Bu yazı Ekim 2003 Tarihli Proleter Devrimci KöZ’ün 12. sayısında yayımlanmıştır.
11 Eylül 2001 günü sabah saat dokuzda American Airlines şirketinin bir yolcu uçağı 81 yolcusu ve 11 mürettebatı ile birlikte New York’un medarı iftiharı Dünya Ticaret Merkezinin ikiz gökdelenlerinden kuzeyde olanına çarptı ve infilak etti. 15 dakika sonra bir United Airlines yolcu uçağı 56 altı yolcusu ve 9 mürettebatı ile güneydeki kuleyi vurdu. Yarım saat sonra American Flight şirketinin bir uçağı 58 yolcusu ve 6 mürettebatı ile ABD savunma bakanlığının ünlü Pentagon binasının çok yakınına çakıldı. Bundan bir saat sonra da bir United Flight uçağı 38 yolcusu ve 7 mürettebatı ile herhangi bir belirgin hedefe yönelmeden düştü veya düşürüldü.
Kısa zaman içinde ABD’deki belli başlı hassas merkezler ve büyük gökdelenler boşaltıldı. Belli başlı kentlerde olağanüstü hal ilan edildi. Hava kuvvetleri ve deniz kuvvetleri harekete geçti. ABD semalarındaki uçak trafiği başka yerlere yönlendirildi ve/veya kısıtlandı. ABD’nin dünyanın dört köşesindeki elçiliklerinde ve askeri üslerinde hemen yüksek düzeyde alarm vaziyetine geçildi. İsrail de benzer tedbirler aldı.
Günün ilerleyen saatlerinde, Bush bir terörist saldırı ile karşı karşıya olduklarını ve ABD’nin saldırganları bulup cezalandıracağını ilan etti. Göz açıp kapayıncaya kadar saldırının sorumlusunun Usame Bin Ladin’in El Kaide örgütü olduğu konuşulmaya başladı. Taliban’ın ruhani lideri Molla Ömer eylemle bir ilişkileri olmadığını açıkladı ve Usame Bin Ladin’in de olayla ilgisi olmadığını söyledi. Töhmet altındaki Hamas, İslami Cihad, ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi örgütleri de ABD’ye çatmakla birlikte bu eylemlerle ilişkileri olmadığını açıkladılar.
Tarihte görülmüş en büyük ve kapsamlı intihar saldırısı idi 11 Eylül 2001’de gerçekleşen. Pek çok yerde insanlar «hepimiz Amerikalıyız» diyerek ve her türlü şiddet eylemini lanetlemek üzere, sokaklara döküldüler.
Hemen ardından «artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak» tekerlemesi dünyanın dört bir yanında dillendirilmeye başladı.
Beri yanda ABD sanki tam da bu eylemi bekliyormuş gibi, hazır bir planı yürürlüğe koydu ve Afganistan harekatından son Irak saldırısına kadar uzanıp devam eden süreç tetiklendi. Bu nedenle ve bu eylemin ABD’nin uluslararası çapta ve kapsamlı bir planı bir çırpıda yürürlüğe koymasına bakan kimileri bu eylemin ABD’nin «derin devleti» tarafından tertiplenmiş bir komplo olduğuna dair spekülasyonlar yaptılar. Hala da bu konudaki spekülasyonlar sürmekte.
Doğrusu bu tür spekülasyonlarla uğraşmak akla ziyandır; asıl gerçekler haber kaynakları emperyalistlerin kontrolündeki acar gazetecilerin gayretleriyle veya kurnaz bulmaca ve polisiye roman meraklılarının fikir jimnastikleriyle değil, geçen yüzyılın başında Rusya’da olduğu gibi gizli servis belgelerinin proletarya tarafından ele geçirilip ifşa edilmesiyle ortaya çıkacaktır. Yahut ABD’nin emperyalist rakiplerinin istihbarat çalışmalarıyla yahut bir taraftan bir tarafa geçen ajanların sızdırmaları sayesinde kimi belgeler ve bilgiler ortaya dökülebilir. Ama bu durumda da söz konusu olan asıl gerçeklerin ortaya konması değil söz konusu emperyalistlerin işine gelen gerçeklerin ortaya dökülmesinden ibaret olacaktır. Bu nedenle devrimcilerin bu senaryolara ve spekülasyonlara kafa yorma gayreti akıllara ziyandır ve savrulmalara neden olur.
Asıl altı çizilmesi gerekenler şunlardır:
* Birincisi 11 Eylül 2001’de gerçekleşen intihar saldırıları ABD’nin dünya çapında kapsamlı bir saldırı planını hayata geçirmek üzere düğmeye basmasına bahane olmuştur. Bu bakımdan, bu eylemlerin faili kim olursa olsun ABD’nin işine gelen bir süreci tetiklediği kesindir. Bu noktanın altını çizmekle yetinip, işin içinde başka ne tür tertipler olduğuna yahut olmadığına kafa yormamak gerekir.
* İkincisi 12 Eylül gününden itibaren yürürlüğe konan uzun vadeli ve kapsamlı bir plan olduğunun altını çizmek bu eylemi kimin nasıl gerçekleştirdiği ile ilgilenmekten daha önemlidir. Zira mademki, bir günde hazırlanıp yürürlüğe konabilecek nitelikte olmayan bir kapsamlı plan vardır, o halde bu plan bir günde hazırlanmış değildir. Tam da bu nedenle, 11 Eylül olsa da olmasa da yürürlüğe konmak üzere hazırlanmış bir planın varlığı bu planın uygulanmasını tetikleyen olaydan daha önemlidir.
* Üçüncüsü ABD’nin 11 Eylül’de tetiklenen ama 11 Eylül olmasaydı da bir biçimde yürürlüğe koyacağı emperyalist saldırı planının anlam ve içeriğinin net bir biçimde bilince çıkarılması gerekir. Bu saldırı planı sonuçları itibari ile tabii ki dünyanın emekçilerini ve ezilen yığınlarını vuracaktır. Ama bu sonuca bakarak ABD’nin planının asıl amacının emekçilere ve ezilenlere sert bir darbe indirmek olduğunu sanmak yanılgı olur. ABD’nin saldırı planı esas olarak emperyalistler arası paylaşım kavgasının keskinleşmesi çerçevesinde anlaşılmalıdır. Bu planın ana ekseni emek ile sermaye arasındaki güçler dengesini değiştirmek üzerinde değildir. Dünyayı paylaşmış olan ve kendi aralarında yeniden paylaşma gayretinde olan emperyalistler arasındaki güçler dengesini yeniden kurmak üzerine oturmaktadır. Asıl ve doğrudan hedefi emekçileri vurmaktan ziyade rakiplerini köşeye sıkıştırmaktır.
* Dördüncüsü bu çatışmadan emekçilerin ve ezilenlerin büyük zarar göreceği doğrudur. Daha önceki büyük, küçük paylaşım kavgalarında da öyle olmuştur. Ama sermayenin emeğe zarar vermesi için paylaşım kavgalarını beklemeye hacet yoktur. Zira sözümona emperyalist refah ve sözümona barış dönemlerinde de sermaye emeğin sömürüsü ve emekten yana güçlerin baskı altında tutulması sayesinde ayakta durur. O nedenle emperyalist saldırılara karşı siyaset belirlerken, bu siyasetin temel çelişki üzerine oturtulması, taktik tutumların bu ana stratejiye tabi olarak belirlenmesi önemli ve zaruridir.
* Beşincisi bu nedenle, 11 Eylül’de tetiklenen sürecin emperyalistler arası paylaşım kavgasının keskinleşmesine yol açtığının saptanması, aynı zamanda dünyaya hükmeden finans kapitalin iç krizinin ve çelişkilerinin keskinleşmesi anlamına gelir. Bu koşullar bu sisteme çatışan taraflardan bağımsız bir müdahale için elverişli koşullar demektir. Bu durumda böyle bir müdahale yapma iddiasındaki devrimciler açısından en önemli husus, çatışan taraflardan bağımsız bir duruşu, bağımsız bir plan ve programı ortaya koyma konusundaki titizlik olmalıdır. Kısmi ve gündelik hesaplardan, yahut böyle bir duruşu ortaya koyacak çapta bir siyasi gücün olmayışından hareketle, çatışan emperyalist kamplardan birinin yahut diğerinin yedeğine düşmek böyle bir bağımsız siyasi gücü oluşturma imkanlarını büsbütün kaybetmek olur. Keza emperyalistler arası paylaşım kavgasının dolaylı ve/veya kısmi sonuçları üzerine kurulu taktik planlar ve yönelişler de dönüp dolaşıp aynı kapıya çıkar.
* Altıncısı, 11 Eylül’ü izleyen süreç ve bu süreçte dünyanın değişik kesitlerindeki devrimci veya sosyalist akımların yönelişleri göstermiştir ki, finans kapitalin iç krizinin ve paylaşım kavgasının keskinleştiği koşullarda işçi sınıfının bu zaaftan yararlanarak sermayenin egemenliğini alaşağı etmesine önderlik edecek bir siyasal önderlik ya da bu konuma yükselebilecek bir çekirdek dünyanın herhangi bir köşesinde mevcut değildir. Dolayısıyla emperyalistlerin paylaşım kavgasının tozu dumanı arasında komünistlerin ödevi, bu koşullardan böyle bir önderliği yaratacak güçlerin toparlanması ve örgütsel bir irade etrafında birleşmesi için yararlanmaktır.
Bu ödevi yerine getirmek için akıldan çıkarılmaması gerekenlerin başında ise «hiçbir şey eskisi gibi olmayacak» tekerlemesi ile yeni icatlar peşinde sağa sola savrulmak yerine, daha önce emperyalist paylaşım kavgasının içinden bir proleter devriminin çıkmasına önderlik eden Bolşevikleri rehber edinmenin önemini vurgulamak gelir. «Her şey o zamanki gibi olmalı» deme cesareti göstermeden onları aşmak da mümkün değildir.
KöZ’ün arkasında duran komünistlerin benimsedikleri ödev budur. «Komünistler Birliği kadar mütevazı Komünist Enternasyonal kadar iddialı» bir dünya partisini yaratmak öncelikli ödevimizdir. Mevcut koşullardan bu ödevi yerine getirmek üzere yararlanmak için gayretlerini yoğunlaştırmak da boynumuzun borcudur.