Kurucu Meclis Nasıl Olur? Bu Doğrultuda Çalışmalar Nasıl Yürütülmelidir?

0

Bu yazı Mart 2017 tarihli “Anayasa Dayatmasına HAYIR!” Köz broşüründen alınmıştır.(Sayfa 19-23)

Anayasaların parlamentolardan çıkmasının burjuva anlamında dahi demokratik bir usul olmayacağı tarihsel deneyimler boyunca kural haline gelmiş ve genel kabul görmüştür. Bir başka deyişle aynı zamanda bir “toplum sözleşmesi” olarak da tarif edilen anayasaların esasen yasama ve yürütme kuvvetlerini vekâleten eline alan heyetler tarafından değil münhasıran bir anayasa hazırlamak için ve toplumun tüm kesimlerini temsil ettiği kabul edilen, en azından böyle kabul edilmesi için yeterli inandırıcılığı olan meclislere verilmesi esas alınmaktadır. Bunlara da kurucu meclis denir.

Parlamenter gözbağlarıyla dünyaya bakanların bir parlamento ile bir kurucu meclis arasındaki farkları idrak etmesi zordur. Zira onlar zaten parlamentoların milleti temsil ettiği kabul edilen seçmenler tarafından vekil tayin edilmiş temsilcilerden oluştuğunu kabul eder. Bunların kurucu meclis seçimlerinin de parlamento seçimleri gibi muhtelif partilerin sundukları aday listelerinin oylanmasıyla belirleneceğini sanması da doğaldır. O zaman kurucu meclis yerine kendini onun yerine koyan bir parlamentodan, onun basit çoğunluğuyla geçen bir anayasa metninin de adına uygun bir anayasa taslağı teşkil edebileceği düşünülür. Ancak bu takdirde tıpkı AKP ve MHP’nin yaptığı gibi mevcut parlamentoda yeterli nisabı oluşturan vekillerin onayladığı bir anayasa taslağını yapmakla, bunu milletin çoğunluğu tarafından yapılmış bir anayasa taslağı gibi kabul etmek ve öyle göstermek kaçınılmazdır ve bu usule söyleyecek bir söz bulunamaz. Böyle bir taslağa seçmenlerin yarısından bir fazlasının onay vermesi halinde de bu metnin “milletin anayasası” haline geleceğini kabul etmek kaçınılmazdır.

Oysa kurucu meclisi parlamentodan ayırmak için birinci şart bu meclisi oluşturacak vekillerin çoğunlukla mevcut siyasi partilerin (üstelik bunlardan 12 Eylül barajını aşabilenlerin) aday gösterdiği parlamenterler olarak değil toplumun muhtelif farklı kesimlerinin birinci dereceden temsilcileri olarak seçilmesi başlıca farkı işaret eder. Bu farkın özü seçmenle seçilen arasındaki bağın kopartılmaması olmak zorundadır. Kimlerin kimlerin vekili olarak kurucu meclise gönderildiği belli olmalı ve bunun en açık göstergesi de seçenlerin istedikleri zaman seçtiklerini geri çağırma ve yenisini gönderme yetkisini elden bırakmaması bir sonraki genel seçimleri beklemek zorunda kalmamasıdır.

Bu anlamda kurucu meclis bir parlamento gibi işlemek üzere tespit edilmeyeceği gibi aynı zamanda bir parlamento gibi seçilmeyen bir meclis olacaktır. Bu kurucu meclisin en demokratik biçimde teşkil olması için ise toplumun muhtelif kesimlerinin örgütlenerek yahut var olan örgütleri üzerinden kendi temsilcilerini belirleyip kurucu meclise göndermesiyle oluşması sağlanmalıdır.

Bu itibarla örneğin var olan muhtelif sendikalar meslek örgütleri yahut muhtelif kitle örgütleri kurucu meclis için temsilcilerini belirlemeye yöneltilmelidir. Mahalleler köyler vb. düzeylerde forumlar ve halk meclisleri oluşturmak suretiyle veya var olan platformlar kullanılarak veya yenilerinin kurulmasını sağlayarak yeni bir anayasa için bir kurucu meclis hareketinin yaratılmasının önü açılabilir. Bu çerçevede en önemlisi parlamenter kurumların dışından ve toplumun tüm kesimlerinin temsilcilerini seçmesinin önü açılarak “kurucu meclis için taban örgütleri” perspektifi ile hareket edilmesi esas olmalıdır.

Bu bakımdan bugün gündeme gelen anayasa referandumunu vesile ederek 16 Nisan’a kadar her düzeyde kitlelerin örgütlenmesini sağlamak ve var olan kitle örgütlerini bu maksatla yönlendirmek üzere bir “kurucu meclis hareketi” yaratılması yeni bir anayasanın demokratik bir yoldan hazırlanması için asgari bir şarttır.

Böyle bir hareketin de kendini 16 Nisan’la sınırlı tutulmaması bilakis referandumun sonucu ne olursa olsun, bilhassa 16 Nisan’dan sonra ve 1 Mayıs’ı öngörerek yükseltilecek bir kampanya ile temellerinin atılması hedeflenmelidir.

Bu kapsamda “yeni bir anayasa için bir kurucu meclis” hedefinin ortaya konması yetmez. Aksine bunun hangi somut basamaklardan yükselerek nasıl oluşacağının yolunun gösterilmesi de gerekir. Bir başka deyişle bir kurucu meclis fikrini sadece ortaya koymakla yetinmeyip bu doğrultuda bir hareketin oluşması için kimi somut adımların atılmasının yolunu pratikte de gösterebilmek gerekir.

Köz’ün arkasında duran komünistlerin bugüne kadar kitle içinde yürüttükleri siyasi çalışmalar da bunun asgari kalkış noktalarına işaret eder ve imkân sunar. Kitle içinde çalışma yürüten başka akımların da öyle ya da böyle muhtelif kurum ve kuruluşlarla ilişkileri vardır. Çaptan düşmüş ve nispeten etkisiz hale gelmiş olsalar da bu istikamette etkin olabilecek sendikalar ve meslek örgütleri de vardır.

Kuşkusuz kurucu meclislerin 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerinden sonra teşkil olan meclisler gibi darbecilerin tayin ettiği temsilcilerden oluşan türleri de vardır; daha temsili ve nispeten “demokratik” türleri de görülmemiş değildir. Bolşeviklerin Çarlık otokrasisinin dayatmalarına ve Menşeviklerin kurucu meclis işlevlerini bir tür parlamentoya devretme gayretlerine karşı Bolşeviklerin savundukları kurucu meclis alternatifi de en demokratik kurucu meclis seçeneğini oluşturur. Rusya’da yüz yıl önce Menşeviklerle sağ sosyalist devrimcilerin hâkim olup parlamentoya çevirmek istedikleri kurucu meclise karşı Bolşeviklerin Sovyetlerin iradesini bir kurucu irade olarak kabul ettirmeyi başarması da bu perspektifle yürütülen hareket sayesinde olmuştur.

Böylelikle Kurucu Meclis’e hâkim olan oportünistlerin reddettiği anayasa taslağı Tüm Rusya Sovyetlerinin Genel Kongresi’nin 10 Temmuz 1918’de toplanan oturumunda benimsendiği zaman Sovyetlerin resmi gazetesi olan İzvestia’da yayınlanarak yürürlüğe girebilmiştir. Bu şekilde benimsenen Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti Anayasası o güne kadar görülmüş anayasaların en demokratiği olduğu gibi, aynı zamanda görülmüş burjuva demokratik meclislerden milyon kere daha demokratik bir usulle belirlenmiş ilk anayasa olmuştur. Kuşkusuz bu anayasanın geçerli olmasının asıl belirleyici koşulu sadece bu demokratik yönü değil o anayasayı benimseyen Sovyetlerin aynı zamanda yasama yürütme ve yargı kuvvetlerinin birliği üzerine oturmakla kalmayıp bu iktidarı uygulayacak silahlı kuvvetleri de bünyesinde barındırmasıdır.

Bu hatırlatmalar ışığında anayasa tartışmaları ve yeni bir anayasa konusunun gündeme geldiği koşullarda Köz’ün arkasında duran komünistler olarak tıpkı on yıl önceki referandumda olduğu gibi referanslarımızı hatırlatmak gerekir. Üstelik Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılına doğru giderken RSFSC Anayasası’nı yeniden hatırlatmak ve yeni bir anayasa için referansların nereden alınması ve alınmaması gerektiğine işaret etmeyi ödev kabul ederiz.

Kuşkusuz sadece bir anayasa için referansları hatırlatmakla da kalmayacağız. Bugün güçlü bir hayır kampanyasına katkı sunarken aynı zamanda sandıktan evet de çıksa hayır da çıksa yeni bir anayasa konusunun gündemden düşmeyeceğini bilakis yeni bir anayasa için kurucu meclis talebinin her hâlükârda daha güçleneceğini unutmuyoruz. Esas olarak “Erdoğan’a ve anayasa dayatmasına hayır” kampanyasında etkin olarak yer almak suretiyle 16 Nisan’dan sonra bu hareketin temellerinin atılması için doğru bir mevzilenme sağlamış olacağız.

CHP ve kuyrukçuları hayır sonucu çıktığı takdirde Erdoğan’ın bugünkü haliyle yerinde kalacağını söyleyerek hayır kampanyalarını zayıflatmaktadır. Aksine hayır sonucu için en etkili bir şekilde çalışmanın anlamı bu sonucun alınmasının vereceği ivme ile 17 Nisan’dan itibaren Erdoğan ve AKP sultasına karşı emekçilerin ve ezilenlerin seferberliğinin artmasına vesile olmasıdır. Çünkü “AKP/MHP anayasasına hayır” sonucunun çıkması bu ittifaka karşı bir duruş olduğu gibi aynı zamanda “Erdoğan sultasına hayır!” anlamına gelecektir. Bu nedenle 17 Nisan’dan itibaren hayır kampanyalarıyla başlayan seferberliğin artarak sürmesi gerekir. Belki de bu yüzden Erdoğan’ın burjuva muhalifleri ve kimi reformist solcu akımlar “hayır kampanyalarının” nispeten sakin ve kitle seferberliklerine başvurmadan geçmesini tercih etmektedir. Bir türlü istediği sondaj sonuçlarını alamayan Erdoğan ve destekçilerinin istediği de bundan başka bir şey olmasa gerektir.

Bu nedenle komünistler kendilerini diğer “hayır”cılardan bu biçimde ayırmalıdır. Referandumdan hangi sonuç çıkarsa çıksın 2017 1 Mayıs’ını ilk yakın seferberlik hedefi olarak gözetmek suretiyle çalışmalı ve temel perspektiflerini bu dönemece taşıma bilinciyle hareket etmelidir:

12 Eylül Anayasa’sına Hayır!

Yeni Bir Anayasa İçin Kurucu Meclis;

Kurucu Meclis İçin Yasaksız Barajsız Sansürsüz Seçim!

Paylaş