Bu yazı Proleter Devrimci KöZ Gazetesinin 15 Nisan – 15 Mayıs 2003 tarihli 7. sayısında yayımlanmıştır.
ABD’nin Irak saldırısı yaklaşmaktayken yaşadığımız topraklardakiler de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında sokaklara dökülen yığınlarla birlikte, onlara önderlik etme iddiası taşıyan yahut bu sevdayla gözleri bağlanmış olan akımların hemen hemen hepsi «bu savaşı durdurabiliriz» ana fikri etrafında toparlanabilecek görüşleri savundular. Bu yönde umutları beslediler, ham hayallerin yayılmasına ortak oldular. Hatta önderlik edaları ve öncülük iddialarından ötürü, adeta bu süreci yönlendirirmiş gibi göründüler. Kimileri buna basbayağı inandı; bazılarını da inandırdı.
Atılım, 18 Ocak 2003 ;
“Irak’ta emperyalist savaşa hayır” şiarı etrafında savaş karşıtı dinamikler buluşuyor. Emperyalist savaşa karşı mücadele cephesi genişliyor. Ezilenler, ABD emperyalizmine karşı öfkesini sokak
gösterilerinden mitinglere, basın açıklamalarından imza kampanyalarına kadar değişik biçimlerde ortaya koyuyor. Kitlesel bir mücadele dalgası adım adım örülüyor. Adana Emekçi Halkın Birliği’nin İncirlik Üssü’nün kapatılması için 100 bin imza hedefiyle başlatığı kampanya ve İHD’nin ‘Barış Treni’ ve İncirlik Üssü önünde yapmayı planladığı kitlesel basın açıklaması “üsler kapatılsın” talebine anlamlı bir yanıttır. Gelişen bu mücadelenin hedefine “ABD üsleri kapatılsın” talebi konulmalıdır. “Savaşı durdurabiliriz” şiarının somut anlamı bu taleptir.
Kızıl Bayrak, 8 Mart 2003;
“Dünya halklarının muazzam ölçüdeki tepkilerine rağmen emperyalist ABD ve uşakları Irak’a saldırmak için gün sayıyor. Şu andan başlayarak emperyalist savaşı engellemek ve Irak halkıyla dayanışmak için daha kitlesel, daha militan eylemler örgütlemeliyiz.”
Tetiği çekilmiş bir emperyalist savaşın pasifist (barışçı) eylem ve söylemlerle durdurulamayacağı kim bilir kaçıncı kere, bir kez daha kanıtlandı. Ne Fransa ile Almanya ve müttefiklerinin manevraları, ne BM’nin ikazları, ne de milyonlarca insanı seferber eden pasifist gösteriler ABD önderliğindeki emperyalist saldırıyı önlemedi. Buna rağmen, bu hayali yayanlar sanki bir başarısızlığa uğramamış gibiler.
Savaş başladıktan sonra da “bu savaşı durdurabiliriz” diyerek kendiliğindenliğin peşinde sürüklenmeye devam ettiler. Savaş başladıktan sonra “bu savaşı durdurabiliriz” sloganı adeta Vietnam’daki gibi bir direniş göstereceğine dair hayallere konu olan “Irak halkının direnişini” kast ediyordu. Çok kısa zamanda bu ham hayal de sona erdi. Ama kendiliğindenliğe tapınma ve başka güçlere bel bağlayarak siyaset yapma hastalığının sona ereceğine dair işaret yok. Çünkü bu süreçten ders çıkarıldığını belirten “yanılmışız” türünden bir açıklama görülmüş değil.
Alınteri, 1 Nisan 2003;
“Irak halkının Saddam gibi bir katile bağlanamayacak direşkenliğinin kaynağı alanları zapteden dünya halklarıdır, emekçi halklar dayanışmasıdır. Irak halkı buradan aldığı destek ve duygudaşlıkla direniyor. Yaşanan halkların kardeşliği ve emekçi sınıfların eylem birliğidir; sınıfa karşı sınıf mücadelesinin filizlenmesidir. Bu embriyon büyüyecek, dünya işçi sınıfının, halklarının gerçek kurtuluş ve özgürlük mücadelesine dönüşecek.”
Atılım (12 Nisan 2003);
“Bağdat’a giren ABD tankları, medya şovu yaparak Saddam heykeli yıkarken, Irak halkı emperyalist işgale karşı direniyor.”
“Burjuva medyanın yaymaya çalıştığı ‘ABD askerlerine direniş yok’ yalanına karşın, ABD birliklerinin Bağdat’a girişi sert ve çatışmalara neden oldu. Yüksek binalara yerleştirilen uçaksavar ve top bataryalarından kentin çevresindeki ABD güçlerine ateş açılırken sokaklarda çok şiddetli çatışmalar yaşanıyor.”
ABD saldırısının öngününe kadar «savaşı önleyebiliriz» diyenler sanki başkalarıymış gibi, ABD’nin emperyalist rakipleri, pasifistler ve onların dümen suyunda emperyalist savaşı durdurma sevdasında olanlar «başaramadık; kaybettik» demiyorlar. Neredeyse daha umutlu bir gayretle aynı çizgide yürümeye devam ediyorlar.
“Irak Halkı” Yekpare Bir Bütün Değildir
Devrimci hareketin topyekün olarak, savaş konusunda, ortaklaştığı bir yanlış da “Irak halkı”’ndan sanki “Irak halkı” yekpare bir bütünmüş gibi söz etmeleridir.
Atılım (12 Nisan 2003)
“Bağdat’a giren ABD tankları, medya şovu yaparak Saddam heykeli yıkarken, Irak halkı emperyalist işgale karşı direniyor.”
Kızıl Bayrak (29 Mart 2003)
(Manşet) “Irak halkı direniyor! Dünya halkları direniyor!”
Ekmek ve Adalet (6 Nisan 2003)
“Vatanlarını savunuyor Irak halkı…”
Alınteri (1 Nisan 2003)
“…Irak halkı buradan aldığı destek ve duygudaşlıkla direniyor..”
Türkiye’de Kürt ulusunun ve başka ulusal azınlıkların varlığı nedeniyle Türkiye halkı demeyi ağır bir kusur ve suç olarak gören akımlar, Irak için bunu hiç hesaba katmadan emperyalizme karşı “Irak halkı”nın direnişinden söz etmektedirler. Türkiye’de “yaşasın halkların kardeşliği ve mücadelesi” diyenler, Irak’ta tam da Kürtlerin savaşın merkezine oturduğu bir durumda “Irak halkı”ndan bahsetmektedirler. 80 öncesinde halklar vurgusu yüzünden birbirini vurmuş devrimcilerin olduğu bir ülkede Irak’taki farklı ulusları bu kadar kolay bir çuvala koymak ciddi bir ihmaldir.
Kaldı ki Irak halklarından söz etmeye başladığımızda bu kez bu halkların tek vücut olmadığı gibi, birbirine düşman olduğu ortaya çıkar, bu da doğru olmaz. Başka yerlerde olduğu gibi -kitlesel bir faşist hareketin olmadığı koşullarda- ezen ulus ezilen ulus çelişkisi, Irak’ta da ezilen ulus ile ezen ulus devleti arasındadır. Kürtler Araplarla değil, BAAS diktatörlüğü ile savaşmaktadır. BAAS diktatörlüğü, yani Irak devleti Kürtlerle savaşmaktadır hatta Arapları da bu girdabın içine çekmekte mahzur görmemektedir.
Irak’ta Bir Direniş Olmadı
Irak’ta ‘halkın’ bir direnişi yoktur. Nitekim BAAS dışında Irak’lı emekçilerin ve ezilenlerin, Kürtler dışında, bir örgütlülüğü mevcut değildir. BAAS’ın düzenli ordusu ve ona bağlı milisler vardır. Irak’ta Vietnam’dakinden daha güçlü ve donanımlı bir biçimde saldıran bir ABD vardır; ama karşısında Vietkong gibi bir hareket yoktur. Irak’ta egemen bir ezen ulus devleti vardır, bundan dolayı da Irak’ın ulusal bağımsızlık diye bir sorunundan bahsedilemez.
İşçi Köylü (11-24 Nisan 2003)
“ABD ve İngiliz emperyalistlerinin Irak’a saldırısı sürüyor. Yaşlı, genç, çocuk demeden yüzlerce insanı katleden, evleri yakıp-yıkan katil sürüsüne karşı Irak halkının direnişi de sürüyor.”
Irak’a asker sivil, çoluk çocuk ayrımı yapmadan saldıran emperyalist güçler vardır; ama kadın erkek, çoluk çocuk, asker sivil, genç yaşlı demeden direnen ve Amerikan askerlerinin yüreğine korku salan bir halk hareketi yoktur. Irak halkı BAAS diktatörlüğünün kah havuç kah sopa ile hizaya getirip orada tuttuğu bir kitleyi ifade etmektedir ve çoktan beri BAAS’tan başka politik hareket, Saddam’dan başka önder tanımamıştır. Bu iddia ile ortaya çıkanların ise ömrü çok kısa olmuştur. Bu nedenle Irak’ta BAAS rejimi çözüldüğü ölçüde, sözüm ona “Irak Halkı”nın direnişi diye tasvir edilen «direniş» adeta bir balon sönermiş gibi sönmüştür.
Ekmek ve Adalet (6 Nisan 2003)
“Vatanlarını savunuyor Irak halkı. ‘Artık sınırlar kalktı’ teorisini çölün kumlarında ezerek toprağını, ulusal onurunu savunuyor. Bunun için kendini ortaya koyuyor tüm gücüyle. İmparatorluğun, havadan yağan bombalara veya doğrudan işgale dönüşen teröre, veya terör tehdidine karşı direnecek dünya halkları. Direniş, 1950’li, 60’lı, 70’li yıllarda olduğu gibi, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelelerine dönüşerek sürecektir. Çünkü başka bir yol yoktur önünde.”
Ama asla Vietnam’dakine benzetilebilecek bir direniş, bir ulusal kurtuluş hareketi yoktur. Hele Ümraniye cezaevine üç günde zor girildiğini, Gazi ayaklanmasında devletin kilitlendiğini henüz unutmamış olan devrimciler bakımından “Irak direnişi”’ne övgü düzmek ve buna bel bağlamak hiç olacak şey değildir. Milyonlarca Iraklının yaşadığı Bağdat birkaç günde alınmıştır.
Saddam’ın Direnişi Anti-Emperyalist Bir Direniş Değildir
Alınteri (1 Nisan 2003);
“ABD’li katiller Irak’ı en fazla 10 günde alabileceklerini söylüyorlardı. Ancak Irak halkının muazzam direnişine ve halkların kardeşleşmesine tosladılar. Ve itiraf etmek zorunda kaldılar: Savaş aylara, hatta yıllara yayılabilir!”
Kızıl Bayrak (29 Mart 2003)
“Gerek dünyadaki tepkiler, gerekse Irak’ta karşılaştıkları direniş, emperyalist efendilerin heveslerini kursağında bırakacak gibi görünüyor. Saldırılarına, ‘şok ve dehşet operasyonu’ gibi Hollywoodvari adlar takmaktan hoşlananlar, gelişmeler karşısında yaşadıkları şoku gizleyemiyorlar. Yankiler, haksız ve kirli bir savaşın figüranları olarak sürüldükleri cephede, karşılaştıkları ilk bozgunda şoka giriyor, tutulmuş dilleri ve dehşetten açılmış gözleriyle bakıyorlar kameralardan dünyaya. Her gün her gece başlarına tonlarca bomba yağan Irak halkında ise ‘şok ve dehşet’ izini gören yok. Uzun süren savaş ortamı, Filistin’de de görüldüğü gibi, saldırı altındaki halkta tam tersi bir etki yaratıyor. Filistinli çocukları tankların üzerine taşlarla yürüten de işte bu etki. Irak bu açıdan bölgenin ikinci Filistin’i olmaya aday görünüyor.”
Doğrusu ABD’nin Orta Doğu’da bir yara alması veya başarısızlığa uğraması elbette emperyalizme karşı olan herkesin yüreğine su serpecek bir gelişme olur. Ama bu duygusal bir ferahlamadır.
Benzeri bir duygu atmosferi 11 Eylül günü de doğmuştu. Bununla birlikte bu tutum aynı zamanda bir zaafı ve kendi ödevlerini başkasına havale etme kolaycılığını, yahut başka güçlerin başarısından kendine pay çıkarma kurnazlığını da içerdiği ölçüde yanlıştır.
Bu tutum özel ilişkilerde mazur görülebilecek bir tutum olsa bile siyasal faaliyet içinde, propaganda ve ajitasyon düzeyinde kesinlikle kaçınılması gereken bir tutumdur.
Zira bu tutum aslında ulusal kurtuluşçu ve anti-emperyalist olmayan bir siyasal gücü sanki öyleymiş gibi göstermek anlamına gelir. Yahut gerçek ve tutarlı anti-emperyalistlerin olmadığı koşullarda, bu boşluğu Saddam gibi bir emperyalist uşağının doldurmasına izin vermek hatta buna yol açmak anlamına gelir. Bu tutum doğrudan doğruya bir emperyalist devletle işbirliği yapmakla eşdeğer değilse bile, devrimciler ve komünistler bakımından bir suçtur.
Saddam’ın önderliğindeki «direnişi» anti-emperyalist bir direniş olarak görenlerin yanılgısı, esasen anti-emperyalizm kavramının yanlış anlaşılmasından ileri gelmektedir. Bu sadece Saddam hakkında bir yanılgıyı ifade eden bir tutumdan ibaret bir kusur değildir. Aynı zamanda, gerçekten anti-emperyalist bir mücadelenin örülmesini ve geliştirilmesini önlediği için önemli ve ciddi bir kusurdur. Bu nedenle üzerinde durulması gerekir. Herşeyden önce, bu yanılgı adeta bir göz aldanması gibi bir şeydir. Emperyalist bir gücün pervasızca saldırışına bakarak, saldırıya maruz kalanları emperyalizm karşıtı gibi görmekten ileri gelir ve öyle göstermeye varır.
Halbuki emperyalizm mağduru olmakla emperyalizm karşıtı olmak arasında hafife alınmaması gereken bir fark vardır. Bu fark ancak olayı dışarıdan gözleyenler bakımından ihmal edilebilir bir farktır. Ama doğrudan doğruya söz konusu saldırının hedef tahtasında olan ve/veya Irak’ta emperyalist saldırıya karşı bilfiil bir direniş başlatmak durumunda olanlar açısından öyle değildir.
Ekmek ve Adalet (30 Mart 2003)
“Irak vatanını işgale karşı savunmak için direniyor. Türkiye ve Irak’ı kıyaslamalıyız şimdi. Türkiye; ABD’ye avuç açan, ABD’nin dur dediği yerde duran, Amerikan katliamcılığına destek veren bir ülke, Irak ise bağımsızlığını istiyor. Katliama, ambargoya rağmen Amerikan imparatorluğu karşısında boyun eğmeyi reddediyor. ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ diye pohpahlanan şovenizm, ABD karşısında adeta sülük gibi sürünürken, çeşitli vesilelerle aşağılanan Arap halkı, orada onuru yücelten bir direniş yaratıyor. Bunun üzerinde düşünmeli herkes.”
Saddam Hüseyin’in temsil ettiği gerici BAAS rejiminin, eski efendileri tarafından bir saldırıya maruz kalmasına bakarak, bu rejimin niteliğinin değiştiğini sanmak bir yanılgıdır. Cumhuriyet Muhafızları saflarında ABD’ye karşı savaşmak da o kadar basit bir biçimde benimsenebilecek ve gerçekleştirilip sürdürülebilecek bir tutum değildir.
Emperyalist saldırılara karşı direniş, emperyalizm mağdurları tarafından ve onların öne çıkarılmasıyla değil, sonuna kadar anti-emperyalist olan sosyal ve siyasal güçler (işçi sınıfı, ezilen uluslar, devrimciler) tarafından verildiği zaman anti-emperyalist bir karakter kazanır. Başka durumlarda olduğu gibi şu ya da bu kitle hareketi yahut herhangi bir siyasal akım kendiliğinden bu karakteri kazanmaz, kazanamaz. Aksine böyle bir direnişin kendiliğinden yamanacağı yer her zaman olduğu gibi burjuva ideolojisinin çerçevesindedir. Bir burjuva hareketinin anti-emperyalist nitelik taşıyacağına dair hayaller ise Komünist Enternasyonal geleneğine bağlı olanlar arasında değil, milli burjuvazinin kerametine inananlar arasında doğup gelişebilir.
Devrimcilerin «koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir» misali tutumlardan uzak durması gerekir. BAAS’ın anti-emperyalist bir mücadele verdiği ve haklı bir savaş yürüttüğü anlamına gelecek bir propaganda ve ajitasyondan titizlikle kaçınmak gerekir.
Zira bu durum ve bundan doğan tutum bir başka vesileyle bir başka zaman ve mekan boyutunda anti-emperyalist bir mücadele yaratmaya engel teşkil edecek olumsuzlukların birikmesine yol açabilecek bir kusurdur.
Anti-emperyalizm kavramının kitlelerin bilincinde yanlış şekillenmesine hizmet eden tutumlar böyle bir hareket yaratmaya zaten niyeti olmayanlar için mahsur teşkil etmeyebilir. Ama anti-emperyalist mücadelelere önderlik edip bu mücadelelerin birer proleter devrimi ile taçlanmasını sağlamakla yükümlü olan komünistler bakımından ciddi bir sorun teşkil eder.
Bu nedenle hem Orta Doğu’daki emperyalist saldırıdan yana, Kürtlerin düştüğü durum gibi gözükecek veya bu anlama gelecek bir tutuma düşmemeye özen gösteren bir ajitasyon/propaganda çizgisi benimsenmeli; hem de ABD karşısında onun rakiplerinin çizgisine düşenlerden uzak durulmalıdır. Bu eğilimi temsil eden akımlarla ve tutumlarla da ayrım çizgileri kalınlaştırılmalıdır.