(Bu yazının orijinali Aralık 2002 tarihli Proleter Devrimci KöZ’ün 4.sayısında yayımlanmıştır.)
«Sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve içsavaşların, örneğin ezilen sınıfın ezene, kölenin köle sahibine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz.« (Lenin, Sosyalizm ve Savaş, s.11)
Pasifizm, Yani Barışseverlik Nedir?
Genel olarak pasifizm yani barışseverlik, devletler arasındaki sorunların savaşa başvurmadan çözülmesini savunan ve çoğu kez bu uğurda aktif bir mücadeleyi de öngören bir muhalefet akımıdır.
Komünistlerle pasifistler yani barış taraftarları arasındaki ayrım açıktır. Pasifistler bir dünya barışının her sınıftan ve milliyetten insanın gerçek bir ihtiyacı olduğu ve burjuvazinin hakimiyeti koşullarında da mümkün olduğu fikrinden hareketle, derhal bir barış («barış hemen şimdi!») için mücadeleyi öne çıkarırlar. Komünistler ise savaşsız bir dünyanın ancak burjuva egemenliği yıkıldıktan sonra sağlanabileceğini, barış talebinin her sınıf ve milliyetten insanların ortak bir talebi olmadığını savunurlar.
Barışçılık, barış sorununu sınıflar üstü bir sorun olarak ele alıp, burjuva güçlerin bir kısmıyla el ele yürütülebilecek bir mücadele olarak kavrar ve her türlü savaşın, silahlanmanın ve genel olarak şiddetin reddedilmesine bağlanır. Komünistler ise sadece emperyalist savaşlara karşıdır; ulusal kurtuluş savaşlarına, iktidarın ele geçirilmesi ve siyasal mevzilerin savunulması yolundaki savaşlara elbette karşı değildir.
İki emperyalist kamp arasındaki bir savaş, kimin saldırgan kimin mağdur olduğundan bağımsız olarak, haksız bir savaştır; böyle bir savaşta komünistler her iki kampın dışında kalırlar. Ama bu tutum doğru olmakla birlikte, savaşın dışında ve karşısında kalmak yetmez. Zira yurtsever olmayan pasifistler de böyle yaparlar. Emperyalist bir savaşta komünistleri bu pasifistlerden ayıran tutum şudur: her iki kampın komünistleri «asıl düşman içimizde» şiarıyla, kendi burjuvazisinin devrilmesi ve yenilgisi için sınıf savaşımını yönetmek ödeviyle yükümlüdür.
Ezilen bir ulusun kurtuluşu için başlattığı savaş ise komünistler açısından haklı bir savaştır. Böyle bir durumda da pasifistler yine iki taraftan ayrı dururlar; «hemen barış» hedefini yinelerler. Komünistler ise böyle bir durumda savaşın haklı olarak hedef aldığı ezen ulus devletlerini, kendi savaşım hedefleri olarak kabul edip, tutum alırlar; ezilen ulus saflarındaki komünistler için de savaşım hedefi aynısıdır.
Pasifistler samimi biçimde genel olarak silahsızlanma isterlerken; komünistler halkın burjuvaziye karşı silahlandırılmasını, silahların kendi subaylarına ve hükümetlerine karşı devrim için kullanılmasını açıkça savunurlar. Pasifistler için emperyalist bir barış emperyalist bir savaştan iyidir; komünistler için savaştan devrim için yararlanmak, barış için devrimden vazgeçmekten yeğdir.
Sosyal-Barışseverler Kimlerdir?
İlk dünya çapındaki emperyalist savaşla birlikte, 1914’ten itibaren pasifizm kavramına bir de sosyal-pasifizm eklendi. Sosyal-pasifistler savaş karşısında pasifistlere dönüşen ve sosyal-demokrat maskelerini de indirmeyen Kautsky vb. için önerilen bir sıfattı. Bir de bunlarla burjuva pasifistlerini birbirinden ayırdedemeyen ve sosyal pasifistlerden ayrı durmayarak burjuvazinin etki alanından kurtulamayanlar vardı.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Avrupa’daki işçi örgütlerinin büyük çoğunluğu savaşta kendi hükümetlerinin yanında yer aldılar. Yani o zaman barış ve silahsızlanma taraftarı olanların başında onlar gelmiyordu. Çünkü onlar vatanlarının saldırıya uğradığını ve saldırıya karşı savaşmak ve vatanlarını kurtarmak gerektiğini savunuyorlardı; düpedüz emperyalist savaş taraftarıydılar. Ama bu hain sosyalistlerle yollarını ayıranlar da vardı; üstelik bunlar Bolşeviklerden ibaret değildi. Hatta Bolşevikler azınlık durumundaydı.
Savaşa karşı çıkanların çoğunluğu ise «savaşa karşı barış, önce barış» çizgisini benimsiyorlardı. İkinci Enternasyonal partilerinin ihanet çizgisine karşı çıkan enternasyonalistlerin çoğunluğunun tutumu buydu ve bu tutumun ilham kaynağı Kautsky, enternasyonalist sosyal demokratlar arasındaki önde gelen sözcüsü de Troçki idi. Ki Lenin Troçki ile niçin yan yana gelemediklerini soranlara «o bir Kautskycidir» diye yanıt veriyordu. Troçki’nin «Kautskyci» olması, her konuda Kautsky’nin görüşlerini savunmasından ziyade (ki öyle değildi) savaş ve barış konularında Kautsky ile aynı çizgide oluşunu anlatıyordu.
Zimmerwald birdirisini kaleme alan Troçki, Lenin ile aralarındaki farkı şöyle anlatmıştı:
“Yoldaş Lenin kendisinin barış için mücadele sloganına tamamen olumsuz bir yaklaşımı olduğunu söyledi. Bu konudaki tutumu şu aforizmayla özetleniyordu: görevimiz topların susmasını değil, bizim amaçlarımıza hizmet etmelerini sağlamaktır.” (Lenin’in Komünist Bir Enternasyonal İçin Mücadelesi, Monad Press, s.331)
Ayrım tastamam buradaydı, bugün de Leninistlerle merkezciler arasıdaki ayrım aynı yerdedir.
Sosyal-Pasifizm Sosyal Reformculuktur
Tıpkı bugün, «nükleer artıkların ortasında ve ekolojik dengesi bozulmuş bir dünyada sosyalizm de kurulamaz; hem bu sorunlar herkesin sorunudur; onun için önce silahsızlanma, barış ve çevrenin korunması gerek; sosyalizm için mücadele ancak bundan sonra gelir» diye düşünenler olduğu gibi, o zaman da, sosyal-pasifistler güya sosyalizm hedefinden vazgeçmeden, ama burjuva egemenliğinin yıkılmasını da önkoşul olarak kabul etmeksizin barışın elde edilebileceğini savundular.
Bunlar aslında dünyanın üçte ikisinin açlık ve savaşlarla kavrulduğu bir dönemi «kapitalizmin barışçıl gelişme dönemi» olarak takdis edip, bu dönem boyunca emperyalist ülkelerdeki işçi hareketinin legal kanallardan ve emperyalist sömürünün sermayeye sunduğu manevra imkanlarından yararlanarak geliştiği dönemin ideolojisini temsil eden ve bu dönemin özlemini çekenlerdi. Özlemini çektikleri şeyler arasında elbette ayrıcalıklı konumları başta gelmekteydi.
Bugün de, barış taraftarlığı ile sosyalizmi birbirine karıştıranlar aynı koşulların özlemini çekmekte, sosyalizm için mücadele edebilmeleri için barış koşullarının yerleşmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Kuşkusuz bu barışçıl sosyalizm mücadelesinin hangi bedeller ödenerek verileceği konusu hep belirsiz kalmaktadır.
Şubat 1917 devrimine iki ay kala, Lenin Zimmerwald Konferansı’nda seçilen Uluslararası Sosyalist Komite’ye ve Bütün Sosyalist Partilere Hitaben Savaş ve Barış Üzerine bazı tezler yazdı. Kautskist bir tutuma kayanların hakim olduğu komite bu tezleri ne ele aldı, ne de yayınladı; bu tezler ilk kez 1931 yılında yayınlandı. Söz konusu tezlerin dokuzuncusunun altında, Lenin barış konusunda sosyalistlerin tutumunun ne olması gerektiği konusunu açmıştı; bugün hala bu eski nasihate ihtiyaç var:
” 9. İşçileri kandırmayan, aksine onların gözünü açan bir politika şöyle olmalıdır:
a) Barış konusu gündeme geldiğinde, sosyalistlerin yapması gereken kendi burjuvazisinin ve hükümetinin maskesini her zamankinden daha gayretli biçimde indirmek, emperyalist müttefikleri ile yapmış oldukları ya da yapmaya hazırlandıkları gizli anlaşmaları ifşa etmek…tir. …
b) Her ülkede sosyalistlerin ajitasyonları sırasında her şeyden çok üzerinde durmaları gereken şey, yalnız kendi hükümetlerinin her bir siyasal sözcüğüne değil, kendi sosyal-pasifistlerininkilere karşı da tam bir güvensizlik beslemek gerekliliği olmalıdır.
c) Her ülkede sosyalistlerin kitlelere şu açık gerçeği açıklaması gerekir:…gerçekten kalıcı ve gerçekten demokratik (ilhaksız vb.) bir barışın elde edilmesinin tek koşulu bu barışın mevcut hükümetler, yahut genel olarak burjuva hükümetler tarafından değil, burjuva egemenliğini devirmiş ve burjuvaziyi mülksüzleştirmeye başlamış olan proleter hükümetleri tarafından imzalanmasıdır. …
d) Her ülkede sosyalistler şu tartışmasız gerçeği kitlelere açıklamalıdır:…işçilerin böyle bir barışı sahiden ve hemen şimdi elde etmelerinin bir tek yolu vardır o da silahlarını kendi hükümetlerine çevirmektir… …
e) Sosyalistler burjuva fikirleriyle devrimci işçi hareketini her zaman yozlaştıran reformizme karşı mücadeleyi güçlendirmelidir; …özellikle de onun yeni görünümüne karşı: bu reformizm burjuvazinin savaş bittikten sonra yapacağı reformları vaadetmektedir!” (Bkz. TE., c.23, s. 226-234)
Emperyalist Savaşa Hayır, Emperyalist Barışa Evet mi ?
Kuşkusuz savaş ve barış sorunlarını Lenin’in ele aldığı biçimde ele almak isteyenlerin önce unutmamaları gereken şey bu sorunların soyut ve genel olarak ele alınamayacağıdır.
«Devrim» ve «sosyalizm» adına pısırık, şikayetçi, muhalif bir söylem ve davranışın, tarihin sonunu ilan eden burjuva ideologlarının karşısında mahcubiyetin ve ideolojik çaresizliğin yaygınlaştığı koşullarda komünistler, Üçüncü Enternasyonal’i kuranların başladığı noktaya yeniden ulaşma gayretindeler.
Emperyalizmin Orta Doğu’daki kilit unsuru bir yandan NATO’ya öbür yanından AB’ye bağlı olan Türkiye’dir. Bu kilidin bir proleter devrimiyle parçalanması gerekir. Bunun yolu farklı uluslardan ezilenlerin ve proleterlerin bölge çapındaki ortak mücadelesinden geçer. Bu yolda en temel ve bütün diğer koşulları belirleyen eksiklik ise enternasyonalist komünist bir önderliktir. Bugün çerçevesi giderek genişleyen, Orta Doğu çapında yoğunlaşan sorunların ve çelişkilerin gerçek çözümü ancak bu takdirde sağlanacaktır. Bunun dışındaki bütün çözümler şu ya da bu biçimde burjuva sınırları içinde, mevcut burjuva devletlerinin sınırları içinde kalacaktır. Dolayısıyla bu tür çözümlerin ardından, aynı sorunlar komünistlerin önüne bir başka ölçekte yeniden dikilecektir.
O halde bugün Orta Doğu’da ve dünyanın başka yerlerinde de, enternasyonalist devrimcilerin ortaya koymaları gereken en devrimci ve en sahici politika, devrimci kadroları komünist bir enternasyonalin inşası faaliyetine katma yönündeki somut öneri ve çağrıları olacaktır.
Orta Doğu’ya da barış ve özgürlük savaşan işçilerle gelecek!