(Aşağıdaki yazı KöZ gazetesinin 2002 Şubat sayısında yayımlanmıştır.)
Sendikalar, işçilerin patronlara ve kapitalist sömürüye karşı kendilerini korumak için giriştikleri ilk örgütlenmeler arasındadır. Kapitalistler ise daha kendilerini örgütleyip iş kurmaya kalkışmadan evvel ücretli köle haline getirmeyi düşündükleri usta emekçilerin eski toplum bağrında yaratmış oldukları örgütlenmeleri yani loncaları kırıp dağıtarak işe başlamıştılar.
Daha doğrusu işçi olarak çalıştırılacak «zenaat erbabının» örgütlendiği loncaları dağıtıp, işçileri sömürmek ve ücretli köle olarak çalışmalarını sağlamak için işe yarayacak meslek gruplarına ait loncaları (barolar, akademiler vs.) pekiştirerek kendilerine bağlamanın yollarını arayıp bulmuşlardır. Kapitalist sömürü çarkının işleyebilmesi için işçilerin örgütsüz ve silahsız olması, ücretli emeğin sömürülmesiyle ortaya çıkan artık değer ile beslenen kesimlerin ise örgütlü ve silahlı, donanımlı olması gerekiyordu.
Bu tür örgütlere o zaman «sivil toplum örgütleri» deniyordu; burjuva toplumunun örgütleri anlamına geliyor bu sözcükler. Bugünlerde de sivil toplum örgütleri diye anılan örgütler burjuvazinin kendi ihtiyaçları için yarattığı ve kendi işine yarayacak şekilde oluşturduğu örgütlerdir. Ne var ki, burjuva örgütlerinin içinde yalnız ve daima burjuvaların olması gerekmiyor. Aksine burjuvazi özellikle işçilerin sınıf örgütlerinin dağıtılıp burjuva toplumunun örgütleri içinde toplanmasına oldum olası özel bir özen gösterir ve önem vermiştir. İşçilerin her türlü örgütlülüğünün dağıtıldığı çok eski zamanlar bir yana burjuvazi egemen sınıf haline geldikten sonra işçileri kendi işine geldiği gibi bölüklere ayırıp buna göre örgütlemenin yollarını aramış ve bulmuştur.
Bu işi yapması için de tıpkı kölelerin arasından sıyrılıp efendilerine kahyalık eden hainleri, yahut daha rahat kölelik koşullarında çalışıp yaşayabilmek için efendilerine özenen ve kendi kardeşlerini aşağılayan uşaklar gibilerini bulmakta güçlük çekmemiştir.
Sınıf dayanışmasının ilk örgütlerinden biri olan sendikalar da çok eskiden beri sermayenin emekçileri bölüp kendi çıkarlarına uygun biçimde örgütlemesinin birer aracı haline getirilmek istenmiştir. Ne yazık ki, bu yolda bilerek bilmeyerek burjuvaziye hizmet edenlerin işçilerin arasından ve sendikaların içinden devşirilmesi de her zaman mümkün olmuştur.
Rusya’da işçileri Çarın ajanları tarafından kurulan sendikalara hapsetmek için icat edilen Zubatov sendikacılığı; ABD’de patronların eliyle kurulan gangster tipi sendikacılık sarı sendika kavramının doğmasını sağlayan ve en bilinen örneklerdir. Ama neye hizmet ettiklerini ayırdetmekte güçlük çekilmeyen bu örnekler en yaygın ve en tehlikeli olanları değildir. Sermaye hizmetindeki sendikacılık türlerinin en tehlikeli olanları uzun bir mücadele sürecinin itibarını gaspedip geniş işçi yığınlarının güvenini istismar ederek hüküm sürenleridir. Bu sendikacılık türü sendikaların ilk şekillendiği Avrupa topraklarında filizlendi; ve ne yazık ki orada kalmadı.
İkinci Enternasyonal’in kuruluşuna ön ayak olanların arasında da bu tür sendikalar ve oradan beslenen akımlar vardı. Nitekim İkinci Enternasyonal aracılığıyla Avrupa’nın büyük işçi yığınlarının sermayenin hizmetinde emperyalist paylaşım kavgasına alet eden sosyal-hainler bunların arasından çıkmıştır.
Nitekim işçi hareketi içinden filizlenerek işçi yığınlarını sermayenin hizmetine koşan oportünizmden kopan devrimcilerin yarattığı Komünist Enternasyonal de üçüncü dünya kongresinde bu tehlikenin sahici ve ciddi bir tehlike olduğuna işaret etti. Komünist Enternasyonal’in Üçüncü Kongresinde, benimsenen ve «Sarı Amsterdam Enternasyonaline karşı Mücadele» alt başlığını taşıyan «Komünist Enternasyonal ve Kızıl Sendikalar Enternasyonali» başlıklı karar metninde şu sözler yer aldı:
“Burjuvazi işçi sınıfını yalnız kaba kuvvetle değil ince aldatmacalar sayesinde kölelik altında tutar. Okul, kilise, parlamento, sanat, edebiyat, günlük basın da işçi yığınlarını sersemletmek ve burjuva fikirlerinin proletarya saflarına girmesini sağlamak için burjuvazinin yararlandığı güçlü araçlardır.
Egemen sınıfın emekçi yığınlar arasına sızdırmayı başardığı pek çok burjuva düşüncenin arasında bir de sendikaların tarafsız, siyaset dışı olması ve bütün partilerden uzak durması gerektiği düşüncesi vardır. …. Sendikaların «tarafsızlığı» veya siyaset dışı olması gerektiği» düşüncesinin daha şimdiden uzunca bir tarihi olmuştur. ….
Gerçekte ise, sendikalar hiç bir zaman tarafsız olmamışlardır ve isteseler de olamazlar…. Burjuva partileri de bunun farkındadırlar. Ama tıpkı yığınların ebedi hayata inanmasını istediği gibi, burjuvazi sendikaların siyaset dışı olması ve komünist işçi partisine karşı tarafsız olabileceğine de inanılmasını ister. Burjuvazi egemenliğini sürdürebilmek için, …yalnızca din adamı, polis ve generalle yetinemez; ona bir de sendika bürokratı, işçi sendikalarında tarafsızlık siyasal mücadele dışında kalma konusunda vaaz verecek «işçi lideri» lazımdır. ….
Kızıl Sendikalar Enternasyonali bu konuda Sarı Amsterdam Enternasyonalinden ayrılır. Ve hiç bir durumda tarafsızlık görüşünü kabul edemez. İkinci, İki Buçukuncu ve Üçüncü Enternasyonaller karşısında tarafsız kalmak isteyecek bir örgüt kaçınılmaz olarak burjuvazinin elinde bir oyuncağa dönüşür.” (Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongre Kararlarından)
Kızıl sendikacılığın, yani komünist sendikacılık anlayışının doğuşunu bu ayrışma belirledi. Meslek örgütlenmesinin yerine sınıf sendikacılığı, sınıf uzlaşmasının yerine sınıf mücadelesi, tarafsız ve siyaset dışı sendikacılık yerine sınıf mücadelesinde yani asıl siyasette taraf olan sendikacılığı, böylece öne çıktı.
Buna bir yanıt olarak da burjuva devletleri Sarı Amsterdam Enternasyonali’nin de desteği ile, Milletler Cemiyetine bağlı İşçi Bürosunu öne çıkardılar. Bu «İşçi Bürosu»nun İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Birleşmiş Milletler’deki karşılığı ise İLO yani Uluslararası Çalışma Örgütü’dür. İLO Milletler Cemiyeti ile Birleşmiş Milletler arasındaki süreklilik bağını kuran başlıca kurumlardan biridir. Ama aynı zamanda İLO bugün egemen olan sendikacılık anlayışıyla komünist sendikacılık arasındaki kopuşun da en çıplak biçimde görülmesini sağlayan bir kurumdur.
Geçmişte en azından kendilerine komünist diyenler için kızıl sendikalar İLO’nun atası olan kurumun alternatifleriydi. Bugün ise sendikacılığı İLO’nun kurallarına göre yapılan bir meslek olarak algılayanların komünist kimliğini taşıyanlar arasında yaygın olmasına kimse şaşmamaktadır. Zaten ilk önerildiğinde gururla taşınan «kızıl sendikacılık» sıfatına da itibaren eden azdır; aksine bu sıfat zamanla sanki bir utanç vesilesi gibi hasıraltı edilip başka sıfatlarla ikame edilmiştir.
Yaşadığımız topraklarda aşina olduğumuz «sınıf ve kitle sendikacılığı» kavramının ardında da buna benzer bir çekinme yatmaktadır. Sarı sendikacılığa karşı kızıl sendikacılık, yahut komünist sendikacılık diyecek yerde «sınıf ve kitle sendikacılığı» diyenler zaten kitlesel bir sınıf örgütü olan sendikalar hakkında hiçbir özel tarif getirmiş olmuyorlar. Ama bununla da kalmıyorlar bu tekerlemenin ardından, «greve çıkarız» demek yerine «üretimden gelen gücümüzü kullanırız», «haklarımızı söke söke alırız» yerine «bizi sokağa çıkmak zorunda bırakmayın» filan gelir. Bunların hangisinin daha önce söylendiğinin bir önemi yoktur. Çünkü bu sözlerin hepsi aynı kaynaktan beslenip aynı kapıya çıkmaktadır. Bu tekerlemeler işçilere sermayenin gözüyle bakıp, «emek en yüce değerdir» lafızının ardına sığınarak bu «değeri» sermayeye pazarlayarak bezirganlık yapmaya hevesli olanların icadıdır ve onların işine gelir.
İşçilerin nasıl sendikalara ve nasıl bir sendikacılığa ihtiyacı olduğu ise çoktan beri tarif edilmiştir:
“Komünistleri diğer işçi sınıfı partilerinden ayıran pratikte, kısmi sorunlarda bütünün çıkarlarını; ulusal sorunlarda uluslar arası çıkarları öne çıkarmalarıdır. Teoride ise olayların gelişme seyrini önceden kestirme yeteneğine sahip olmalarıdır.”
Sendikal hareketin içinde bulunduğu kriz de tam bu tutumun eksikliğiyle peydah olan ve derinleşen bir krizdir. Bu krizin işçi sınıfının bir krizi olmaktan çıkabilmesi için de bu ayırt edici ilkeleri kılavuz eden bir sendikal mücadele çizgisine ihtiyaç vardır. Buna hiç ikircimsiz «komünist sendikacılık» demek gerekir. Hem işçi sınıfının sendikal sorunlarının çözümü için Lenin zamanındaki Komünist Enternasyonal’in ilkelerini rehber edinen bir sendikacılık anlayışına ihtiyaç vardır. Hem de komünistlerin parti birliği bu alanda da deneyim ve birikim kazanıp, mütevazı da olsa kalıcı mevzilerin temellerini atmayı becerebilen militanların elleriyle sağlanacaktır.