştığında tekrar geri çekilmek zorunda kaldı.

Aslında Taksim Meydanı’ndaki tali mevziin görece zayıf olması ve polisin bu kapıdan girmesi doğaldı. Zira Taksim’in devrimciler tarafından ve sadece kendi güçlerine dayanarak fethedilmesi yönündeki girişimler daha önce birkaç kez olduğu gibi, 2013 1 Mayıs’ında da başarısız kalmıştı. Taksim’in siyasal eylemlere açılması ise hiç beklenmedik bir odaktan başlayan başkaldırı sayesinde olmuştu. Ama sol ve sosyalist akımların Taksim’e nihayet çıkmış olmaları Gezi Parkı’ndan başlayan hareket sayesinde gerçekleşmiş olsa da, Taksim’i özgürleştirmek bu hareketin esaslı hedefleri arasında değildi. Alanda mevzi tutmuş olan akımların Taksim mevziini kendi başlarına kazandıkları yanılsamasına kapılmaları bir yanılgı olurdu. Kendi başlarına bu mevziyi korumaya kalkıştıklarında bunu başaramayacakları da açıktı. Alandaki fiziki güçler dengesinin böyle bir zafere elverişli olmadığı belliydi.

Ama Gezi Parkı’ndakilerin hükümetin arzu ve gayretlerine rağmen bu hesaplaşmaya bigâne kalmayacaklarını ve bu saldırının esasen Gezi Parkı’na yönelik bir saldırı olduğunu fark edeceklerini görmek de zor değildi.

Bu yüzden hükümetin Gezi Parkı’ndan başlayan ayaklanmayı Taksim’deki bu mevzide bir zaferle tamamen geri püskürtmesi de mümkün değildi. Nitekim akşam olduğunda bu durum görüldü. Sabahleyin AKM ve Cumhuriyet Anıtı’na yönelik hedeflerine ulaşmış olan polis, saat 19:00’dan sonra alanı yeniden terk etmese de, AKM önüne çekilmek zorunda kaldı. Eylemciler de önceki gibi olmasa da alana yeniden çıktılar ve yerleştiler. Polisin alanda sadece AKM ve Cumhuriyet Anıtı’nı koruyup kollamak için mevzilenmediği de sır değildi. Hükümetin elbette bu denge durumuna razı olmayacağı görülüyordu.

HÜKÜMETİN TOPYEKÛN SALDIRISI EYLEMİ BÖLME ÇABALARININ BOŞA ÇIKMASINDANDIR

Devletin Taksim alanına saldırısını takip eden adımı, Gezi Parkı’nda başlayan direnişin ağırlık merkezinde duranlarla sol grupları birbirlerinden tecrit etmeyi son bir kez daha deneme yönünde oldu. Aslında baştan beri hükümetin temel hedefi böyle bir ayrımı yaratmaktı.

Eylemlerin başından itibaren sansür ve oto-sansür nedeniyle etkisiz hale gelmiş bulunan medya da bu kez daha aktif olarak devreye girip bu yeni saldırı politikasında rol aldı. Keza hükümetin cephaneliğinde olayların boyutlanması üzerine Erdoğan’dan farklı bir üslup takınarak “iyi polis” rolüne soyunan kimi bakan ve yetkililer de az çok önemli bir rol aldı.

Bu destek kuvvetin ilk örnekleri bazı bakanların, Başbakan Vekili’nin, Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarından da güç alan özürcü açıklamaları oldu. Bir diğer örnek AVM projesinin söz konusu olmadığını, Gezi Parkı’nda ne yapılacağının müzakere edilebileceğini açıklayan Belediye Başkanı’nın açıklamaları oldu.

Nihayet bir ölçüde kendi paçasını da kurtarma çabasında olan Vali’nin Twitter üzerinden döktüğü timsah gözyaşları ve Salı günkü polis operasyonunun başarıyla sonuçlanması üzerine nihayet kamuoyunun önüne çıkmaya cesaret ederek yaptığı açıklamalar da bu bağlamda idi.

Bu manevranın son hamlesi gerek Başbakan’ın gerekse de valinin yürüttüğü düzmece görüşmeler oldu. Böylelikle sanki direnişte bir irade kırılması olduğu ve işgale son verileceği konusunda bir eğilimin belirdiği izlenimi yaratılacaktı. Ama bu eksen üzerinden bir bölünme yaratılamayacağını hükümet de kısa zamanda teslim edecekti.

Bu nedenle kısa zamanda eylemi bölmek için yürütülen ikiyüzlü ve demagojik propagandaların ekseni değişti. Taksim’e yapılan saldırıyla Gezi Parkı’ndaki “masum çocuklar” ve “marjinal gruplar” demagojik ekseni üzerinden hareketin bölünemeyeceği, aksine Gezi Parkı’nda pekişen bir ittifakın oluştuğu kısa zamanda anlaşıldı.

Bu noktadan itibaren eylemi bölme çabaları artık başka bir eksen üzerinden yapılmaya çalışılacaktı. Bundan böyle direnişi sürdürmek isteyenlerle geri çekilmek isteyenler ekseni üzerinden bir bölme planı gündeme geldi.

Kontrollü polis saldırılarıyla desteklenen ama ağırlıklı olarak demagojik propaganda bombardımanına dayanan bir saldırı planı uygulamaya kondu.

Bu saldırıların ve tehditlerin ardından kimi siyasi akımların sert bir saldırı ve yenilgiye maruz kalmadan parkı boşaltma eğilimleri belirdi. Ama bilhassa parktaki nöbete katılanların çoğunluğu bakımından bir geri adım atma eğilimi olmadığı kendini göstermekteydi. Bu tablo çeşitli örgüt ve kurumların temsilcilerinin yanı sıra parktaki forum temsilcilerinin de katıldığı toplantıda açıkça belli oldu.

KöZ’ün de aralarında bulunduğu kimi siyasetler ve parktaki temsilciler parkta kalmaya yönelik öneriler yaparken, bileşenlerin önemli bir kısmı ilk aşamada geri çekilme yönünde tutum aldılar. Ama daha önce hükümete iletilen nispeten mütevazı taleplerden hiçbirinin yanıt bulmamış olması nedeniyle büsbütün geri çekilme tutumunu da sonuna kadar savunmaları mümkün olmadı. Parkı terk etme tutumu pankart ve bayrakların nispeten toplanması ve ortak bir çadır altında toplanarak işgali sürdürme tutumuna evrildi.

Buna rağmen Cuma günü başlayıp ertesi sabaha kadar süren toplantıda bir irade kırılması ortaya çıktığı da sır değildi. Bu kritik toplantıda kendini gösteren tereddütlü tutum hükümetin zaten hazırlamakta olduğu nihai saldırıyı başlatması için işaret fişeği oldu.

Toplumsal olayların bastırılması hakkındaki asgari deneyim ve malumatın yanı sıra, hükümetin mahiyeti ve halihazırdaki sıkışık durumu göz önüne alındığında bu hazırlıkları takiben topyekun bir saldırının gelmesi kaçınılmaz görünüyordu.

Nitekim Gezi Parkı’ndakilerle genel olarak örgütlü kesimleri temsil edenleri birbirlerinden ayırma planı boşa çıktığı gibi, sert bir saldırıdan ürkerek parkı alelacele boşaltma eğilimleri de karşılık bulmayınca, devletin açıklamalarının tonu da değişti. Hükümet ve vilayet yönetimi açıkça sert bir saldırı yapacaklarını ilan etme anlamına gelen açıklamalar yaptılar. “Çocuklarınızı çekin ve parktan çekilin, ayrım yapmadan saldıracağız, kurunun yanında yaş da yanmasın” anlamına gelen son uyarılar Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitingi başlamadan önce Gezi Parkı’nın ne pahasına olursa olsun boşaltılacağını işaret ediyordu; öyle de oldu.

Erdoğan’ın Pazar günkü mitingi başlamadan daha öncekilerle kıyaslanmayacak çapta ve bırakalım “marjinal grup” “masum eylemci” ayrımını, kadın, çocuk, hasta, hekim, milletvekili, yerli/yabancı basın mensubu ayrımı yapmayan bir gece baskını ile Gezi Parkı boşaltıldı. Mayıs ayının sonundan itibaren polis kuvvetlerini gerileterek gelişen harekete attırılan ilk geri adım bu oldu.

İLK GERİ ADIM PARKIN BOŞALTILMASI

Taksim alanındaki mutlak hâkimiyetin kaybedilmesi siyasi gruplar bakımından bir geri adım olsa dahi, eylemin bütünü bakımından bir geri adım değildi. Nitekim buna rağmen, esas olarak aynı siyasi akımların inisiyatifleriyle İstanbul’un çeşitli mahallelerinde olduğu gibi, başka kentlerdeki eylemler de hız kesmeden hatta artarak sürmekteydi ve Gezi Parkı’nda daha güçlü bir toparlanma zemini oluşmaktaydı. Polisin saldırısına karşı direnen gruplar direne direne Gezi Parkı’na geri çekilmeyi başardıkları gibi, akşama doğru alana akan yığınların sunduğu destekle tekrar ileri çıktılar. Taksim Meydanı’nda Salı gününden önceki gibi değilse de, polisle eylemciler arasında bir yeni denge kurulmuştu.

Gezi Parkı hala ve kararlı biçimde polise kapalıydı, teslim olmuş değildi. Bu şartlarda bilinçli ve planlı biçimde bir adım geri atılması için bir mevzi hala mevcuttu. Tekrar ileri çıkmak üzere hükümetin saldırısına fırsat vermeden planlı olarak geri çekilmek mümkündü ve anlamlı olabilirdi.

Ne var ki, hükümetin nihai saldırısı yaklaşırken geri dönüp “aslında 9 Haziran’ın ardından kitle desteği azaldı, barikatları kendimiz kaldırmalıydık, parktaki işgali kendimiz sonlandırılmalıydık; bu takdirde polis tarafından parktan çıkarılmış olmazdık” türünden değerlendirmelere kulak asmamak lazımdır. Bu tür yaveler esasen reformizmin sesidir. Zira birincisi, polis topyekûn bir saldırıya geçme hazırlığındayken güçlü bir savunmaya odaklanmak yerine parkın boşaltılması bilinçli bir geri çekilmeden ziyade palas pandıras kaçma anlamına gelir. İkincisi, sert bir saldırı yaklaşırken eylemcilerin kararlı bir birlik içinde olduğunu göstererek caydırıcı bir savunma refleksi göstermek yerine parkın boşaltılması konusunu gündeme getirmek bir irade kırılması yaratır ve bu saldırıyı cesaretlendiren bir etken oluşturur. Üçüncüsü, eğer bahis konusu edildiği gibi 9 Haziran’daki mitingin ardından parkı boşaltma önerisi gerçekleşmiş olsaydı bu hareketin geleceği bakımından bir başka açıdan zayıflatıcı bir tutum olurdu; zira o tarihte BDP henüz resmi olarak bu harekete katılmak ve desteklemek yönünde bir tutum almamıştı ve bunun sağlanmasını beklemek için bile olsa işgalin sürdürülmesine gerek vardı.

Öte yandan bu tür geri çekilmeler sadece parlak bir fikir olarak tartışılamaz. Aksine böyle bir geri çekilmenin tekrar ileri çıkmak üzere bir taktik tutum olabilmesi için örgütlü ve bilinçli bir önderliğin olması şarttır. Bırakalım böyle bir önderliği söz konusu hareket bakımından önderlik diye tanımlanabilecek herhangi bir odak dahi yoktur. Bilakis bunun oluşması için eylemin olgunlaşmasına ve kendi deneyimi içinde bu ihtiyacın yakıcı biçimde hissedilmesine ihtiyaç vardır.

Bununla birlikte, kitlelerin ve kendiliğinden hareketlerin mevcut ve yetersiz siyasi önderliklerin önüne geçtikleri zaman zaman görülmüştür. Bu deneyimde de bunun mümkün olabileceğine dair işaretler vardır. Gezi Parkı’ndaki eylemlerin odağındaki kitle şimdiye kadar kendilerinden beklenmeyen bir olgunluk göstermiştir. Hareket Gezi Parkı’nın terk edilmesine rağmen sona ermemiştir. Aksine Gezi Parkı’ndaki işgalin son günlerinde işlev kazanan forumlar İstanbul ve pek çok başka ilde pek çok parkta bileşimleri, katılanların sayısı, gündemleri ve bunları ele alış tarzları farklı olsa da toplanmaktadır. Bu forumlar düzenli biçimde toplandıkları gibi, giderek hem kurumlaşma hem de koordinasyon yönünde adım atmaktadırlar. Öte yandan Gezi Parkı’ndaki hareketten rüzgâr alıp varoşlarda ortaya çıkan hareketlenme de sürmektedir. Kimi varoşlarda daha düşük çapta olsa da forumlar toplanmakta ve zaman zaman yerine göre polisle çatışmalara varan eylemler de olmaktadır. Bu muhtelif ve birbirlerinden ayrı zeminlerdeki hareketler sık sık birleşik eylemlerde kitlesel olarak buluşmaya devam etmektedir. Üstelik bu kitlesel eylemler çap itibariyle öncekilere yaklaşmasalar da, Taksim civarında örgütlenip zaman zaman Taksim Meydanı’na çıkarak ve her seferinde Gezi Parkı’ndan başlayan eylemlerde olduğu gibi polisle sert çatışmalarla sürmektedir. Demek ki polis Taksim’e geri dönmüş ve Gezi Parkı boşaltılmış olsa bile, bu odaktan başlayan hareket sona erdirilebilmiş değildir. Bu itibarla Gezi Parkı’nın boşaltılmasıyla hareket bir adım geri atmış olsa bile orada kalmamış, yani yenik düşmemiştir. Aksine yayılarak toparlanmayı ve ileri çıkmayı başarmıştır. Öte yandan her ne kadar şoven ve sosyal şoven akımlar baştan beri hareketin içinde yer almış olsalar da Gezi Parkı’nda kısa zamanda ikincil bir konuma düşmüşlerdi. Parktaki işgalin son aşamasında BDP’nin sınırlı biçimde de olsa eyleme resmen ve fiilen katılmasıyla iyice tecrit olmuşlardı. Gezi Parkı’nın dağıtılmasının ardından BDP’nin eğer tabir uygunsa “makas değiştirmesi” nden de istifade ederek bu akımlar tekrar ve görece artan bir etkinlik kazanmaya başlamıştır. Ama böyle olsa bile, bilhassa Lice’deki katliamın ardından görülmüştür ki hareketin bütünü şovenizmin damgasını taşımak bir yana, Medeni Yıldırım’a sahip çıkarak Lice-Taksim arasında bir köprü kurulabileceğini göstermekten geri durmamıştır.

Gezi Parkı’ndaki mevziden geri adım atılmış olmasına rağmen, gerek Gezi Parkı’nın devamını ifade eden forumlar gerek bundan ayrı bir mecrada süren varoşlardaki eylem ve etkinlikler gerekse de kendini tekrar bu hareketten ayıran BDP’nin başlattığı ve ayrı bir mecrada ileri-geri adımlar atarak ve daha çok hükümetle pazarlık çerçevesinde sürdürdüğü “hükümet adım at” kampanyası sürmektedir.

Bu itibarla Gezi Parkı’nın boşaltılmasıyla orada tetiklenen ayaklanma halinin sona erdiği bir gerçektir. Bununla birlikte hareket sona ermiş değildir ve geri geri gitmemektedir. Bilakis ayrı ayrı mecralardan ilerleyerek süren AKP karşıtı bir birleşik ve kitlesel siyasal hareketin yeniden ileri çıkmasının koşulları günden güne olgunlaşmaktadır.

Bu hareketin tüm bileşenlerinin bir arada ve aynı frekansta olmasından çok AKP hükümetinin durum ve gidişatından ötürü böyle bir ileri çıkış olasılığı vardır. Zira Gezi Parkı’ndan başlayan hareket geri adım atsa da farklı kollardan ilerlemeye devam etmektedir ama Gezi Parkı somutunda asıl geri adım atan hükümettir. Gezi Parkı’ndaki kıvılcım parladığında zaten geri düşmekte olan AKP kendi eliyle bu yangını körüklemiştir. Bunu takip eden süreçte hükümet Taksim Meydanı’ndaki grupları geri püskürtmüş ve AKM ve Cumhuriyet Anıtı’nı yeniden fethetmiş olsa ve Gezi Parkı’nı boşaltmış olsa da, bir zafer kazanmış değildir. Tam tersine bir kez daha geri adım atmak zorunda kalmıştır. Gerilemeye de devam etmektedir.

HÜKÜMET DİKLENE DİKLENE GERİ ADIM ATIYOR

Tayyip Erdoğan’ın demagojik nutuklarında tekrarlamayı sevdiği tekerlemesi çoktan beri kulakları tırmalıyor. Gezi Parkı boşaltıldıktan sonra da bunu bir kez daha işittik.

Ama Başbakan bu tekerlemeyi ne kadar severse sevsin gerçekte durumun tam tersi olduğu apaçıktır. Hükümet en azından Gezi Parkı özelinde diklene diklene geri adım atmıştır. Üstelik bu geri adım sayesinde ileri sıçrayabileceğine dair herhangi bir işaret yoktur.

Hükümet ve onu destekleyen medya Gezi Parkı’nı boşaltmakla bir zafer kazanıldığı havasını yaratmakla meşguldür. Ama bu masalın iler tutar yanı yoktur. Gezi Parkı’nın boşaltıldığı ve iş makinelerinin tekrar parka girdikleri doğrudur. Ama bu iş makinelerinin yarım bıraktıkları işi tamamlamak üzere geri dönmedikleri daha doğrudur. İş makineleri meydanı boş bulunca Mayıs ayı sona ererken yapmakta oldukları gibi parktaki ağaçları söküp Topçu Kışlası’nın temellerini atmak üzere işe koyulmuş değillerdir. Hatta bu işlemin durdurulmasında önemli bir rol oynayan ve “ben ağaçların da vekiliyim” diyen Sırrı Süreyya Önder’in seçmen tabanını genişletircesine parka yeni ağaçlar ve çiçekler dikmek üzere geri dönmüşlerdir. Daha önce Topçu Kışlası için yıkmaya başladıkları dükkânları bu sefer parkı ve ağaçlandırma- çiçeklendirme alanını genişletmek üzere yıkmışlardır. Yetmiyormuş gibi, parkın açılış töreninde bu süreç boyunca ne kadar ikiyüzlü olduğu görülen Vali, adeta parkın korunması için eyleme ilk başlayanların söylemini devralma yüzsüzlüğünü göstermiş ve İstanbul’un Topçu Kışlası’na değil Gezi Parkı’na ihtiyacı olduğunu söylemeye başlamıştır. Sadece bu açılış törenindeki konuşma bile bir geri adımın ilanıdır ve dik durma iddiasını sürdüren Erdoğan o sıralarda ortalıkta görünmez olmuştur. Açıktır ki Gezi Parkı hakkındaki projeden vazgeçilmesinin nedeni İdare Mahkemesi’nin kararı değildir. Zira bu karar eylemlerin başında verildiği halde hükümet, vilayet ve emniyet parkı güzelleştirmek için boşaltmaktan bahsetmiyor, “çevreciliğin tarihe de sahip çıkmak” olduğundan dem vurup, Topçu Kışlası’nın tarihin bir parçası olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

Kaldı ki bu noktada valiliğin sadece mahkeme kararına saygı duyduğu için Gezi Parkı’nı park olarak düzenlediğine kargalar bile güler. Zira mahkeme kararı filan olmadığı halde AKM hakkındaki projelerden de geri adım atılmıştır. Şimdi AKM’nin yeniden eskisi gibi açılacağı ilan edilmektedir. Hatta bu vesileyle gündeme gelip Taksim Dayanışma’nın talepleri arasında yer aldığı için öfke konusu olan üçüncü köprünün adı konusunun bile tartışılabileceği ima edilmektedir. Kuşkusuz bu manevra ile başlangıçta eylemlere doğrudan veya dolaylı destek veren kimi sanatçıları ve kimi sermaye kesimleriyle bir kısım medyayı tatmin etmiş ve onların geri adım atmasına yaradığı görülmektedir. Ama Gezi Parkı’ndaki asıl eylemlere katılan kitlenin bu demagojiye kulak asmadığı besbellidir. Bunun için birbirini takip eden forumlara kulak vermek, varoşlarda temposu düşse bile sürmekte olan eylem ve etkinliklere bakmak yeterlidir.

Hepsinden önemlisi 1 Mayıs günü Taksim’i mitinglere kapatmak için tüm İstanbul’u İstanbullulara yasaklayan hükümet Gezi Parkı eylemleri sürerken bu meydanda daha önce görülmemiş büyüklükte mitinglerin yapılmasına engel olamamıştır. Üstelik polisin Taksim’e geri dönmesine ve Gezi Parkı’nın boşaltılıp polis kordonu altına alınmasına rağmen Taksim Meydanı yeniden ve peş peşe az ya da çok kitlesel eylemlere sahne olmaya devam etmektedir. Hükümet ve vilayet tehdit savurarak, hamaset yaparak ve destan yazmak üzere polis kuvvetlerini kitlelerin üzerine sürerek diklenmeye devam etse de hala ileri çıkabilmiş değildir. Taksim civarından başlayıp meydana ve Gezi Parkı’nın eteklerine kadar uzanan kitlesel eylemler bu tehdit ve saldırılara, giderek artan gözaltı ve tutuklamalara rağmen sürmektedir.

Bu zengin ve öğretici deneyim hükümetin, medyasının da desteğiyle nasıl diklene diklene geri adım atmakta ve gerilemeye devam etmekte olduğunu görmek için önemlidir. Bu deneyimle görülen gerçekler daha önceden de hükümetin böyle bir yürüyüş içinde olduğunun görülmesine de ışık tutmaktadır. Açlık grevlerinin ardından İmralı etrafındaki tecridi kaldırmak zorunda kalan, müzakere masasına oturmak zorunda kalan hükümet, o zaman da diklene diklene geri adım atmış değil miydi? Bu suretle eğer muhatapları kendi ayaklarıyla geri adım atmadıkları müddetçe gerilemeye devam edeceği besbelli değil mi?

Açıktır ki, Gezi Parkı’ndan başlayan ve bir ayaklanma uğrağından geçtikten sonra temposunu düşürerek devam eden hareketin geri düşmediği besbellidir. Buna karşılık, AKP’nin gerilemeye devam ettiği en azından ileri çıkamadığı da açıktır. Nitekim bu alanda ileri çıkabilmek için BDP’yi yanına çekmek istediğinde oradan yükselen “hükümet adım at” çağrısının da açık ki “hükümet diklenme tutumunu bırak, geri adım at” anlamına gelmekte olduğu da bellidir.

Bu bakımdan bir ara rafa kaldırılmış olan anayasa çalışmalarının yeniden başlaması boşuna değildir. Metropollerde başlayan hareket karşısında AKP gerilerken rakiplerinin öne çıkmakta olduğu ve bir yedek lastik olarak bir türlü güven vermeyen CHP’nin bu süreçten şişerek çıkmakta olduğu bellidir. Buna karşılık tekrar BDP’yi yedeklemek ve bu hareketten koparmak için manevra yapan AKP’nin BDP bu oyuna gelse bile, yerel seçimlerde kendi kendine saha kenarına çıkmadığı takdirde ileri çıkmasının koşulları yoktur.

Bu bakımdan siyasal güçler dengesinde kimin geri adım ata ata gerilediğini kimin ileri çıktığını tespit etmek önem taşıyor. Bu tablonun sonuçlarının açık seçik görüleceği ilk sınav yerel seçimlerdir. Bu nedenle yerel seçimlere kadar birbirinden ayrı mecralarda ilerleyen AKP karşıtı hareketlerin sürekliliğinin güvence altına alınması önemlidir. Bu süreçte KöZ’ün “AKP’ye Kanma CHP’ye Yol Verme” şiarı her zamankinden önemli bir kılavuzdur. AKP’nin sözümona demokratik açılım, çözüm ve barış demagojilerinin maskesini düşürmek için birleşik ve kitlesel muhalefet eylemlerinin sürdürülmesi ve yükseltilmesi gerekir. Maskesi düşen ve kan kaybeden AKP’nin yerine CHP’nin önünün açılmasını engelleyecek olan da aynı kılavuzdur. CHP’nin ve ulusalcıların terkilerine takmak istedikleri hareketin kitleselleşmesi, varoşlarla ve “AKP adım at” kampanyalarıyla buluşması sağlandığı ölçüde, AKP hükümetinin geri adım ata ata geri düşmesi sağlanabileceği gibi bu hareketin onun yerini almaya heveslenen rakiplerinin önünde aynı dirilikle duracağı bellidir. Demokratik haklar mücadelesinin hem AKP’ye hem rakiplerine karşı tavizsiz biçimde sürdürülmesinin koşulları vardır ve bunun yolu çoktan beri bellidir ve de Gezi Ayaklanması’ndan beri daha görünür hale gelmektedir.

Paylaş