[6 Kasım, 12 Eylül Rejimi’nin çıktılarından biri olan Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK’ün) kuruluş yıldönümü idi. Başlangıçta karşıymış gibi görünüp devamında YÖK’ü dört elle sahiplenen AKP iktidarı, sürdürdüğü akademisyen kıyımı ve zındanlara hapsettiği binlerce öğrenciyle 12 Eylül Rejimi’nin sadık bir bekçisi olduğunu gösterdi. YÖK’ü protesto etmeye yönelik İzmir’de gerçekleşen bir eyleme ilişkin değerlendirme ve haberi Proleter Devrimci KöZ’ün Aralık 2005’te yayımlanan 29. sayısından paylaşıyoruz.]
İzmir’deki YÖK protestosu öğrenci hareketinin dağınıklığının ve parçalı yapısının gölgesinde, sönük geçti.
Neredeyse bir buçuk ay gibi geniş bir süre öncesinden toplantıları alınan ve hazırlanılmaya başlanılan bu eylemin sönük geçmesi, devrimci hareketin içinde bulunduğu genel tablodan bağımsız değil elbette. Ancak ortaya çıkan sonuçta, özellikle üniversite alanında kendisini hissettiren kısırlaşmanın ve ideolojik hegemonyasını güçlendiren liberalizmin de hatırı sayılır bir etkisinin olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
Geçen seneki 6 Kasım eylemlerine de yansıyan dağınıklığın ve ayrı ayrı dört eylemin yapılmasına kadar varan sürecin bu sene de tekrarlanmaması gayesiyle, bu sene devrimci yapıların bir kısmı, yapılan çağrı sonucunda, bir eylem birliği örgütleyebilmek üzere bir araya geldiler. Bizim de komünistlerin birliğini savunanlar adına katıldığımız toplantılar, ne yazık ki amacına hizmet edemedi ve alanda çalışan tüm siyasal özneleri buluşturacak bir eylem örgütlemekte yetersiz kaldı.
Toplantılar boyunca, yapılacak olan eylemin gerek muhtevasına gerekse biçimine ilişkin uyarı, müdahale ve önerilerimiz etkili olmadı. Bizim, genel itibari ile; eylemin yalıtılmış bir öğrenci eylemi olmaması, sınıfın farklı kesimlerinin gündemlerinin de ele alınması ve bizzat onları da alana taşıyacak; bayrakların karışmaması için eylemde birlik, ajitasyon ve propagandada serbestliği gözeten bir eylem tarzının benimsenmesi gerektiği yönündeki görüşlerimiz ilk toplantılarda tartışıldı ve kısmî bir kabul gördü. İlk toplantılarda yer, güzergâh, tarih ve saatte ortaklaşılmasını esas alan ve oluşturulacak YÖK karşıtı platformda temsil edilmeyenlerin, kendi kimlik ve şiarları ile alana çıkmasına olanak veren bir karar alındıysa da, hemen bir hafta sonra, alınan bu karardan, öğrencilerin gözünde birliği zedeleyeceği gibi bir sebeple çark edildi. Üstelik yapılacak olan eyleme, oluşturulan ve “Üniversite Öğrencileri” adını alan platformun pankartı dışında pankart sokulmayacağı konusundaki “uyarı” kibar bir biçimde dillendirildi. Bu aşamadan sonra, kendi siyasal kimliğimizin yerine şu veya bu sebeple de olsa “öğrenci” kimliğini ikame etmeyi reddettiğimiz için, “Üniversite Öğrencileri”nin toplantıları halini alan toplantılara dahil olmadık. Bizim dışımızda Devrimci Öğrenci Birliği de benzer gerekçelerle platforma katılmadı. Ancak, bunların dışında da “Üniversite Öğrencileri” temsiliyet konusunda sınırlıydı. Zira alanda belli ağırlığı olan kimi yapılar, platformdaki kimi diğer yapıları gerekçe göstererek platforma katılmamışlar, bu platformu kapsayıcılık konusunda başından yetersiz kılmışlardı.
6 Kasım eylemini örgütlemek, fakat bu eylemle sınırlı kalmayacak bir birliktelik sağlamak adına oluşturulan platform; devrimcilerin değil, öğrencilerin birliğini sağlamak üzere yola çıksa da, sonuç amaçlanandan çok uzaktı. 12 Kasım cumartesi günü Konak Sümerbank önünde yapılan eylemde, platforma dahil olan devrimci ve liberal sol yapıların kendi kitlelerinin dışında kimse yoktu. Yani devrimcilerle sınırlı kalmayan, öğrencileri de içine alan bir çalışma yapma iddiası ile yola çıkanlar ve bu sebeple de siyasal kimliklerini ve sınıfın gündemlerini bir kenara bırakıp, üniversite alanının kendi dar gündemlerine hapsolanlar, başladıkları noktaya geri dönmüş oldular.
Eylemde öne çıkan görüşler ise beklenebileceği gibi “akademik-özerk-demokratik üniversite” çerçevesinde olan görüşlerdi. Anlaşılan o ki, ilk toplantılarda “yükselen şovenizme ve faşist saldırılara karşı ve Kürt ulusu ile dayanışmak üzere halkların kardeşliği vurgusunu öne çıkaralım” diyenler de “Faşizme Karşı Omuz Omuza”yla, “Yaşasın Halkların Kardeşliği”yle yetinmek durumunda kalmışlardı. Zira eylem sırasında, hemen üç gün önce Kürdistan’da vuku bulan hadiseye sadece kuru bir ajitasyonla değinilerek geçildi. Böylelikle Kürdistan’da veya Paris’te patlak veren ayaklanmaların yahut bundan 88 yıl önce dünyayı sarsan ve hatırlanılmasında fayda olan Ekim depreminin değil, yalnız ve yalnız “üniversitelilerin” kendi kısmî mücadelelerinin önemli olduğu bir kez daha vurgulanmış oldu.
Biz bu vurguların hiçbirine katılmasak da; görüşlerimizi ifade etmemizin yolları burjuva siyasetinin bir ögesi olan yasakçı anlayışların elbirliği ile tıkanmış olsa da, eyleme gücümüz oranında katılmaktan geri durmadık ve eleştirel destek sunduk. Hazırladığımız bir bildirinin basın açıklamasının yapıldığı alanda dağıtımını yaparak; sınıfsız-sömürüsüz-özgür bir dünya isteyenlerin; yeni sınıf ayrıcalıkları için kısmî mücadelelerin peşinde değil, her yerde ve her zaman işçi sınıfının safında ve hep devrim için mücadele etmesi gerektiğini hatırlattık.
Tarz ve içerik itibari ile “6 Kasım”ın, “7 Kasım”a baskın çıktığı bu eylem, geçmiş yılları mumla aratan kitleselliği ve geri düzeyi ile durgunluk dönemlerinde etkinliğini yitiren YÖK muhalifliğinin geldiği noktayı sergiler nitelikteydi.
Biz komünistlerin ise bu süreçte; “kendini muhalifliğe indirgeyenler”e muhalefet etmenin ötesinde, kendi bağımsız-politik ve asli gündemlerimiz üzerinden örgütlenmemiz ve farklı kesimleri devrim hedefine bağlama noktasında çabalarımızı arttırmamızın gereği daha net ortaya çıktı.
YOLUMUZ İŞÇİ SINIFININ İHTİLÂL YOLU!
İzmir’den Komünistler
——-
Yeni Ayrıcalıklar Edinmek İçin Değil, Sınıfsız, Sömürüsüz ve
Özgür Bir Dünyaya Olan Hasretimizi Haykırmak İçin Alanlardayız!
İzmir’de eylem günü alanda dağıtılan bildiri metni aşağıda yer almaktadır:
YÖK Ne İşe Yarıyor?
12 Eylül cuntasının armağanı Yüksek Öğrenim Kurulu(YÖK), her gerici burjuva reformu gibi, bu reformu düzenleyenlerin sınıfsal çıkarlarına hizmet etti, etmeye de devam ediyor.
Sınıflı toplumların oluşmasının kökeninde yatan kafa ve kol emeği arasındaki uçurumu sinsice derinleştirmesi, kapitalist üretim için gerekli nitelikli işgücünü sağlaması ve sistemin kendisini yeniden üretebilmesi için kitleleri sessiz sedasız körleştirmesi gereken üniversiteler; 12 Eylül öncesinde yükselen devrimci dalganın etkisi ile, boykotlarla, direnişlerle, eylemlerle felç olunca; burjuvaziye hizmet etmek için yarışan “beyaz yakalı”lardan çok, devrimcilere yataklık eder duruma gelince işlevlerini layıkıyla yerine getiremez oldular. İşte YÖK, kaybolan bu işlevi üniversitelere geri kazandırmanın bir aracı olarak kuruldu. Bugünlerde burjuva aydınlanmacılığının tesiri altındakilerin YÖK’e yükledikleri “üniversiteleri gericiliğe karşı koruyan yegâne kale” misyonunun aksine YÖK’ün ne amacı, ne de işlevi değişti. Kuruluşunun ardından onca yıl geçmesine rağmen YÖK; Türkiye’deki burjuva gericiliğinin temel taşlarından biri ve üniversitelerin kapılarının emekçi çocuklarına ve devrimcilere kapatılmasının güvencesi olmaya devam ediyor.
İşte bu yüzden YÖK’e karşıyız. Her gerici burjuva reformuna karşı olduğumuz gibi ve her gerici burjuva reformuna karşı olduğumuz kadar… Ancak bu karşıtlığımız bizi, ne istediğimiz üniversiteleri “YÖK’süz bir üniversite!” diye tarif etmeye, ne de, “Akademik, Demokratik, Özerk Üniversite” mücadelesi yürütmeye götürüyor. Zira kapitalizm var olduğu sürece burjuva eğitim sistemi, YÖK’lü veya YÖK’süz, “özerk, demokratik, parasız” olsun ya da olmasın, ilkokuldan üniversiteye kadar tek birşeye hizmet etmekte: Küçük şımarık bir azınlığın, emekçi yığınları ücretli kölelik boyunduruğu altında tutmasına…
Üniversite, Yaşadığımız Toplumda Bir Ayrıcalık Demektir!
Üniversitede okuduğumuz için ayrıcalıklıyız. Ayrıcalıklıyız çünkü 9-6 mesaisinde ömür tüketmeden, burslara yaslanarak veya çoğu zaman buna bile gerek kalmadan, okuyabiliyoruz.
Ayrıcalıklıyız çünkü bizim yaşımızdaki gençler ve hatta daha da genç olanlar zamanlarının büyük çoğunluğunu tekstil atölyelerinde, inşaatlarda, tarlalarda, fabrikalarda çalışarak geçiriyorlar. Oysa biz onlara kıyasla bize bahşedilen devasa bir boş zamana sahibiz.
Ayrıcalıklıyız çünkü özel dershanelerin, özel derslerin ve var olan «milli» eğitim sisteminin eşitsizlikleri nedeniyle üniversiteyi kazanamayan milyonlar var. Onlardan daha «ayrıcalıklı» olduğumuz, bu nedenle toplumda «ayrıcalıklı» bir yerde durduğumuz yanılsaması içinde itibar görmeyi bekliyoruz.
Üniversiteyi bitirdiğimiz zaman ise, bir dizi sınıf atlama hayalinin eşliğinde, lise mezunlarından, okuma yazma bilmeyenlerden daha iyi koşullarda iş bulmayı umuyoruz.
Üniversitelerde okumanın birtakım ayrıcalıklar sunduğu gerçeğini görmek için kanıt bekleyenlere; milyonlarca emekçi çocuğunun eşitsiz bir çekişmeye gireceklerini bile bile, defalarca üniversite sınavına girdiğini hatırlatmak yeterlidir.
İki seçenek var: Ya ayrıcalıklarımızdan vazgeçeceğiz ve hiç kimsenin ayrıcalıklı olmadığı bir dünya yaratacağız; ya da ayrıcalıklarına tutunarak yaşayan asalaklar olmaya razı olacağız!
ÇALIŞANA ÖĞRENİM ÖĞRENCİYE İŞ HAKKI!
……..
Dünyadaki Eşitsizliklere Razı Olmak İstemeyenler Önce Kendi Ayrıcalıklarından Vazgeçmeye Razı Olmalıdır!
Burjuva Toplumunda Ayrıcalıklı Olmayı Kim İster?
Çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla her yaş grubundan milyonlarca işçinin emekçinin çalışmasıyla üretilen artı değerden payına düşen rüşveti kursağından geçirirken rahatsız olmayanlar…
Bir sınıfın başka bir sınıfı sömürmesiyle var olan ve ayakta kalan bu sistemde sınıf atlamak suretiyle başkalarını sömürerek semirmenin hayalini kuranlar…
Burjuva bireyciliğinin batağında «kendisine iyi bakmaktan», başkalarının nasıl bir hayat yaşadığını önemsemeyen umarsızlar…
Ve bunların tümü hep birlikte bu kan emici bezirgan saltanatının varoluşuna isteyerek ya da istemeyerek katkıda bulunmaktadır!
Bu Ayrıcalıkların Yükünü Biz Taşımıyoruz; Yük İşçilerin Omzunda!
Sadece üniversitelerin değil tüm bu eğitim sisteminin çarklarını döndüren kaynaklar atölyelerde, fabrikalarda, bürolarda ter döken milyonlarca emekçinin sömürüsünden elde ediliyor.
Profesörlerin maaşı da, öğrencilerin kredileri de, anfilerin bakımı da emekçilerin alınterinden sağlanıyor.
Oysa emekçi çocuklarının büyük çoğunluğu üniversite kapılarından içeri giremiyor bile. Daha doğrusu öğrenci olarak değil; ayrıcalıklı olmanın sefasını süren öğrencilere hizmet etmek üzere ancak işçi, emekçi olarak girebiliyorlar. Üniversite öğrencilerinden daha ciddi sorunlara sahip olan ve üniversitelerde sözleşmeli ya da üniversitelerin taşeronlarında çalışan emekçiler; öğrencilerden daha az dikkatleri celbediyor.
Üniversitelerde okuyan ve özgürlük için mücadele ettiğini iddia edenler dahi bu kesimleri görmezden gelerek; zaten ayrıcalıklı olan öğrencilerin ayrıcalıklarını korumak ya da arttırmak üzere mücadele etmeyi, emekçi çoğunluğun bütünsel çıkarları için mücadele etmeye yeğ tutmuş oluyorlar!
Uzun Bir Süredir YÖK Karşıtı Eylemlere Damgasını Ne Vuruyor?
12 Eylül cuntasının baskı ve zor unsuru olarak üniversitelerin başına diktiği bekçiden hoşnut olmayanlar yıllardır YÖK protestoları düzenliyorlar. Bu protestolara emekçilerin bütünsel çıkarları açısından bakarak değil; öğrencilerin kısmi çıkarları açısından bakarak hazırlanılıyor. Bu nedenle hem YÖK protestoları sırasında öğrencilere kendi kurtuluşlarının emekçilerin siyasi kurtuluşu ile mümkün olduğu gösterilemiyor, hem de emekçiler bu eylemlere sahip çıkmıyor.
Son zamanlarda YÖK karşıtı eylemler iki olumsuz eğilimin giderek yaygınlaşmasına hizmet ediyor. Bu eylemler bir yandan içerik itibariyle işçi sınıfının nihai kurtuluşuna hizmet etmekten giderek uzaklaşırken, diğer yandan da aynı tarafta yer alan farklı dinamiklerin bir arada durmasını engelleme eğilimini meşrulaştırıyor.
Ne yazık ki YÖK’ün yasakçı zihniyetine başkaldıranlar, eylemlerde yasakçı bir tutum takınmakta bir mahzur görmüyor. Oysa YÖK’ün yarattığı cendereden de burjuvazinin yarattığı yanılsamalardan da ve bu kan emici bezirgan saltanatından kurtulmak da ayrı durup birlikte vurmayı başarmakla mümkündür!
PARALI PARASIZ KAPİTALİST EĞİTİME HAYIR!
ÖZGÜRLÜK SAVAŞAN İŞÇİLERLE GELECEK!
YOLUMUZ İŞÇİ SINIFININ İHTİLAL YOLUDUR!
Yaşasın Komünistlerin Birliği!