“Kadın kadına” 8 Martların Kökeni

0

KöZ Nisan 2015 sayısından alınmıştır.

Kadınlar günü dendiğinde bugünü kadınların kadın kadına kutlamak istemesi belki kimilerine gayet tabii gelebilir. Ama öyle değildir ve dünyanın pek az yerinde böyle bir uyduruk gündem vardır. Üstelik, bu sorunun Türkiye’deki kadar büyük çapta bir yer teşkil ettiği bir coğrafya da yoktur. En azından dünyanın başka yerlerinde bu tartışma, 8 Mart eylemlerini bu eksenden ve bu kadar ciddi bir biçimde bölecek bir öneme sahip değildir. Keza 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak mı, yoksa Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak
mı anılacağı konusu da, eskiden beri en azından solcular arasında tartışma konusudur; ancak bu eksende Türkiye’de olduğu çapta bir ayrışmaya dünyanın başka yerlerinde de rastlamak mümkün değildir.

Demek ki Türkiye’de 8 Martların bu eksenler üzerinden bölünmesinin nedenlerini uluslararası ölçekte veya devrimci literatürde aramak akla ziyan olur. Aksine bu ayrışmanın nedenlerini esas olarak Türkiye devrimci ve sosyalist hareketinin yakın tarihinde arayıp bulmak gerekir. Bakıldığında bu nedenler tastamam orada bulunacaktır.

Doğrusu 8 Martlar Türkiye solunun belleğine yeni girmiş değildir. Öteden beri 8 Mart’ın ne olduğu ve 8 Mart’ta ne yapılması gerektiği bütün devrimcilerin ve sosyalistlerin az çok gündeminde olmuştur. Ama 8 Martların ağırlıklı bir anlam kazanması, açıktır ki 80 sonrasında 12 Eylül’ün perdelerinin hafif hafif aralanmakta olduğu evrede olmuştur.

Bu evre rast gele bir evre değildir. Bu evre 12 Eylül’den çıkışın kontrollü bir biçimde sağlanması yönünde devlet tarafından yapılan planlara uygun olarak şekillenmiş bir dönemi ifade eder. Bu dönem 12 Eylül öncesindeki devrimci akımları eleştiriye tabii tutan muhtelif romanların piyasaya çıkmasıyla başlatılabilir. Bunlara sonradan (aslen kendisi de bir kafir olan bir şahsın yakıştırmasıyla) haklı olarak “küfür romanları” denecektir.

Devrimci akımların savunucularının büyük çoğunluğunun henüz cezaevlerinde veya sürgünde olduğu, seslerinin henüz pek az çıkmakta olduğu bu döneme, 80 öncesinde zaten devrimci harekete sert eleştiriler getirmekte olan muhtelif reformist siyasal eğilimlerin sözcüleri, 80 öncesi devrimci hareket içinde marjinal bir konumda yer almış olan troçkistler ve büyük ölçüde de kendi geçmişinden şu ya da bu nedenle memnuniyetsiz olan bireyler damga vurmuştur. Böyle bir evrede, 12 Eylülcülerin katliamlar, işkenceler ve zindanlarla başlattığı devrimci solu tasfiye operasyonlarını tamamlayacak bir tasfiye dalgası ağır ağır kabartılmaktaydı. Bu kabarışta geçmişine şu ya da bu nedenle küskün veya bu geçmişe şu ya da bu ölçülerle eleştiri ile yaklaşan kalabalık bir eski devrimci kitlesi hatırı sayılır bir ağırlık oluşturmaktaydı.

İşte ilk feminist girişimler bu evrede seslerini her zamankinden fazla duyurdu ve 8 Martların ve kadın sorununun öncekinden farklı bir içerikle ele alınması ilk kez bu iklimde oldu.

Bu akımın ilk kadroları ise öteden beri zaten feminist olan ve kadın hareketini önemseyenlerden ziyade eskiden şu ya da bu devrimci akım içinde yer almış ve devrimci hareketlerden şu ya da bu biçimde kopmuş veya uzaklaşmış kadınlar tarafından sağlandı. Bu nedenle de 80 sonrasında kadın hareketinin şekillenmesi ve onun gündemlerinin içeriğinin doldurulması bu özgül etken dolayısıyla haddinden fazla sol hareket ile ilişkili ve sol hareketle hesaplaşma eğiliminde bir çizginin damgasını taşıdı. 8 Martların ve kadın hareketinin öyle olması gerekmezken ve zorunlu değilken sol hareketle hep içli dışlı olmasının ve kendini ısrarla devrimci akımlarla ayırt etme eğilimi içinde olmasının asıl ve belirleşici nedenini bu ilk kadroların niteliğinde ve dönemin tasfiyeci karakterinde arayıp bulmak gerekir.

8 Martların Türkiye’de özgün bir anlam kazanması ve 8 Martların Türkiye’de başka yerlere benzemeyen bir biçimde bölünmesinin ardında yatan etkenlerin başında bu gelmektedir. Bu saptanmaksızın 8 Martların neden Türkiye’de farklı bir biçimde ve aynı zamanda solu da bölecek şekilde bölündüğünü kavramak mümkün değildir. Aynı zamanda da bu bölünmede tasfiyeci ve reformist akımlarla (bu akımlar devrimcilere kıyasla erkek egemen bakış açısından daha azade olmadıkları halde) feministlerin anlaşılmaz bir biçimde yan yana durmalarının sırrı da burada yatmaktadır. Bu itibarla 8 Martların kadın kadına olması fikri esas itibariyle devrimci akımlardan uzak durma eğilimi ve planlarıyla örtüşerek şekillenmiş bir eğilimdir ve bu nedenle Türkiye’ye özgü bir mahiyet taşımaktadır. Aynı nedenle de bu kutuplaşmada daima reformistler, tasfiyeciler ve feministlerin bir tarafta devrimcilerin diğer tarafta öbekleşmesi tesadüf değildir. Demek ki “kadın kadına 8 Mart” ve “8 Martları kadın erkek elele kutlama” ayrışmasının ardındaki özgün etken evvela böyle kavranmalıdır.

Daha sonra 90’lı yılların ortasından itibaren Mart ayının bir başka sürecin başlangıç noktası haline geldiği bir evre takip eder. Bu evreye damga vuran dönüm noktası da yine Mart ayına rastlayan 1995 Gazi ayaklanması ve onun sembolize ettiği dinamiklerdir. Bu dönemeçten itibaren Mart ayları 1 Mayıslara kadar süren bir başka kıpırdanışın zemini haline gelmiştir. Böylelikle, Mart aylarının devrimcilerle reformistlerin başka bir eksen üzerinden bölünmesinin gündeme gelmesiyle birlikte, 8 Martların bölünmesinin ekseni de değişmiştir. Bu ikinci evrede 8 Martlar esas olarak Mayıslara kadar uzanan bir devrimci reformist kutuplaşmasına tabi olarak ve esas itibariyle bu eksenin gölgesinde bir  bölünmeye uğramaya başlamışlardır. Bir başka deyişle bu eksenin ağır bastığı dönemde kadın kadına kadın erkek elele tartışması giderek gölgeye düşmüştür.

Aynı dönemde apayrı nedenlerle kürt hareketinin kendi özel ihtiyaçları ve planlarından kaynaklanan bir başka dinamiğe değinmekte yarar var. Bu evrede Kürtlerin de harekete bizzat militan olarak katılan kadınların dışındaki kadın kitlesini seferber etmek üzere planlar yaptıkları gözlenebilir. Bu çerçevede, daha çok ev kadınları konumundaki kadınları erkeklerin vesayet ve denetimi altından kurtarmak kaygısıyla, ve özellikle bu kadın kesimini seferber edebilmek için, kadın kadına kitle eylemleri örgütlemeye ve feministlerin başını çektiği eğilimden farklı nedenlerle ve farklı sonuçlara yol açacak şekilde kadın mitingleri düzenlemeye bilhassa bu dönemde önem vermişlerdir.

Bu dönemin 1998 8 Martı ile bir doruk noktasına uğrayarak sona erdiğini söyleyebiliriz. Bu dönüm noktası aynı zamanda Öcalan’ın rehin alınmasına öngelen son 8 Mart’tır ve bu dönemeç aynı zamanda Kürt kadınlarının feministlerden ayrı durdukları son 8 Mart olarak da kayda geçebilir.

Bu dönemeçten sonra devrimcilerle reformistlerin başka eksenlerde bölünmeleri kesin olarak sona ermemekle birlikte, 8 Martlar giderek daha fazla feministlerle reformistlerin damga vurduğu bir eksen üzerinden ayrışmanın basıncıyla yüzyüze kalmıştır. Aynı nedenle de 10 yıldır her 8 Mart o dönemdeki genel siyasal güçler dengesinin durumuna ve sol hareket içindeki eğilimler arası dengelerin konumuna göre şu ya da bu biçimde bölünmekte olsa da, kadın kadına veya “kadın erkek ele ele” teması zaman zaman öne çıkan zaman zaman biraz daha geri düşen bir konu olarak gündemde olmuştur. Kadın kadına 8 Mart konusunun yeniden devrimcilerin gündemini etkileyen bir mahiyet kazanmasının geri çekilme eğilimin damga vurduğu ve tasfiyeciliğin yeniden kabarmaya başladığı bu evreye tekabül etmesi de tesadüf değildir.

Paylaş