[Bu yazının orijinali KöZ’ün Ekim-Kasım 2001 tarihli 18. sayısında yayımlanmıştır]
«Bu Örgütün Arkasında Kim Var?»
İşçi sınıfının en çok ezilen, sömürülen, örgütsüz kesimlerinin örgütlendirilmesi öteden beri komünistlerin kitle çalışmasında öncelikli hedeflerinden biridir. İçinden geçtiğimiz gericilik dönemi koşullarında bu ihtiyaç azalmamış, artmıştır. Bu alanda somut adımlar atmanın eşiğindeyken, kitle örgütlerinde nasıl çalışılacağı ve bu örgütlerin hangi temeller üzerine oturtulması gerektiğinin saptanması önem taşıyor. Kurulmasına öncülük edeceğimiz kitle örgütlerinde çalışırken şimdiden karşılaşmakta olduğumuz ve karşılaşacağımız kimi sorunlara değinmekte fayda var.
Sorumluluğunu paylaştığımız ya da tamamen üstümüze aldığımız bir kitle örgütünde, kitle örgütüne katmak istediğimiz emekçilerin bize sık sık yönelteceği bir soru olacaktır: Bu kurumun arkasında hangi örgüt var?
Bu soru, amaç ve ilkelerini, bir politik kimliklerini öne çıkararak siyasal faaliyet yürütmeyi tercih edenler açısından tuzaktır. Politik kimliği aslında örgütü saklamak maksadıyla bulunmuş bir kurnazlık diye düşünenler az değildir. Bu gibiler soruya hemen politik kimliklerini bildirerek yanıt verirler. Böylece gerçek kimliklerini gizleyen bir tutuma düşmüş olurlar. Kimi durumlarda bu yol kısa vadeli yararlar sağlasa da, asıl politik kimlik hakkında yani neyin savunulduğu ve başkalarıyla ayrımların nerede olduğu konusunda bir şey söylenmemiş olmaktadır. Bu soruya kaçamak cevaplar vermek de, imalı yanıtlarla geçiştirmek de, aynı kapıya çıkar.
Bu soruyu yanıtlarken, Komünistlerin birliğini savunanlar, kimlerin bu kitle örgütünün arkasında durduğuna değinmekten çok, kimlerin bu örgütün arkasında durabileceğini vurgulamalı, söz konusu kurumun amaç ve işlevlerine ilişkin görüşlerini öne çıkarmalıdır. Zira böyle bir örgütü kurmak için bir araya gelenler öncelikle kendi siyasi görüş ve amaçları üzerinde değil kurulacak dayanışma örgütünün amaçlarında ortaklaşmıştır. Kitle örgütünde çalışanlar olarak temel amacımız bu dayanışma örgütünün adına yakışır bir kitle örgüt haline gelmesi olduğuna göre bu örgütün ne işe yaradığının, hangi amaca hizmet ettiği üzerinde durmak gerekir.
Öte yandan, «bu tür kitle örgütlerinin arkasında durabilecek bir parti yoktur» yanıtı bizim kimliğimizi ve neyi savunduğumuzu en net ifade eden yanıttır. Madem ki biz sendikalarda, kooperatiflerde vb. çalışmanın yol ve ilkelerini Komünist Enternasyonal belgelerinde ifade bulan bolşevik deneyimden çıkartıyoruz; kitle örgütlerinin işlevlerine ve işçilerin ihtiyaçlarına en uygun işleyişinin güvencesi olması gereken böyle bir örgütün mevcut olmadığını söylemek doğruyu dosdoğru söylemek anlamına gelir. Elbette bu, kitle çalışmasından yan çizmek için de bahane edilen bir saptamadır ve buna dikkat edilmelidir. Bizim bu gibilerden farkımız, «devrimci bir parti yoksa kitle çalışması yapılmaz, siyasal mücadeleye katılınamaz» türünden tutumlardan uzak duruşumuz olmalıdır. «Kitle örgütlerinin arkasında durabilecek bir bolşevik parti yok» saptaması bu elverişsiz koşullarda kitle örgütlerinde bolşevik çalışmanın yerel ve kısmi ölçeklerde somut olarak gösterilebilmesi için daha gayretli bir çalışmayı gerektirir. Ancak o zaman «size varolanların hepsinden farklı böyle bir parti lazım; komünistler bunun için mücadele ediyor» fikri öne çıkarılmış olur. Bu da bizim politik kimliğimizin özü, öncelikli amaçlarımızın dile getirilmesinden başka bir şey değildir.
«Bu Örgütün Arkasında Kimse Yok» Diye Kim Der?
Kitle örgütlerinde çalışırken, hiçbir zaman “bu örgütün arkasında kimse durmuyor; durmamalı” anlamına gelmemelidir. Emekçilerin devrimci örgütler hakkında hakim ideolojinin pompaladığı “endişelerini gidermek” adına “bizim örgütlerle bağlantımız yok” türünden açıklamalar devrimcilere değil, reformistlere ve legalist tasfiyecilere yakışır.
Kurulmasına öncülük ettiğimiz kitle örgütünde çalışırken “örgütlerle bağlantımızın olmadığı”na dair güvenceler vermek, öncelikle kitlelerin geri bilincine teslim olmanın da ötesinde böyle bir geri bilincin yaratılmasına aktif olarak katılmak anlamına gelir.
Kaldı ki, demokratik kitle örgütlerinde çalışırken devrimci kimliğimizi saklamak aynı şekilde kitlelere yalan söylemek anlamına da gelir. Eğer daha sonra siyasi bir çalışma içinde olacaksak daha baştan kimliğimizi sahiplenmeliyiz. Zira bu kimlik daha sonra ortaya çıktığında başlı başına bir güvensizlik kaynağı olacaktır. Yani bir kez daha işçilerin devrimcilere güvenmemesi gerektiği konusundaki burjuva propagandasının değirmenine su taşınmış olur.
Elbette bir kitle örgütünde çalışırken çevremizdekilere daha siyasi sohbetler etmeden, onların güvenini pratikte yapılan iş içerisinde kazanmadan devrimci olduğunu açıklamak kimi zaman sorunlar çıkmasına neden olabilir. Ama bu çevremizdeki ilişkilerin siyasallaşması için hiç emek vermediğimiz, onun devrimciliğe dair yaygın inanışını değiştirmek için hiç çabaladığımız bir durumda gerçekleşir. Oysa tam aksini yapmak, işçilerin çıkarlarının korunması için en gayretli mücadeleyi verenlerin devimciler, komünistler olduğu öne çıkarılmalıdır. Bunun da lafla değil emek harcayarak yapılmak zorunda olduğu açıktır. Devrimci kimliklerini savunmak için en büyük fedakarlıkları göze alan devrimcilerin kitle örgütlerinin işlevli hale gelmesi için parmaklarını bile oynatmak istememeleri bir kez daha devrimcilere olan güvensizliği pekiştiren bir tutum olur. Bu tür bir etki yaratmaktansa kitle örgütlerine hiç bulaşmamak yeğdir.
Kitle örgütlerindeki muhataplarımızın bizim neden devrimci olduğumuzu anlamasına ve devrimcilerin varlığının kitle örgütleri için niçin zorunlu olduğunu kavramasına izin vermeden, bunun için gayret göstermeden, sekter bir tarzda devrimci olduğunu açıklamak maharet sayılmamalıdır. Bu tutum kitleleri kendi görüşlerine kazanmak isteyenlerin değil, onları zorla terbiye etmeye çalışanların tutumu olabilir. Genellikle siyaseti kapalı kapılar ardında ve sınırlı kişilere ancak onları bir örgüte devşirmek için yapanlar üstteki durumla karşılaşırlar; çoğunlukla da kitleleri kedi görüşlerine kazanamamış olurlar.
Demek ki, kitle örgütlerinde çalışırken devrimci kimliğin meşrulaştırılması başlı başına bir iş olarak önümüze çıkar. Bunu yaparken devrimci siyasetin kitlelerin yaşamına yabancı bir şey olmadığı ortaya konmalıdır. Devrimciliğin düzenin saldırılarına karşı bir çözüm yolu olduğu öne çıkarılmalıdır. Devrimciliğin herkesin yapabileceği ve yapmak zorunda olduğu bir şey olduğu vurgulanmalıdır. Bunlar yapılmazsa devrimci olmak kitlelere yabancı bir şey olarak kalmaya devam edecektir.
Elbette devrimciliği kitlelerin yaşamına yabancı bir şey olmaktan kurtarmak için konuşmak yeterli değildir; bunu hayata geçirecek bir tarz tutturmak gerekir. Böyle bir tarz şimdiye kadar devrimcilerin kitle örgütlerindeki çalışma tarzlarından farklı olmalıdır.
Kitle Örgütlerinde Çalışırken Ne Yapmamalı?
Genellikle kitle örgütlerinde devrimcilerin çalışma yürütmesi hep sorunlu bir durum olarak bilinir. Devrimciler kitle örgütlerinin kendilerine siyaset yapma olanağı tanımadıklarından şikayetçidir. Kitle örgütlerinin yöneticiliği sorumluluğunu üstlenmiş olanlar ise, devrimcilerin kitle örgütlerine zarar verdiğini, devrimciler yüzünden devletin sürekli olarak kitle örgütlerine saldırdığını ileri sürer.
Devrimcilerle kitle örgütleri arasındaki mesafenin bu denli açık olması devrimci siyasetin bugünkü konumu açısından ibret verici. Biz devrimcilerin kitle örgütlerinin biricik güvencesi olduğunu ileri sürerken, kitle örgütlerinin kendi sürekliliklerini korumak amacıyla devrimcilerden uzak durmak istemeleri vahim bir durumdur.
Öncelikle bu durum emekçilerin önderliğini kazanıp, onları hakim sınıflara karşı seferber etme iddiasındaki devrimcilerin bir kitle örgütünü çekip çevirmekten onun içinde sürekli bir faaliyet oluşturmaktan aciz olduğunu gösterir.
Bununla birlikte devrimciler kitle örgütlerine ikameci ve bürokratik bir anlayışla, dar ve kısa vadeli çıkarlar peşinde yaklaştıkları takdirde kitle örgütlerinin başındakilerin eleştiri ve şikayetlerini hak etmiş olurlar. Kendi örgütsel faaliyetlerini kitle örgütleri üzerinden yürütmek, bu şekilde kendilerini kamufle etmek isteyenler ikamecidirler. Örneğin ölüm oruçlarına ilişkin bir basın açıklaması yapılacaksa bu açıklamayı yapmak isteyenler kendi bağımsız eylemini düzenleyip, kendi örgütsel görüşlerini özgürce emekçilere duyurmak yerine, kitle örgütlerinin ardına saklanmayı tercih ediyorsa bu tutuma düşmektedir. Görünüşte bu tutumun bir çok avantajı vardır. Her şeyden önce devrimci görüşleri özgür ve bağımsız bir temelde emekçilere ulaştırmak zahmetli ve belalı bir iştir. Bunu gerçekleştirmek için devletin sansürüne takılmayan bağımsız bir yayın organı, bu yayını devletin denetimini atlatarak emekçilere ulaştıracak örgütler gerekir. Kendi görüşlerini özgürce duyuracak eylemler düzenleyecek eylemler yapmak ise apayrı bir örgütsel kapasite ister. Oysa kendini sansürleyip siyasi faaliyetini bir kitle örgütünün adı altında yürütmek daha zahmetsizdir. Yaşadığımız topraklarda bağımsız eylemler örgütleme kapasitesine sahip örgütler bulunmamaktadır. Bu nedenle tercih edilen yol her zaman ikinci olmaktadır.
Dahası kitle örgütleri aracılığıyla kendi görüşlerini duyurmak, kendi görüşlerini “halka mal etmenin” daha kolay bir yöntemi olarak görülmektedir. “Madem kitle örgütleri kitlelerin örgütleri. Bir kitle örgütü siyasi açıklama yaparsa o açıklama da kitlelerin o konudaki düşüncelerini dile getirir” öyleyse kendi siyasi faaliyetimizi kitle örgütleri üzerinden yapalım. Yaygın ve yanlış kavrayış böyledir. Bu kavrayışa sahip olanlar söz konusu kitle örgütlerinin kitlelerle ilişkilerinin ne düzeyde olduğunu hiç sorgulamazlar.
Bu ikameci yaklaşımların sonucunda etkisiz bir siyasi örgüte dönen kitle örgütleri, kitle örgütlerine gerçekten ihtiyacı olanların haklı bir şekilde şikayet ettikleri gibi devletin doğrudan hedefi haline gelmektedir. Bağımsız siyaset yapabilecek bunun arkasında durabilecek gücü kendinde bulamayan devrimci örgütler bu açıklarını kitle örgütlerine yaslanarak kapamak isterler. Bağımsız yayın organları aracılığıyla söylenmesi gereken şeyler kitle örgütlerinin bültenleri diye yayınlanır. Kendileri basın açıklaması yapmak için izin alamadıkları için kitle örgütü aracılığıyla basın açıklaması yapılır. Basın açıklaması yerine daha militan bir eylem, örneğin korsan gösteri, yapmak istenirse o zaman bu korsan gösteri için gerekli molotoflar kitle örgütünde hazırlanır, pankartlar kitle örgütünün deposunda saklanır, bildiri basmak için kitle örgütünün yazıcısı kullanılır. Kitle örgütleri bu tutumla birlikte devletin seçmeli terörünün doğrudan hedefi haline gelirler. Kendi örgütsel güçsüzlükleri nedeniyle kitle örgütleri aracılığıyla siyaset yapmaya yönelenler, devletin kitle örgütlerine saldırdığında elbette bu örgütlerin ayakta kalması için emekçilere destek olacak durumda değildir. Bu yüzden de devletin saldırıları, bu saldırılardan yıpranan emekçilerin kitle örgütlerini terk etmesiyle sonuçlanmaktadır.
Bu yoldan birkaç hata birden yapılmış olur: birincisi devrimciler kendi kimliklerini açıkça öne çıkamamış olurlar; ikincisi buna rağmen söz konusu kitle örgütünün aslında şu yahut bu örgütün bir yan kuruluşu olduğu izleniminin doğmasına engel olamayarak, bu örgütlerin işlevsizleşmesine yol açmış olurlar. Üçüncüsü kitle örgütlerinin işlevlerini yerine getirebilmeleri için devrimcilerin bu örgütlerin arkasında durmasının zorunlu olduğu fikrinin zayıflamasına hizmet etmiş olurlar.
Kimi devrimcilerin kitle örgütlerine yaklaşımı bürokrattır, çünkü kitle örgütlerinin tabanı içinde çalışmadan, emek harcamadan, bürokratik mekanizmalarla bu örgütleri ele geçirmeye çalışır. Bürokratik mekanizmaları kapmak için gösterilen bu çaba ne yazık ki kitle örgütünün genişlemesi, işlevini daha iyi yerine getirmesi için harcanmaz. Bürokratik tutumun sahipleri “başkaları kitle örgütüne insan katsın ben de onları kendi örgütüme örgütleyeyim” anlayışında oldukları için kitle örgütüne kullanılacak bir nesne gözüyle bakarlar. Kitle örgütlerinin tabanında çalışmayan, bu örgütleri kitlelerin özörgütlenmesi olarak değil de kendi grupçu amaçlarına ulaşmak için birer araç olarak gören devrimciler farkında olmadan kendilerini emekçilerden yalıtırlar. Emekçilerin “devrimciler iyi ki hep bizim yanımızda!” diye düşünmek yerine “Yine solcular geldi gene ortalığı karıştıracaklar!” diye düşünmelerine yol açar. Bu ise hem kısmi ve gündelik çıkarlarını koruyabilmek için devrimcilerin önderliğine ihtiyacı olan kitlelerin donanımsız kalmasına yol açtığı gibi; siyasi hedeflerine ulaşmak için kitlelerin aktif desteğine ihtiyacı olan devrimcileri de temel dayanaklarından mahrum bırakır.