[Aşağıdaki yazı Köz gazetesinin Aralık 2001 sayısından alınmıştır.]
Tıpkı Kürt sorunu gibi Kıbrıs sorunu da Türkiyeli sosyalistlerin öteden beri kekeme davrandığı bir konu olageldi. Türk solu içindeki çoğu akım Kıbrıs sorununu bir millî mesele olarak gördü ve Türk halkının bu konudaki “hassasiyeti”ni bildiği için bu konuda sessiz kalmayı tercih etti. İşgal ordusunun Kıbrıs’tan çıkmasını açıkça isteyenler hep azınlıktaydı.
Ama asıl sorun sosyalistlerin bu konuda ellerinde sağlam bir kılavuz olmadan hareket etmeleriydi. Bu yüzden sosyalist hareketin ana gövdesi bu konuda görüşlerini açıkça dile getirmek yerine sorunu «barış demokrasi» gibi yuvarlak, her tarafa çekilebilir laflar kullanarak geçiştirmek istediler. Bugün de bu durum değişmedi. Türkiyeli sosyalistler ne Türk ordusunu ve devletini açıkça karşılarına alabiliyorlar ne de Kıbrıs’a ilişkin devrimci bir perspektife sahipler.
Sosyalist akımlar içinde Kıbrıs meselesine ilişkin yaygın olarak savunulan çözüm «iki halkın kardeşçe, eşit ve özgür olarak yaşadıkları» federatif ve demokratik bir Kıbrıs Cumhuriyeti. Oysa TC’nin savunduğu resmi tez de «iki toplumlu bir federasyon» yahut bir konfederasyondur. Klerides’in son önerisi de İsviçre tipi bir kanton sistemidir. Doğrusu bütün bu çözüm önerileri en azından kağıt üzerinde birbirlerine fazlasıyla benzemektedir. Bu farklar aydınlatılmadan kafa karışıklığı ve sosyalistlerin bulanık görüşleri de netliğe kavuşamaz.
Doğrusu Kıbrıs vesilesiyle asıl öne çıkan sorun burjuva devletlerinin genel bir açmazını göstermektedir. Kapitalist üretim ilişkileri üzerinde yükselen burjuva devletinin farklı türlerini ifade eden hiçbir devlet farklı ulusların ortak bir devleti olamaz. Biraz zorlanarak da olsa buna aykırı gibi görünen İsviçre Konfederasyonu, olsa olsa küçük ve tekil bir istisna olarak ihmal edilebilir. Bunun dışındaki tüm federatif çözümler (ABD, Almanya, vb.), ulus esasına göre değil, idari esaslara göre şekillenmiştir. Bunun en çarpıcı örneği ise piyasa ekonomisine ve burjuva devlet modeline geçişe karar vermelerinden itibaren özellikle SSCB’de, kısmen de Yugoslavya ve Çekoslovakya’da yaşananlardır. Bu devletler burjuva tipte bir federasyona dönüştürülmek istendiğinde dağılmak zorunda kalmışlardır; çünkü orijinal yapıları ayrı cumhuriyetlerin birliği biçiminde kurulmuştur. Bu bakımdan TC Kıbrıs’ta «iki toplumlu bir federatif çözüm» istediğinde bu çözümün mümkün olmadığı kendisine defalarca müttefik ve muarızları tarafından hatırlatılmaktadır. Bu açmazın daha iyi anlaşılması için ise zaman zaman «o halde Kürtlerle Türkler de iki toplumlu bir federasyon oluşturabilir» fikri adeta bir şantaj unsuru olarak TC’nin önüne sürülmüştür. Böylece TC diplomatik alanda çözümsüz bir açmaza itilmektedir. İki toplumlu federatif bir burjuva çözümü sadece diplomatik alanda TC’yi sıkıştırmak için kullanılan bir polemik aracıdır; sahici bir siyasal çözüm değildir.
Oysa ne yazık ki, Kürt yurtseverleri arasında da bu hayali çözümün kendileri için mümkün olabileceğine inananlar çıkmıştır; hala da vardır. Oysa bir burjuva devleti çerçevesinde olduktan sonra, federasyon ile üniter devlet modellerinin ulusal sorun bakımından esaslı bir farkı yoktur; bu modellerin her ikisi de ezen ulus ezilen ulus ayrımını değiştirmeden korur.
TC’yi dış politikada sıkıştıran bu durumla ilintili kafa karışıklığı sürerken sosyalistlerin çoğu için de başka bulanıklıklar vardır. Söz konusu Kıbrıs olunca, hemen herkesin aklına nasıl olacağı pek somutlanmamış demokratik bir Kıbrıs’tan ya da bir federasyondan başka bir şey gelmiyor. Üstelik bu talepler zaman zaman Kıbrıs halklarının kendi kaderlerini tayin hakkı olarak göstermeye çalışılıyor. Halbuki hem federasyon hem Demokratik Kıbrıs çözümleri bazen Kıbrıs’ta emperyalistlerin Türkiye ile pazarlık yaparken masaya koydukları çözüm önerileri arasında yer alıyor; bazen de TC’nin ve onun Kıbrıs’taki uzantılarının resmi tezleri olarak gündeme geliyor. Bu durumda Türk solu Kıbrıs halkının kendi kaderini tayin hakkını savunur görünürken aslında onun Avrupa sermayesinin egemenliğine girmesini savunmuş oluyor. PKK’nin demokratik cumhuriyet talebini reformist ve teslimiyetçi bularak yerden yere vuranlar Kıbrıs’ta aynı çözümün devrimci bir tutum olduğunu savunurken hiç rahatsızlık duymuyorlar.
Kıbrıs sorununa getirilen burjuva çözüm önerileri emperyalizmin bölgedeki hakimiyetinin pekişmesinden başka bir şeye yol açmaz. Bunlarla ayrımları belirsiz olan reformist çözüm önerileri de aynı değirmene su taşır.
Kıbrıslı emekçilerin kendi kaderlerini tayin etmeleri burjuva diktatörlüğünün federasyon, demokratik cumhuriyet ya da başka bir biçimi altında mümkün değildir. Kıbrıs’ın özgürleşmesi için adadaki iki diktatörlüğün de devrimle yıkılması gereklidir. Kıbrıs sorununun ezilenler açısından adil olan bir tek çözümü vardır; o da Ekim devriminin ardından kurulan sovyet cumhuriyetleri birliğinin yoludur. İki diktatörlüğün boyunduruğu altındaki Kıbrıs halklarının ulusal sorununun çözümü bağımsız sovyet cumhuriyetlerinin özgür birliğinden başkası olamaz. Bu bakımdan Kıbrıs sorununun çözümü ile Kürt sorununun çözümü farklı değildir. Kıbrıs sorununda TC’yi siyasal bakımdan ve diplomatik arenada asıl sıkıştıran da bu gerçekten başka bir şey değildir.