Bu yazı Ocak 2016 tarihli KÖZ Gazetesi’nin 7. sayısında yayımlanmıştır. Bu yazı, bugünlerde Suriyeli emekçilere karşı körüklenen düşmanlık karşısında ne yapılması gerektiği sorusuna cevap vermek amacıyla bu platformda yayımlanmıştır.
2011 yılında Suriye’de başlayan ve halen süren savaş, bölgede yaşayan emekçilerin güvenli bir gelecek umuduyla Avrupa ülkelerine gitmek üzere yollara düşmesine sebep olmuştu. Suriye ile TC arasındaki sınırdan geçen mülteciler, Anadolu’yu binbir güçlükle geçerek, çoğunlukla Ege’den deniz yoluyla Yunanistan’a geçme hedefiyle Türkiye’nin Ege kıyısındaki şehirlerine akın etmişlerdi. Bugün resmi rakamlara göre dünya genelinde 4,5 milyona yakın Suriyeli göçmenin daha iyi şartlarda yaşama umuduyla Avrupa ülkelerine ulaşmaya çalıştıkları biliniyor.
Türkiye’de mülteci trafiğinin en yoğun yaşandığı şehirlerden biri de İzmir’dir. Resmi makamlarca 70 bin civarında Suriyelinin yaşadığı ifade edilen İzmir’de, gerçekte 200 binin üzerinde Suriyelinin bulunduğu tahmin ediliyor. İnsan tacirlerinin kişi başı 3-5 bin dolar gibi ücretler karşılığında şişme botlara, küçük teknelere istiflediği mülteciler, büyük bölümünün hayatına mal olacak olan bu yolculuklarına işte bu şehirden başlıyor. İnsan ticaretinin yanında bölgede göçmenlerin hayatta kalma mücadelesi üzerinden yükselen pek çok başka irili ufaklı sektör ortaya çıktı. Örneğin bugün İzmir’e yolu düşenler çarşı pazarda satılan ve suyla temas ettiğinde giyeni dibe batırmaktan başka bir işe yaramayan sünger can yelekleri ve buna benzer sahte iltica ekipmanları satanları, ellerinde çantalarla AB fonu pazarlayan simsarları rahatlıkla görecektir.
Fakat yine de bugünlerde deniz yoluyla Yunanistan’a geçmeye çalışan mültecilerin sayısında önemli bir azalma olduğu da bir gerçektir. Bu durumun birden fazla sebebinden bahsedilebilir. Kışın bastırması, pek çok göçmenin yanlarında getirdiği paranın tükenmiş olması, bir kısmının memleketine dönmesi bu sebeplerin başlıcalarıdır. Neticede ezici çoğunluğu burada kalmak istemiyor olmasına rağmen, şuan İzmir’de bulunan göçmenlerin tamamına yakınının hiç değilse bu kışı İzmir’de geçirmek zorunda kalacakları anlaşılıyor. İşte bu mültecilerden İzmir’de gidecek başka yeri olmayanları, içinde çalıştığımız Deri Kundura Tekstil İşçileri Derneği’nin de yerleşik olduğu Basmane bölgesine geliyor. Burada terkedilmiş binalara, eski atölyelere sığınan aileler kapısı, penceresi, suyu, elektriği, tuvaleti dahi bulunmayan viranelerde yaşıyor, üstelik buralara kira ödüyor. Çetin kış koşullarında ısınma, barınma ve gıda gibi sorunlar tüm yakıcılığıyla hissediliyor.
Bu koşullar altında yine yakınımızda bulunan Müzisyenler Derneği adında bir kurum, bölgede yaşayan ailelerle dayanışmak için yardım toplamaya başladı. Ardından içinde çalıştığımız dernek de bu çalışmaya omuz vermeye başladı. Büyük bölümüyle internet üzerinden haberleştiğimiz bağışçıların getirdikleri giyecek, temizlik malzemesi, kuru gıda gibi temel ihtiyaç malzemelerinden oluşan kumanyaları ihtiyaç duyan ailelerle paylaşmaya, bu süreçte de bu ailelerle tanışıp onlarla ilişki kurmaya başladık. Haftada en az bir defa sıcak yemek pişirip ailelere dağıttık, halen de bu şekilde çalışıyoruz. Ayrıca dernek olarak her yıl yaptığımız yılbaşı etkinliğimizi bu yıl 100 kişiye yakın bir katılımla bu faaliyetin içinde örgütledik. 31 Aralık günü de ailelere kuruyemiş ve meyve dağıtımı yaptık.
Zamanla çalışmanın bütünü bizim içinde çalıştığımız kurum üzerinden yürümeye başladı.
Hemen her gün çok sayıda göçmen ve yine çok sayıda aktivist içinde çalıştığımız kuruma uğrar oldu. Süreç devam ederken kendilerine “Çorbada Tuzum Olsun İnisiyatifi” adını veren bir grup ile Halkların Köprüsü ve Öğrenci Kolektifleri de faaliyetimize omuz vermeye başladı. Yine Avrupa’dan muhtelif vesilelerle İzmir’e gelmiş olan kimi aktivistler de faaliyetle ilgili sorumluluk almaya başladılar. Böylece yerelimizde içinde çalıştığımız derneğin merkezinde bulunduğu kolektif ve hareketli bir çalışma yürür oldu.
Söz konusu çalışmanın bir yardımlaşma faaliyetinden öteye geçebilmesine katkı sunacağını düşünerek bir deri atölyesinin alt katındaki kullanılmayan mekanın restorasyonuna girişip burayı Suriyeli göçmenlerin buluşma ve dayanışma mekanı haline getirmeyi planladık. Burayı göçmenlerin bir araya gelip kaynaşabileceği, bu yerelde bulunan diğer emekçilerle tanışabileceği, yemek yapıp yiyebileceği, özetle birlikte zaman geçirebileceği ayrı bir alan olarak açmayı düşünüyoruz. Böyle bir mekanın bulunması, buraya gelen göçmenlerle sorumlu aktivistlerin birlikte zaman geçirebilmesinin de önünü açacaktır. Ayrıca inşaatın kendisi de kolektif ve gönüllü bir emeğin ürünü olarak bu faaliyette sorumluluk alan kişi ve kurumları yakınlaştırmaya vesile oldu. Birlikte tasarladık, birlikte inşa ettik. Yaklaşık 1 ay içinde de inşaatımızın bitmiş olacağını tahmin ediyoruz.
Suriyelilerin yaşadığı sorunların gıda, temizlik ve barınmadan ibaret olmadığının farkındayız Bunların yanında bölgede yaşayan göçmenler devlet kurumları tarafından baskılanıyor, ayrımcılığa tabi tutuluyor. Örneğin okullarda tüm öğrencilere süt dağıtımı yapan belediyenin Suriyeli çocuklara süt vermediğini biliyoruz. Bu konuya ilişkin de ayrıca mücadele ediyoruz. Bu ve buna benzer tüm konuları toplantılarına katıldığımız İzmir Kent Konseyi Mülteciler Grubu’nda da dile getiriyoruz. Yine yakın zamanda Suriyeli mültecilerin toplanarak Suriye sınırına yakın illerde kurulan kamplara geri götürülmek istendiğini biliyoruz. Ayrıca zaten Türkiyeli işçilerin de büyük oranda özlük haklarından yoksun olarak çalıştırıldıkları ve çalışma yürüttüğümüz derneğin de dahil olduğu kunduracılık gibi sektörlerde Suriyelilerin daha da kötü koşullarda ve kaçak olarak çalıştırıldıklarını biliyoruz.
KöZ’ün arkasında duran komünistler, gerici savaşlar ve bunların emekçiler üzerinde yarattığı yıkımı salt bir trajedi olarak görmez ve bunlara ilişkin faaliyetini de bu doğrultuda örgütlemez. Bunun doğal bir sonucu olarak da, bu savaşların yıkıma uğrattığı emekçi kitlelere yardım eli uzatılacak mazlumlar olarak yaklaşmaz. Çünkü bir defa bu kesimler kendilerine reva görülen zulme karşı o ya da bu biçimde öfke beslemektedirler. Gittikleri hemen her ülkede devletle karşı karşıya gelişlerinde burjuva demokrasisinin gizlemeye çalıştığı yüzüyle karşılaşmaktadırlar. Bu da göçmenler arasında devrimci siyasal faaliyet yürütülmesinin olanaklarını nesnel olarak arttırmaktadır. O halde bu kesimler arasında faaliyet yürütebilmek için göçmenlerin kendi örgütlülüklerini oluşturmak, böylece filizlenecek göçmen mücadelesinin araçlarını yaratmak ve ardından bunları güçlendirmek doğrultusunda projeler geliştirmek gerektiği açıktır. Bu yüzden başlangıçta göçmenlerle ilişkilerimizi güçlendirmek için Türkçe, Kürtçe, Arapça dil kursları açmayı düşünüyoruz. İnşa etmeye çalıştığımız binayı göçmenlerin birbirini ve bizi tanımasını,
sınıf kardeşleriyle arasındaki güven ilişkisini artırmasını sağlamanın merkezi olarak kullanmak istiyoruz. Ardından emekçileri iş ve yabancılar hukuku gibi kendilerini ilgilendiren alanlarda bilgilendirmeyi, onlara dünyanın farklı ülkelerindeki mülteci hareketlerinin tecrübelerini aktarmayı, bu alanda çalışan diğer kurumlarla temasımızı arttırmayı ve sonuçta ortaya çıkacak somut talepler etrafında yerelimizdeki göçmenlerin örgütlü ve eylemli mücadelesinin tohumlarını atmayı planlıyoruz.