Örgütsüz Devrimci: KARL LIEBKNECHT

0

(Bu yazının orijinali KöZ Gazetesi 1. Yıl Seçkisinde yayımlanmıştır )

Partili Aile

Karl Liebknecht 13 Ağustos 1871’de, Paris komünarlarının kurşuna dizilmesinden üç ay sonra, Almanya’nın Leipzig şehrinde doğdu. Babası Wilhelm Liebknecht’ti. Marx ve Engels’in öğrencisi ve yoldaşı, Alman Sosyal demokrat partisi, SPD’nin liderlerinden meşhur Wilhelm Liebknecht. Ancak babasının tüm ömrünü partili mücadeleye adamış olmasından ötürü Karl hiçbir zaman babasıyla bir arada vakit geçiremedi. Babasının gözaltı, kaçaklık, hapis ve kongrelerle dolu yaşamını uzaktan mektuplarla izlemekle yetinen Karl’ı annesi Natalie Liebknecht büyüttü. Ancak babasının eve uğrayamaması politikanın Liebknecht’lerin evine uğramaması anlamına gelmiyordu. Aksine Karl, babasının partili arkadaşları sayesinde, son derece politik bir ortamda büyüdü. Alman Sosyal Demokrasisinin önemli isimlerinden August Bebel, Franz Mehring ve Karl Kautsky hep ailenin yakınında olan kişilerdi.

Karl’ın babası politik açıdan son derece saygıdeğer bir kişi olmasına karşın yaşamında büyük zorluklarla karşılaşmıştı. Wilhelm Liebknecht’in kendi başına uygulayabileceği bir mesleği yoktu. Böyle bir mesleği olsa bile parti faaliyeti bunu uygulamaya fırsat bırakmıyordu. Bu yüzden Liebknecht’ler yaşamlarını büyük mali güçlükler içinde sürdürdüler. Tüm bunlar baba Liebknecht’te oğlunun yaşamıyla ilgili kimi beklentiler yarattı. Karl kendisine benzememeli, yaşamını sürdürmek için partiye bağlı olmamalıydı. Kısacası Karl’a bir altın bilezik gerekiyordu. Bu altın bilezik ise babasına göre hukuk olmalıydı. Babasının bu tercihi elbette siyasal kaygılar da taşıyordu. SPD’de partiyi savunacak avukat sayısı ikiyi, üçü geçmiyordu. Halbuki SPD güçlendikçe devlet SPD’yi sıkıştırmak için dava üzerine dava açıyordu. Bu yüzden kendisi tıp okumak isteyen Karl babasının sözünü dinlemeli ve hukuk okumalı, partiyi ileride açılacak davalarda savunmalıydı. Karl babasının sözünü dinledi; önce okulunu bitirdi, sonra stajını yaptı; askere gidip geldi. Dahası bu süre içinde, idari engellerle karşılaşmamak için partiyle resmi hiçbir ilişki kurmadı.

Liebknecht SPD’ye Giriyor

Babası artık siyasete atılmasının zamanın geldiğini düşününce onu partiye maaşlı avukat almak için 1898 yılında parti yönetimine başvurdu. Ancak yönetim hısım akraba ilişkileri üzerinden dedikodu çıkarılacağı kaygısıyla bu isteği uygun bulmadı. Karl mecburen devlet dairelerinden birinde avukatlık yapmaya başladı. Mesleğinde önünün kesilmemesi için partiyle olan ilişkilerini yine askıya almak zorunda kaldı. İdari kaygılar ya da yasal kısıtlamalar nedeniyle istediği şeyleri gerçekleştirememek ömrü boyunca Liebknecht’in başından eksik olmayacaktı.

Liebknecht’in partiye üye olması 1900 yılında babasının ölümünden hemen sonraki kongrede gerçekleşti. Çoğu parti yöneticisi bunu sembolik bir jest olarak algıladı. Liebknecht’e verilen ilk görevler de bunu doğrular nitelikteydi. Liebknecht’ten babasının anılarını tamamlayıp kitaplaştırması istenmişti.

Parti içinde dikkati çeken ilk yazısı ise sosyalistlerin burjuva hükümetlerde yer almasını savunan Milerandçılıkla ilişkiliydi. Liebknecht bu yazıyı babasının ölümünün birinci yıldönümü nedeniyle kaleme almıştı. Yazıya sosyal demokratların yayın organı Neue Zeit’ta yer verilmesi de yazının içeriğinden çok baba Liebknecht’in birinci ölüm yıldönümü olmasıydı. Karl, Fransız sosyalistlerinin babasının milerandçı olduğunu ima eden yazılarına yanıt vermeyi hedefliyordu. Yazısında bir yandan bu iddiaları reddederken diğer yandan da revizyonistleri eleştiriyordu. Liebknecht marksist teorinin dört başı mamur teori olmadığını ve geliştirilmesi gerektiğini kabul ediyordu. Ama yine de revizyonizm marksizme kıyasla atılmış geri bir adımdı. Liebknecht revizyonistleri demokrasi adında sihirli ve mistik bir kuvvete iman etmekle suçluyor, onların proletarya ile burjuvazi arasındaki çatışmayı küçümsediklerini iddia ediyordu. Liebknecht’in bir diğer eleştirisi de devrimin ve devrimde şiddetin yerinin unutulmasına ilişkindi.

Liebknecht’in yazısı parti içerisinde büyük bir rahatsızlık doğurdu. Ancak rahatsızlığın nedeni içerik değil üsluptu. Revizyonistler parti içerisinde kendilerine yeni bir saldırının başlamasından rahatsız olmuşlar parti yönetimini kendilerine karşı tek taraflı davranmakla suçlamışlardı. Onlara göre yazı önemli bir babanın kendini kanıtlamak isteyen heyecanlı oğlunun ürününden başka bir şey değildi. Liebknecht ömrünün sonuna kadar bu ve benzeri eleştirilerden kurtulamayacak, yaptığı her iş hasımları tarafından, babasının oğlu olmak istemesiyle, kendini kanıtlama arzusuyla yorumlanacaktı.

Liebknecht bu yazısıyla birlikte politikayla sembolik olarak değil ciddi bir biçimde ilgileneceği sinyalini vermişti. Ancak parti içindeki eğilimlerden hiçbiri bu işe memnun olmadı. Revizyonistler Liebknecht’i bir radikal olarak görüyor; ondan uzak durmaya çalışıyorlardı. Sol kanat ise Liebknecht’in radikalliğinin teorik bir altyapısı olmayan, marksizmden bihaber kof bir radikallik olduğunu düşünüyorlardı. Parti yönetiminin kaygısı başkaydı. Onlar baba Liebknecht’i bir ilah, bir ermiş haline dönüştürmek istiyorlar ama Liebknecht’in «uygunsuz» davranışlarının bu portreyi bozacağından korkuyorlardı. Liebknecht’in parti içerisindeki üç kanattan bağımsızlığı ve dışlanması ancak ömrünün son yıllarında değişecekti.

Liebknecht Tanınmaya Başlıyor

Yine de Liebknecht’in parti içerisinde tanınmasına yol açan yazdığı makale değil 1902 sonrasında parti içinde yürüttüğü çalışmaydı. Avukat Liebknecht parti içerisinde asıl olarak hukukla ilgili bir mücadele yürütüyordu. Oy miktarı son seçimlerde 1 milyon daha artan ve meclisteki sandalye sayısını 25 tane daha arttıran SPD burjuvaziyi çileden çıkarıyordu. Alman devleti SPD’ye rahat nefes aldırmamaya kararlıydı. «İmparatorun manevi şahsına hakaret» gerekçesiyle SPD’ye dava üstüne dava açılıyordu. Liebknecht bu davalarda SPD’yi savunuyordu.

Liebknecht’in bu dönemdeki bir diğer faaliyeti ise Almanya’daki Rus göçmenlerinin çarlığa ve alman hükümetine karşı savunulmasıydı. Özellikle 1904 yılında Rusya’ya yasadışı propaganda materyalleri sokmaya çalışırken yakalanan iki Rus devrimcisi ve onlara yardım eden 7 SPD’linin davasında yaptığı savunma Liebknecht’in daha da tanınmasını sağlayacaktı. Hükümet SPD’nin Rusya’daki «teröristlere» yardım ettiğini belgeleyip SPD’yi daha fazla sıkıştırmak istiyordu. Liebknecht savunmasına, Rusya’daki yasa dışı çalışmanın temel gerekçesinin Rusya’nın geri kalmış siyasi ve toplumsal yapısı olduğunu belirterek başladı. Ardından, bugün hiç yabancı olmadığımız bir tarzda Rusya’daki terörist eylemleri anlamsız ve yanlış bulduğunu ifaden eden Liebknecht, Rusya’da sosyal demokrasi yasallık kazanmış olsaydı terörist eylemlerin gerçekleşmeyeceğini de vurguladı. Ancak her şeye karşın insanlık adına kendilerini feda etmeye hazır bu çaresiz insanlar anlayışla karşılanmalıydı.

1904 yılından itibaren Liebknecht’in yürüttüğü siyasal faaliyetin içeriği netlik kazanmaya başladı. Bu tarihten itibaren militarizme karşı yaygın bir kampanyanın örgütlenmesinin ısrarlı savunucusu oldu. Militarizme karşı çıkmasının birbirini tamamlayan iki nedeni vardı. Bunlardan birincisi kampanyanın başarılı olması halinde askerleri grevci işçilere karşı kullanmak isteyen hükümetin işinin zorlaşacağı gerçeğiydi. İkincisi Liebknecht’in kafasındaki devrim ve şiddet ilişkisiyle ilgiliydi. Devrimde şiddet ancak burjuvazi zor kullanıp, işçi kitlelerine saldırırsa gerekli olacaktı. Buna göre eğer anti-militarist kampanya başarıya ulaşırsa devrimde zor kullanmaya gerek kalmayacaktı.

Liebknecht’in tasarladığı anti-militarist kampanya bolşeviklerin taktiği olan ordu içinde çalışmadan farklıydı. Liebknecht’e göre askerler arasında bir çalışma yürütmek imkansızdı. Böyle bir çalışma gözaltı ve hapis başta olmak üzere bir çok kısıtlamayı beraberinde getirecekti. Hükümetin yasal tuzaklarını aşmak için kışlalardan uzak durmak çalışmayı asker olmayan kitleyle sınırlamak, çalışmayı tamamen yasal sınırlar içinde tutmak, askeri isyana sevk edecek bir politik hattan kaçınmak gerekliydi.

Liebknecht, bu kampanyayı üç yıl boyunca ısrarlı bir biçimde sürdürdü. Prusya savaş bakanı, kendisine imparator karşıtı çalışma ve hainlik iddialarıyla dava açtı. Liebknecht göz hapsine mahkum edildi. Çektiği tüm bu eza cefaya karşı Liebknecht’in parti içindeki yalnızlığı sürdü. 1900 yılındaki İkinci Enternasyonal kongresinde savaş karşıtı bir kampanya yürütmeyi önermiş Rosa Lüksemburg bile Liebknecht’in çabasına ilgi göstermiyordu. Parti merkezi ise yasal sınırları aşmayacak bir anti-militarist kampanyadan rahatsız olacak konumdaydı. August Bebel’in yanıtı durumu özetliyordu:

“Ordularını kaybedilmesi kaçınılmaz bir savaşa süren bir general çılgındır. Böyle bir general hiç vakit kaybetmeden askeri mahkemeye çıkarılır ve 24 saat içinde vurulur. Aynı durum bir parti yöneticisi içinde geçerlidir.”

Bebel’in bu tavrı parti içerisindeki sağ eğilimlere daha da cesaret verdi. Bu eğilimler aracılığıyla parti Liebknecht’in yürüttüğü çalışmanın partiyi değil kendisini bağladığını belirten bir bildirge yayınladı.

Liebknecht’in mahkemeye çıkarılması oportünist kadroların kendisinden iyice uzaklaşmasına yol açtı. Ama bu sırada Liebknecht’in parti tabanı içerisindeki popülerliği artıyordu. Liebknecht göz hapsine girmeden önce bir uğurlama töreni niyetine Berlin’de bir miting düzenlendi. Yine bir sene sonra hapisten çıkınca 17 Mayıs 1908’de Berlin milletvekili olarak parlamentoda yerini aldı.

Liebknecht gençlik içinde yürütülen çalışmayı anti-militarist mücadelenin ayrılmaz bir parçası olarak görüyordu. Bu kaygıyla 1907 yılında Enternasyonal gençlik bürosunun kurulmasına önayak oldu. Aynı yıl Stuttgart’ta İkinci Enternasyonal’le birlikte gerçekleşen Gençlik Enternasyonali’ni topladı. SPD içerisindeki oportünist eğilimler bu örgütlenmenin sürekliliğini baltaladılar. Parti içinde tam anlamıyla hakimiyet kurmak isteyen sendikalist ve oportünist odaklar gençlerin ayrı ve bağımsız bir örgütlenmesinin olmasını bir türlü kabullenemiyorlardı. Bu kaygıyla siyasetin gençlerin işi olmadığı, gençlerin «kötü dergiler okumaktansa iyi sosisli sandviçler yemesinin» onlar açısından daha hayırlı olacağını belirten konuşmalar yaparak gençlik hareketini tasfiyeye yöneldiler. Tasfiye sürecinin Liebknecht’in göz hapsinde tutulduğu dönemle çakışması Liebknecht’in bu sürece müdahale etmesini engelledi.

Yaklaşan Savaş

Yıllar ilerledikçe savaş tehlikesi büyüyordu. Liebknecht’in özellikle dikkatini çeken Almanya ile Fransa arasında Fas’ın nasıl paylaşılacağı hakkında yaşanan gerginlikti. Fas krizi Liebknecht’i kapitalizm, emperyalizm ve militarizm arasındaki bağları incelemeye itti. Liebknecht, kapitalistlerin barışı bozmaya mecbur olmasını sömürü için toprakların paylaşılması gerekliliğiyle açıklıyordu. Analizlerinin sonuçları ne olursa olsun Liebknecht hala «anayurdun savunulması»na itiraz etmiyor, böyle bir durumda Almanya’nın savaşa girmesinin meşru olduğunu düşünüyordu.

Merkezci eğilimin çekim alanından kurtulamamasına karşın artık savaş karşıtı kampanyanın nasıl yürütüleceğine ilişkin daha net fikirlere sahipti: «İçeride sınıf savaşı, dışarıda uluslararası dayanışma!» Liebknecht’in çizdiği mücadele hattı onun silah tekelleriyle hükümet arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmasıyla daha da belirginleşiyordu. Liebknecht’e göre silah sanayi vatansever değildi. Hatta savaşın doğrudan yöneticisiydi. Tüm bu belirlemelere karşın Liebknecht’in vardığı sonuç merkezci hattın ilerisine geçmiyordu: Devlet silah sanayiine el koyup, bu sektörü kendi çıkarlarını düşünen bir zümrenin elinden kurtarmalıydı.

Liebknecht enternasyonal dayanışma için çaba gösteredursun Fransız sosyalistleriyle Alman sosyalistleri arasındaki gerginlikler artıyordu. Fransız partisi savaş tehdidine proletaryanın genel grevle karşılık vermesini isterken Alman partisi sürekli yan çiziyordu. Yapılan resmi açıklama şöyleydi:

“Görüşümüz kısaca şudur: bir savaş olasılığını ortadan kaldırmak için var gücümüzle mücadele edeceğiz. Yine de savaş çıkarsa enternasyonalin kararlarına uymak için azami fedakarlıklarda da bulunacağız. Ancak yerine getiremeyeceğimiz sorumluluklar üstlenmek istemiyoruz. Bu yüzden savaş sırasında ne yapacağımıza dair azami hareket serbestliğini kendimiz açısından güvence altına almak istiyoruz.”

Alman kamuoyunda kendisine ilişkin oluşturulmak istenen «vatan haini» imajını silmeye kararlı olan SPD, teslimiyetçi oportünist pratiğini hızlandırdı. SPD 24 ve 25 Nisan 1913’te parlamentodaki bütçe görüşmelerine katılmaya başladı. Bununla yetinmeyen August Bebel, savaşı önlemenin en iyi yolunun İngiliz Hükümeti’nin Alman hükümetini caydıracak bir şekilde silahlanması olduğunu ileri sürmüştü. Liebknecht ise yine yalnızdı.

Savaşı başlatacak kriz 28 Haziran 1914’te Avusturya veliahdının öldürülmesiyle koptu. Liebknecht başta bu krizin barışa zarar vermeyeceğini düşünüyordu. Bu yüzden de o güne kadar sürdürdüğü faaliyetlerde ani bir değişiklik yapmadı. 12 Temmuz’da Fransa’da bir barış gösterisine katıldıktan sonra Basel’e gitti. Kimse burada ne yaptığını bilmiyor ancak hiçbir yerde kendisinden söz edilmemesi tatil yaptığı olasılığını güçlendiriyor. 3 Ağustos’a Almanya’ya savaş kredilerine karşı partinin meclisteki tutumunun belirleneceği oylamaya katılmak için geri döndü. Liebknecht bu oylama sonucunda kredilerin reddedileceği kararının çıkacağından emindi. Ancak savaş kredileri 78’e karşı 14 oyla kabul edildi.

Bu «beklenmeyen» sonuç üzerine parlemanto dışında bulunan kimi partililer 4 Ağustos günü Rosa Lüksemburg’un evinde toplanarak savaş tarafından zehirlenmiş partiyi nasıl kurtarabilecekleri sorusunu tartıştılar. Sonunda «Partiyi neden terk etmedik» diye bir broşür yayınlamaya karar verdiler. Liebknecht bu broşürün altına imza koymayı reddetti. Bunun temel nedeni olarak da broşürü çok radikal bulması değil, böyle bir imzanın parti disiplinini çiğneteceği ve kendisini büyük soruşturmalarla karşı karşıya bırakacağı kaygısıydı. Parti disiplini Liebknecht için önemliydi. Bu yüzden Liebknecht diğer tüm SPD’li milletvekilleri gibi parlamentoda savaş kredileri için evet oyunu kullandı.

SPD’den Kopuş: “Asıl Düşman Kendi Yurdundadır!”

Liebknecht’in savaşın gerçek yüzünü anlayıp, savaş karşısında çok önemli gördüğü parti disiplini çiğnetecek bir tutum göstermesine iki olay yol açtı. Bunlardan birincisi savaşın asıl olarak çarlığa karşı Alman medeniyetini savunma amacıyla gerçekleştirilse de, Liebknecht’in asıl savaşın doğuda Rusya’ya karşı değil batıda Fransa’ya karşı yürütüldüğünün farkına varması oldu. Yine aynı şekilde daha önce kendisine «çara hakaret» nedeniyle açılan davanın sürekli daha ileri tarihlere ertelenmesi, Liebknecht’in kafasında «çarlık barbarlığına karşı savaş» sloganının ne anlama geldiğini daha da netleştirdi.

Ancak tüm bunlara karşın savaş karşıtları hala parti disiplinine uyuyor ve partinin içinde savaşa karşı çıkan bir grubun bulunduğunu kitlelere duyuramıyorlardı. Sonunda 10 Eylül tarihinde sol kanat bir deklarasyon yayınlayarak parti içerisinde savaş karşıtı olduğunu bildirdiler. Ancak «parti disiplini» bu deklarasyonun kitlelere duyurulacak yayın organlarının kullanılmasının önünde de engeldi. Nihayet bir ay sonra, 16 Ekim’de bu deklarasyon İsveç sosyal demokratları tarafından kamuoyuna duyuruldu.

Tüm bu hengame içerisinde Liebknecht bir yandan “Kasım Tezleri” olarak anılacak broşürünü hazırlıyordu. Bu tezler meclisteki SPD grubunu Kasım ayındaki oylamada krediler hakkındaki fikirlerini değiştirmesi için hazırlanmıştı. Broşürde Almanya’nın emperyalist bir savaş verdiği açık seçik ifade ediliyordu. Kasım tezleri sonucu değiştirmedi. Grup içi oylamada savaş kredileri 17’ye karşı 82 oyla kabul edildi. Sıra 2 Aralık’taki meclis oylamasına gelmişti. Karl Liebknecht savaş kredilerine hayır oyu veren tek milletvekiliydi. Liebknecht’in SPD’den kopuşunu başlatan sürecin en belirgin adımıydı bu. Ancak bu adımda bile Liebknecht’in hala merkezcilere özgü meşruiyet kaygılarından kurtulamadığı belli oluyordu. Liebknecht acil durumlar için gereken krediye karşı çıkmadığını cephedeki askerlerin ölmesini önleyecek her türlü krediyi desteklediğini belirtti.

Savaş kredilerine karşı bu kadarlık bir karşı çıkış bile burjuvaziyi dehşete düşürmeye yetti. Liebknecht hemen askere alındı. Böylelikle Liebknecht meclisteki görevine devam edecek ama meclis dışında hiçbir yerde siyasetten söz edemeyecekti. Burjuvazi Liebknecht’in ağzını kapama yolunda önemli bir zafer elde etmişti. Ancak Liebknecht yılmadı. Siyasal mücadelesini parlamento zemininde sürdürdü. Kürsüde konuşmasına izin verilmediğinde de soru önergeleriyle savaş yanlılarını sıkıştırarak mücadelesini sürdürdü.

Liebknecht’in bütün faaliyeti elbette parlamento içi mücadeleyle sınırlı değildi. İlk yasadışı faaliyeti 1915 Mart’ında yayımladığı «Savaşa Karşı Sınıf Savaşı» broşürü oldu. Broşür Berlin’deki parti çevrelerinde yaygın olarak dağıtıldı. Bu broşür daha sonra «Asıl düşman kendi yurdundadır!» adıyla meşhur olacaktı. Liebknecht şunları yazıyordu:

“Her halkın asıl düşmanı kendi yurdundadır. Alman halkının kendi düşmanı Almanya’dadır: Alman Emperyalizmi, Alman Savaş partisi, Alman gizili diplomasisi.”

Parlamento dışı faaliyetlerinden biri de Nisan 1915’te “Die Internationale” (Enternasyonal) dergisinin yayınlanmasıydı. Dergiyi Rosa Lüksemburg ve Franz Mehring çıkardı. Liebknecht askere çağrıldığı için editörler arasında yer almıyordu. Böylelikle Lüksemburg’un etrafında Enternasyonal grubu diye bilinecek bir grup oluştu. Enternasyonal dergisi kısa ömürlü oldu. Bir sayı çıktı. Ancak Enternasyonal grubunun faaliyetleri bununla bitmedi. Hapse tıkılan Lüksemburg burada ileride Junius broşürü diye bilinecek “Sosyal Demokrasi’nin Krizi” adlı broşürü çıkaracaktı. Bu broşürde Lüksemburg yeni bir enternasyonalin kurulması ve eskisi gibi federatif bir biçimde örgütlenmesi yerine daha merkezi bir şekilde örgütlenmesinin gerekliliğinden söz ediyordu.

Liebknecht Lüksemburg’un yeni bir enternasyonal kurma düşüncesini açıktan eleştiriyordu. Ona göre burjuva toplumu sosyalizme götürecek tek bir proletarya vardı:

“Enternasyonal, enternasyonal kitlelerdir. Alternatif kitleler ya da liderler enternasyonalin ya da onun ulusal seksiyonun liderleri haline dönüşemezler.” “Kitleler çokça irade sahibi özneler olarak değil, hareketin nesneleri olarak düşünülüyor. Kendi kararlarını kendilerini alan bağımsız insanlar olarak değil Enternasyonal’in istediği ve ne yapacağına karar verdiği hareketin nesneleri olarak düşünülüyorlar.”

Yine hazırlanan programın disipline ilişkin 3. ve 4. maddeleri ise Liebknecht için çok mekanik ve çok merkezciydi: “Çok fazla disiplin, çok az kendiliğindenlik var.”

Liebknecht kendi düşüncelerini şöyle savunuyordu:

“Algıların, düşüncelerin, hedeflerin, taleplerin, eylemlerin kendiliğindenliği; kendiliğinden oluşmuş birleşik hareketin ve işbirliği gelecekteki zaferin en önemli temelini ve en kalıcı güvencesini oluşturur.”

Liebknecht’in eleştirileri Enternasyonal grup tarafından kabul edilmedi ve broşürün çizdiği çerçeve grup tarafından benimsendi. Grup 1916 yılının başında birinci konferansını topladı. Konferansta siyasi bir gazete çıkarma kararı alındı. Gazetedeki yazılar Spartaküs ismiyle yayınlandığı için grup daha sonra Spartakistler adını aldı.

Liebknecht’in parlamento içinde savaş karşıtı kampanyasının son noktası 8 Nisan 1916’daki bütçe görüşmelerinde gerçekleşti. Liebknecht halkın savaş kredileri aracılığıyla kandırılmasına gelince kıyamet koptu. İmparatorun gizli kabinesinden sinyali alan iktidar partisi milletvekili yerinden sıçrayarak Liebknecht’in konuşmasına engellemeye çalıştı. İki kişinin birbirine girmesi son anda engellendi. Liebknecht, notlarını toplayıp tekrar konuşmak istediğinde kürsü hakkını kötüye kullandığı gerekçesiyle bu isteğine izin verilmedi. Protestosunu sürdüren Liebknecht’in yerine oturulmasına bile izin verilmedi ve uygunsuz davranışları nedeniyle parlamento dışına çıkarıldı. Bu Liebknecht’in parlamento içindeki son günü oldu.

Bu olayın peşi sıra Spartakistlerin en büyük yasadışı eylemi gerçekleşti. Spartakistler Berlin’deki 1 Mayıs törenlerini büyük bir yasa dışı gösteriye çevirdiler. Gösterideki konuşmacılardan biri de Karl Liebknecht’ti. Bu gösteri ve konuşma nedeniyle büyük bir kovuşturma başlandı. Liebknecht vatana ihanet suçundan tutuklandı. Mahkemesi 28 Haziran 1916’da geçekleşti. Dava büyük bir gizlilik içerisinde yürütüldü. Liebknecht mahkeme otoritesini tanımayı reddetti. Mahkemeye şunları yazdı:

“Siz ve ben iki ayrı dünyaya aitiz ve iki ayrı dili konuşuyoruz. Benim dilimi anlamayan, düşmanlarımın tarafında bulunan sizlerin sözlerimi çarpıtmasını onlara, keyfinize göre anlamlar yüklemesini protesto ediyorum.”

Ağustos 1916’daki ikinci duruşmanın sonucunda dört yıl bir ay hapse ve yurttaşlık haklarından altı yıl mahrum edilmesine karar verildi. «Hapis! Yurttaşlık haklarından mahrumiyet! Öyle olsun!» diye başlıyordu son cümlesine Liebknecht ve şöyle devam ediyordu sözlerine:

“Sizin onurdan anladığınız şeylerle başka benim anladıklarım çok başka. Ama şunu da unutmayın: hiçbir general üniformasını benim bu mahpusluk üniformasını taşıyacağım kadar onurla taşımamıştır.”

Liebknecht bolşevik devrimcilere benzemiyordu. Sadece ahlaklı değil aynı zamanda ahlakçıydı. Rus devrimcilerinin kendisini hapishaneden kaçırma tekliflerini reddetti. Hapiste bulunması nedeniyle içeride yaratılacak ufak bir devrimci basınç dışarıda yapılan bir araba dolusu devrimci çalışmadan daha değerliydi onun gözünde. Hapiste kalmayı sürdürdü ve devrimci basıncın büyümesini bekledi. Liebknecht Ekim Devrimini hücresinde karşıladı. Tüm bunlara karşın Ekim Devrimi karşısında en çok heyecanlananlardan biri de kendisiydi. “Her şey, herşey Alman proletaryasına bağlı” diye yazıyordu Ağustos 1918’de hapishanedeki not defterine:

“Rus Devrimine ve dünyaya yardım edebilecek bir şey için binlerce canımı feda edebilirim. Lanet olası güçsüzlük. Kafamı şu tuğla duvarlara vuruyorum.”

Hapisten Çıkan Liebknecht Devrimin Önderi Oluyor

Liebknecht hapisten 23 Ekim 1918 tarihinde, Almanya’nın savaşın mağlupları arasında yer alacağı belli olduktan sonra çıktı. Ülkede hala sıkıyönetimin hüküm sürüyordu ama Liebknecht’i karşılamak için düzenlenen gösteriye yirmi bin kişilik bir kitle katılmıştı.

İçinden geçilen dönemde artık herkes gelen bir devrimden bahsediyordu. USPD’nin ılımlı başkanı bile bir devrimin güncel olduğunu belirtiyordu. USPD yetkilileri 11 Ekim’deki ulusal kongrede ülkenin içinde bulunduğu acil durum nedeniyle genel grev kararı aldı. Liebknecht genel grevin gerçekleşmesini hızlandırmak için Devrimci Sendika Görevlileri (DSG) adlı küçük ama etkili bir grupla işbirliği yapmaya çalıştı. Örgütsel olarak USPD’ye bağlı olmasına ve ideolojik olarak Spartakistlere yakın durmasına karşın, DSG iki taraftan da bağımsız davranıyordu.

Liebknecht bir an evvel genel greve geçilmesi yanlısı idi. Dahası Berlin’deki işçi sovyetleri de bu kararı benimsiyordu. Sovyetler 2 Kasım’da 4 Kasım günü bir genel grev düzenleme kararı verdi. Daha sonra Berlin’den gelen olumsuz haberler yüzünden bu fikirden vazgeçildi. Bir gün sonra USPD önderliği ve sovyet yönetimi genel grevi ayın on birinde örgütleme kararı aldı. Liebknecht’in eylemi daha erken bir tarihe alma önerisi perşembe ve cuma günlerinin maaş günleri olduğu düşüncesiyle reddedildi. USPD’nin bu tutuk tutumuna karşın imparatorluğun dört bir yanında devrimin sinyalleri alınıyordu. Kiel’de ilk işçi ve asker sovyetleri kurulmuştu. Aynı şekilde Münih’te «Hür Bavyera Cumhuriyeti» ilan edilmişti. Daha da tuhafı Berlin’de bile USPD’nin ve DSG’nin tüm itirazlarına karşın kendiliğinden genel grev planlanandan iki gün önce ayın dokuzunda gerçekleşti.

Bu basınç altında devlet başkanı prens Max von Baden görevinden istifa etti ve yerini MSPD’nin başkanı sosyal demokrat Friedrich Ebert’in başkanlık ettiği hükümete bıraktı. Böylelikle bir Alman Cumhuriyetinin kurulduğu ilan edildi. Aynı sırada şehrin başka bir bölgesinde imparatorluğun simgesi olan Hoehenzollern Sarayı’nın önünde Karl Liebknecht şöyle bir konuşma yapıyordu:

“Devrim günü geldi. Barışı getirdik. Bu andan itibaren barış hüküm sürecek. Bu sarayda yüzyıllar boyu yaşamış Hoehenzollern hanedanın iktidarı sona erdi.. Şu anda: Almanya Hür Sosyalist Cumhuiyetini ilan ediyoruz.”

Bu arada Karl Liebknecht USPD ve DSG liderleri ile toplantı yapıp hükümete katılma şartlarını sundular. Sunulan altı temel şart vardı. Aşağıda bu şartlar ve MSPD’nin bunlara verdiği yanıtlar bulunuyor.

  1. Almanya Sosyalist bir Cumhuriyet olmalı.

Yanıt: Bu talep bizim politikalarımızın da hedefi. Ancak buna kitleler buna bir kurucu meclis aracılığıyla karar vermelidirler.

  1. Bu cumhuriyette yasama, yürütme ve yargı gücü sadece ve sadece tüm işçi nüfusun ve askerlerin oylarıyla seçilen delegelerin ellerinde toplanmalıdır.

Yanıt: Eğer bundan kastedilen sınıfın bir kısmının halkın çoğunluğunu yanına almadan uygulayacağı bir diktatörlük ise bu talebi reddetmek zorundayız çünkü bizim demokratik ilkelerimizle çelişiyor.

  1. Tüm burjuva üyelerin hükümetin dışına çıkarılması

Yanıt: Bu talebi de geri çevirmeliyiz. Çünkü uygulanması nüfusu doyurmamızı tamamen imkansız hale getirmese bile tehlikeye atacaktır.

  1. Bağımsızların katılımı bir ateşkes imzalama kapasitesine sahip bir hükümeti yaratmak için sadece üç günle sınırlıdır.

Yanıt: İki sosyalist partinin işbirliğini diliyoruz; en azından kurucu meclis kurulana dek.

  1. Bakanlar kabineye sadece teknik danışman olarak hizmet edecekler.

Yanıt: Bu talebi kabul ediyoruz.

  1. Kabinedeki iki liderin eşitliği

Yanıt: Kabinedeki bütün üyelerin eşitliğinden yanayız ama bu konuda karar vermeye yetkili olan kurum kurucu meclistir.

USPD yetkilileri pazarlık masasında birinci koşuldan vazgeçmeyi hemen kabul ettiler. İkinci koşul ise yasama, yürütme ve yargı yerine politik güç olarak değiştirildi. Böylece devletin parçalanmasına gerek kalmayacaktı. Liebknecht, bunu rejimin iflasın yükünü proletaryanın üstüne yıkmak olduğunu söyleyerek kabul etmedi. Ama bu arada MSPD ile USPD bir koalisyon oluşturmuşlardı bile.

Bağımsız Komünist Partisi Yıllar Sonra Kuruluyor ama Artık Vakit Çok Geç

USPD’nin söz konusu tutumuna karşın, 10 Kasım’da Spartakistler kendilerini hala bağımsız bir parti olarak görmüyorlardı. Kendilerini daha çok USPD içindeki bir propaganda birliği olarak görüyorlardı. USPD’den örgütsel olarak neden kopulmadığını Clara Zetkin şöyle açıklıyordu:

“Bölünmenin kaçınılmaz olması mümkün hatta olası. Ama o zaman biz bölünmeyi büyük ya da küçük bir örgüt sorunundan kimin proletaryanın daha büyük çıkarlarını temsil ettiği sorununa çevirebildiğimiz koşullar altında gerçekleştireceğiz. Böylesi koşullar şu anda mevcut değil.”

Altı hafta içinde Spartakistlere göre koşullar olgunlaşmaya başlamıştı.Karl Liebknecht ve arkadaşları hükümetin içine düştüğü krizden faydalanarak USPD’yi bir konferans yapmaya çağırdı. Yaklaşık 100 delege bu çağrıyı kabul etti. 29 Aralık’taki bu konferansın sonunda yeni bir parti doğdu: Alman Komünist Partisi. Partinin seçimlere katılıp katılmaması konusundaki oylama 62’ye karşı 23 oyla katılmama kararı çıktı.

Berlin’de işleri kızıştıran son olay USPD üyesi polis müdürü Emil Eichorn’un görevden alınmasıydı. Berlin polis şefi Eichorn özellikle devrimciler arasında son derece popülerdi. USPD’nin hükümete girmesiyle birlikte tüm USPD görevleri devlet kademelerindeki görevliler istifa etmişlerdi. Eichorn’un görevinden ayrılmaması, MSPD tarafından hem bir provokasyon hem de bir tehdit olarak kabul edildi. Eichorn derhal görevinden azledildi ama Berlin halkı Eichorn’a sahip çıkarak Eichorn lehine 5 Ocak’ta büyük bir gösteri düzenledi. Göstericilere kimse engel olamadı, öyle ki Berlin halkı tüm basın kuruluşlarının binalarını işgal etmişti. Ayrıca ordunun da kimin yanında olduğu belli değildi. Askerler yalpalayıp duruyordu. Halkın Donanması Bölüğü MSPD hükümetine koşulsuz destek vermeyeceğini açıklamıştı ama denizciler Berlinli işçilerin yanında da yer almıyorlardı. Aynı gün Liebknecht durumu şöyle değerlendirdi:

“Duruma olduğu gibi baktığımızda sadece Eichorn’un konumunu korumanın zorunlu olduğunu değil aynı zamanda Ebert-Scheideman hükümetini devirmenin mümkün ve hiçbir koşula bağlı olmayan bir şekilde zorunlu olduğunu görürüz.”

DSG’nin iki lideri Liebknecht’in bu değerlendirmesine itiraz ederek ayaklanma fikrine karşı çıktı. Yine de Liebknecht bu kararı kabul ettirmeyi başardı. Ayaklanma önerisi 6’ya karşı 64 oyla kabul edildi. Oylamanın hemen ardından Spartakistler’den, DSG’den ve USPD’nin sol kanadından birer temsilcinin bulunduğu bir devrimci komite seçildi.

Devrimci komite ertesi gün, 6 Ocak 1919’da halka silahlanma çağrısında bulundu. Dağıtılan bildirilere karşın Berlin’deki askeri birlikler ve Halkın Denizcileri bölüğü ayaklanmaya hazır değildi. Askerleri kazanmanın şart olduğunun bilincinde olan Liebknecht denizcileri ikna etmek için onların kışlalarına gitti ama başarılı olamadı. Denizciler onu karargahın dışarısına çıkardılar. Böylelikle devrimci durumdaki denge kesinlikle karşı devrimci hükümet lehine değişti. Hükümet, birliklerini 19 Ocak’ta gerçekleşecek seçimi güvence altına almak amacıyla Berlin’e yolladı. Birliklerin kumandanı, Liebknecht’in SPD’deki «yoldaşı» Gustav Noske idi. Hükümet isabetli bir tercihte bulunmuştu. Karşı devrimci bölüklere «Saldır!» emrini vermek kimseye sosyal demokrat bir partiliden çok yakışamazdı.

Karşı devrimci ordular şehre girdikten sonra Lüksemburg ve Liebknecht’in akıbetleri hakkında pek bir şey bilinmiyor. Bilinen tek şey her iki devrimcinin de karşı devrimci birliklere yakalanmamak için evden eve kaçtıkları ve 15 Ocak’ta bir ihbar üzerine yakalandıkları. Devrimcileri yakalayan askerler onları derhal Cennet Oteli’ndeki sorgu odasına götürdüler. İmparatorluğun yıkıntıları üzerine kurulmuş Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin ilk demokratik sorgusu sonucunda Liebknecht ve Lüksemburg’un hain olduklarına karar verildi. Demokratik Cumhuriyet o kadar sabırsızdı ki, sorguyu Rosa Lüksemburg’u öldürmek için şehir dışında hazırlanmış noktaya kadar bekleyemedi. Lüksemburg’un yaralı bedeni önce dipçiklerle parçalandı sonra da kurşunlandı. Ağır yaralı Liebknecht’in ölümü Demokratik Cumhuriyet’in planına uygun gerçekleşti. Şehir dışına kadar arabayla seyahat, patlayan bir lastik, duran arabadan inen askerler ve kurşunlar….

Liebknecht’ten Komünistlere Kalanlar

Karl Liebknecht’in katledilişinin üzerinden tam 82 yıl geçti. Bu gözüpek ve çalışkan devrimci devrim saflarında hak ettiği yeri aldı. 82 yıldır Karl Liebknecht’in adı anıldığında akla ilk gelenler enternasyonalizm, işçi sınıfı davasına sarsılmaz bir bağlılık, devrimci bir savaş karşıtlığı ve kitleler arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle yürütülen devrimci çalışma oluyor. 82 yıldır her boydan sosyal şoven ve oportünist Karl Liebknecht’i hastalıklı bir hayalperestlikle suçlarken devrimciler onun resmini gururla bayraklarında taşıyorlar. Ancak Liebknecht’e sahip çıkan devrimciler onun hatalarının üzerinde en az erdemleri kadar durmalılar. Liebknecht’in 48 yıllık ömrü boyunca yaptığı hatalar bolşevik bir önderliğin yaratılması mücadelesini verenlerin önemli dersler çıkarmasını gerektiriyor.

Liebknecht’in en büyük hatası örgütsüz olmasıydı. Doğru, Liebknecht yıllar yılı parti örgütü içinde kitle çalışması yürütmüştü ama Liebknecht’in içinde bulunduğu örgütler devrimci bir partinin değil farklı kanatları olan oportünist bir kitle partisinin örgütleriydi. Liebknecht örgütlenmeyi teknik bir işbölümü olarak kavradığından, bağımsız bir ideolojik kimliği olan bir devrimciler örgütünün yaratılması için mücadele etmemişti. Bu aynı zamanda Liebknecht’in kitlelerin kendiliğinden mücadelesinin devrimci karakterine safça inanmasından kaynaklanıyordu. Parti içerisindeki oportünist eğilimlerin farkında olan Liebknecht, kitle hareketinin yükselmesiyle bu oportünizmin alt edileceğine inanıyordu. Kitle hareketi yükselmeden gerçekleşen bir bölünmenin işçi hareketinden uzaklaşmak anlamına geleceğini savunuyordu. Bu inanç başta Liebknecht olmak üzere bütün Alman sol-sosyal demokratlarını yıllar yılı oportünist SPD’nin daha sonra da merkezci USPD’nin içinde tuttu. Dahası Alman sol-sosyal demokratları örgütsel sorunlarla boğuşan sosyal demokratları «kendi iç çekişmelerine gömülmeleri yüzünden» işçi sınıfı davasına zarar vermekle suçladılar. Oysa sınıf mücadelesinin tarihi, zamanında oportünistlere karşı amansız bir mücadele yürütmeyip, onlardan salt ideolojik olarak değil aynı zamanda örgütsel olarak da kopamayıp bu işi kitle hareketine havale eden devrimcilerin başına neler geldiğini trajik bir biçimde kanıtladı. Oportünizmden kopamayan Alman devrimciler çok geç kalmışlardı. Bu yüzden yükselen kitle hareketi onlara kitlelere önderlik etme olanağını sunmak şöyle dursun onları üstlenemeyecekleri sorumlulukları üstlenmek zorunda bıraktı. Devrimci örgütlerini zamanında inşa edemeyen devrimciler yükselen kitle hareketi tarafından ezildiler. Şarkıda söylendiği gibi haklı olan Karl Liebknecht davaya ihanet edenler ise sosyal demokratlardı. Ancak komünistler haklı olduklarını zaten biliyorlar. Komünistlerin asıl hedefi sosyal demokratların ihanetine karşı yolda kalmayacak, devrimi zafere ulaştırıp onun kalıcılığını korumak.

Bu hedefleri gerçekleştirmek için devrimci örgütün gerekli olmadığını söyleyen şarlatanlara karşı ise şu sözleri usanmadan tekrarlamak gerekiyor:

İktidar savaşında proletaryanın örgütten başka hiçbir silahı yoktur. Bu örgütün yaratılması uğruna yola çıkan ve komünizm için savaşanlara da yöneltilen “hayalcilik” sıfatına cevabı Karl Liebknecht’in sözleriyle karşılamak yerinde olacaktır;

“Mümkünün son sınırına imkansızı elde etmek için çabalayanlar ulaşabilir ancak. Gerçekleşmiş imkanlar, zorlanmış imkansızlıkların sonucudur. Öyleyse nesnel olarak imkansızı istemek budala bir hayalcilik ya da kendini aldatmak anlamına gelmiyor. Tersine, en derin anlamıyla politika demektir bu. Bir politik hedefin gerçekleşmesinin imkansız olduğunu göstermek o hedefin anlamsız olduğunu göstermek demek değildir. Bunun göstereceği tek şey olsa olsa, bu tür bir eleştiriciliğin toplumdaki hareket yasaları konusundaki körlüğüdür; özellikle de toplumsal iradenin (yani bilincin) oluşumunu yöneten yasalar konusundaki..”

 

Paylaş