Bu yazı Proleter Devrimci KöZ’ün Ağustos-Eylül 2004 tarihli 21.sayısında yayımlanmıştır.
II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra dünya devletleri iki büyük kampa ayrıldılar. Bunlardan biri ABD’nin öncülüğünde Batı Avrupa ülkelerinin oluşturduğu kapitalist blok; ötekisi SSCB ve diğer sosyalist ülkelerin bir araya geldiği sosyalist blok olarak adlandırıldı. Bu iki grup ülke arasındaki ilişkilerin ana teması sömürgelerin nasıl paylaşılacağı, nüfuz bölgelerinin nasıl belirleneceğiydi. Aksini göstermek amacıyla birinciler kendilerini «demokrasi ve özgürlüğün savaşçıları» ikinciler ise «emperyalistlere karşı emeğin ve mazlum devletlerin savunucuları» olarak sundular. Karşı karşıya geldikleri oranda da bu misyonlarını dile getirdiler. Ne var ki her iki taraftakiler de barışçı olduğunu, diğer ülkelerin iç işlerine karışmayacağını ısrarla belirttiler.
Barış içinde bir arada yaşama iki kutbun centilmenlik sınırları içinde dünyayı paylaşmasından ibaretti. İki tarafın da çıkarlarına uygun bir paylaşımda kimsenin diyecek sözü olmazdı. Bu amaçla rekabetin de kurallarını koydular; birbirlerinin nüfuz alanlarına müdahale etmemeyi, ancak tarafsız bir sömürgede karşı karşıya geleceklerini şart saydılar. Ancak sınırları çizilmemiş bölgelerde çıkan savaşlar da oldu. İki taraf da savaştığını kabul etmiyor; aksine diğerinin savaşçı olduğunu kendisinin ise dünya barışını getirmek amacıyla müdahale etmek zorunda kaldığını ifade ediyordu.
SSCB’nin içten içe çürüyerek yok olmasıyla beraber sosyalist blok da tarihe karıştı. Kutuplardan biri eksilince artık dünyanın tek merkezli hale geldiğini savunanlar az değildi. Ama kısa süre içinde SSCB’ye karşı birlikte tutum alan batı devletlerinin birbirine rakip iki farklı emperyalist kampa ayrıldıkları görüldü.
Birinci kampın başını ABD çekiyordu. Eskiden «komünizm tehdidi»ne karşı «demokrasi ve özgürlüğün savaşçısı» olarak kendini sunan ABD bu sefer «İslami teröre» karşı aynı misyonu sürdürdüğünü ilan etti. Bu şekilde önce Afganistan’a sonra Irak’a operasyonlar düzenledi; güya amacı İslamcı teröristleri yakalamak ve dünyaya barışı hakim kılmaktı. Ama herkesin bildiği gibi müdahalelerin amacı sömürgelerden daha büyük paylar kapmaktı.
Bu müdahalelere karşı çıkan kampın başını ise Almanya-Fransa çekmektedir. II. Emperyalist Paylaşım Kavgası’nın bitmesinden beri yeniden yapılanarak eski iktisadi gücüne kavuşan Almanya ve Fransa ABD’ye rakip bir blok oluşturuyordu. Bunlar Avrupa devletlerini Avrupa Birliği çatısı altında birleştirip siyasi ve askeri olarak birlikte hareket etmelerini istiyorlar. ABD’nin dünyanın farklı bölgelerine müdahaleleri gündeme geldikçe barışsever kesiliyorlar. Bunların barışı savunmalarının nedeni elbette savaşlara karşı olmalarından değil. Bunlar ABD ile boy ölçüşebilecek nitelikte ordulara sahip olmadıkları için savaş yoluyla sömürgelerin paylaşımına karşı çıkıyorlar. Kendi ordularıyla ABD’nin karşısına dikilemedikleri yerlerde ABD’nin askeri gücünü kullanarak öne geçmesini istemiyorlar. Bu yüzden barıştan yana tutum alıyorlar. Sözümona dünya barışını korumak için kurulmuş olan Birleşmiş Milletler gibi kurumları, sivil toplum örgütlerini kullanarak ABD’yi savaştan caydırmaya çalışıyorlar. Ama bir yandan «barış» talebini yükseltirken bir yandan da büyük çap ve etkinlikte savaşlar başlatmak üzere kendi özel ordularını hazırlıyorlar. (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası bu projenin ismidir.)
Bugün için «soğuk savaş» dönemindeki gibi askeri bakımdan ABD’yi dengeleyebilecek bir güç bulunmuyor. Avrupa devletleri iktisadi ve teknolojik bakımdan ABD ile boy ölçüşebilecek kapasitede olsa bile askeri kapasiteleri bakımından onun hayli gerisindedir. Bu yüzden ABD dünyanın farklı bölgelerine müdahale ederken tereddütsüz davranabilmektedir. Birleşmiş Milletler veya çeşitli barışsever sivil toplum örgütlerinin ABD’nin bu müdahalelerini engellemek bakımından hiçbir anlam ifade etmemesi de bu eşitsizlikle ilgilidir. Açıkçası bu durum aynı zamanda dünyanın tek kutuplu olduğu hakkında bir hüküm vermeyi kolaylaştırmaktadır. Ancak nasıl ki birinci dünya savaşı öncesinde sömürge savaşında geride bulunan Almanya askeri bir atılım yaparak rakipleriyle boy ölçüşecek ordular yarattıysa bugün Avrupa devletlerinin de aynısını yapma potansiyeli vardır. ABD’nin dünyanın dört bir köşesinde savaşlara giriştiği koşullarda Avrupa devletlerinin de silahlanmada bir atılım yapması hiç de küçümsenecek bir ihtimal değildir.
Barış da dünyayı paylaşmanın bir aracıdır
«Emperyalizm, dünyanın bölüşülmesi ve yeniden bölüşülmesi için büyük devletlerin giriştikleri vahşi bir mücadeledir.» Genellikle bu vahşi mücadele ancak savaşlar çıktığı zaman hatırlanır ve bu yüzden paylaşım kavgalarının sadece şiddete başvurarak sürdüğü zannedilir. Halbuki savaşlar kadar savaşları önlemek için bulunan barış yöntemleri de bu paylaşım kavgasının araçlarıdır.
Savaşları önlemek için kurulan başlıca barış örgütü Birleşmiş Milletlerdir. Sözümona BM emperyalist devletlerarasında çıkan çelişkileri savaşlara gerek kalmadan çözmek için «hakem» rolü üstlenen bir kurumdur. Sözümona bir hakem gibi tarafsız, devletler üstü bir konuma sahiptir ve devletlerin insan haklarına aykırı kusurlu hareketlerde bulunup bulunmadıklarını kontrol eder. Halbuki bu sadece görünüşte böyledir. Aslında emperyalist güçlerden hangisi ağır basıyorsa onun çıkarlarına göre bir paylaşımın meşruluk kazanmasını sağlayan bir araçtır. Yani sahada yumruğu kuvvetli olan takımın çıkarına göre düdük çalan bir hakeme daha çok benzer.
Bunu anlamak için ABD’nin Irak’a müdahalesi sırasında Birleşmiş Milletler’in aldığı tutumlara bakmak yeterlidir. ABD’nin Irak saldırısı gündeme geldiğinde ABD’nin rakipleri olan emperyalistler böyle bir saldırının meşru olmadığını öne çıkardılar. «Önce Saddam Hüseyin’in gerçekten kimyasal silah saklayıp saklamadığının müfettişler tarafından araştırılması gerekir» diyerek ABD’yi engellemeye çalıştılar. Böylece ABD’nin yapmayı düşündüğü saldırı en azından bir süreliğine de olsa engellenmiş oldu. Ancak kimyasal silah bulunamayınca ABD daha fazla beklemeyip işgale başladı. ABD’nin rakipleri de bu saldırıya karşı koyacak güce sahip olmadıkları için seslerini kestiler. Ama ABD Irak’ta bir batağa saplanınca bu sefer rakipleri işgale ortak olmak istedi. «Birleşmiş Milletler’in bölgeye barış gücü olarak gitmesi gerekir» diyerek askerlerini BM üniforması altında Irak topraklarına sokmak ve Irak’ın bölüşümünden pay almak istedi.
Benzer bir biçimde savaşı önlemek üzere silahsızlanma antlaşmaları, bu antlaşmalara uymayan devletlerin yalnızlaştırılması vb. gibi barış yanlısı yöntemler de geliştirilmiştir. Halbuki bunlar da paylaşım mücadelesinin başka araçlarıdır. Emperyalistlerin çıkarlarıyla bağdaşmayan tutum takınan devletler savaş yanlısı devletler olarak damgalanmış (örneğin İran, Kuzey Kore) sözümona dünya barışını korumak adına bunların yalnızlaştırılması uygun görülmüştür. Oysaki silahlanmaya çok daha fazla para harcayan, daha çok savaşlara katılan devletler hakkında benzer bir işlem yapılmaz.
Savaşlara karşı çıkmak ise bu paylaşım mücadelesinin bütününe değil sadece şiddet yoluyla sürmesine karşı çıkmak anlamına gelir. Elbette eksik davranmanın yanlış davranmak anlamına gelmeyeceğini öne sürenler olabilir. Ancak emperyalizmin barış araçlarıyla da paylaşım kavgalarını sürdürdüğü gözden kaçırılırsa emperyalist barışların yanında yer almamak için hiçbir neden kalmaz.