[Bu yazı Proleter Devrimci KöZ’ün Haziran 2003 tarihli 9.sayısında yayımlanmıştır.]
Parti değilken parti gibi davranmanın zararları neredeyse saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Bu çokluğa da şaşmamak lazım. Ama bu zararların hepsini ince ince irdelemeye hacet yoktur. Zira en başta bu tutumun özü komünist siyasete aykırıdır: muhataplarına gerçekleri çarpıtarak anlatmak anlamına gelir. Bu da işçi sınıfına devrimci bilinci «dışarıdan» aktarmakla yükümlü olanların niteliğini bozmak için yeterli bir kusurdur.
Yalan ve kandırmaca üzerine kurulu olan burjuva siyasetinin karşısına çıkabilecek tek gerçek alternatif olan komünist siyaset gerçekler üzerine oturur; gerçek durumdan ve onun barındırdığı dinamiklerden hareketle bu gerçekliğin değiştirilmesi hedefini ifade eder; bu yöndeki iradenin oluşmasını sağlar. Bu tutumun gereği de doğruları dosdoğru söylemekle başlar. Bu nedenle parti değilken parti gibi davranmak veya kendini parti ilan edip bunun gereklerini yerine getirmemek sırf bu nedenle bile komünist siyasete aykırıdır ve hem yanlış hem de zararlıdır.
Ama eğer kitleleri etkileme kudretine sahip olmayan küçük bir grubun kendi kendini ve dar çevresini kandırması gibi bir durum söz konusu ise bu zarar «ateş olsa cürmü kadar yer yakar» «keskin sirke küpüne zarar» misali bir zarardır. Tersine görece geniş yığınları etkileme ve yönlendirme kapasitesine sahip bir örgüt söz konusu ise, o zaman bu oportünist tutum niyet ve isteklerinden bağımsız olarak karşı devrime hizmet eden bir tutum haline gelir. Bunu bilerek ve planlayarak yapan sürdüren oportünistler ise önünde sonunda karşı devrimin yahut ona güçleri yetmiyorsa tasfiyeciliğin özneleri haline gelirler ve layık oldukları muameleyi görmelidirler.
Parti Değilken Parti Gibi Davranmak Genellikle Küçük Çaplı Örgütlerde Görülen Bir Kusurdur
Parti değilken parti gibi davranmak öncelikle ve esas olarak kendine inanan ve bağlanan militanları taraftarları kandırmaya dönük bir kurnazlıktır; bundan ötesine bulaşamaz. Sonuçta da en fazla bunların maneviyatını bozan ve enerjisini tüketen bir yanlışı ifade eder. Bu bakımdan sınıf mücadelesinin seyrini belirleyecek çapta bir etkisi olmaz. Ancak dolaylı bir etkisi olur. Devrimci bir önderliğin inşası ödevine yoğunlaşması gereken kadro ve imkanların yıpranmasına ve farklı alanlarda heba olmasına yol açtığı için dolaylı bir zararı olur. Devrimcilere olan güvensizliği pekiştiren ve yayan bir etki yaptığı ölçüde dolaylı bir zarar verir.
Buna karşılık, parti niteliği taşıyan örgütlerin bunun gereklerini yapmamasının etkisi daha geniş çaplı olur ve daha doğrudan zararları vardır. Devrimci bir parti ihtiyacına yanıt verme iddiasıyla ortaya çıkan ve buna uygun ölçekte olan bir örgütün devrimci bir partinin üstlenmesi gereken siyasal sorumluluklardan kaçınması sadece kendi militanları ve kendi taraftarları ile sınırlı olmayan bir etki yapmaya adaydır. Bu nedenle bu iki tutumu birbirlerinden ayırt ederek ama ortak paydalarını da unutmadan değerlendirmek gerekir.
Bu yazı dizisine vesile olan Atılım polemiği böyle bir değerlendirmenin yapılabilmesi için elverişli bir fırsattır. O nedenle bu konunun enine boyuna tartışılması için bu fırsattan yararlanmak gerekir. Zira o polemikte söz konusu edilen parti her iki kusuru da yansıtan bir kavşak noktasını ifade etmektedir.
Bir yanda söz konusu olan sadece tabelasında yazdığı için değil, çapı ve kapasitesi itibariyle küçük de olsa bir parti olarak anılması yanlış olmayan bir örgüttür. Beri yanda da kitlelerin ihtiyacı olan devrimci partinin gereklerini (sadece programı bakımından yetersizlikleri nedeniyle değil, fiziki imkanları ve kapasitesi bakımından da) yerine getirebilecek çapta değildir. Bununla birlikte, söz konusu parti küçük bir öncü parti olarak yapabileceklerini yapmadan ve yapması gerekenleri yerine getirmeden sanki bu evreyi geride bırakmış gibi hareket etmektedir. Bu durum hem parti iken parti gibi davranmamak hem de parti değilken parti gibi davranmak kusurunu birlikte taşıyan çelişkili bir durumdur. Ama haksızlık etmemek gerekir. Kendileri de uzun zamandır bu çelişkili durumu öncü parti/önderleşme formülü ile ifade etmektedirler. Ama bu formülü dile getirmekle söz konusu çelişkiyi aştıklarını söylemek mümkün değildir. Aksine çelişkili (diyalektik) bir durumu kavramak için uygun olan bu formül gelinen noktada bir ikileme dönüşmüştür.
Küçük Parti Olmaz mı ve Küçük Bir Öncü Partiden Ne Beklenir?
Parti dendiğinde ille de iktidar sorununu önüne koymuş dallı budaklı bir devrimci parti tasavvur etmek doğru değildir. Küçük bir öncü parti de pek ala olabilir. Böyle bir partinin devrimci kadroları, hatta kendi ölçülerine göre komünist niteliği taşıyan kadro ve örgütlenmeler ile, kimi sendika ve kitle örgütlerini şu ya da bu ölçüde etkisi altına alması beklenir. Buna yönelik planlar yapmalı buna uygun taktikler geliştirmeli ve bunların hayata geçirilebileceği öncelikle çalışma alanları seçmelidir. Bununla birlikte, küçük bir öncü partinin öncelikli hedefi işçilerin birliğini sağlamaktan çok hala devrimcilerin parti birliğini sağlamak noktasında olacaktır. Bu doğrultuda yol alıp alamadığının ölçüsü de gözle görülür bir ölçüdür. Yarattığı politik etki ile bu muhataplarını şu ya da bu ölçüde yönlendirebilmesi icap eder.
Oysa belli ki Atılım polemiğinde söz konusu olan parti bu muhataplarının gündemine ancak bir polemik konusu olarak girebilmektedir. Bunlar üzerinde somut bir politik etki yaratamamaktadır. Etkisi altında olan kitle örgütleri ise politik bir nüfuz ile değil doğrudan bir ilişki sayesinde etkisi altında olanlardan ibarettir. Bu durumu güç ve imkanların yetersizliği ile izah etmek bir kaçıştır. Bu tutum politik eksiklikleri ve yanlışları görmezden gelen veya üstünü örtmeye çalışan bir yöntemdir. Zira zaten bu fiziki sınırlılık, küçük bir parti olma durumunu anlatır. Tam da bu nedenle bir sınıf önderliği gibi davranmak yanlış olur. Böyle bir fiziki sınırlılık koşullarında yığınları örgütlemeye heves etmekten önce devrimci kadrolar ve sınıfın en bilinçli kesimleri üzerinde bir politik etki yaratmak için çalışmak gerekir. Bunlar için bir çekim merkezi haline gelmenin yollarını aramak gerekir. Küçük bir öncü partinin yapması gereken budur.
Bu bakımdan Atılım’ın sahip çıktığı parti yapması gerekenleri ve yapabileceklerini yapmadan başka bir hedefe yönelmekle hem «parti olarak üzerine düşenleri yapmaktan kaçınma» hem de «parti iken parti gibi davranmama» kusuruna örnek olmaktadır.
Küçük bir partinin henüz geniş yığınları örgütleyebilecek, onlara önderlik edebilecek çapta olmadığı halde, kitleleri örgütleme ve onlara önderlik etme iddiasıyla hareket etmesi durumunda ne olur? Devrimciler üzerinde bir nüfuz elde etmek için yetersiz olan güç ve imkanlar böyle bir iddiayı yerine getirmede haydi haydi yetersiz olacaktır. Oysa Atılımın savunduğu parti kitlelere önderlik edecek çap ve nitelikte bir parti olmadığı halde öyleymiş gibi davranmaktadır.
Böylece adeta bir kavşak noktasında iki kusura birden örnek teşkil eden bir tablo söz konusudur. Küçük bir öncü parti işlevi yerine getirebilecekken bu ödev ve sorumluluklarını yerine getirmemek; kitlelere önderlik edebilecek çapta bir parti olmadığı halde ve bunun somut olarak kendini belli eden bir durum olmasına rağmen öyleymiş gibi (hiç değilse şimdilik o yönde ilerliyormuş gibi diyelim) davranmak.
Komünistlerin Birliği İçin Mücadele Edenler Bu Sorunla Niçin İlgilidir?
Peki komünistlerin parti birliği için mücadele edenlerin hedefledikleri parti ile alakası olmayan bir parti ile uğraşmasına ne gerek var, o zaman? Doğrusu Atılım’ın sahip çıktığı parti bu duruma düşen ve böyle bir ikilemin gerilimini yaşan ilk hareket değildir; ve bu sadece onun başına gelebilecek bir durum değildir. KöZ’ün arkasında duran komünistlerin bağlandıkları amaç ve ilkelerin farklı olması kendilerine kılavuz ettikleri geleneğin sağlam olması onları partileşme yolunda bu tür tuzaklardan koruyacak bir tılsım değildir. Sınıf mücadelesinin değişik evrelerinde ve partileşme faaliyetinin kritik dönemeçlerinde kendi durumunu dosdoğru değerlendirebilmek ve doğru tutumları benimsediğinden emin olabilmek için başkalarının deneyimlerinden öğrenmek ve başkalarının yanlışlarından ibret almak da önemlidir; bu yetenek de parti hazırlığı faaliyeti içinde kadroların kazanması gereken meziyetler arasında gelir. Atılım polemiği de KöZ’ün arkasında duranlar açısından bu yönüyle önemlidir ve o nedenle bu yazı dizisinin «Bir Atılım polemiğinden ibaret olmadığı» vurgusunu ciddiyet ve samimiyetle ele almak gerekir.
Bununla birlikte böyle bir titizliğin gereği bizim açımızdan asıl hangi tehlikenin gündemde olduğunu doğru saptamayı gerektirir. KöZ’ün arkasında duran komünistler bakımından yakın tehlike, parti niteliğine sahip olduğu halde bunun gereklerini yerine getirmeme noktasında değildir. Bu tehlike ile öncelikli hedeflerimize ulaştıktan sonra yüz yüze gelme olasılığı vardır.
Kendi Durumunu Olduğundan Farklı Görme ve Gösterme Kusuru Nasıl Bir Oportünizmi Yansıtır?
Parti niteliğine sahip olmadıkları halde parti normlarıyla hareket etmeye çalışmak ve kendini öyle göstermek ne işe yarar ve hangi ihtiyacın dürtülediği bir tutumdur? Bu tutum genellikle kendi disiplinine bağlı olanları sevk ve idare edebilmek, türlü oportünist manevralara razı etmek için politik otoritenin yetmediği noktalarda başvurulan yaygın bir kurnazlıktan ileri gelir. Örgütsel sorunlarda oportünistlik yapmayı meslek edinenlerin ise sık sık başvurduğu bir yordamdır. Bu mekanizmanın işleyişi pek karmaşık değildir.
Parti niteliğine sahip olmadığı halde, bu kimliğin arkasına saklanma kurnazlığına başvuranların muradı bellidir: devrimci bir partiye ihtiyacı olan ve bir devrimci partinin militanı olarak bu parti uğruna tüm varlıklarını adamaya hazır olan militanları cezbetmek. Sonra da kendi disiplinleri altında tutmak için parti imiş gibi davranır, kendilerini öyle göstermek ister kimi oportünistler. Bu kurnazlık zaman zaman işe yarasa da, çoğu zaman açık verilmesine engel olacak bir tılsıma sahip değildir. Zaten bu kurnazlığın erbabı olan oportünistlerin tılsıma ihtiyaçları yoktur, onun yerine hile, tertip ve baskı yöntemlerini tercih ederler.
Tam da «keşke bir tılsımlı değnek olsa» dedirtecek sıkışık durumlarda, parti kisvesinin sağladığı kimi olanakları istismar eden kurnazlıklar devreye giriverir.
Parti kisvesinin sunduğu avantajlar tam bu tür durumlarda imdada yetişir. Disiplin, bağlılık; hiyerarşiye ve talimatlara uyma; iş üzerindeyken işi sorgulamama vb. özellikler işleyen bir partinin olmazsa olmaz koşulları arasındadır; ve bu mekanizmaları işletemeyen, militanları bu hasletlere sahip olmayan bir devrimci parti, parti olarak varlığını tartışma konusu haline getirmeye başlamış demektir.
Parti olmadıkları halde parti kisvesine bürünenler sıkışık durumlarda militanlarını ve kendilerine şu ya da bu ölçüde bağlı olanları hizaya sokmak ve hizada tutmak için bu mekanizmalara sık sık başvururlar. Çünkü bu mekanizmalara sahip olmak için parti olmaya gerek yoktur. Parti öncesi hazırlık dönemindeki en küçük bir örgütün bile hedefledikleri partiye referansla bu tür mekanizmalara şu ya da bu ölçüde sahip olması gerekir.
Ancak parti olup olmamanın ölçülerinden biri, tam bu noktada kendini belli eder. Parti niteliklerine sahip olmadıkları halde öyle davranma kurnazlığını gösterenlerin foyaları tam bu noktada açığa çıkar.
Eğer kendini parti diye ilan eden ve öyle sunan şu ya da bu örgütün çağrıları, talimatları sadece kendi disiplinlerine bağlı olanların icabet ettiği şeyler olarak kalıyorsa, hatta bazı durumlarda bunların bile tamamını harekete geçirmeye yetmiyorsa o zaman bir sorun var demektir. Bu durumda söz konusu örgüt eğer kendi disiplinine bağlı olacağı varsayılanları seferber edemiyorsa, onun örgüt olarak varlığı tartışmalıdır.
Eğer kendi disiplinine bağlı olanların dışındaki kesimleri harekete geçirmeyi başaramıyorsa o zaman da parti olma iddiası sorgulanmak zorundadır. İşçi sınıfına önderlik etme iddiasını taşıyan bir partinin herşeyden önce kendinden öte güçleri kendi siyasi çizgisi doğrultusunda harekete geçirme yeteneğine sahip olması gerekir.
Partinin kitleler nezdindeki itibarına ve bunun sağladığı güç ve imkanlara sahip olmadıkları halde, bu niteliğe sahipmiş gibi davrananlar, bu tür kritik dönemeçlerde hırçınlaşır. Güçlerinin yalnızca kendilerine bağlı olanlara yettiğini, hatta bazen ona bile yetmediğini fark ettiklerinde bunun acısını en çok en yakınlarındakinden çıkartırlar. Bu tür örgütlerde gerilimin artması, basıncın içe doğru yükselmesine yol açar. Militanların yükünün artması, yorulanların ve havlu atmaya zorlananların da artmasını getirir.
Aynı basınç en yakında duran akımlarla hırçın bir ilişkinin gelişmesine yol açar, sık sık. Adeta «bizim öncülüğümüzü kabul etmeyenler düşmandır» anlamına gelen bir tavır gelişir; bu da kadroların yıpranmasına yol açan bir gerilim kaynağıdır. Bu kısır döngü besbelli ki, parti niteliği kazanma yönünde bir dürtü oluşturmaz. Aksine somut durumu dosdoğru kavrayıp izah etmeyi önleyen her davranış, mevcut konumun da gerisine düşmeye neden olur.
Zira, eğer parti olma iddiasını taşıyan ve militanlarını bu iddia sayesinde kendine bağlayan bir örgütün bu niteliğe sahip olmadığı meydana çıkarsa, o zaman bu «ayıbı» örtmek, meydana çıkan foyayı gizlemek için bazı kurnazlıklar aranır. Kendinden öte güçleri harekete geçiremediğini görenler bunun belli olmaması için, sanki kendinden öte güçleri harekete geçiriyormuş gibi davranmayı tercih ederler. Legal kurumların arkasına gizlenmek, yığınların arasına karışmak vb. kurnazlıklar bu durumu örtbas etme çabalarının en bilinen ve en yaygın tezahürlerindendir.
Böylece sanki kitleleri harekete geçiriyormuş gibi bir görünüm doğması sağlanır. Ama önderlik edemediği kitlelerin kuyruğuna takılarak öncülük yahut önderlik iddiasını sürdürmek çok kolay yutturulacak bir lokma değildir. Daima kendiliğindenliğin peşinden koşan daha büyük oportünistlerin gölgesine düşme riski vardır. Bu rakiplerle boy ölçüşebilmek için onların yararlandıkları araç ve yöntemlere tevessül etme eğilimleri de bu iklimde yeşerir.
Parti olmadan parti gibi davranmak yahut parti iken parti gibi davranamamak kısır döngüsünün kitle kuyrukçuluğuna ve legalist tasfiyeciliğe kapı aralamasının ardında yatan dinamiklerin başında bu gelir.
Bu durumda bir kurnazlığın bedeli olarak ortaya çıkan savrulma eğiliminin farkına varan başka akımların eleştiri oklarına hedef olma riski belirir. Bu eleştiriler de söz konusu örgütün militanlarını derinden vuran ve sıkıntıları büyüten birer ek etken haline gelir. Militanların bu cenahtan gelen eleştirilere kulak vermemesi için, bu tür eleştirilere karşı sert yanıtlar üretilmesi bu nedenle sık sık görülür.
O halde parti niteliğinden ne anlaşılması gerektiğini açık seçik tanımlamak gerekir.
Parti Deyince Tek Bir Şey mi Anlaşılmalı?
Parti kavramını sınıf ile özdeşleştirerek kullananların karşısında bir ikilem bulunmaktadır: Ya işçi sınıfının belirleyici kesimlerini kendi saflarında örgütleyinceye kadar kendilerine parti niteliğini yakıştırmamak, yahut işçi sınıfı üzerinde bir etkisi olup olmadığına bakmaksızın kendini «sınıfın partisi» olarak ilan etmek. Her iki durum da aslında parti-sınıf ilişkisinin yanlış kurulmasından kaynaklanmaktadır. Bir de «her sınıfın tek partisi olur» yanlış varsayımının yan ürünlerinden biri yansır bu yanılgıya. Halbuki parti niteliği almak için işçi sınıfının belirleyici kesimleri üzerinde bir etkiye sahip olmak gerekmez. Pek ala sınıf üzerinde nüfuzu olmayan küçük bir parti de olabilir. Böyle bir partinin öncelikli hedefi işçi sınıfını peşinden sürükleyecek belirleyici kesimler içinde örgütlenmek sınıfın öncüsünün güvenini kazanmak ve bu sayede sınıfı yönlendirebilen bir politik güç haline gelmek olmalıdır. İşçi sınıfını bu biçimde yönlendirebilecek bir nitelik kazandığı belli olan bir parti ise, işçi sınıfını toplumun geniş kesimlerini peşinden sürükleyen bir politik güç haline gelmesini sağlamak ve bu sayede iktidarın ele geçirilmesine önderlik etme sorumluluğunu üstlenmektir.
Peki bir örgütün küçük bir parti olup olmadığı yahut iktidarı ele geçirme eylemine önderlik etmekle yüz yüze bir parti olup olmadığı neye bakarak ölçülecektir? Besbelli ki bu söz konusu örgütün kendisi hakkındaki iddiaları ve hüsnü kuruntularına bakarak ölçülemez. Bunu söz konusu örgütün siyasal etkinliği ve bu etkinliğin sonuçlarına bakarak görmek gerekir. Biz de bugüne kadar kendimizi değerlendirirken bir yandan kendimizi başkaları ile kıyaslamadan ve onların ölçüleri ile boyumuzu ölçmeye kalkışmadan hareket etmeye özen gösterdik. Kendimizi hedeflerimizin ve ilkelerimizin mihengine vurarak değerlendirmeye gayret ettik. Bununla birlikte, kendimize yakıştırdığımız meziyetleri sadece kendi aynamıza bakarak değil başkalarının gözünde nasıl göründüğümüzü ve başkaları üzerinde ne kadar etkimiz olduğunu gözleyerek ölçme alışkanlığı edinmeye çalıştık. Bu titizliği sürdüreceğiz. Ama yine de hedeflerimizin mihengini kabaca hatırlamakta yarar var.
Öncü parti başka akımları etkileyip yönlendiren bir partidir. Boyu ve çapına göre bir etkisi olur ama bu nitelik parti kimliğinin gereği olan başlı başına bir niteliktir.
Öncü parti oportünistlerin hakkından gelebilen bir niteliğe işaret etmelidir. Bu da oportünizmi teorik olarak mahkum etmek anlamına gelmez. Dar ve kısmi bir alanda bile olsa oportünistlerle boy ölçüşmeyi göze alabilen ve siyasi faaliyet içinde oportünizmin kuyruğunda savrulmayacak kadar sağlam temelleri olan bir alt yapıyı gerektirir.
Parti öncesi hazırlık döneminin en kritik görevlerinin başında da bu yeteneğin kazanılması yolundaki hazırlıkların planlanması uygulanmaya konması ve militanların bu deneyim içinde pişerek ve sınanarak ileri çıkmasının sağlanması gelir.
Sorunun bu yanı bir yandan kitle çalışması alanıyla ilgilidir. Ama kısmi sorunlar temelinde dar anlamda bir kitle çalışmasının ötesinde kitle içinde devrimci siyasal çalışmanın nasıl yapılacağının öğrenilmesi, bu alanda deneyim kazanılması ile ilgilidir. Parti öncesi hazırlık döneminde teorik eğitimle sağlanamayacak bu eğitimin merkezi bir önemi vardır. Bu sınavdan başarıyla geçemeyenlerin parti niteliğine sıçraması ve sınıf mücadelesinde önderlik konumuna ulaşması mümkün değildir.
Sorunun bu yanı bir yandan da propaganda çalışmasıyla ilgilidir. Ama burada da söz konusu olan doğruların kitabi bir biçimde aktarılmasından ibaret bir eğitim çalışması değildir. Daha doğrusu propagandanın içeriği biçimi ve araçları muhataplarına göre değişmek durumundadır. Bir öncü partinin muhatapları ve araçları farklıdır. Propaganda ve ajitasyonunun ölçeği farklıdır. Kitlelere önderlik etme iddiasında olan bir partininkiler farklı olmalıdır.
Komünist parti yolunda ilerleyebilmek için bunları akıldan çıkarmadan serinkanlı ve sabırlı bir telaş içinde yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Hedeflerimizin büyüklüğünden ileri gelen bir ciddiyeti elden bırakmamalıyız. Bizim hedeflerimize ulaşmamız sadece bizim büyük bir iş başarmış olmakla kıvanç duyacağımız bir iş olmayacaktır. Bu sonuç devrimci hareketin önderlik krizinin aşılması demektir. O da insanlığın içinde debelendiği bunalımdan çıkışı için zorunlu ve eksik olan en önemli koşuldur.