(Bu yazının orijinali KöZ gazetesinin 2001 Aralık sayısında yayımlanmıştır.)
Birinci emperyalist paylaşım savaşından beri, Karl Kautsky bolşeviklerin takipçileri başta olmak üzere, marksizme sahip çıkanların ezici çoğunluğu tarafından “dönek Kautsky”, “melun Kautsky” olarak anılıyordu. Uzun zamandır marksistlerin ezici çoğunluğu da Kautsky’yi “alman sosyal demokrasisinin önderi” veya Avusturya Marksizmi denilen ekolün “kurucusu ve fikir babası” olarak değil, “dönek Kautsky” olarak anıyor. Hatta bu son kimliği ile Kautsky, bugün marksizmle şu ya da bu ölçüde ilişkisi olanların en çok bildiği şahsiyetlerin arasında gelir. Marksizme ve işçi hareketine fikriyle, emeğiyle, canıyla katkı sunmuş sayısız marksist ve devrimciden pek çoğunun adı bilinmez de “dönek Kautsky”ninki bilinir.
Hatta marksizme ve devrim davasına ihanet etmiş olan pek çok hain de Kautsky kadar bilinmez ve anılmaz. Pek çokları için, hainlerin ve döneklerin başında Kautsky gelir ve neredeyse diğerlerinin unutulmasını sağlayacak bir cüsseyle oturur marksistlerin dağarcığının başköşesine. Çoğu kimse 1918 Alman devriminin ezilmesinde bilfiil rol alan sosyal demokrat liderlerin (örneğin Noske, Ebert ve Scheidemann’ın) adını bile bilmez; ama onu bilir. Kautsky bir döneklik simgesi haline gelmiştir.
Kautsky sanılanın aksine, Birinci Paylaşım Savaşı sırasında doğrudan doğruya hükümetin yanında yer almış değildir. Hatta 1917’de savaş kredilerini destekleyen kendi partisini terk edip, yeni bir Partinin (USPD) kurulmasına ön ayak olan da oydu. Üstelik Kautsky uzun süre İkinci Enternasyonal’e geri dönme taraftarı değildi. Hatta savaşın sona ermesinin ardından, 1921’de yeni bir enternasyonalin, yani “İkibuçukuncu Enternasyonal” diye anılan örgütün kurulmasına da öncülük etti. Bu enternasyonal Kautsky’nin öteden beri temsil ettiği orta yolcu çizginin uluslar arası düzlemde şekillenmesinden başka bir şey değildi. İkibuçukuncu Enternasyonal, İkinci Enternasyonal ile Komünist Enternasyonal’in arasında duran ve asıl işlevi de Komünist Enternasyonal taraftarlarının önünü kesmek olan bir örgüttü. Nitekim İkibuçukuncu Enternasyonal, yine Kautsky’nin gayretleriyle 1923’te İkinci Enternasyonal’e iltihak etti. Ama bu örgüt savaşta emperyalist hükümetlerin yanında yer alanların başında olduğu bir örgüt değildi. Aksine bunlardan kendini ayırmaya özen gösteriyordu. O dönem pek çok marksist bu partiyi “hainlerin partisi” diye anmıyordu. Nitekim Rosa Luxembourg ve Karl Liebknecht de son demlerine kadar bu partinin içinde yer almışlardı. Bernstein da eski partisini terkedip bu partiye katılmıştı.
Doğrusu Rosa Luxembourg İkinci Enternasyonal içinde oportünist bir eğilimin egemen olduğunu ve Kautsky’nin de bunların arasında olduğunu 1907’den beri düşünüp söylüyordu. Onun gibi düşünen başkaları da vardı. Ama bu gibiler, aynı zamanda da bu oportünistlerden kopmamak gerektiğini en ısrarlı biçimde savunanlardı. Bu yüzden savaş patlak verdikten sonra da eleştirilerini esirgemeseler de bu eleştirileri partilerinden ve İkinci Enternasyonal’den kopmak için bir gerekçe olarak görüp göstermediler.
Hatta herkesten fazla SPD’nin ev sahibi olarak anılmayı hak edenlerin başında gelen Kautsky ve Bernstein bile Rosa Luxembourg ve arkadaşlarından daha kararlı ve atak davrandılar. Kautsky, Bernstein ve SPD’nin başka önde gelen temsilcileri sosyal demokrat parti içindeki milliyetçi ve şoven eğilimlerin iflah olmaz bir çizgide olduklarını ve bu yüzden enternasyonalizmin ve sosyal demokrasinin onulmaz yaralar alabileceğini düşünmeye başladılar. Hatta partilerinden kopma konusunda Rosa Luxemburg ve arkadaşlarından daha erken davrandılar.
1917 yılında Rusya’da Lenin Nisan konferansında “sosyal demokrasinin kirli gömleğini çıkarıp komünist ismini almalıyız” önerisini yaparken, aşağı yukarı aynı günlerde, Kautsky ve arkadaşları da Gotha kentinde bir konferansta yeni bir partinin kuruluşunu ilan etmek üzereydiler. Bu konferansın ardından SPD’nin 120 bin üyesi (geride kalanlar ise 170 bin idi) koparak Bağımsız Sosyal Demokrat Parti’yi (USPD bağımsız vurgusu “İkinci Enternasyonal’den bağımsız” anlamına da geliyordu) kurdular. Rosa Luxembourg ve arkadaşları da bu partiye katılacaklardı.
Rosa Luxembourg ancak Sosyal Demokrat Parti milisleri tarafından öldürülmesinden birkaç hafta önce USPD’den ayrılarak bağımsız bir parti kurmaya razı oldu (Aralık 1918). Halbuki o sıra devrimin yıkıntıları ve Luxembourg ve yoldaşlarının cesetleri üzerinde SPD ve USPD koalisyon pazarlıkları yapıyorlardı. Devrimin yenilgiye uğramasından sonra, USPD, karşı devrimci SPD ile bir koalisyona girdi; solu temsil ettiği varsayılan ve öyle sunulan ama aslında daima dengeyi temsil etmeye özen gösteren Kautsky, tıpkı Kerensky gibi, kendini devrim hükümeti diye tanıtan karşıdevrim hükümetinin dışişleri bakanlığını üstlendi. Pek çokları Kautsky’nin sosyalizm davasına ihanet ettiğine ancak bu noktadan sonra inandılar. Ne yazık ki, savaşa karşı tutumu nedeniyle Kautsky ve benzerlerinin karşı devrimci bir işlev göreceği devrim dalgası patlak verinceye kadar, bolşeviklerin dışında kalan geniş bir enternasyonalist çoğunluk tarafından anlaşılamadı.
Savaş Değil Devrim Kautskycilerin İçyüzünü Ortaya Çıkardı
Rus devriminin ilk yıldönümünde bu devrimin rüzgarıyla Almanya, Avusturya ve Macaristan’da patlak veren devrim dalgası, Luxembourg, Liebknecht ve yoldaşlarının hayatına mal olduğu gibi, Kautsky, Fritz Adler ve benzerlerinin geç de olsa gerçek yüzlerinin açığa çıkmasını sağlayan bir dönemeç oldu. 1918 Devrimlerinin yenilgiye uğramasından sonra, Rosa Luxembourg’un terk etmemekte ısrar ettiği, Troçki ve başkalarının yeni bir enternasyonalin kuruluşunda yer almasını istediği Kautsky’nin merkezci USPD’si, karşı devrimci SPD ile bir koalisyona girdi. Fritz Adler de, Avusturya’da Kautsky’le benzer bir konuma oturdu. Bundan sonra Kautsky ve onun çizgisini takip edenleri hain ve dönek olarak ananların sayısı arttı.
Hatta bolşevikler arasında bile böyle bir tereddütlü tutumu benimseyenler çoğunluktaydı. Nitekim ünlü Nisan Konferansı’nda Lenin, Kautskycilerin de dahil olacağı Stockholm Konferansına katılmanın Üçüncü Enternasyonal’i geciktiren bir tutum olacağını söyleyerek, bu konferansa katılmamak gerektiğinde ısrar ettiyse de, konferans, Stockholm’e gitme kararı aldı.
Ekim Devrimi’nin ardından Kautsky’nin tüm birikimi ve otoritesiyle bu devrime önderlik eden partinin ve sovyet cumhuriyetinin karşısında yer aldığı bilinir. Bu elbette doğrudur. Ama Kautsky’nin hemen ve doğrudan doğruya bu devrime karşı çıktığı doğru değildir. Aksine Kautsky Lenin’in “Dönek Kautsky” başlıklı eleştirisine konu olan “Proletarya Diktatörlüğü” başlıklı kitabına “Rus Devrimi tarihte ilk kez bir sosyalist partinin Rusya gibi büyük bir ülkenin yönetimine ele geçirmesine imkan vermiştir” diyerek başlamıştı. Hatta bu olayın Paris Komünü’nden daha önemli bir gelişme olduğunu söyledi. İşte Kautsky’nin bir yandan kendini oportünistlerden ayrı tutarak marksizm ve sosyalizm zemininde durup; bir yandan da burjuva demokrasisinin bekçiliğini elden bırakmaması asıl kafa karışıklığına neden olan olgudur.
Kautsky Açıkça Karşı Devrim Saflarına Geçiyor
Uyduruk sayılabilecek bir bahaneyle 1914 Ağustosu’nda resmen başlayan Birinci Dünya Savaşı pek şaşırtıcı olmadı. Zira uzun zamandır geliyorum diye bağırıyor, Balkan Savaşları, Trablusgarp savaşı, Fas krizi vb. provalarla kendini belli ediyordu. Asıl büyük şaşkınlık, o güne kadar öne çıkan belli başlı tartışmalarda, Stuttgart, Basel kongreleri gibi savaşa karşı tutum hakkında devrimci kararların alındığı kongrelerde devrimci bir görünüm sergilemiş olan İkinci Enternasyonal önderlerinin savaş karşısında kendi burjuvazilerinin yanında yer almasıyla yaşandı. “Enternasyonal savaş değil barış aracıdır” diyen Kautsky ve taraftarları İkinci Enternasyonal’in uykuya yatmasını mazur gösteren bir tutum alıyordu. Buna kararlı bir biçimde karşı çıkan yalnız bolşevikler oldu. Ama onların tutumunun daha geniş kesimler tarafından benimsenmesi hemen olmadı.
Kautsky ve taraftarları Ekim Devrimi’ne karşı tutum alınca, onun hakkındaki tereddütler bir bir ortadan kalkmaya başladı. O da hayatı boyunca sürdürdüğü ortacı tutumdan adım adım uzaklaştı. Ekim’de Bolşeviklerin izlediği çizgiye karşı çıkmakla ve Almanya’da karşıdevrimci hükümete katılmakla kalmayıp, 1919’dan itibaren “terörün her çeşidine karşı çıkmak lazımdır” fikriyle bolşeviklerin içsavaştaki tutumlarının da karşısında yeraldı; bu maksatla “Terörizm ve Komünizm” başlıklı bir kitap yazdı. Hayatının sonuna kadar bu karşı devrimci çizgide adım adım yol aldı.