Bu yazı KöZ gazetesi 1. Yıl Seçkisinde yayımlanmıştır.
22 Ocak 1946’da Çuwarçıra Meydanı’nda Kürtlerin tarihlerindeki en önemli eşik atlanmış oldu. Mehabad kentinde Mehabad Kürt Cumhuriyeti ilan edildi. Bugün de Kürtlerin bayrağının rengi olarak kabul edilen sarı, kırmızı, yeşil renkli bayrak, ilk olarak bu cumhuriyetin ilanıyla resmileşti; günümüze dek geldi. Hınca hınç dolu olan meydanda, yalnız erkekler ve çocuklar vardı, kadınlarsa evlerin pencere ve damlarına çıkmışlardı. Kadı Muhammed bu topluluğa şu sözleri söyleyerek cumhuriyeti ilan etti: «Şu anda Özerk Kürt Cumhuriyeti kurulmuştur.» 15 dakikalık konuşmada SSCB’ye teşekkür edildi, Azerbaycan Cumhuriyeti ile dayanışma içinde olacakları açıklandı. Konuşmanın sonunda, hala süren gelenekler üzerine, tüfekler ateşlendi; cumhuriyet bu biçimde karşılanmış oldu.
Mehabad Kürt Cumhuriyeti, elbette nesnel koşulların bir hediyesi olarak değil, bu yönde amaçlı bir siyasal faaliyet yürüten Kürt örgütlerinin, Komel örgütünün (Hevi) mücadelesi sonucunda doğmuştur:
“Amaçlarını dışarıdan esinlenerek saptamış değillerdi. Çünkü bu konuyu yıllardan beri düşünmüşlerdi ve bu düşüncelerini özel konuşmalarında ve kendi aralarında uydukları geleneksel yöntemleriyle olgunlaştırmışlardı. Sonunda, ulusal davalarına hizmet etmek için yararlanacakları bir örgüt meydana getirmeye karar vermişlerdi.
Bu karara rağmen, siyasal olgunlaşma bakımından kendilerinden üstün olan Irak Kürtlerine de danışmak istemişlerdi. İşte bu danışmaları sonucunda, Irak Kürtlerinin bu konudaki cevaplarını kendilerine o günün ikindi vakti Yüzbaşı Mir Hac getirdi.” (Mehabad Kürt Cumhuriyeti, II. Baskı, Köln Almanya, 1989, Komkar Yay., s. 83)
Komel örgütü, 16 Eylül 1942’de, 15 kişinin girişimiyle kuruldu. Örgüt ayakta kalmak ve olanaklarını arttırmak için Sovyetler Birliği’yle ilişkiye girdi.
Ancak Mehabad Cumhuriyeti’nin ayrı biçimde kurulmasına yönelik tepkiler belirdi. Bu tepkileri cevaplamak için Kadı Muhammed, Azerbaycan Başkanı Cafer Peşvari ve Sovyetler Birliği görevlisi General Atakşiyof’a, «Tebriz’deki Sovyet Siyasal Komiseri Yarmakof, 22 Ocak’tan önce Kürtlerin amaç ve niyetlerini biliyordu. Yarmakof ayrıca, Çuwarçıra Meydanında cumhuriyetin ilanı için yapılan töreni de, meydana yakın bir yerde durduğu arabasının içinde oturarak seyretti» cevabını verdi.
Ancak bu cevap yeterli görülmedi, iki ay sonra, Mart 1946’da, kimsenin Kürtlere kendi hükümetlerini kurma izni vermediğini, Kürtlerin kendilerini Azerbaycan Özerk Cumhuriyeti içinde ifade etmeleri gerektiğini, bu cumhuriyete bağlı yarı özerk duruşa ikna olmaları gerektiğini belirtip, bu yönde basınç yapılmaya başlandı. Bunun üzerine Tebriz’de görüşmeler için bulunan Kürt liderler,
“Siz Ruslar bizden çok ilerisiniz. Bu nedenle size uymamız gereklidir. Fakat uygarlık merdiveninde bizden daha yüksek bir basamakta olmayan bir halka teslim olmamız için ısrar ettiğiniz takdirde bu isteğinize boyun eğmemizi gerektiren ve bizi buna zorlayan bir neden yoktur. Ayrıca eğer konu, Kürtlerin bu zayıf halleriyle bir büyük devlete katılmaları konusu ise, Kürtler için yeniden İran’a katılmak daha iyi olacaktır.” (age, s.183) cevabını verdiler. Ancak bu cevabın üzerine Sovyet yetkililer cumhuriyeti kabul etmek zorunda kaldı ve «Kürtler kendilerine özgü bir hükümet kurabilirler» açıklamasını yaptılar.
Ancak bu açıklama, desteğin sürmesi ve Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin sürmesi anlamına gelmiyordu. SSCB’nin izlediği «her şey SSCB’nin varlığı için» kavrayışıyla biçimlenen denge siyaseti ve varlığını bunun üzerinden yürütme politikası, ABD ve İngiltere’nin basıncına açık olması anlamına geliyordu. SSCB’ye yönelik bu basınçtan tek etkilenen Mehabad Kürt Cumhuriyeti de olmadı. SSCB Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ne verdiği desteği de geri çekti. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti ve Mehabad Kürt Cumhuriyeti Aralık 1946 tarihinden itibaren tekrar İran işgaliyle birlikte İran’a ilhak edildi. Bu işgal karşısında Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nden bir direniş olmamasının nedenlerinden biri, Sovyetler Birliği’nin saldırı hazırlığına engel olma çabaları ve Mustafa Barzani’nin savaşma önerisinin Kadı Muhammed, KDP ve aşiret güçlerince kabul görmeyişi oldu.
Bunun üzerine Barzani, Türkiye ve Irak sınırına yerleşerek savaşı sürdürme kararı aldı ve bu doğrultuda İran’la savaşa girildi. Bu çatışmalarda İran başarısız kalıyordu. Barzani Mehabad’da tutuklu bulunan Kadı Muhammed ve diğer Kürtleri kurtarmak için girişimde bulunmaya yönelik hazırlık da oluşturuyordu. Bu sırada olumsuz bir olayın meydana gelişi bu planın uygulanmasına engel oldu.
“Barzanilerden bir müfreze, bir köyden geçerken Mamaş aşireti liderlerine, toplanıp silahlarını teslim etmelerini emretti. Bundan amaç Mamaş aşireti adamlarının, yürüyüş sırasında oradan geçecek olan Barzanilere saldırmamalarını garanti altına almaktı. Mam Hüseyin’in oğullarından birinin «onlara silahları teslim edin» diye bağırarak adamlarına emir verdiği duyuldu. Ne var ki tam o sırada, bağıranın yeğenlerinden biri tabancasını çekti ya da Barzanilerden biri onun bir hareketini yanlış anlayarak tabancasını çektiğini sandı. İşte adamın tabanca çektiğini gören ya da öyle anlayan Barzanilerden biri, elindeki makineli tüfekle ateş ederek Mamaş aşiretinden 11 kişiyi hemen öldürdü. Ölenlerden biri de, Aşayirlerin Beyi Ali Ağa’nın küçük kardeşi İbrahim idi.
Bu taşkın hareket Barzanilerin itibarını düşürdü ve onlarla Mehabad arasına Mamaş aşireti ile müttefiklerinden oluşan bazı Kürt kuvvetlerinin düşman olarak girmelerine yol açtı.
Bu nedenle de Molla Mustafa Barzani’nin Mehabad’da tutuklu bulunan Kadı Muhammed ile diğer Kürtleri zor kullanarak kurtarmak için düşünebileceği bir hareketin karşılaşacağı tehlikeler kat kat artmış oldu. O sırada Barzani’nin böyle bir girişimde bulunmayı düşündüğü yaygın bir şekilde söyleniyordu.” (age,s.274)
İran askeri birlikleri 12 savaş uçağı ile Barzanilerin sivil kesimini bombardımana tutuyor, Barzanilerle İran ordusu arasındaki savaş kızışarak sürüyordu. Bu savaşta siviller zarar görse de, Barzani’nin savaşkanlığı ortaya konuyor, bu durum Barzanilerin durumunu güçlendiriyordu. Ancak, Barzani’nin savaşta ısrarcılığına karşılık, subaylar ve Barzaniler ve dini lideri Şeyh Ahmet ise İran ordusuyla yapılacak savaş uzar fakat sonuç vermez anlayışından hareketle Irak’a dönmeyi ısrarla savundular.
“Molla Mustafa Barzani bunları akıllarına koymuş oldukları ahmakça fikirden dönmeleri için ihtar etti. Ancak aşiret mensuplarının 18 aydan beri sürdürdükleri göçebelik ve savaşlara bir son verilmesi içi duydukları özlem, Barzani’nin onların bu fikirlerine karşı göstereceği direnişten daha güçlü çıktı.”(age, s.277)
Böylece 17-18 Nisan’a kadar İran ordusu ile savaşan Barzaniler Irak’a geçtiler.
1947 yılının mart ayının son günü, sabaha karşı saat üçte, cumhuriyetin ilan edildiği aynı meydanda, Çuwarçıra Meydanı’nda, yine Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin ilanında da bu meydanda bulunan üç Kürt savaşçı, Kadı Muhammed, kardeşi Sadri Kadı ve amcasının oğlu Seyfi Kadı bulunuyordu. Ancak bu meydan 14 ay önce ilan edilen Kürt cumhuriyetinin yenildiğinin ilanına ve onun önderlerinin idamına tanıklık etmiş oldu.
Çuwarçıra Meydanı’nda Yanan Ateş, Yarını Aydınlatmalı
Mehabad’dan Herkes Payına Düşen Dersi Almalı
Her yıl Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşu, mart ayının yoğun eylem trafiği ve Newroz’un tozu dumanı altında üzerinden atlanan bir olay olarak kalır. Yaşadığımız topraklarda bu sorun üzerinden örgütlenme iddiasında olan/olduğunu bir zamanlar açıktan ilan edenler tarafından bile 1946 Ocak’ında yaşananlar kültür sanat sayfalarında «ilk Kürtçe operet»in bestelenmesi vesilesiyle yer verildiğine tanıklık ettik. Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve yaşananlar, yalnız bu topraklarda değil, o coğrafyada hala var olanlar açısından da pek değerlendirme konusu edilmek istenmez. Çünkü yaşananlarda bir biçimde payı olan her siyasi iradenin kendi payına düşen sorumluluklar ortaya dökülmek ve ileriki döneme yönelik atılan adımlar, Mehabad süzgecinden geçirilerek tanımlanmak zorunda kalınacaktır; ki bu durum, bu siyasal öznelerin bugünkü varoluşunu sorgulamaya dek vardırılması tehlikesini içinde barındırmaktadır. Aynı şekilde SSCB’nin rolü de değerlendirilmeye tabi tutulmak zorunda kalınacak, bu sefer, zaafları tarihi kişiler ve onların hatalarıyla açıklayan siyasal değerlendirmelerin sunduğu kolaylıklardan mahrum kalınmış olacak. Bugün kendini ve tarihini bu biçimde değerlendirme geleneği henüz yeşertilebilmiş değildir. Ve doğrusu, bu sorun yalnızca yaşadığımız topraklarla sınırlı değildir.
Oysa Mehabad, bugün yaşananları yerli yerine oturtmak, sağlıklı dersler çıkartmak için değerlendirilmeyi hak ediyor. Hele yaşadığımız topraklarda, son dönemde yaşanan gelişmeler bu değerlendirmeyi başlı başına bir zorunluluk haline getiriyor.
Yaşadığımız topraklarda, Kürtçe dil kullanımı, kültürel hakların elde edilmesi sorununun öne çıktığı bugün «demokratik cumhuriyeti destekleme» kararını verenlerle, bu karara tepkilerini «savaşmaktan vazgeçtiler» biçiminde verenler, Kürdistan için mücadele tarihini PKK ve bu topraklarla sınırlama noktasında birleşmekte, aynılaşmaktadır.
Yukarıda da değinildiği üzere, bunun nedeni ne Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin o günkü konjonktürün hediyesi olarak görülmesinden, ne kısa sürmüş olmasından vs. değildir, bu değerlendirmenin sonuçlarında hemen her siyasal özneyi rahatsız edecek bir nokta bulunmasındandır.
Komünistler için Mehabad Kürt Cumhuriyeti’nin değerlendirilmesi önemlidir. Nasıl ki Paris Komünü’nün sınırlı bir coğrafyada ve kısa bir süre için yaşamış olması onun üzerinden atlanmasını gerektirmiyorsa, Mehabad Cumhuriyeti’nin sınırlarının büyük ya da küçük oluşu, ya da 1 yıllık ömrü oluşu, onun üzerinden atlanmasının gerekçesi kılınamaz.
Nasıl ki Paris Komünü’ne anarşistler ve blankistlerin damga vurmaları, bizi bu tarihi değerlendirmekten uzak tutmuyorsa, Mehabad’da aşiretlerin olmuş olması da, bu değerlendirmenin yapılmasını gereksizleştirmiyor.
Mehabad önemlidir, çünkü bütün eksiklerine ve zaaflarına rağmen 1917 Ekim Devrimi’ni gerçek kılanlar Paris Komünü’nden yararlanmışlardır, ulusal kurtuluş mücadelesi verenler de, sorunu kültürel bir sorun olmaktan öte siyasal (devletle ilgili) bir mesele olarak algılamak gerektiğini bu deneyimden yararlanarak ortaya koyma olanağına sahip olabilecek, kendi geçmişlerindeki en üst noktayı aradıklarında karşılarında Mehabad’ı bulacaktır.
Mehabad Cumhuriyeti’nin oluşumunda, II. Dünya Savaşı’nın yarattığı boşluğun, Sovyetler Birliği’nin bu bölgede etkinlik alanının artması üzerine İran ordusunun buralardan çekilmiş olmasının, 1920’lerde Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmud-u Berzenci’nin İngilizlere karşı yürüttüğü savaş geleneğinin, Azerbaycan’da kurulan cumhuriyetinin yarattığı özgür ve egemen olma dürtüsünün, savaşın yarattığı dengelerin rolü olmadığı söylenemez. Ancak bütün bunların ek olarak, bu fırsatı değerlendirmeyi hedefleyen ve beceren bir siyasi irade vardı. Gerek aşiret örgütlenmeleri, gerekse de Komel ve Hevi örgütleri, bütün bu etkenleri birleştirip, Mehabad’ın cisimleşmesindeki siyasal etkenler oldu.
Nasıl ki Mehabad’ın oluşmasında bu siyasi irade belirleyendi, yenilginin yaşanmasında da aynı etken belirleyici oldu. Diplomatik ilişkileri önemseyen önderlik, bu yöndeki değişikliklerden etkilendi. Kadı Muhammed’le birlikte varolan önderlik, SSCB’nin destek elini çekmesi üzerine tereddüde düştü, dayandığı ulusal ve sınıfsal güçlere güvenmedi, bunların yanı sıra net ve devrimci bir siyasal örgüt ve programdan yoksun oluşu da Mehabad Cumhuriyeti’nin yenilgiye uğramasına neden oldu. Bu mücadelenin yenilgiyle son bulması, onun önemsizleştirilmesine vesile olarak görülebilir ama sorunu böyle algılayanlar, Paris Komünü’nün derslerini kuşanmayı iş edinen Ekim Devrimi’nin yaratıcılarının yenilgileri zafer için harç edinişinden de hiçbir şey öğrenememiş demektir.
Mehabad deneyimini kendine kalkış noktası edinen bir Kürt ulusal hareketi yoktur. KDP, bu deneyimin üzerinden yükselen bir hareket olmasına karşın, sadece son yaşanan deneyimlere bakıldığında bile, Mehabad’ın derslerini kuşanmadığı ortaya çıkmaktadır. Koşulların Mehabad’ı aşan gelişmelere zemin hazırlaması, onun aşılmasını getirmemekte, böyle bir irade ortaya çıkmamaktadır.
Bugün Kürt ulusal hareketlerinin hemen hepsinin siyasal sorunlarının çözümünde yüzlerini ABD, Saddam, TC’ye ya da İran’a diktiğini biliyoruz. Çözüm noktaları ise Mehabad’ın gerisinde ya federasyon ufkuyla ya da «kültürel haklar, kimlik sorunu» ufkuyla sınırlı kalıyor. Dolayısıyla bu siyasal tutumlar, daha ileri tutumları beslemiyor.
Doğrusu Mehabad Cumhuriyeti, komünistler için en ileri mevzi olmadığı gibi, Kürt hareketleri için de gidilebilecek en ileri nokta değil. Ancak bu eşiği aşan bir siyasal duruş, gerisine düşülmeyecek noktaları doğru tespit etmekten geçiyor. Dolayısıyla bugün Kürtlerin ileri çıkması için Mehabad’ı eşik olarak benimsemesi gerekiyor, bu ihtiyacın yakıcılığı hemen yanı başımızda, yaşadığımız topraklardaki Kürt hareketinin durumuna bakıldığında ortaya çıkıyor.
Elbette komünistler yalnızca bu tarihin sözünü edip, akıl vermekle değil, Mehabad Cumhuriyeti’nin kuruluşu sürecinde SSCB’nin aldığı tavrı, bu tavır ışığında Enternasyonal’in düştüğü durumu değerlendirmek zorundadır. Bunun yanı sıra Mehabad öncesinde M. Suphileri Karadenize gömen Mustafa Kemal’e verilen SSCB desteğini, bu destekten beslenen cumhuriyetin Ermeniler ve Kürt hareketlerine yönelik siyasetindeki paylarına düşen sorumlulukları ortaya koymak zorunda.
Ama bu da yetmez, yaşadığımız topraklardaki Kürt hareketini kaçkınlıkla suçlamak yerine, bu hareket bugünkü noktaya ulaşana dek onunla oluşturulan cephelerin, savaş karşıtı siyasetlerin ve en önemlisi yeni bir cephe yaratılamamış olmasının sorumluluğunu da üzerinde hissetmelidir.
Bütün bunlar yapılmadan, güvenilir bir pozisyonu yalnızca Kürt yığınları gözünde değil, hitap edilen diğer yığınların da nezdinde edinmek mümkün değildir. Bundan öte, komünist siyasetle, burjuva tarzı siyaset arasındaki açının açılmasına hizmet etmek, sorunu yerli yerine oturtmaktan bu yönde bir hareketin yaratılmasını sağlamaktan geçer.