2002 1 Mayısı 96 1 Mayısından sonra gerçekleşen en kitlesel 1 Mayıs olarak tarihte yerini aldı. 2002 1 Mayısında da tıpkı bir önceki 1 Mayıs’a hakim olan bir atmosferde girildi. Bir yandan artarak devam eden kapitalist saldırılar, bir yandan hala çözülmeyi bekleyen zindan direnişleri ve buna ek olarak da İsrail’in Filistin işgali. Bu çerçevede karşılaşılan işçi sınıfının birlik, mücadele ve uluslararası dayanışma günü olan 1 Mayıs bu sorunlardan hiçbirine devrimci bir yanıt olamadı.
Önceki yıllarda olduğu gibi, 8 Mart bu sürecin nasıl bir seyir izleyeceğinin ilk işaretlerini verdi. 2002 8 Martı, 1 Mayısa giden süreçte hayra alamet bir tablonun olmadığını açık seçik ortaya koydu. 2002 1 Mayısı’nda en büyük gösterinin gerçekleşeceği alan ve güzergahta yapılan İstanbul’daki 8 Mart mitingine bakıldığında bunu görmemek mümkün değildir. Yıllardır «erkekler 8 Mart eylemlerine bulaşmasın» diye özetlenebilecek bir tepkiyle hareket eden feministler bu kez nihayet bir zafer kazanmış gibiydiler. Doğrusu İstanbul’daki 8 Mart mitinginde belli başlı feminist çevrelerin kendileri yoktu. Ama gölgelerinin bile eylemi kararttığını söylemek abartı olmaz. En azından eylemi düzenleyen platforma feministlerin gıyabında feminist görüşlerin yön verdiğini görmek zor değildi.
Gazi yıldönümüne ailelerin peşinden, Newroz’da ulusal hareketin peşinden, ölüm oruçları eylemlerine ise aydınların peşinden gitmişti devrimci hareket. Bu eylemlerin ardından 1 Mayıs geldi. İstanbul 1 Mayısı önümüzdeki sürecin hangi siyasal iklimde geçeceğini gösteriyordu.
İstanbul 1 Mayıs alanında toplanan kalabalığın büyük bir çoğunluğunu işçi ve emekçiler oluştursa da onların kendi seslerini duyuran, onların taleplerini savunan bir örgütlülük yoktu miting alanında. Sendikalı-sigortalı olmaları hayal olarak görülen, işçiden bile sayılmayan atölye işçilerinin sesi olacak bir örgütlenme alanda yer almadı. İşten atılmamak için zorunlu mesaiye-düşük ücrete talim eden işçilerin taleplerini dillendiren bir örgütlenme de yoktu. Öte yandan içinden geçtiğimiz dönemde sendika, sigorta ve iş güvencesi gibi ayrıcalıkları ellerinden alınan işçilerin güya çıkarlarını savunan sendikalar da silik bir katılım sergilemişlerdi.
Avrupa tarzı siyaset, yaşadığımız topraklardaki devrimcilerin siyaset tarzını da belirliyor. Avrupa metropollerindeki 1 Mayıs manzaraları İstanbul 1 Mayısı’na karikatürü olarak aktarılmış durumda. Avrupa’dakine benzer bando takımlarının ve renkli kortejlerin oluşturulduğu, davul ve teflerin çalınıp oynandığı bir 1 Mayıs gösterisi yaşandı. İçeride ölüm oruçları sürerken, devrimciler F tiplerinde yalıtılmışken, işçiler günden güne yoksullaşırken, işten atılmaların sayısı günbegün artarken ve işçi sınıfının ayrıcalıklı kesimlerinin bile ayrıcalıkları ellerinden alınırken 1 Mayıs’ı karnavala çevirmek için gözlerin kör, kulakların sağır olması gerekirdi. Yanı başındaki ezilen ulusa somut bir destek sunamazken Filistin’deki ezilenler için boş laf, kuru ajitasyonun ötesinde yapacak bir şeyi olmadığını bilmezden gelmek için devrimci siyasetten uzak olmak gerektiği gibi.
1 Mayıs alanına müdahale edilememiştir, çünkü öncesindeki yoğun gündemin gerektirdiği siyasi araçlar üretilememiştir. Gerici reformlar altında ezilen işçilerin İsrail işgaliyle boğulan Filistin emekçilerinin sorunlarının çözümüne yönelik araçlar üretilememesi bir tarafa, devrimciler F tipi saldırıları bile Mayıs alanına taşıyamamış; taşımamıştır.
Siyasi gelişmelerin gelgiti devrimci hareketin gündeminin de günbegün değişmesine neden olmaktadır. Örneğin Filistin’in işgali zindan direnişlerini gündemden düşürme pahasına izlenmiştir. Gündemde “daha önemli” başka sorunlar olduğunu öne sürerek, bu sorunun kenarından geçmeye çalışanlar yanılmakta ve başkalarını da yanıltmaya çalışmaktadır. Zindanlardaki direnişin devrimci iradenin çiğnenmesine izin vermeden sonuçlanmasını sağlamadan ne IMF saldırılarına işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda bir yanıt verilebilir; ne yaklaşan savaşa karşı bir devrimci karşı koyuşun temelleri atılabilir; ne de Kürt halkının en temel ve mütevazi haklarının elde edilmesi yolunda bir adım atılabilir. Kaldı ki devrimci hareket bizzat kendisini ilgilendiren bu direniş konusunda basiretli bir tutum almadan, işçi sınıfı gözünde kaybettiği güven ve itibarı geri kazanamayacaktır.
Devrimci siyasetin tekrar kitleler içinde yaygınlaşması ancak işçi sınıfı içinde bıkmak, usanmak bilmeyen, yılgınlığa kapılmayan bir örgütlenme faaliyetiyle mümkündür.
Kapitalist saldırıların arttığı bu dönemde sınıfın ayrıcalıklı ve ayrıcalıksız kesimleri arasındaki mesafe bu olumsuzluk vesilesiyle kapanmaktadır. Sınıf içindeki rekabetin, yozlaşmanın yoğun yaşandığı bu dönemde, işçi sınıfı içindeki ilişkilerin örgütlenmeye dönük bir faaliyet üzerinden kurulup sürdürülmesinin önemi bir kat daha artmıştır.
Ancak öte yandan kapitalist saldırılar işçi sınıfının özgürlüğe varmak için devrimci bir yoldan yürümesi gerektiğini de gösteren işaretler sunmaktadır. İşçilerin, birbirlerinden güç aldıkları ve düzenin saldırıları karşısında yalnız kalmamalarını sağlayan örgütlenmelere ihtiyacı var. İşçi sınıfı içinde örülecek dayanışma çalışmaları, işçilerin atölye ve fabrikalarda haklarına sahip çıkmak doğrultusunda onları yönlendirecek olanaklar sunacaktır. Aynı şekilde devrimcilerin işçilerle sağlam, kalıcı bağlar kurması bu şekilde mümkün olacaktır.
Ve bu sayede işçi sınıfı tekrar meydanları sokakları dolduracak, devrimci şiarlar çevresinde örgütlenip burjuva devletinin korkulu rüyası olacaktır. Kaybettiğimiz 1 Mayısları geri almanın da, komünist bir dünyaya ulaşmanın da, bunların gerçekleşmesini sağlayan tek araç devrimci parti ve enternasyonalin kurulmasının da başka bir yolu yoktur.