(Ekim Devrimi’nin 100. Yılı vesilesiyle, büyük şair Nazım Hikmet hakkındaki yazılarımızı gündeme getirmeyi uygun gördük. Bu yazı KöZ gazetesinin Şubat 2002 sayısından alınmıştır.)
Nazım’ın bizim için esas değeri onun siyasi düşünceleri ve siyasi kimliği değildir. Zira her şeyden önce bağlı bulunduğu Şefik Hüsnü TKP’sinin izlediği siyasetin oportünist bir siyaset olduğu önceden beri bilinmektedir. Şefik Hüsnü TKP’si kemalizmle başlayıp burjuvazinin çeşitli kesimleriyle ittifak ve uzlaşma arayışları içinde oldu. Burjuva devrimlerinin tamamlanmasını önüne koydu, Halk Fırkasını bu yönde dürtüklemeyi kendi siyaseti olarak belirlemişti. Aynı TKP Şeyh Sait isyanını İngiliz emperyalistlerin kışkırtmasıyla çıkmış, feodal nitelikte gerici bir ayaklanma olarak görmüştü. Egemen rejimin kendi güvenliğini sağlayabilmesi ve burjuva devrimini tamamlayabilmesi açısından bu ayaklanmanın bastırılmasını zorunlu sayıyordu. TKP Kürt halkının gerici sloganlar arkasında da olsa, devrimci ve ilerici motiflerle geliştirdiği, dahası gereken öncülüğün sağlanması halinde Türkiye’nin gündemine bir devrim sokabilecek bu isyanın kanla bastırılmasına seyirci kalmıştı. Daha da ileri giderek Türk ordusunun yanında saf tutmuştur. (ayrıntılı bilgi için bkz.: «Sosyalist Devrim»cilerle «Demokratik Devrim»ciler Nerede Buluşur Proleter Devrimciler Onlardan Nasıl Ayrılır? s. 40)
Nazım’ın böyle bir partinin üyesi olması övünülecek bir şey değildir. Ayrıca Nazım’ın dünya barışını savunmasının neye hizmet ettiğini açıklamaktan da kaçınmamak gerekir. SSCB’nin dünya barışı fikri Ekim Devrimiyle başlayan dünya devrimini tamamlamak için kurulmuş olan Komünist Enternasyonal’in tasfiyesiyle el ele yürümüştü. Nazım Hikmet’in güya enternasyonalizm adına dünya barışını savunması da SSCB’nin dünya politikasının bir parçasıydı. Bu politika ise komünist bir partinin izleyeceği türden bir politika değildi.
Sanatçılardan Kim Yararlanabilir?
Nazım Hikmet’in şair olarak ve şiirleriyle komünizm davasına ve özel olarak da TKP’ye hizmet ettiğini söyleyenler, aynı zamanda genel olarak komünist partiyle sanatçılar arasındaki ilişkiye yanlış bir bakış açısını savunup besliyor. Bu yanılgının ardında yatan kaygı sık sık «komünist partisinin sanatçılardan yararlanmasında yanlış bir şey yoktur, sanatçılar partiye sanatlarıyla hizmet eder» tekerlemesiyle ifade buluyor. İlk bakışta doğru görünen bu ifade partinin ve sanatçının somut durumu tarif edilmediği takdirde doğru olmaktan çıkar. Elbette yalnız şairler değil, her türlü sanatçı da sanatları ve özel yetenekleriyle partiye hizmet edebilir ve etmeleri sağlanmalıdır. Ama bunun koşulu sanatçının sanatçı kimliğinin partinin önüne geçmemesidir. Bu durumda şairlerin komünist bildiriler kaleme almaları, ateşli ajitasyon konuşmaları yapmaları, ressamların çarpıcı afişler hazırlamaları, bestecilerin en güzel marşları bestelemelerinde elbette mahsur yoktur. Ama bu eserler partinin imzasını taşıyacağı yerde sanatçının eseri olarak anılacaksa, o zaman kimin kimden yararlandığı şüphe götürür. Güçlü bir sanatçı daima güçsüz bir partinin önüne geçer. Nazım Hikmet’le TKP arasındaki ilişki her zaman böyle olmadıysa da, özellikle bugün Nazım Hikmet’in şair kimliği, parti olma iddiasındaki komünistlerin önüne geçmektedir. Güçlü sanatçıların komünizm davasına birer parti militanı olarak katılabilmeleri için bile, güçlü bir komünist önderliğin yaratılması şarttır.
Bırakalım Nazım Şair Olarak Kalsın
Nasıl ki Nazım’ın şiirlerinin güzelliğine bakıp savunucusu olduğu siyasetin doğruluğu hakkında hüküm veremiyorsak TKP’nin izlediği oportünist uzlaşmacı siyasete bakarak da Nazım’ın şiirleri hakkında hüküm verilemez.
Hem zaten bir şaire sırf politik bir şair olduğu için siyasi misyonlar yüklemek daha baştan yanlıştır. Bu daha çok kendi siyasetini kendi dilinden bağımsız bir şekilde söyleyemeyenlere has bir tutumdur. Komünistler bu tutumdan uzak olmalı. Kendi söyleyeceklerini bir takım aracılara havale etmemeli, bunlar bir şairin şiirleri asla olmamalı.
Ayrıca bir şaire siyasi misyonlar yüklemek başarısız bir girişimdir. Şiir siyasi bir misyonu üstlenmek için yazılmamıştır ki. Şiir okuyucusuyla varolur ve elbette okuyucunun politik görüşlerine göre çok çeşitli okunabilir ve anlaşılabilir. Örneğin bir reformistle bir devrimci “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” derken aynı ağaçla aynı ormandan bahsetmezler. Reformist burjuva egemenliği altında, kapitalizm koşullarında tek ve hür olmayı düşünüp savunmaktadır. Bir komünist ise tek ve hür olmanın yolunun ancak bu toplumun alt üst oluşuyla, bambaşka bir dünyada mümkün olduğunu bilir, bunun için yaşar ve ölür.
O yüzden şiirler bir takım siyasi görüşleri aktarmak için kötü araçlardır. Çünkü siyasetin olabildiğince somut, olabildiğince duygusallıktan uzak, net bir biçimde tarif edilmesi gerekir. Ama bu şekilde yazılmış bir şiir şiir olmaktan çıkar. Böyle şiirler yazanlara da şair denmez herhalde.
Şairin politik görüşlerinin ne olduğu ise önemsizdir. Zira o bir siyasete aracı olmak için değil içinden nasıl geliyorsa öyle yazmıştır. Ama Türkiye devrimci hareketi olarak daha henüz övünebileceğimiz siyasi mevzilerimiz, siyasi başarılarımız olmadığından sahip olduğumuz şeyleri yüceltmek gibi kötü bir alışkanlığımız var. Bu yüzden bizim tarafımızda yer alan bir şaire sahip olmadığı siyasi nitelikler yüklemeye çalışıyoruz. Bırakalım Nazım şair olarak kalsın.