Bu yazı 2006 yılı Ağustos ayında yayımlanan KöZ özel sayısından alıntılanmıştır.
Bütün semavi dinlerin beşiği olan ve tarih boyunca birbirleriyle savaşmış rakip dinlerin kutsal saydığı toprakları temsil eden Filistin’de dini esaslara dayalı bir devlet kurulursa o topraklarda din savaşlarının durması düşünülebilir mi? Bütün siyasi mücadelelerin dini alet ederek yürütülmesinin önü kesilebilir mi?
Nitekim tarih boyunca kesilememiştir. Siyasetin dini alet etmesi burjuvazinin egemen sınıf haline geldiği çağda ve kapitalizmin can çekiştiği emperyalizm çağında da bilakis daha da artarak sürmektedir. Dinin siyasete alet edilmesinin en üst biçimi ise sınıflı toplumların bekçiliğinin dinin emirlerini yerine getirme bahanesine sığınan diktatörlükler tarafından yönetilmesidir.
Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması diye kestirme yoldan tarif edilen laiklik ise bunun alternatifi olarak ortaya çıkmıştır. Genellikle laikliğin Fransız devriminin bir hediyesi olduğu söylenir ve düşünülür. Laikliğin referansını da Fransız devriminden özellikle de Jakobenlerden almak yaygın bir adettir. Yaşadığımız topraklarda hüküm süren burjuva diktatörlüğünün hakim ideolojisi de bunun üzerine kuruludur. Hatta özellikle bugünlerde kemalizmin en önemli ve en ilerici yönünün Fransız devriminden ve jakobenlerden devraldığı laiklik savunusu olduğunu öne çıkarmak olduğu en yaygın inanışlardandır. Kemalizmin jakobenlerin laiklik anlayışını aynen alıp uyguladığı doğrudur. Ama bu «laikliğin» din ve devlet işlerinin ayrılmasını temsil ettiği doğru değildir.
Aksine dinin siyasete alet edilmesinin özel bir türünü ifade eder bu sözümona laiklik anlayışı.
Komünistlerin kökten farklı laiklik anlayışının esin kaynağı da farklıdır. Din ve siyaseti din ile devlet işlerini birbirinden ayırt etmek için evvela din ile inanç özgürlüğünü ayırt etmek gerekir. Din kurumunun bütün imtiyazlarını kaldırmadan ne dini kurumların siyasete müdahale etmesi ne de siyasetin dini kullanması önlebilir. Laiklik evvela bunu yapmalıdır ve bunu inanç özgürlüğüne halel getirmeden yapmalıdır.
İşte bu laiklik anlayışının ilk kez hayat bulduğu yer yine Fransadır ama Paris Komünü’nün Fransa’sıdır. Dünyanın ilk proletarya diktatörlüğü olan 1871 Paris Komü’nü kilise ve devletin ayrıldığı ilan ediyordu. Beşinci gününde, 21 Nisan 1871’de Paris Komünü’nün kilise ve devletin ilişkisi hakkında benimsediği karar şöyleydi:
“ Fransız Cumhuriyeti’nin ilkelerinin başında özgürlük gelir;
vicdan özgürlüğü özgürlüklerin başında gelir;
dini mali olarak desteklemek yurttaşlara kendi inançları dışında bir dayatmada bulunmaktır ve ahlaksızcadır;
ruhban sınıf monarşinin hürriyete karşı işlediği suçların ortağıdır;
Bu nedenlerle, Paris Komünü Şu kararları almıştır:
Madde 1. Kilise ile Devlet birbirlerinden ayrılmıştır.
Madde 2. Dini cemaatlere ayrılan bütçe iptal edilmiştir.
Madde 3. Dini cemaatlere ait olan malların tümü ulusun malı iolarak kabul edilmiştir.”
Bugünün Fransa’sındaki sözde laiklik kampanyalarına destek sunup yabancı düşmanlığı yapanların aksine 1871’de Paris’in silahlı emekçileri herhangi bir dini ya da etnik grubu kendisine hedef almamıştı.
Bilakis Komün tümüyle enternasyonalist bir ruhla hareket ettiği için Alman işçi Leo Frankeli çalışma bakanı yapıyor, adları J. Dabrowski ve W. Wróbleski olan iki Polonyalıyı önemli askeri mevkilere yerleştiriyordu. O zamana kadar yurttaştan sayılmayan mağripli müslümanlar komünün eşit bileşenleri olarak kabul ediliyordu. Komün yabancıların resmi mevkilere getirilmesini “Komün’ün bayrağı Dünya Cumhuriyeti’nin bayrağıdır” diyerek gerekçelendiriyordu. Versaille’cılar ise bunu gerekçe göstererek komünarlara karşı savaşmanın Fransızlar arasında bir savaş olmayacağını öne çıkarmaya gayret ediyorlardı.
Filistin topraklarında yaşayanların bu topraklar üzerinde birlikte egemenliklerini ifade edecekleri tek bir devlet mümkün ve gereklidir. Bu devlet bütün yurttaşlarının, inanç özgürlüğü de dahil tüm özgürlüklerini güvence altına alan ve aynı zamanda bütün dinlerin ve dini kurumların sadece devlet işlerinden uzak tutulmasını değil siyasete herhangi bir biçimde karışmasına da müsaade etmeyen laik bir cumhuriyet olmalıdır.
Filistin topraklarında yaşayanların özgürleşmesine giden yolun başında işte böyle bir laik ve birleşik Filistin devleti olacaktır.
Bu yolun açılmasına önderlik edecek partiyi kurması gereken komünistlerin ayrım çizgilerinin başında da her türlü dinci akımla ve dinci akımların kuyruğuna takılan oportünistlerle arasına çekeceği ayrım çizgisi gelir.