Proleter Devrimciler Tarihinde Kadın Hareketi

0

KöZ Nisan 2015 sayısından alınmıştır.

8 Mart bir mücadeleler tarihidir. Kadın mücadelesinin, diğer toplumsal mücadelelerin ve devrimsel anların kıvılcımı oluşunun tarihidir. Ve bu tarih bize göstermiştir ki kadınların mücadelesi insanlığın da mücadelesidir. Bunun ilk örneğini tarihteki ilk proletarya diktatörlüğü olan Paris Komünü’nün kurulmasında görebiliriz.

1871’de Almanlarla yapılan savaş esnasında Fransa’da tam bir ekonomik çöküş yaşanmaktaydı. Savaş nedeniyle erkek işçilerin hemen hepsi silah altındaydı. Bu dönemde çalışan erkeklerin çoğu için tek gelir kaynağı Ulusal Muhafızlara ödenen, 1.50 Frank’lık ücretti. Erkek işçilerinin çoğunun askerde olması kadınları çalışmaya çekmişti. Ne var ki kadınlara erkek işçilere ödenen ücretin ya yarısı ya da üçte biri ödenmekteydi. Kadınlar arasında bir taraftan iş bekleme kuyrukları artarken öte yandan da bir meslek olarak fuhuş yaygınlaşmaya başlamıştı.

Bütün bu baskı ve sömürü içerisindeki proleter kitlelerin Ulusal Muhafızlar nedeniyle silahlanmaya başlaması başkenti terk etmiş olan Thiers Hükümeti için de tehlike oluşturmaktaydı. Kendi başkentinde otoritesini kabul ettirmek isteyen Thiers, Paris’i kontrol altına almak istiyordu. Thiers’e bağlı birlikler 18 Mart 1871’de, başkenti Almanlara karşı savunmak üzere kurulmuş silahlı halk milisleri olan Ulusal Muhafızlara ait topları ele geçirmek amacıyla bir saldırı plandı. Ama plan istedikleri gibi yürümedi.

18 Mart gecesi ise Parisli kadınlar, çocuklarını yanlarına alarak sokaklara çıktılar. Ulusal Muhafızları yanlarına alan kadınlar o gece ulusal muhafızları hükümete karşı ayaklandırdı. Tarihin ilk proletarya diktatörlüğünün kurulması işte Parisli proleter kadınların bu mücadelesiyle kazanıldı. Ama proleter kadınların asıl rolü belki de bu devrime ön ayak olmaları değildi. Proleter kadınlar devrim sonrasında her organda, her aşamada rol alarak tarihin de akışını değiştiriyordu.

Paris Komünü, kadın erkek eşitliği konusunda tarihin o zamana dek gördüğü en kayda değer gelişmeleri hayata geçirmiştir. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik Parisli emekçi kadınların dilinde bu sefer burjuvazinin değil, proletaryanın iktidarının sloganları olmuştur. Bu da kendisini devletin ve sermayenin iktidarına dayayan kadınların değil, devlete ve sermayeye karşı mücadele verilmesi gerektiğini pratik yaşamlarında anlayan proleter kadınların bir ürünüdür.

Tarihte proleter kadınların proleter devrimlerin en dinamik öznesi olmasının tek örneği Paris Komünü değildir. 1917 Şubat Devrimi’nin de alevlenmesinde en büyük rol Petrograd varoşlarındaki kadın işçilerindi.

Rus Çarlığı 1917 yılına girdiğinde savaş şiddetlenmiş, dondurucu kış soğukları ve kıtlık baş göstermiş, grevler, gösteriler ve çatışmalar Rusya’yı sarmaya başlamıştı. Devrimci çalkantıların Petrograd sokaklarını sardığı bir dönemde, Rus takvimleri 23 Şubat’a, yani 8 Mart’a yaklaşırken devrimci çevreler de her sene yaptıkları gibi Uluslararası Kadınlar Gününde toplantılar yapmak, bildiriler dağıtmak için hazırlanıyorlardı. Ama bu kez 8 Mart çok daha farklı olacaktı.

Her coğrafyada olduğu gibi Rusya’da da kadınlar, yaşamın her alanında üzerlerindeki baskıyı hissediyorlardı. Çalışan kadınların büyük bir kısmı hizmetçilik yapıyor, evlere temizliğe gidiyordu. Tekstil ve konfeksiyonda da çocuklar ve kadınlar vardı. Çalışma saatleri onaltı saati buluyordu ve bu kadınlar çok zor şartlarda yaşıyorlardı. Kazandıkları paraysa karınlarını bile doyurmaya yetmiyordu. Tarımda çalışan kadınların durumları daha iyi değildi. Rus egemen sınıfları savaş nedeniyle erkek işçilerin büyük bir kısmını askere alsa da, son yıllarda büyük şehirlerdeki işçi oranı da ciddi bir artış göstermekteydi. Rus Çarlığı’nın yeni proleterleri köylerden kentlere sürüklenen ve çoğunluğu kadın olan göçmen işçilerdi. 1914 yılı ile 1917 yılı arasında büyük şehirlerdeki kadın işçilerin sayısı iki katına çıkmıştı. Bu işçiler arasında okuma yazma oranı son derece düşüktü.

İşte 1917 yılının 23 Şubat’ı yaklaşırken proleter kadınlar, Uluslararası Kadınlar Günü için örgütleniyor, fabrikaları eylemlerine taşıyorlardı. 18 Şubat günü Petrograd’taki Putilov fabrikasında başlayan grevlerin bütün şehre yayılması tekstil işçisi kadınların 23 Şubat eylemine diğer fabrikaları katmalarıyla olmuştu. Kitleselleştikçe kendisini çatışmada bulan kadın ve erkek işçiler artık çarlığın, otokrasinin yıkılmasını, emperyalist savaşın bitmesini talep edip sınıf savaşını yükseltiyorlardı.

1917 yılı eski Rus Takviminde Şubat ayına gelen, 8 Mart gösterileriyle Şubat Devrimi’nin çakışması bir tesadüf değildir. Şubat devrimine varan süreçte proleter kadın işçilerin mücadelesi, aynı Paris Komünü’nde olduğu gibi, sınıfsız, sınırsız özgür bir dünya için mücadeleyle kadının özgürleşmesi arasındaki ilişkinin somut bir örneğiydi.

8 Mart ne ağlanacak ne de bayram edilecek bir gündür. 8 Mart bir mücadeleler tarihidir. 8 Mart’ı 8 Mart yapan işçi kadınlar, bu günü direnişlerle, grevlerle, eylemlerle, örgütlenerek ve savaşarak yarattılar: 1857 yılının 8 Martı’nda Newyorklu kadın işçiler “eşit işe eşit ücret” ve 8 saatlik iş günü talebiyle greve girmişlerdi. Çalıştıkları fabrikayı işgal eden kadın işçilerden 128 tanesi fabrikada çıkan yangın sonucunda yaşamını yitirdi. 1910 yılında toplanan İkinci Enternasyonal de, Clara Zetkin’in önerisiyle ve çalışmalarıyla, 8 Mart’ı
Uluslararası Kadınlar Günü olarak ilan etti. 8 Mart tarihini mücadeleleriyle yaratanların amacı kadın sorununu belirli gün ve haftalara eklemek ve yılın bir günü kadınlara karanfillerle sunmak değildi. Onlar, dünyanın tüm kadınlarına, kadınların kendilerini ve tüm insanlığı özgürleştirmek için yıllarca mücadele ettiğini hatırlatacak ve bu temelde örgütlenmenin önemine işaret edecek bir mücadele günü adamak istediler.
8 Mart’ı Uluslararası Kadınlar Günü olarak ilan eden İkinci Enternasyonal ise hiçbir zaman kadınlar yararına ortaya konan ilkelerin ve taleplerin uluslararası planda gerçekleştirilmesi görevini üstlenecek olan bir organ oluşturmadı.

Kendilerini İkinci Enternasyonal’in oportünizminden kararlı bir şekilde ayıran Bolşevikler ise, kadınların mücadelesinin insanlığın kurtuluş mücadelesine dönüşmesi için bu hareketlerin kendilerini iki yüzlü burjuva ideolojisinden ve her türlü oportünizmden kurtarması gerektiğinin ve burjuva diktatörlüklerini alaşağı etmeyi hedeflemesinin öneminin altını çiziyordu. Bugün insanlığın kurtuluşu kadının özgürleşmesinden de geçiyorsa, kadının özgürleşmesi da ancak en ezilen ve sömürülen kadınların mücadelesini desteklenmesinden ve varolan burjuva düzeninin yıkılmasından geçer.

Paylaş