Bu yazı Şubat 2003 Tarihli Proleter Devrimci KöZ’ün 5. sayısında yayımlanmıştır.
Savaşı durdurmak için burjuva aydınlarından kimi emperyalist kurumlardan ve hatta devletlerden medet umanların sayısının arttığı şu günlerde komünistler bilmektedir ki, ne bu savaş böyle durdurulabilir; ne de bu yoldan giderek savaşların önü alınabilir. Demek ki savaşları gerçekten durdurmak için bu konuda bu güne kadar en başarılı çalışmayı yürütmüş olanların başında gelen bolşeviklerin deneyimlerinden öğrenmeye ihtiyaç vardır. Bu nedenle başka devrimcilerin deneyimlerini aktarmaya başlamak ileride komünistlerin birliği için mücadele edenlerin kendi deneyimlerini birbirleriyle paylaşmaları ve başkalarına aktarmaları için yürünecek yolda ilk adım olarak görülmelidir.
***
Potemkin zırhlısı adı daha çok Sergey Ayzenştayn’ın ünlü Potemkin Zırhlısı adlı filmi sayesinde bilinir. Gerçekten de çevrildiği yıldan beri neredeyse yüzyıla yakın zaman ve bu zaman diliminden daha önemli teknolojik ve ideolojik alt üst oluşlar olduğu halde bu film o gün bugündür sinema tarihinin klasikleri arasında sayılmaktadır ve oldum olası en büyük on film arasında geçer. Bu yerini korumaya da devam edecektir.
Bununla birlikte Potemkin zırhlısını bu biçimde anmak elbette sanat tarihçilerine, sinema severlere düşer. Ne var ki devrimci ve sosyalistler de Potemkin zırhlısı ve bu zırhlıdaki isyan hakkında Ayzenştayn’ın filminde gösterilen kadar (üstelik bu bir sessiz filmdi) bilgi sahibidir ve bununla yetinme eğilimindedir. Üstelik siyah beyaz ve sessiz filmlerin ancak özel merak sahipleri tarafından izlendiği dikkate alındığında Potemkin zırhlısında olup bitenlerden bu kadar haberi olanlara bile şükretmek gerekecektir. Besbelli onların da sayısı azalma eğilimindedir.
Kaldı ki, Potemkin zırhlısındaki ayaklanma hakkında söz konusu filme yansıyan kadar bilgi sahibi olmak aynı zamanda yanıltıcı bir bilgi elde etmek anlamına da gelmektedir. Sonuçta ne kadar iyi olursa olsun ve yönetmenin ne kadar devrim davasına bağlı olursa olsun; hatta oyuncuları da devrimin içinden çıkmış insanlar olsun film filmdir. Tabii ki filmler de başka şeyler gibi, bazan ajitasyon ve propaganda aracı olarak işlev görebilir; özellikle de Potemkin Zırhlısı filmi bu bakımdan çok elverişli ve değerli bir örnektir. Bununla birlikte, ordu içinde bozguncu faaliyet, askeri birlikler içinde devrimci çalışma gibi kaygıları olanlar için Potemkin zırhlısı bir ajitasyon aracı olduğu kadar bile bir anlam ifade etmez; edemez. Hatta senaryoya bağlı kalarak o isyanı ve 1905 devrimini anlamaya kalkanlar yanılmış olurlar. Bu bilgi ile söz konusu olayları izah etmeye çalışanlar da başkalarını yanıltmış olurlar.
Filme bakılırsa, 1905 yılındaki Rus-Japon savaşı sırasında özellikle işler Rusya için iyi gitmiyorken ve bir yandan çarlığa karşı bir ayaklanma ağır ağır mayalanmaktayken Kara Deniz’deki donanmaya bağlı Potemkin zırhlısında patlak veren bir isyan daha sonra Odessa’ya sıçramış ve orada bir halk ayaklanmasını da tetiklemiştir. Doğrusu 1905 devrimini bir tarihçi gözüyle inceleyip anlatan pek çok tarihçi de olayı aşağı yukarı bu biçimde aktarır. Bu durumda bu özeti Ayzenştayn’ın filminden çıkartmak hem daha keyifli hem de daha kolaydır.
Oysa olaya bir de başka bir gözle bakmak mümkündür. Askeri birlikler içinde devrimci bir çalışma yapma ihtiyacını hisseden, hatta Komünist Enternasyonal’e katılma koşulları gereği buna mecbur olan devrimcilerin ihtiyacı ise bundan oldukça fazlasını gerektirir.
Nasıl oldu da savaşın ortasında Çarlık donanmasının en önemli gemilerinden birinde bir isyan patlak verdi ve denizciler gemiyi ele geçirdi? Nasıl oldu da gemideki isyan karaya sıçrayarak büyüdü? Niçin bu isyan Karadenizdeki diğer gemilere sıçrayamadı ve daha geniş ölçekte yankı bulamadı? Vs. vs.
Devrimciler açısından asıl zihinleri kurcalaması gereken ve cevaplarının merak edilmesi gereken sorular bunlardır.
Ne var ki Ayzenştayn’ın başarılı filmi bu sorulara yeterli yanıtları vermez üstelik yanıltıcı bile olabilir. Senaryoya göre, (ki pek çok bakımdan bu senaryonun birinci el tanıklardan yararlanarak hazırlandığı bilinmekte ve anlaşılmaktadır) gemide yemek için kullanılan etlerin kurtlanmış olması, zaten inanılmaz derecede ağır koşullarda çalışan ve yaşayan denizciler ve askerler arasında homurdanmalara yol açar. Üstelik tahmin edilebileceği gibi gemi subayları adeta apayrı bir dünyada lüks ve sefahat içinde yaşamaktadır.
Zaten savaş kötüye gitmektedir ve hem denizcilerin hem de askerlerin endişeleri artmaktadır. Üstüne üstlük herhangi bir gemi komutanı kadar disiplinli sert ve gaddar olan gemi komutanı bir de denizcilerin ve askerlerin karaya çıkmalarını yasaklayan bir emir vermiş bulunmaktadır. Zaten karaya çıktıklarında bile bazı semtlere ve bazı caddelere çıkmaları yasak olan, aksi takdirde çok ağır cezalar ve en hafifinden ağır hakaretlere maruz kalan denizciler iyice öfkelenmektedir. Bu da yetmez, gemide devrimcilerle ilişkisi olan denizciler de vardır ve bunlar bir bozguncu faaliyet için fırsat kollamakta öteden beri alttan alta bir propaganda ve ajitasyon faaliyetini sürdürmektedir. Nihayet bu kokmuş et sorunu ve ardından şiddetlenen baskı ve yasaklarla birlikte subayların hakaretamiz tavırlarının keskinleşmesi bir isyana neden olur ve kısa zaman içinde denizcilerle askerler birleşerek subayları ve onlara bağlı kalan askerleri saf dışı ederler, gemiye el koyarlar.
Bu isyanı bastırmaya çalışan gemi komutanının denizcilerin üzerine ateş açılmasını emretmesi bardağı taşıran son damla olmuştur. Çatışmalarda denizcilerin önderlerinden birinin vurulması da isyanın Odesa’ya sıçramasına vesile olmuştur. Zaten orası da savaşın başından beri alttan alta kaynamaktadır. Karada da kitleler içinde devrimci bir çalışma alttan alta sürmektedir.
Bu kısa özetten de görülebileceği gibi senaryo sağlamdır ve gerçeğe yakındır. Bu nedenle film hem anlaşılır hem de öğretici bir mahiyet kazanmaktadır.
Ne var ki özellikle örgütçülerin ve ordu içinde konspiratif bir devrimci çalışmayı hedefleyen devrimcilerin bundan fazlasına ihtiyacı vardır. Aksi takdirde, bu tür ayaklanmaların ancak kendiliğinden ve tesadüflerin etkisiyle gündeme gelebileceğine inanmak işten bile değildir. Doğrusu bu tablodan genellikle öğrenilen de bu olmaktadır. Yani ordu içinde planlı bir devrimci çalışmadan ziyade en iyi ihtimalle tesadüflerin yarattığı fırsatlardan istifade ederek çalışmayı benimsemek gerektiği fikri öne çıkmaktadır. Halbuki Potemkin Zırhlısındaki isyan bunun tam aksine bir örnek teşkil etmektedir.
Ekim devriminin ardından kendi deneyimlerini hem yeni kuşaklara hem de dünyadaki başka devrimcilere aktarmak için kolları sıvayan Bolşeviklerin çabaları sayesinde Potemkin Zırhlısındaki ayaklanmanın bambaşka bir boyutu gün ışığına çıkmıştır.
Bolşevikler ordu içinde devrimci çalışma ve bozgunculuk faaliyetlerinin devrimci sonuçlarını devşirip üzerine yatmadılar. Aksine hem bu deneyimlerinden elde ettikleri dersleri bütün dünya devrimcilerine aktarmak için gayret ettiler hem de bu dersleri ilkeler halinde kristalleşerek bugünlere kadar kalmasını sağladılar. Bunun sadece Komünist Enternasyonal belgelerine yansıyan kararlar almakla olacağını mı sanırsınız?
Bu kararı almakla uygulama arasında hiç bir dolayım olmadığını sanan memur kafalılara düşer. Aksine Bolşevikler iktidara gelmenin verdiği avantajlardan da yararlanarak pek çok yönden ve çeşitli araçlarla bu deneyimlerinin kavranmasına ve yayılmasına gayret ettiler. Ayzenştayn’ın filmi bunlardan sadece bir tanesidir ve onunla yetinmemek gerekir.
Bolşevikler bu deneyimleri derleyip aktarmak için görevlendirmeler de yapmışlardı. Örneğin Kiril takma adıyla bilinen Berezovsky Potemkin zırhlısındaki ayaklanma ile ilgili bilgi ve belge toplamakla görevlendirilenlerdendi. O zaman Merkez Komite üyesi olan Rakovsky de Kiril’in derlediği bilgiler üzerinden bir makale yazmıştı. Bu belgelerin ışık tuttuğu söz konusu makale Potemkin Zırhlısındaki ayaklanmanın görünmeyen ve asıl merak edilmesi ve öğrenilmesi gereken yüzünü aydınlatmaktadır.
Rakovsky’nin sergilediği üzere, Potemkin’deki isyan gerçekten tesadüfen patlak vermiş. Ama bu aslında daha büyük ve geniş çaplı bir planın, erken doğum yüzünden suya düşmesine yol açmış. Diğer gemilerdeki çalışma özellikle de limanlardaki çalışma olgunlaşmadan patlak vermiş bu isyan. Üstelik planlanana göre ilk isyan o gemide değil bir başkasında olmalıymış. Bununla birlikte anlıyoruz ki, Potemkin’deki isyan hem böyle bir hazırlığın varlığı sayesinde gerçekleşmiştir; hem bu sayede yayılabilmiştir; hem de tesadüfen ve hesaplandığı zaman gerçekleşmediği için tecrit edilip bastırılabilmiştir.
İşte filme yansımayan ve bir kısa filmde yansıtılamayacak olan yönlerden birisi budur ve Rakovsky’nin aktardığı plana göre olay gerçekten büyük çaplı ve uzun süreye yayılmış titiz bir çalışmayla örülü bir planı ifade etmektedir.
Oysa genellikle bu tür gelişmelerin kendiliğinden olabileceğine inanılır ve aynı nedenle uzun vadeli planlı çalışmalara itibar edilmez. «Bu işlerin sonu yok» diye karamsarlıkla noktalanan devrimci maceralarının çoğunun bir kesitinde bu konularda ateşli söylevler daima olmuştur.
Kirilin raporuna yansıyan bilgiler ise bu konuda çok titiz kapsamlı ve uzun vadeye yayılmış bir planlı çalışmaya işaret etmektedir. Bu bakımdan gazetemizin sayfalarında hem bu belgelerin yansıttığı deneyimlerden başlayarak benzer başka deneyimlerle de devam ederek düzenli olarak bu alana ışık tutmaya çalışacağız.